Ürün Sorumluluğunda Üreticinin Kullanabileceği Savunmalar Ve Kurtuluş Kanıtları

  • Anasayfa
  • Hukuk
  • Ürün Sorumluluğunda Üreticinin Kullanabileceği Savunmalar Ve Kurtuluş Kanıtları
Şahin hukuk blog

  Hüseyin Şahin

GİRİŞ

Çalışmamızda konu olarak sınırlama yapılması sebebiyle ayıplı ürünlerden doğan zararlar sebebiyle sorumluluğun şartları yanında üretici, ürün, ayıp, piyasaya sunma ve zarar kavramları ile ayıplı ürün ve zarar arasındaki illiyet bağı, üreticinin sorumluluktan kurtulmak için yapacağı savunmalar ve kurtuluş kanıtları ile bu savunma ve kurtuluş kanıtlarını sunma sırasında uygulanacak yargılama usulleri ele alınacaktır.

GENEL OLARAK

Üreticinin piyasaya teknik düzenlemesine uygun olmayan veya güvensiz ürün arz etmesi halinde, aynı fiil ile birden çok hukuk kuralını ihlal etmesi ve bu çerçevede çeşitli sorumluluk türleri ile karşılaşması olasıdır.[1] Bu durumda üretici sorumluluğunun niteliği, kapsamı ve aynı fiilden dolayı farklı hukuk kurallarına göre farklı yaptırımların birlikte uygulanıp uygulanamayacağı konusu büyük önem taşımaktadır.[2] Yönergenin benimsediği sorumluluk sistemi üreticinin kusurlu davranışının değil, ürünün ayıplı olmasını temel almakta ve ayıplı ürünün neden olduğu ölüm veya yaralanmadan kaynaklanan zararlar ile ayıplı ürün dışında diğer mallarda meydana gelen ‘ayıbı takip eden zararlar’ ın tazminini öngörmektedir.[3]

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, ülkemizde çağdaş anlamda tüketicinin korunması alanında atılan ilk somut adımdır.1995 tarihinde yürürlüğe giren 4077 sayılı bu kanunla hem tüketiciyi korumaya yönelik dağınık mevzuatı bir araya toplamak, hem de Avrupa Birliği mevzuatı ile uyumlulaştırmak amaçlanmıştır.[4]

Ayıp kavramı, gerek Yönergeye göre ayıplı üründen kaynaklanan sorumluluğu gerekse Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna göre ayıba karşı tekeffül sorumluluğunu kuran en temel unsurdur.[5]Her iki sorumluluk, ürünün ayıplı olması, ayıptan kaynaklanan bir zararın doğması ve ayıp ile zarar arasındaki illiyet bağının varlığına bağlıdır.[6]

Birden fazla önlemin uygulanabileceği durumlar olabileceği gibi, hiçbirisinin uygulanamayacağı uyuşmazlıklar da çıkabilir. Bu gibi durumlarda zarar gören kişi, ulusal hukuk içinde çareler aramak zorunda kalacaktır. Zarar gören tazminat talebiyle birlikte, üreticiye idari yaptırım[7] uygulanabilmesi için ilgili idareye müracaatta bulunabilir, ayrıca cezai sorumluluk gerektiren bir durum varsa konuyu Cumhuriyet Başsavcılığına taşıyabilir.

Üreticinin hukuki (tazminat) sorumluluğu, Türk Borçlar Kanununda özel kusursuz sorumluluk hallerinden biri olarak düzenlenmemiş olması nedeniyle, kusursuz sorumluluğun bir türü olan olağan sebep sorumluluğu (ispat külfetinin kime ait olacağı değerlendirilebilir) olarak düzenlenmesinin gerekli olduğu, tüketici kanununun münhasıran tüketiciler yönünden uygulama niteliğine sahip olması ve getirilecek düzenlemenin tüm zarar görenler bakımından uygulanabilir olması amacıyla bu kurallaştırmanın yerinin çalışmaları sürdürülen ürün güvenliği ve teknik düzenlemeler kanunu olmasının daha uygun olacağı değerlendirilmektedir.[8]

Teknik düzenlemesine uygun olmayan (aykırı olan) ürünün piyasaya sunulması veya piyasada bulundurulması, hem 4703 sayılı Kanunda, hem de 4077 sayılı Kanunda kabahat olarak tanımlanmış ve idari para cezası yaptırımına bağlanmıştır. Kabahatler Kanununun 15 inci maddesi uyarınca uygulama yapılması; idari para cezası kararı veren idareler ve bu kararların yargısal denetimini yapan mahkemelerde farklı uygulamalara yol açmakta ve çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Tüketici Kanunu ve Ürün Güvenliği Kanunu taslak çalışmaları sırasında, aynı kabahatin her iki kanunda da düzenleme konusu yapılmasının önlenmesinin, uygulamada yaşanan birçok problemi sonlandıracağı değerlendirilmektedir.

Çalışmamız üreticinin savunmaları ve kurtuluş kanıtları üzerinde olması sebebiyle gerek yasal düzenlemelerden ve gerekse sorumluluklardan da ana hatlarıyla bilgi olarak sunmak gerekmektedir.

ÜRÜN SORUMLULUĞUNUN DÜZENLENİŞ BİÇİMİ

25.07.1985 tarih ve 85/374 sayılı Ürünlerden Dolayı Sorumluluğa İlişkin Üye Ülkelerin İdari ve Hukuki Düzenlemelerinin Uyumlaştırılmasına Dair Konsey Yönergesi ile Yönergenin 2. maddesinde sayılan piyasaya sürülmüş ayıplı bir ürünün vermiş olduğu zararlardan dolayı yine Yönergede öngörülen üreticilerin sorumluluğu düzenlenmiştir.[9]

Ürün Sorumluluğu, Sorumluluk Hukuku ile Tüketici Hukukunun kesiştiği noktada yeni bir sorumluluk türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Borçlar Hukukuna göre ayıplı maldan dolayı alıcının ve tüketici hukukuna göre ayıplı mal ve hizmetlere karşı tüketicilerin korunmasının yanı sıra, Ürün Sorumluluğu Yönergesi ile ürünün güvenli olmaması nedeniyle zarara uğrayan herkesin Yönergede belirlenen sorumluluk hukuku çerçevesinde zararının tazmin edilmesi, bu sayede tüketicilerin daha etkin bir biçimde korunması amaçlanmaktadır.[10]

Ayıplı ürünler karşısında tüketicilerin korunması alanındaki düzenlemeler, öncelikle iki konuda yapılmıştır. Bunların birincisi ve en önemlisi, Ürün Sorumluluğu Direktifidir. İkinci önlem ise Ürün Güvenliği Direktifidir. Bu iki düzenlemeye ek olarak yapılan sair düzenlemelerle de, özel ürünler ve özel ürün sektörleriyle ilgili güvenlik standartlarına ilişkin önlemler alındığı görülmüştür. [11]

TKHK’nın yürürlüğe girmesinden önceki dönemde ayıplı ürünler nedeniyle ortaya çıkan zararlar için 818 s.BK (m. 194 – 207) ve 6762 s.TTK (m. 25/III) hükümlerine müracaat edilmiştir. Bu hükümler, tüketicileri yeterince koruyacak nitelikte kurallar olmamıştır. Öncelikle, bu hükümlerin sadece satım sözleşmelerinde uygulanabilir nitelikte olması, koruma alanlarını daraltmıştır.[12] Üründeki ayıp nedeniyle satıcının sorumluluğuna gidilebilmesinin bazı koşulların gerçekleşmesine bağlı olması da, olumsuz bir diğer faktördür. Bunun yanı sıra, satım sözleşmesine konulacak sorumsuzluk şartı ile, satıcının sorumluluğu hile dışındaki hâllerde ortadan kaldırılabilecektir 818 s.(BK m. 196). Dolayısıyla, sorumsuzluk şartı veya sorumluluğu hafifleten kayıtlar, ilişkinin zayıf konumunda bulunan tüketicilerin mağduriyetlerine neden olmuştur. Tüm bu sayılanlar yanında, satıcıların önceden hazırladıkları basılı sözleşmeler, tüketicilerin bu konuda daha seçici davranma olanaklarını da ortadan kaldırmıştır.

TKHK, yukarıda sayılan sorunları ortadan kaldıran hükümler getirmiştir. Tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu ürün satımına ilişkin her türlü tüketici işleminde bu Kanunun uygulanacağı hükme bağlanmıştır (TKHK m. 2, m. 4/VIII).Ayrıca, emredici nitelik taşıyan TKHK hükümlerini tarafların bertaraf etme olanağı da yoktur. Bu husus, hükümde kullanılan ifadelerden ve Kanunun genel gerekçesinden ortaya çıkan bir sonuçtur.

TKHK, kusursuz sorumluluğun hangi tarihte piyasaya sürülen ürünlerde uygulanabileceğini düzenlemektedir(m. 33). Bu Kanunun, yürürlüğe girmesinden önceki bir tarihte piyasaya sürülen ürünleri kapsamayacağı açık bir şekilde hükme bağlanmıştır. TKHK’ nın uygulanabilmesi için ayrıca, uyuşmazlığın 8.9.1995 tarihinden sonra ortaya çıkmış bir uyuşmazlık olması gerekir. Kanunların geriye yürümeyeceğine ilişkin temel ilkeye uygun olarak bu Kanunun geriye yürümeyeceği resmî gerekçede belirtilmiştir.

“Tüketici Mallarının Satımı ve Bağlantılı Garantiler Hakkında Direktif ” ile “Ürün Sorumluluğu Direktifi ” arasındaki ayrım Türk Hukukunda kesin bir şekilde ortaya konmadığından birbirine karıştırılmaktadır. Birinci Direktifte satıcının, sözleşme ile kararlaştırılan ürünü teslim etme yükümlülüğü ele alınırken, Ürün Sorumluluğu Direktifi, ayıplı bir ürün üreten üreticinin, herhangi bir sözleşmenin varlığına ihtiyaç olmaksızın, ortaya çıkan zararlardan sorumluluğunu düzenlemektedir. TKHK m. 4 hükmü birinci Direktifin Türk Hukukuna aktarıldığı düzenlemedir. Çalışma konumuzu ilgilendiren, ayıplı ürün nedeniyle ortaya çıkan zararlar için sorumluluğun düzenlenmiş olduğu ikinci Direktif, “ Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik ” ile Türk Hukukuna uyumlu hâle getirilmiştir. Bu Yönetmeliğin, TKHK m. 4 ve 4077 sayılı TKHK’ nın 31. maddesine dayanılarak çıkarıldığı (Yönetmelik m. 3) hükme bağlanmış olmasına rağmen, Yönetmelik farklı bir ayıp tanımı, tüketici tanımı ve üretici ile sözleşme bağını aramama gibi hususlar başta olmak üzere tamamıyla TKHK m. 4’ün üzerine çıkmıştır. Sonuç olarak, kanunla düzenlenmesi gereken bir husus, Yönetmelik ile düzenlenmiştir. Yukarıda ifade edilen nedenlerle, çalışmamızın dayanağını bu Yönetmelik oluşturacaktır.[13]

SORUMLULUĞUN HUKUKİ NİTELİĞİ 

Günümüzde pazarlama teknikleri çok gelişmiş olup bu sayede ürünler tüketiciye ulaşmadan pek çok aracıdan geçmektedir. Bunun yanında üretim teknikleri ile ürünlerin yapısında meydana gelen karmaşık durumlar da tüketicilerin zarara uğrama riskini artırmıştır. Bu şartlar göz önüne alınarak hukuki yapıda yenilenme sağlanmış ve bu alanda kusur sorumluluğu yerine kusursuz sorumluluk uygulanması esası baskın hale gelmiştir.[14]

Ürün Sorumluluğu, Yönergenin gerekçesinde açıkça ortaya konulduğu gibi ‘bilimsel ve teknolojik alandaki sürekli gelişmenin hakim olduğu çağımızda modern üretim teknolojileri ile yapılan üretimin ürünlerde oluşturduğu riskleri üretici ile zarar gören arasında adil bir biçimde paylaştırmak’ esasıyla üreticinin kusura bağlı olmayan sorumluluğunu düzenlemektedir.[15]

Üreticinin veya üretilen malların dağıtımına katılan aracıların arasında bir sözleşme ilişkisi bulunduğu tartışmasızdır. Bu durumda sözleşme ilişkisi içerisinde bulunan kişi yada kişiler, kararlarının sonuçlarını seçmeli ve aleyhlerine de olsa bunlara katlanmalıdır. Sözleşme kişilere, kişisel tercihlerini yapma özgürlüğü verir. Önceden yapılan anlaşmalar doğrultusunda insanlar, özgürlük alanını genişletebilir veya daraltabilirler.[16]

Kanunun maddi anlamda uygulanma alanı konusuyla ifade edilmek istenen, kanunda yer alan düzenlemelerin hangi hukuki ilişkilere ve özellikle sözleşmelere uygulanacağının belirlenmesi hususudur. Bu açıdan TKHK ele alındığında, kanun koyucunun genel olarak kanunun sistematiği ve muhtevası açısından benimsediği yaklaşımı, uygulanma alanı ile ilgili olarak da aynı şekilde devam ettirdiğini söylemek mümkündür. Gerçekten de, uygulanma alanı ile ilgili olarak TKHK’da ihtiyaçlara cevap verecek ayrıntılı bir düzenleme mevcut değildir. Bununla birlikte, Kanunun muhtelif maddelerinde, maddi anlamda uygulanma alanıyla doğrudan ya da dolaylı bir biçimde ilgili bulunan çeşitli hükümler yer almaktadır. Bu cümleden olarak, Kanunun 2. maddesinde, Kanunun 1. maddesinde belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü hukuki işlemi kapsadığı ve dolayısıyla tüketicinin taraf olduğu bütün hukuksal işlemler hakkında TKHK’un uygulanacağı ifade edilmiş bulunmaktadır. [17]

Ürün satışı sırasında mülkiyetin devri de gerçekleştiğinden bu tür hukuki işlemlerde taraflar, meydana gelen zararlarını aralarındaki sözleşmeye dayanarak talep edebilirler. TKHK m.4’te tüketicinin kullanabileceği seçimlik haklarından dolayı müteselsil sorumluluk esası öngörülmektedir. Buna göre (Değişik 3. fıkra: 5582 – 21.2.2007 / m.22) İmalatçı-üretici, satıcı, bayi, acente, ithalatçı ve 10 uncu maddenin beşinci fıkrasına veya 10/B maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre kredi veren, ayıplı maldan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur.’ Seçimlik haklardan dolayı müteselsil sorumluluk, tüketici açısından, TBK bakımından öngörülmeyen bir güvence oluşturmaktadır.[18] Zarar görenin üçüncü kişi olması durumunda olan kişiler sözleşmeye dayanarak zararlarını talep etmeleri mümkün değilken ürün sorumluluğunda kusursuz sorumluluk uygulanması üçüncü kişilerin de lehine olan çözüm yolu üretmiştir. 6098 sayılı Kanun madde 223 hükmü ile diğer hukuklardaki, özellikle Avrupa ülkelerindeki gelişmeleri dikkate almayarak bütün satış sözleşmeleri için geçerli olacak şekilde alıcı için gözden geçirme ve bildirim külfeti getirmiştir. Oysa bugün Avrupa Ülkelerinin hukuklarının büyük kısmında adi satımlar  ve tüketici satımları bakımından artık bu yükümlükten vazgeçilmiştir. Avrupa hukukunda ihbar külfeti tartışılmaya devam ederken kanun koyucumuz bu gelişmeleri ve yine Türk doktrinindeki eleştirileri dikkate almayarak mevcut kanundaki hükmü ufak değişiklikler ile muhafaza etmeyi tercih etmiştir. Diğer yandan 6098 sayılı Kanun 225.maddede yer alan düzenleme ile satıcının, bu külfetin yerine getirilmediğini ileri sürebileceği durumlar oldukça geniş ölçüde sınırlandırılmıştır. 6098 sayılı Kanun m.223/ f.1 ’ de düzenlenen bu külfete ilişkin yapılan tek değişiklik alıcının, gözden geçirme ile birlikte satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp bulursa artık ’derhal’ değil, ’uygun bir süre içerisinde’ bunu satıcıya bildirmekle yükümlü tutulmuş olmasıdır.[19] Zamanında yerine getirilmeyen gözden geçirme ve bildirim külfetinin meydana getireceği hak düşümü sonucunu yumuşatan bir hüküm de 6098 sayılı Borçlar Kanunu m.225’de yer almaktadır. [20] Burada mevcut kanundaki düzenlemeden farklı olarak yalnızca satıcının kastının bulunduğu durumlarda değil, satıcının ağır kusurlu olması halinde de satılandaki ayıbın kendisine süresinde bildirilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulması engellenmiştir. Aynı kanun 2.fıkrasında ise bir adım daha ileri gidilerek satıcılığı meslek edinen kişilerin bilmesi gereken ayıpların da aynı kapsamda değerlendirileceği, yani bunların alıcı tarafından süresi içerisinde kendisine bildirilmediği iddiası ile satıcının sorumluluktan kurtulamayacağı belirtilmektedir.[21]

ÜRETİCİNİN KULLANABİLECEĞİ SAVUNMALAR

  • SORUMLULUĞUN AZALTILMASI

Direktif, ispat külfeti kendi üzerinde olmasına rağmen davalıya çeşitli savunma imkanları tanımış ve kusursuz sorumluluk hükümlerinin kapsamını önemli ölçüde daraltmıştır.

  • ZARARIN MEYDANA GELMESİNDE ZARAR GÖRENİN VE ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN ORTAK KUSURU
    1. Tanım

Sorumluluğa esas alınan zarar, hem üründeki ayıp hem de zarar görenin veya zarar görenin fiillerinden sorumlu olduğu herhangi bir kişinin kusurundan dolayı meydana gelirse , üreticinin sorumluluğu azalabilir veya tamamen ortadan kalkabilir. (Diretktif m.8/ll) Direktif böylece, müterafik kusur savunmasına özellikle izin vermiştir. Müterafik kusur, hem sorumluluğun kurulması hem de tamamlanması açısından önemli olduğu için dikkate alınması gereken bir husustur.[22]

  1. Zarar görenin kusuru

Zarara sebep olduğu iddia edilen ürünün kullanım kılavuzuna dikkat etmeyerek ürünü hatalı kullanan tüketici, zararın meydana gelmesine yol açmışsa, tazminat miktarı düşürülür. Bu halde, zarar görenin zararın oluşumuna ne ölçüde katkıda bulunduğu ölçülerek değerlendirme yapılır ve orantılı olarak indirime gidilir.(Yönetmelik m.6)

Ürün kullanımı veya tüketimi esnasında, tüketicinin temsilcisi veya yardımcısının kusuru da müterafik kusur kapsamındadır. Dolayısıyla bu kişilerin kusurunun zarara etkisine göre tazminat miktarı hesaplanacaktır. Yardımcı veya temsilcilerin kusurlarının ağırlığına göre sorumluluk azalır veya tamamen kalkar.(Yönetmelik m.6)[23]

  1. Üçüncü kişinin kusuru

Rücu hakkı ve rücu payına ilişkin ulusal hukuk hükümleri saklı kalmak kaydıyla hem üründeki bir ayıp hem de üçüncü bir kişinin hareketi veya ihmali neticesinde zarar meydana geldiği zaman, üreticinin sorumluluğu azalmaz.(Direktif m.8/1) Bu nedenle, üreticinin ayıplı talimatlarından dolayı, tamirci elektrikli bir aletin tellerini yanlış bağlar ve bu surette kullanıcı elektriğe çarpılırsa, tamircinin müdahalesi olmasaydı kaza asla olmayacaktı şeklinde bir iddia üreticiyi sorumluluktan kurtarmaz veya üreticinin sorumluluğunu azaltmaz. Tamircinin kusurlu bir şekilde hareket etmesi dahi bu sonucu değiştirmez.

Yönetmelik ise Direktiften farklı olarak üçüncü kişilerin, ayıplı ürün ile birlikte zarara neden olması hallerinde sorumluluğun kalkması veya azaltılmasına ilişkin herhangi bir hüküm içermemektedir.

Alman Hukukunda Ürün Sorumluluğu Kanunu (ProdHaftG), ürün üzerinde doğrudan zilyet olan üçüncü kişinin zararından üreticiyi korumaktadır. Burada ön şart, zilyetliğin hukuki çerçeve içinde doğması gerektiğidir. Hukuka aykırı olarak, ürünü elinde bulunduranlar, hırsız veya gasıp gibilerinin ayıplı üründen dolayı zarara uğramaları durumunda, üretici sorumlu tutulmayacaktır.[24]

  • ZARARIN AZALTILMAMASI VEYA ORTADAN KALDIRILMAMASINDA MÜTERAFİK KUSUR

a)Genel Olarak

Zarar görenin çalıştırdığı bir işçinin zararı azaltabilecekken veya tamamen ortadan kaldırabilecekken bunu yapmaması, üreticinin sorumluluğunun azalmasına veya tamamen ortadan kalkmasına neden olur. Tesadüfen orada bulunan üçüncü bir kişinin, herhangi bir müdahalede bulunmaması üreticinin  sorumluluğunu etkilemez. Burada diğer kanuni hükümlerden doğan sorumluluklar da söz konusu olur. Örneğin tıbbi müdahaleyi yapmamak, tıbbi ilaçları almamak, diyetlere uymamak, çok yüksek kiraları olduğu için yedek parçaları kiralamamak gibi.[25]

       b)Üçüncü Kişinin Fiilinden Dolayı Zararın Ortak Şekilde Doğması

1.Ortak sorumlunun sorumluluğa etkisi

Zarar görene karşı sorumlu olmayan, onunla bir hukuki ilişki içinde bulunmayan üçüncü bir kişinin fiili nedeniyle zararın ortaya çıkması halinde zarar görenin üreticiye karşı tazmin talebi azaltılmayacaktır. (Yönetmelik m.6) Zararın, ürün ayıbından ve üçüncü kişinin fiilinden oluştuğu durumlarda dahi bu hal, ortak illiyet sayılır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, parçalardan birinin üreticisinin sorumluluğu diğerlerini engellememektedir. Yeter ki zararın doğmasına üçüncü kişinin fiili ile birlikte ayıplı ürün de sebep olsun.

Yarışan illiyet hallerinde bu kural uygulanmaz. Zira, üçüncü bir kişinin kusuru olsa da zararın aslen doğuran olay göz önüne alınacaktır. Bu halde tartışma, ürün ayıbı dışında bir sabotaj zararı doğmuşsa üreticinin sorumluluğunun azaltılıp azaltılmayacağına ilişkindir. Eğer üreticinin çalışanı, suç niteliği taşıyan bir fiille üründe değişiklikler meydana getirirse, üreticinin sorumluluğu söz konusu olacaktır. Buna karşılık, üretici ile hiçbir ilişkisi olmayan üçüncü bir kişinin bu tür bir hareketi üreticiyi sorumluluktan kurtarır. Belirtilmelidir ki, üçüncü kişilerin sabotaj gibi fiilleri üreticiyi sorumluluktan kurtarır. Ancak, özellikle üretim esnasında dışarıdan müdahalelere karşı üretici, gerekli özeni göstermiş olmadıkça sorumluluktan kurtulamaz.[26]

2.Üretici ile üçüncü kişi arasındaki rücu ilişkisi

Herkes, zarara katkısı oranında tazminle sorumlu olacağından üretici, kusuru oranında üçüncü kişiye rücu edebilecektir.[27]

SORUMLULUKTAN KURTULUŞ KANITLARI

A-GENEL OLARAK

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da ayıplı mal veya hizmetin sebep olduğu kararlardan sorumluluktan kurtulmaya ilişkin olarak her hangi özel bir kurtuluş kanıtı öngörülmüş değildir. Ancak Yönetmelikte ayıplı malın sebep olduğu zararlardan kurtulmaya ilişkin olarak bazı özel kurtuluş kanıtları getirilmiştir. Kanımızca, Yönetmelikte yer alan sorumluluktan kurtuluş sebeplerinin mahiyetleri uyduğu ölçüde, ayıplı hizmetin sebep olduğu zararların sorumluluğundan kurtulmada da, kıyas koluyla uygulanmalıdır. Keza, Yönetmelikte yer alan bu özel kurtuluş sebepleri yanında, bütün sorumluluk hukuku için geçerli olan genel kurtuluş sebepleri de ayıplı mal veya hizmetin sebep olduğu zararların sorumluluğundan kurtulmada uygulanma alanı bulacaktır. Zira Kanun’un 30. maddesi buna imkân tanımaktadır.

Üreticinin ayıplı ürünün sebep olduğu zarardan sorumluluğu ve sınırı, sorumluluğu kaldıran veya sınırlayan hallerin özel olarak dikkate alınmasıyla tespit edilmelidir. Bu bağlamda  yönetmelik üreticiye, kurtuluş kanıtları getirme imkanı tanımıştır.( Yönetmelik m.7;Direktif m.7)[28]

Direktifin 7. maddesine göre, üretici aşağıdaki sebepleri ispatlarsa direktife göre sorumlu olmayacaktır:

a.Ürünü kendisinin piyasaya sürmediğini,

b.Zarara sebep olan ayıbın ürün üretici tarafından piyasaya sürülseydi meydana gelmeyeceğinin veya somut olayın özellikleri dikkate alındığında ayıbın daha sonra meydana geldiğinin kabul edilebileceğini,

c.Ürünü ne ekonomik amaçlarla satım veya sürümün diğer herhangi bir formu için ürettiğini ne de kendi mesleki veya ticari faaliyeti çerçevesinde ürettiği veya sürüme sunduğunu,

d.Ayıbın emredici hukuk kurallarına uyma sebebiyle meydana geldiğini,

  1. e. Meydana gelen ayıbın bilimin ve teknolojinin durumuna göre, ürünün piyasaya sürüldüğü anda bilinebilmesinin mümkün olmadığını,

f.Ara ürünün üreticisinin sorumluluğu söz konusu olduğunda, ayıbın, ara ürünün işlenilmesinde asıl ürünün tasarımından veya üreticinin talimatlarından kaynaklandığını,

Direktifte yer alan bu altı sorumluluktan kurtuluş sebebi sınırlı olarak sayılmıştır. Üye devletler bunun dışında başka kurtuluş sebebi kabul edemezler. Direktifin 7.maddesi dışında sadece zarar görenin illiyet bağını kesecek derecede bir kusuru ( m.8/ll) sorumluluktan kurtuluş için kabul edilmektedir. Direktifin 7.maddesinin a-f bentlerinde yer alan durumlarda sorumluluktan kurtulma sebebinin bulunmadığı karineten kabul edilmektedir. Zararın meydana gelmesi halinde , üreticinin sorumluluktan kurtulabilmesi için , karine olan bu durumlarının aksini ispat etmesi gerekir. Üreticinin bu durumu ispat etmediğini, hakim somut olayın tüm şartlarını göz önünde bulundurarak tespit eder. Ancak bu durum her üye devletin ispat hukukuna göre belirleneceğine göre bizim açımızdan Borçlar Hukuku ve TKHK’a bakmak ve HMK’ daki ispat kurallarına başvurmak gerekecektir.[29]

 

Biz bu çalışmada sadece Yönetmelikte yer alan sorumluluktan kurtuluş sebeplerini inceleyeceğiz.

 

B-ÜRÜNÜN ÜRETİCİ TARAFINDAN PİYASAYA SÜRÜLMEMİŞ OLMASI

  1. Kanundaki Şartlara Uygun Olmak

Direktifte tanımlanmamış olmakla birlikte, ürünün piyasaya sürülmesi, ürünün üretici veya onun gibi sorumlu olanlar tarafından üretim aşaması tamamlandıktan sonra, kendi iradesiyle etki ve organizasyon alanından çıkarılmasıdır. Bu kurtuluş sebebinin kabul edilmesinin amacı, üreticinin veya onun gibi sorumlu tutulanların iradeleri dışında kendi  hakimiyet alanından çıkmış olan bir mal sebebiyle sorumlu kılınmasının önlenmesidir.[30]

Yönergenin 6/1-c maddesinde yer verilen ve ürünün ayıplı olup olmadığını belirleyen üçüncü unsur, ürünün piyasaya sürülme zamanıdır. Bir ürünün piyasaya sunulduğu zamanın belirlenmesi, ürünün ayıplı olup olmadığının tespiti açısından objektif bir ölçüttür.[31] Zarara yol açan ürünün piyasaya sunulduğu anda ayıplı olması gerekir. Bu husus, ayıplı ürünün sebep olduğu zararlardan doğan sorumluluktan kurtuluş kanıtlarının düzenlendiği Yönergenin 7/a maddesinde yer verilen temel bir prensiptir. Üretici, ürünün piyasaya sunulmasından ardından ortaya çıkan zarar verici özelliklerinden dolayı sorumlu tutulamaz.[32]

Yönetmelikte öngörülen amaç, üreticinin sorumluluğunun, sadece ayıplı bir ürünü serbest iradesiyle piyasaya sürmesi haline münhasır olmasıdır. Üreticinin hakimiyet alanı dışında yapılan müdahaleler bu sorumluluğu ortadan kaldırır. Bu nedenle, üretici tarafından piyasaya sürülmemiş ürünler nedeniyle sorumluluk söz konusu olmaz.( Yönetmelik m.7/1-a;Direktif m.7-a)

Yönetmeliğe göre, İmalatçı-üretici, ürettiği malı piyasaya sürmediğini ispatlarsa, bu malın sebep olduğu zararlardan dolayı sorumlu tutulamaz (md. 7/a). Malın piyasaya sürülmesinden maksat, o malın tüketicilere satılması için pazara sunulmasıdır. Malların piyasa (tüketiciye) sunulması, imalatçı-üretici tarafından aracısız olarak yapılabileceği gibi, toptancılar, bayiler, acenteler veya son satıcılar tarafından da yapılabilir. Kanımızca, kanun koyucu, bu düzenlemeyle, gelişim sürecinde olan ürünlerin piyasaya sunulmaması koşuluyla, bu malların sebep olduğu zararlardan dolayı onları geliştiren imalatçılar-üreticileri ağır bir sorumluluktan kurtarmak istemiştir. İmalatçı-üretici, sorumluluktan kurtulmak için malın piyasaya sürülmediğini her türlü delil ile ispatlayabilir. Ancak malların “piyasa sürülmemiş olması kavramını” dar yorumlamak gerekir. Zira bu tarz yorum, hem tüketicinin menfaatine hem de Kanun’un temel amacına daha uygundur. Örneğin, bir mal tamamen piyasa sürülmese bile, eğer, pazar araştırması veya tüketicilerin bu mala karşı tepkilerini ölçmek maksadıyla, kısmen de olsa bazı tüketicilere dağıtılmış veya satılmışsa, bu malların piyasaya sürüldüğünü kabul etmek ve dolayısıyla da bu malların sebep olduğu zararlardan dolayı imalatçıyı-üreticiyi sorumlu tutmak hakkaniyete uygun olacaktır. İmalatçının-üreticinin, piyasaya sürülmemiş olan malların sebep olduğu zararlardan dolayı sorumlu tutulmaması demek, imalatçının-üreticinin, bu malların sebep olduğu zararlardan dolayı mutlak olarak sorumsuz olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla imalatçı-üretici, başka sorumluluk hükümlerine göre, sahip olduğu bu malların sebep olduğu zararlardan dolayı sorumlu olacaktır.[33]

Kanundaki Şartlara Uygun Olmak Yönetmelikte öngörülen amaç, üreticinin sorumluluğunun, sadece ayıplı bir ürünü serbest iradesiyle piyasaya sürmesi hâline münhasır olmasıdır. Üreticinin hakimiyet alanı dışında yapılan müdahaleler bu sorumluluğu ortadan kaldırır. Bu nedenle, üretici tarafından piyasaya sürülmemiş ürünler nedeniyle sorumluluk söz konusu olmaz (Yönetmelik m. 7/I-a; Direktif m. 7-a ). Ürünün piyasaya sürülmesinden önce çalınması, zimmete geçirilmesi veya başka bir şekilde üreticinin tasarruf alanından çıkarılması hâlinde sonradan ortaya çıkabilecek ayıp nedeniyle meydana gelen zararlardan üretici sorumlu değildir . Aynı şekilde, üretim sürecinde veya ürünler stokta beklediği esnada bir işçi zarar gördüğü takdirde Yönetmelik hükümleri uygulanmayacaktır. Piyasaya sürülmesinden önce tecrübe edilen tıbbî ürünler de bu kapsamda değerlendirilecektir.[34]

  1. B) Piyasaya Sürülme
  2. Piyasaya Sürülme Anı

Bu kavram Direktifte tanımlanmamıştır. Ancak, değişik kanunların bu kavrama farklı anlamlar yüklemesi nedeniyle kavramın içeriği tartışmalı hale gelmiştir. Hükmün gerekçesine göre, nihai veya parça ürünün olağan şekilde piyasaya sürülmesi, dağıtım zincirine dahil edilmesi, üreticinin kendi isteğiyle ve kendi üretim alanı dışında başka bir kişiye devredilmesidir. Burada, devralan kişinin kim olduğu önemli değildir. Piyasaya sürülme ile pazara getirilme farklı anlamlarda kullanılmıştır. Ürünün üretici tarafından dağıtılması şart değildir. Satıcının, ürünün satışını kendisinden bağımsız bir şirkete bırakması, ürünün üreticinin ticari alanından doğrudan alıcıya ulaşması yeterlidir. Alıcıya sevkiyat veya nakliyeciye teslim veya nakliye, piyasaya sürülmüş sayılmak için yeterlidir. Piyasaya sürülme kavramının genel ilkelerinin temeli Direktifte belirlenmiştir. Direktifte yer alan ve AT’ye ilişkin olan bu kavram kelime anlamı ile anlaşılmalıdır. Nihaî üretici tarafından satın alınarak, nihaî ürünün yapımında kullanılan parça ürün ve hammadde, ayıpları nedeniyle bir zarar doğuracak olursa parça ürün ve hammadde üreticilerinin sorumluluğu söz konusu olur.[35] Ayıplı bir parça ürün başka bir ürüne takılabilir. Örneğin, bir cıvata bir arabanın fren sistemine takılabilir; ama araba, kanunun yürürlüğe girmesinden sonra piyasaya sürülmüş ise, Yönetmeliğe göre sadece arabanın üreticisi mağdura karşı tazminatla yükümlüdür. Bu durumda, zararı oluşturan parça ürün veya fren sistemi ProdHaftG ’de de bu konuya ilişkin açık bir ifade yoktur. Alman Kanun Koyucusu, bu kavramın ne anlama geldiğinin kendiliğinden anlaşılacağı düşüncesiyle tanım yapmayı gerekli görmemiştir. Ancak, değişik kanunların bu kavrama farklı anlamlar yüklemesi nedeniyle kavramın içeriği tartışmalı hâle gelmiştir. Hükmün resmî gerekçesine göre, nihaî veya parça ürünün olağan şekilde piyasaya sürülmesi, dağıtım zincirine dahil edilmesi, üreticinin kendi isteğiyle ve kendi üretim alanı dışında başka bir kişiye devredilmesidir. Burada, devralan kişinin kim olduğu önemli değildir. Piyasaya sürülme ile pazara getirilme farklı anlamlarda kullanılmıştır. Ürünün üretici tarafından dağıtılması şart değildir. Satıcının, ürünün satışını kendisinden bağımsız bir şirkete bırakması, ürünün üreticinin ticarî alanından doğrudan alıcıya ulaşması yeterlidir. Doktrinde ve uygulamada, piyasaya sürülme kavramını başka bir kişiye devretmek olarak tanımlamıştır. (2/III). İtalya ve Avusturya Ürün Sorumluluğu Kanunları, bir ürünün piyasaya sürülmesini, üreticinin kendi tasarrufundaki bir ürünü ve bunun kullanılmasını aktarması olarak nitelendirmişlerdir (m. 7 ve m. 6). Ürünlerin piyasaya sürülmesinin bir sözleşmeye veya ödemeye dayanması, piyasaya sürülmede esas alınabilecek bir kıstas oluşturmaz. Öte yandan reklâm hediyeleri ve ücretsiz numuneler bu kavram içinde değerlendirilecektir. Örneğin, diğer Alman kanunlarında buna ilişkin tanımlamalar, ProdHaftG için bir anlam ifade etmez. ProdHaftG ’ye göre sorumluluğun doğması açısından bunların hiçbirinin önemi yoktur. Kamuoyuna sergilenme veya diğer benzeri etkinliklerin piyasaya sürme şeklinde nitelendirileceğine dair doktrinde görüşler mevcuttur. Piyasaya sürülme kavramına ilişkin olarak diğer Alman Kanunlarında yer alan hükümler, piyasaya sürülmesi veya sunulmasına izin verilmeyen ürünler kamu düzenine aykırılık bakımından derecelendirilmiş ve bu suretle uygulayıcıların değerlendirme yapmasına olanak tanınmıştır. Yem, gıda maddeleri, tütün ürünleri, kozmetik ürünler, bitkilerin korunması ve güçlendirilmesine ilişkin ürünler ve tıbbî ürünler, tehlikeli nitelik taşıdığı için resmî müdahale söz konusu olur. Bir başka ifade ile burada ürün sorumluluğu olmaz, üreticisi sorumlu değildir. Aynı ürünün veya aynı ayıbın neden olduğu zincirleme zararlarda ( ProdHaftG § 10/I), yani aynı üretim serisinden olan ürünlerden oluşmuş zararlarda, sorumluluğun üst limiti sadece kanunun yürürlüğe girmesinden sonra ortaya çıkan zararların tazminini sağlar. İlgili serinin başka ürünlerinde meydana gelen zararlar da buraya dahil edilmektedir. Danimarka Yüksek Mahkemesi tarafından ATAD’a sorulan sorulardan bir tanesi; Direktifte düzenlenen “ ürünü piyasaya sürmediği ” savunması, üretici tarafından ürünün özel bir tıbbî hizmet sağlama akışı içinde yapılması ve kullanılması, bir insan organının transplantasyon (nakil) için hazırlanması aşamasında ve bu hazırlık işleminin sonucu olarak organın zarara uğraması hâlinde, üretici ürünü piyasaya sürmemiş mi kabul edilmelidir? Bu savunma, üretici dışında bir kişinin üretim aşaması içinde ürüne yaklaşması hâlini kapsamaktadır. Ayrıca, Avusturya ve Fransa Hükümetlerinin ve Komisyonun işaret ettiği gibi, üreticinin niyetine zıt olarak ürünün kullanılması, örneğin üretim işlemlerinin henüz tamamlanmaması ve kişisel amaçlar için kullanılması veya benzer durumlar, Direktifin kapsamı dışındadır. Sonuç olarak bu sorunun cevabı, burada piyasaya sürme fiilinin gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerektiği şeklinde verilmiştir.

Üreticinin sorumluluğu, genel olarak üreticinin piyasaya sürdüğü ürünün hatalı olmasından doğan zararlardan dolayı üreticinin yükümlülüğünü ifade eder. Bu sorumluluk, haksız fiil temeline dayalı bir kusursuz sorumluluk türüdür. Bu sebeple, üreticinin ürünün piyasaya sürülmesi anında ayıplı olmadığını ve kendisine sorumluluk yükleyecek bir illiyet bağının oluşmadığını ispat etmesi gerekir.[36]

Ayıp nedeniyle söz konusu ürünün kendisinde meydana gelen zararlar ise, sözleşme hukukuna (özellikle ayıba karşı tekeffül) özgü hükümlere göre tazmin edilir. TKHK, satıcının ayıplı maldan dolayı meydana gelen zarardan sorumluluğu m. 4/ll ,c 4’te değil ,m. 4/lll’te düzenlemiştir. Ayrıca üretici ve üretici yanında ürünün dağıtımından sorumlu ve üretime karışan kişiler arasında 10.madde gereği müteselsil sorumluluğu da düzenlemiştir.[37]

  1. b) Kullanılmış Ürünlerin Tekrar Piyasaya Sürülmesi

Kullanılmış ürünlerin tekrar piyasaya sürülmesi hâlinde, örneğin bunun ticaretinin yapılması, önemli bir değişiklik yapılmadığı takdirde kanunun burada uygulanıp uygulanmayacağı sorusunu akla getirmektedir. Aynı şekilde piyasaya sürülme anının tespitinde, ilk kez piyasaya sürüldüğü an ölçüdür. Üründe değişiklikler yapılmışsa, yukarıda da ifade edildiği gibi değişiklik yapan kişi sorumlu olur. Üreticinin sorumluluğunda temel unsurlar, piyasaya sürülen ürünün hatalı olması ve bu üründeki hata dolayısıyla bir kimsenin bütünlük ifade eden menfaatlerine zarar gelmiş olmasıdır. Üreticinin sorumluluğu ile amaçlanan, ürün hatalarının başkalarının menfaatleri bakımından yarattığı risklerin üretici tarafından üstlenilmesidir.[38]

  1. c) Sağlayıcının Sorumluluğunun Doğması

Kanun, üretim zincirinin ilk halkalarından (üretici veya dağıtıcı) çıkan ürün sağlayıcının deposundayken yürürlüğe girerse, sadece sağlayıcı sorumlu olur (Yönetmelik m. 11; ProdHaftG § 13). Ancak, sağlayıcı da kendisine verilen süre zarfında, üreticiyi veya kendisinden önceki halkaları bildirirse sorumluluktan kurtulacaktır ( ProdHaftG § 4/III c. 1). Sağlayıcı bu süreyi kaçıracak olursa, bu zincirdeki herkesin sorumluluktan kurtulması hâlinde dahi, kendisi sorumluluktan kurtulamayacaktır.[39]

  1. Bir Ürünün Satışına Karar Verilmesinden Önceki Malzeme Denetlenmesi ve Kalite Kontrolü

Üretici tarafından test edilen ürün, bu esnada piyasaya sürülmüş olarak nitelendirilemez. Örneğin, bir aracın deneme sürüşünde düşen bir parçayı bulan kişi bunu kullanır ve zarara uğrarsa tazminat talebi hakkı doğmaz. Özel kontrol birimi oluşturmayan üreticinin, ürününü toptancı veya tüketiciye ulaşmadan önce bağımsız bir enstitüye kontrol ettirmesi hâlinde de aynı sonuç geçerlidir ve sorumluluk doğmaz. Deneme sürüşü ya da satılacağı yere nakliyesi esnasında ortaya çıkan zarar nedeniyle, kanun hükmünden dolayı sorumluluk söz konusu olmaz. Buna karşılık aksi yönde bir görüş, tehlikeli malzemelerin denenmesi ya da başka bir firmada alışılmamış tekniklerin test edilmesi nedeniyle ortaya çıkan zararların tazmininin gerektiğini savunmaktadır.[40]

  1. Kendi Bireysel Kullanımı İçin Ürün Üretilmesi

Üreticinin kendi kullanımı için bir ürün üretmesi hâlinde, bu ürünün ne zaman piyasaya sürülmüş sayılacağı bir diğer sorunu oluşturur. Avusturya Ürün Sorumluluğu Kanunu m. 6’daki tanıma veya ProdHaftG ’nin resmî gerekçesine göre, bir üreticinin kendi kullanımı için ürettiği ürün, başlangıçta piyasaya sürülmemiş kabul edilir. Örneğin, bir makine fabrikasında özel bir makine üretilmesi veya bir araba üreticisinin kendi firması için araba üretmesi .

Üçüncü kişilerin korunması çerçevesinde bu noktada bir kanun boşluğu ortaya çıkmaktadır. Bu boşluğun doldurulabilmesi için, piyasaya sürmenin, bir ürünün üretici tarafından sürüm zinciri içine sokulması veya işyerinin kapısına bırakılması veya kendi işletmesinde çalışanlar da dahil olmak üzere başka kişilerin kullanılmasına devredilmesi kavramlarını içerecek şekilde yorumlanmaması gerekir. Kanun koyucunun iradesine uygun olarak, piyasaya sürülme kavramının doğal anlamına uygun olarak yorumlanması gerekir. Örneğin, bir araba üreticisine ait bir arabanın, üreticinin bir işçisi tarafından kamuya açık bir caddede kullanılması piyasaya sürme olarak değerlendirilmemelidir. Aynı şekilde, bir makine ya da makine parçası üreticisinin kendi firmasında – bisiklet ya da motor üreten bir fabrikada – kendi kullanımına ilişkin bir alet olması hâlinde, nihaî bir üretici belli bir ürünü başka fabrikaya yollayan kendi dağıtım şirketinde veya nihaî montaj için aynı firmanın başka bir bölümünde tutuyorsa, piyasaya sürme söz konusu olmayacaktır. Bu esnada ortaya çıkan bir ayıp, nihaî montajda çalışan veya orada tesadüfen bulunan işyerini gezmeye gelmiş olan bir kişinin yaralanmasına neden olursa üretici, “ bu parça ürün, piyasaya sürülmemiştir ” savunmasında bulunabilir. [41]

  1. Ürün Olarak Piyasaya Sürülme

Piyasaya sürülme kavramı, sadece o ürünün satış zincirine dahil olması veya en azından üreticinin hakimiyet sahası dışında, bir başka kişinin kullanımına bırakılması anlamına gelmez. Aynı zamanda, üretilen bu şeyin, bir ürün olarak piyasaya sürülmesi gerekir. Dolayısıyla, üretici firmalarda üreticiler veya ithalâtçılar tarafından biriktirilen ya da ayrılan, kullanılmış ya da hurda olarak sınıflandırılan ürünler ProdHaftG anlamında piyasaya sürülmüş kabul edilmez (§ 1/II). Ancak, gerekli kaliteyi taşımadıkları gerekçesiyle alınan bazı ürünler düzeltilerek satış zincirine dahil edilebilir. Üretim sürecinin tamamlanması için üçüncü kişilere devredilen şeyler, ürün olarak piyasaya sürülmüş sayılmaz. [42]

C-AYIBIN ÜRÜNÜN PİYASAYA SÜRÜLMESİNDEN  SONRA OLUŞMASI

  1. Genel olarak

Direktifteki temel prensip Yönetmeliğe de alınmıştır. Ürün piyasaya sürülmeden önce ayıp mevcut ise, üreticinin sorumluluğu söz konusu olur. Daha sonra ortaya çıkan ayıplar sorumluluğa yol açmaz.[43]

Piyasaya sürülen üründe, daha sonradan çeşitli şekillerde ayıp ortaya çıkabilir.[44] Gıda ürünlerinde, tıbbî ürünlerde ve uyarıcı maddelerde, uygun hijyenik koşullarda depolama ve koruma önlemleri alınmaması hâlinde ayıp ortaya çıkabilir. Diğer ürünlerde ise, satış yöntemlerinden kaynaklanan olumsuz koşullar nedeniyle, ürün ayıplı hâle gelebilir. Örneğin, kasadan düşen maden suyunun patlaması ve müşteriyi yaralaması gibi . Kullanıcı veya diğer kişilerin, ayıplı ürünü tamir ederken yapacakları değişikliklerle başka bir ayıbın ortaya çıkmasına neden olmaları mümkündür. Ayrıca, ayıpsız bir parça ürünün, nihaî ürüne dönüşürken ayıplı hâle gelmesi de sonradan meydana gelen bir ayıp hâlidir .  Son yıllarda, çok çeşitli şekillerde ortaya çıkan bir diğer durum da, üreticinin etki alanından çıktıktan sonra, ürünün ticarî firma tarafından, kamu otoritesini baskı altına almak üzere politik amaçlar güdülerek veya üçüncü kişilerce, tüketici ya da kullanıcı için bir tehlike oluşturacak şekilde değiştirilmesidir.[45]

Montajdaki koruma önlemlerine riayet edilmemesi, kullanım kılavuzu veya perakendecinin davranışı nedeniyle temsil ayıbı ( Darbietungsfehler ) ortaya çıkabilir. Arabanın tekerleklerinin  kullanım  kılavuzunda yazıldığı gibi arabaya takılmaması  hâlinde olduğu gibi. Bu durumlarda, normal kullanıldığında fonksiyonlarını icra ettiği için ürünün ayıplı olduğundan söz edilemeyecektir. Kendisine sipariş veren firma için ürettiği ürünü kendi markası ve ambalajı ile teslim eden gerçek üreticinin, bu ürüne talimatname koymaması, salt bu nedenle ürünün ayıplı sayılmasına yol açmaz. Ancak, söz konusu ürünün bu şekilde (talimatnamesiz )  veya yanlış bilgilerin yer aldığı talimatname ile piyasaya sürülmesi, ürünün ayıplı olmasına neden olur. Yabancı üretici tarafından verilen talimata uygun hareket etmeyen ithalâtçı da, ürünün ayıpsız olduğunu ileri sürebilme imkânına sahiptir.

Seri üretilen bir ürüne dair yapılan reklam sonucunda ürün güvenliğine ilişkin yanlış bir izlenim verilmesi hâlinde de talimat ayıbı ortaya çıkacaktır. Ancak böyle bir reklam kampanyası öncesinde dağıtılan ürünler ayıpsızdır.[46]

  1. Piyasaya Sürmeye İlişkin Tüm Unsurların Tamamlanmasından Sonra Ortaya Çıkan Ayıp

Üretimden sonra, ancak ürünün hala üreticinin etki alanı içinde olduğu dönemde, üründe yapılacak değişiklikler sonucunda ayıp meydana gelebilir. Depolama, koruma, yükleme, dağıtım sırasında karıştırma gibi hâller, bu duruma örnek olarak verilebilir. Üreticinin işletme alanı içinde bulunduğu sürece, üründe meydana gelen değişiklikler bu kapsamdadır.[47]

Ürünü piyasaya sürme süreci, ürünün üçüncü kişiye teslimiyle tamamlanır ve bu dönem içinde ortaya çıkacak ayıplar hala üreticinin sorumluluk alanı içindedir. Kanunî düzenlemeye göre üreticinin sorumluluktan kurtulabilmesi, bu ürünün nihaî olarak kendi egemenlik sahasından çıktığını ispatlamasına bağlıdır. Bu durumun tespitinde, bir ürünün üretiminden sonra ancak piyasaya sürülmesinden önceki durumlar değerlendirilmelidir.[48]

  1. Sınırlı Kullanım Süresine Sahip Ürünler

Her ürünün bir kullanım süresi vardır. Kullanım süresinin tüketici tarafından bilinmesi ve belirlenen bu süre içerisinde herhangi bir ayıbın oluşmayacağına güvenilmesi gerekir. Kullanım süresi geçtikten sonra ortaya çıkan bozulma veya maden  yorgunluğu, sonradan ortaya çıkan ayıba örnektir. Kendisinden beklenen kullanım süresi dolmadan önce bir ürünün fonksiyonlarını kaybetmesi,  kimyasal veya farmakolojik ürünlerin, gıda maddeleri veya tıbbî malzemelerin bozulması (bu bozulma, paketlemenin iyi yapılmamasından kaynaklanabilir), ürünün piyasaya sürüldüğü esnada ayıplı olmasından farklı bir durumdur. Bu ayıba neden olan bakteri, ürün piyasaya sürüldüğü esnada ürünün içinde mevcut olduğundan üretici kurtuluş kanıtı getiremez (ProdHaftG § 1/II c. 2). [49]

V-Malın Teknik Düzenlemesinin Ayıba Sebep Olması

Bazı mallarının üretimi mevzuat gereği bir takım teknik düzenlemelere veya standartlara tabi olabilir. İmalatçılar-üreticiler, bu standart veya teknik düzenlemelere uydukları için üretilen mallarda ayıp veya eksiklikler meydana gelmişse, bu takdirde o malı üreten imalatçı-üretici, bu malın sebep olduğu zararlardan dolayı sorumlu değildir (Yönetmelik, md. 7/d). İmalatçının-üreticinin ayıplı malın verdiği zararın sorumluluğundan kurtulabilmesi için bu hususun ispat edilmesi gerekir. Yönetmelikte yer alan bu düzenleme, esas itibariyle, hakkaniyete daha uygun bir düzenlemedir. Zira üretilen maldaki ayıp, imalatçının-üreticinin her hangi bir ihmali veya teknik bilgi eksikliğinden dolayı değil, bilakis, kendisinin her hangi bir etkisinin olmadığı, teknik bir düzenlemeden kaynaklanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, imalatçının-üreticinin iradesi dışında konulmuş olan teknik koşullar, imalatçının-üreticinin sorumluluğu bakımından, hukuka uygunluk hali oluşturmaktadır.

Direktif sistemi açısından, üretici sadece zarar veren ürünün piyasaya sürüldüğü anda ayıplı olmasından sorumludur. Bu ilke Direktifin temel ilkesidir. Piyasaya sürüldükten sonra  meydana gelen ayıptan üretici sorumlu değildir.(Direktif m.7 b)

Üretimden sonra malın ayıplı olmasına neden olan durumlar, gereği gibi depolanmama, özensiz taşıma, saklama koşullarına uymama veya kullanıcı tarafından dikkatsiz ya da tamamen kötü bir şekilde kullanım olabilir. Üçüncü kişilerin kasıtlı veya kusurlu müdahaleleri ürünü ayıplı kılabilir. Tüm bu durumlarda üretici hakimiyet alanından çıktığı zaman malın ayıpsız olduğunu ispatlarsa sorumluluktan kurtulur. Bunlardan başka ürünlerin kullanım ömürleri de sonradan ayıp oluşumuna sebep olabilir. Ürünün sınırlı bir kullanım süresine sahip olduğu kullanan kişi tarafından öngörebiliyorsa, herkes tarafından bilinen bir kullanım ömrü varsa veya son kullanma süresi malın üzerinde yazıyorsa, böyle belirli bir andan itibaren haklı güvenlik beklentisi söz konusu olmayacağından ürün ayıplı değildir. Ancak kullanım süresi geçmemiş olmasına rağmen ürün, bozuk, çürük veya başka bir şekilde ayıplı ise, bu durumda üretici piyasaya sürdüğü anda ayıpsız olduğunu ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir.[50]

 

Yönetmeliğin 7’nci maddesinin c bendinde tüm hal ve şartlar göz önünde bulundurulduğunda, zarara sebep olan ayıbın, mal piyasaya sürüldüğünde mevcut olmaması halinde imalatçının-üreticinin malın sebep olduğu zararlardan sorumlu olmayacağı ifade edilmiştir. Kanımızca, Yönetmelikte yer alan bu ifade maksadı ifade etmekten acizdir. İfadelerde yer alan bu isabetsizliğin temelinde de, gerek Kanun’da ve gerekse Yönetmelikte imalatçının-üreticinin sorumluluğun ihtiyaçlarını karşılayabilecek nitelikte bir ayıp veya eksiklik kavramının tanımının yapılamamış olmasıdır. Zira daha önce de ifade edildiği gibi, imalatçının-üreticinin sorumluluğun dayandığı temel fikir ve dolayısıyla da mallardaki eksiklik veya ayıp olgusu, klasik ayıp ve ayıba karşı tekeffül hükümlerinden tamamen farklıdır. Örneğin, malın kullanılmasına ilişkin bilgilendirme veya uyarma yükümlülüğün ihlal edilmesi durumunda, imalatçının-üreticinin sorumlu olmasını, klasik ayıp kavramıyla izah etmek mümkün değildir. Dolayısıyla Yönetmelikte yer alan bu ifadeyle, maldaki ayıbın üretim aşamasında oluşmuş olması kast edilmektir. Yoksa maldaki ayıbın piyasaya sürüldüğünde mevcut olmasının başka bir anlamı olamaz. Keza böyle bir düzenlemede de, gerek Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un ve gerekse tüketicinin genel olarak korunması amacına uzaktır. Ayrıca malların üretimle tüketim sürecinde belirli bir süre satılmadan imalatçının-üreticinin veya toptancının veya malı son satanın elinde beklemesi de kaçınılmazdır. Eğer, bu süre zarfında malda her hangi bir ayıp oluşmuşsa ve bu ayıp da tüketicilerin mal veya şahıs varlıklarında zarara sebep vermişse, bu takdirde, Yönetmeliğe göre imalatçıyı-üreticiyi sorumlu tutmamak gerekir. Oysa müteselsil sorumluluğun kabul edildiği bir sistemde bu tür bir anlayışın yeri olmamalıdır. Aksi takdirde zarar gören tüketici, imalatçı-üretici veya diğer sorumlulardan birisinden uğradığı zararının tazmin edilmesi talep ettiğinde, zarara sebep olan ayıbın, mal piyasaya sürüldüğünde mevcut olmadığı savunmasıyla karşı karşıya kalabilir. Dolayısıyla bu tür bir savunma da, aynı hukuku sebebe dayalı olan müteselsil sorumluluk bakımından, izahı mümkün olmayan bir çelişkiyi ortaya çıkarır. Zira bu tür bir savunma, müteselsil sorumlulukta, sadece iç ilişki bakamından mümkün olsa bile, dış ilişki bakımından mümkün değildir.[51]

Direktifteki temel prensip Yönetmeliğe de alınmıştır. Ürün piyasaya sürülmeden önce ayıp mevcut ise, üreticinin sorumluluğu söz konusu olur. Daha sonra ortaya çıkan ayıplar sorumluluğa yol açmaz. Bir ürün, kendisinin veya herhangi bir parçasının, makul olarak umulan kullanım süresi içinde, güvenli bir şekilde kullanılamamasından dolayı ayıplı hâle gelebilir. Ürün piyasaya sürüldüğü anda, herhangi bir yapım veya fabrikasyon ayıbının bulunmadığı ve kendisinden beklenen kullanıma ilişkin güvenliği taşıdığı kabul edilir.

D-TİCARÎ AMAÇ VEYA MESLEKÎ FAALİYET DIŞINDA YAPILAN ÜRETİM YA DA MESLEKÎ FAALİYET DIŞINDA YAPILAN SATIŞ

Direktifin 7/c maddesinde düzenlenen sorumluluktan kurtuluş sebebi, üreticinin ‘ürünü ne satım veya ekonomik amaç taşıyan diğer herhangi bir sürüm şekli için ürettiğini ne de kendi mesleki veya ticari faaliyeti çerçevesinde ürettiği veya sürüme sunduğunu’ ispat etmesi şeklinde ifade edilmiştir. Direktif (m.7/c),  ürün sorumluluğu açısından, kural olarak sınai ve endüstriyel üretimi ve buna uygun ticareti esas almıştır. Ancak bu düzenlemeye karşın, ticari veya kazanç sağlama amacı taşımayan üretimlerde sorumluluktan kurtulma imkanı kabul edilmiştir. Çünkü bu şekilde üretici, ürettiği mal karşılığında bir karşı edim elde edecek ve gerçekleşmesi muhtemel zarar sebebiyle meydana gelebilecek masrafları ürünün fiyatı üzerinden tüketicilere yansıtabilecektir. Dolayısıyla Direktif m.7/c de düzenlenen sorumluluktan kurtuluş sebebi, ürün sorumluluğunun ‘özel üretim ve özel ticaretten sorumlu olmama’ özelliğini taşıdığını göstermektedir.[52]

Özel amaçlarla özel üretimin gerçekleşmesi için öncelikle üreticinin amacına bakılır. Üretim ekonomik amaçla, bir başka ifadeyle, kazanç sağlamak amacıyla yapılıyorsa özel amaç söz konusu değildir. Buna karşılık, üreticinin üretimi kendi özel ihtiyaçları için veya başkalarına yardım düşüncesiyle, ulvi amaçlarla yapıyor olması halinde, özel amaç gerçekleşmiştir.

Sorumluluktan kurtulmak için, özel amaçla üretim dışında, üretimin de üreticinin mesleki faaliyeti çerçevesinde gerçekleştirilmiş olmaması gerekir. Yine sorumluluktan kurtulmak için, özel amaçlarla özel üretim şartı ile birlikte, malın sürümünün de özel amaçlarla yapılması gerekir. Üreticinin ürünü ilk önce özel amaçlarla üretip, daha sonra fikrini değiştirmesi ve bunu mesleki faaliyeti dışında ivazlı olarak devretmesi halinde, sorumluluktan kurtulup kurtulamayacağı hususu tartışma konusu olmuştur.[53]

Sorumluluktan kurtulmaya ilişkin bu sebep de TKHK’ da bulunmamaktadır. Yönetmelikte ise eksik ifade edilmiştir. Yönetmelik 7/b’de ,’malın, satılmak gayesiyle veya ticari faaliyetlerin seyri sırasında üretilmemiş olması’ şeklinde bir ifade yer almaktadır. Yönetmelikte ekonomik olmayan amaçla üretim, sadece ‘satılmak gayesiyle’ ifadesiyle dar tutulmuş; ayrıca ‘veya’ ifadesiyle ‘ticari faaliyetlerin seyri sırasında üretilmiş olma’ alternatif bir sorumluluktan kurtuluş sebebi olarak kabul edilmiş; bundan başka ‘mesleki faaliyet çerçevesinde sürüm yapma şartı’ eklenmemiştir.

Sorumluluktan kurtuluşa ilişkin bu düzenleme de TKHK’nın Direktifi gerçekleştirme ve tüketiciyi koruma amacı göz önünde bulundurularak kabul edilir. Zira özel kişilerin özel amaçlarla ürettiği mallardan sorumluluk ürün sorumluluğunun temel düşüncesine aykırıdır.[54]

Yönetmelik, “ malın, satılmak gayesiyle veya ticarî faaliyetlerin seyri sırasında üretilmemiş olması ”nı sorumluluktan kurtulmanın bir diğer nedeni olarak hükme bağlamıştır (m. 7/I-b).[55]

  1. A) Hukuk Politikası Görüşleri

Endüstriyel üretime geçildikten sonra, ürün sorumluluğu önemli bir olgu hâline gelmiştir. Büyük işletmeler ve onların karmaşık organizasyonları, zarar görenin üründeki ayıbı tespit etmesinin imkânsız hâle gelmesine neden olmuştur. Bu nedenlerle kabul edilen kusursuz sorumluluk, sanayi üreticisini sorumluluğun ilk muhatabı hâline getirmiştir. Bu husus, Yönetmelik ve Direktifte açık bir şekilde hükme bağlanmış (m. 7/I-b; m 7/c ve ProdHaftG § 1/II c. 3) ve her iki düzenleme de çıkış noktalarından daha ileri gitmişlerdir. Şöyle ki, üreticinin satış veya başka bir şekilde ekonomik amaçlarla ve kendi meslekî faaliyeti içerisinde ürün üretmesi ve ürünü satışa sunması hâllerinin tamamında, sorumluluk söz konusu olur. Bir başka ifade ile,  sorumluluk sadece endüstriyel üretimle sınırlı kalmamıştır.[56]

  1. B) Sorumluluktan Kurtulmanın Koşulları

Sorumluluktan kurtulmak, Yönetmelikte değinilen koşulların aynı anda gerçekleşmesi hâlinde mümkündür (m. 7/I-b; ProdHaftG § 1/II c. 3). Kendi meslekî faaliyeti dışında, kazanç getiren bir yan alan olarak belli bir ürünün üretilmesi ve ayrıca ticarî amaçla üretilen ürünün karşılıksız olarak verilmesi hâllerinde üreticinin kusursuz sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.[57]

  1. Satış veya Ticarî Amaç Dışındaki Üretim

Burada yer alan ilk koşul, üretimin çeşidine değil amacına yöneliktir. Sorumluluğun dayanağı, satış ya da ticarî amaç, bir başka deyişle kazanç elde etme ile bağlantılı üretimdir. Ücret karşılığı yapılan sunuş şekillerinin en önemlisi olan satış, Direktifte özel olarak düzenlenmiştir. Üreticinin sorumluluktan kurtulabilmesi için, doğrudan kazanç elde etme amacını gütmüyor olması gerekir. Ayrıca, dolaylı da olsa bu teslimle kazanç elde etme amacı taşıyan, bir başka ifade ile, arızî olarak kazanç elde eden üreticinin sorumluluktan kurtulması mümkün değildir. Bu anlamda belirtmek gerekir ki, ücret karşılığı üretim değil, herhangi bir ekonomik amaç için faaliyette bulunulması sorumluluğun doğumuna esas teşkil eder.

Düzenlemenin ifadesi, ürettiği ürünleri pazarlama amacı için numune olarak dağıtan üreticinin de dolaylı olarak kazanç elde etme amacı taşıdığı sonucuna ulaşmamıza neden olur. Üreticinin kişisel ihtiyacı için üretmemesi ile birlikte ticarî bir amaç gütmemesi, sorumluluğun olumsuz koşulunun gerçekleşmesi anlamını taşır. Bu noktada, ürünün tüketiciye üretici tarafından bağışlanması ile ürünün hayır kurumuna verilmesi ve onun amacı için satılması arasında fark yoktur. Ancak, bir hayır derneğinin üyesi, kendi yaptığı kekleri, kendisi için değil, derneğe gelir olsun diye satarsa yapılan üretim sorumluluk kapsamında değerlendirilir. Zira, bu üretim sonuçta bir gelir amacına hizmet etmektedir. [58]

Üreticinin, ürünün ileride ne şekilde kullanılacağına dair üretim esnasında güttüğü amacın, sorumluluğun olumsuz koşuluna (Yönetmelik m. 7/I-b) etki edip etmeyeceği meselesi doktrinde tartışılan bir sorunu oluşturmaktadır. Bir görüş, mevcut koşullardaki değişimin, üreticinin üretim sırasındaki niyetini ortadan kaldıracağını ileri sürmüştür. Ancak her halûkârda, satmak amacıyla üretilen bir ürünün daha sonra hayır amacıyla kullanılmasına karar verilmesi, sorumluluktan kurtulma nedeni değildir.

ATAD, kendisine sorulan bir soru üzerine, kamu fonlarından finanse edilen ve hastanın herhangi bir ödeme yapmadığı tıbbî hizmetlerin de ekonomik amaç veya ticarî akış içinde bir faaliyet olduğuna hükmetmiştir.

  1. Meslekî Bir Faaliyet Çerçevesinde Olmayan Satış veya Üretim

Sorumluluktan kurtulmaya ilişkin ikinci koşul ise üretimin veya temlikin hangi çerçevede gerçekleştiğine ilişkindir. Zarara neden olan ürün, üreticinin meslekî faaliyeti çerçevesinde üretilmemiş ve piyasaya sokulmamışsa, üretici sorumlu değildir. Bir başka ifade ile, sorumluluk için, meslekî bir faaliyet şeklinde yapılan üretim veya sürüm olması gerekir. Bu duruma örnek olarak, boş vaktinde kendi fırınında misafirleri için pasta yapan fırıncının, bu pastanın bir kısmını daha sonra kendi dükkanında satması veya bir marangozun boş vaktinde yaptığı küçük masa ve sandalyeleri tanıdıklarına satması gibi hâller gösterilebilir. Son olarak belirtilmelidir ki, meslekî faaliyetin, mutlaka ticarî olması zorunlu değildir ( ProdHaftG § 1/II c. 3). [59]

Malın, satılmak gayesiyle veya ticari faaliyetlerin seyri sırasında üretilmemiş olması halinde, imalatçı-üretici, malın sebep olduğu zararlardan sorumlu değildir (md. 7/b). Yönetmelikte yer alan bu ifade isabetli değildir. Zira bir “malın satılmamak gayesiyle üretilmemesi” ifadesi yeterince anlaşılır iken, “ticari faaliyetin seyri sırasında üretilmemiş olması” ifadesi yeterince anlaşılır değildir. Zira günümüzde mallar, ticari faaliyetin seyri sırasında, öncesinde ve sonrasında seri şekilde üretilmekte ve sonuç olarak da tüketicilere sunulmaktadır. Eğer, burada, “ticari faaliyetin seyri” kavramından, malın üretim süresi ve dolayısıyla da piyasada bulunduğu süre kast ediliyorsa, bu ifadeden bu anlamın çıkartılması mümkün değildir. Bir malın satılmamak maksadıyla üretilmemesi durumundan bu malın sebep olduğu zararlardan dolayı imalatçı-üreticinin Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve ilgili Yönetmelik hükümlerine istinaden sorumlu olmaması anlaşılır bir durumdur. Çünkü imalatçılar-üreticiler, genellikle ürettikleri malları piyasaya sunmadan önce, bu malların geliştirilmesi veya kullanılmaya hazır hale getirilmesi için belirli sürelere ihtiyaç duyabilirler. Üretimi ve akabinde de piyasaya sunulması planlanan bir malın, önce numunelerinin veya diğer bir ifadeyle ilk örneğinin üretilip ve bu malın istenilen amaca uygun olup olmadığının kontrol edilmesi, doğal olarak bu numuneler üzerinde yapılır. Örneğin, bir ilaç firması, bir ilacı piyasaya sunmadan önce, bu ilacın geliştirilmesi sürecinde, gerekli denemeleri yapmakta ve ilaçtan istenilen netice hâsıl olduktan sonra, ilaç piyasaya sürülmektedir. İmalatçının-üreticinin, sorumluluktan kurtulabilmesi için bu malın satılmak gayesiyle üretilmediğini ispat etmesi gerekir. Kanımızca, malın satılmak maksadıyla üretilmediği kavramının da, dar yorumlanması gerekir. Örneğin, imalatçı-üretici, tam olarak geliştirmediği veya yan etkilerinden tam olarak emin olmadığı bir ilacı, denemek maksadıyla bazı kişilere dağıtmış veya satmışsa, bu durum, malın satılmak maksadıyla üretilmesi olarak değerlendirilmelidir. Bu sonuç yukarıda da ifade dildiği gibi gerek tüketicinin korunması amacına gerekse Kanun’un temel yaklaşımına daha uygundur.[60]

 

E-KANUNUN EMREDİCİ HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASI NEDENİYLE ORTAYA ÇIKAN AYIP

Direktifin 7/d maddesi, üreticinin ‘ayıbın bağlı emredici normlara uyma sebebiyle meydana geldiğini’ ispat etmek suretiyle sorumluluktan kurtulabileceğini belirtmektedir.

Üretime ilişkin emredici normlara uyulması sebebiyle ayıbın meydana geldiğini ispatlayarak sorumluluktan kurtulma, kişilerin kanunun emredici kurallarına uymak zorunda olması ile tazminat sorumluluğu altında kalma arasındaki çatışmayı, bu sebeple zorda kalmasını engellemek amacına hizmet eder. Böylece üreticiyi, hukuka uygun davranma ve sorumlu kılınma ya da üretim faaliyetini terk etme arasında seçim yapma zorunda kalmaktan kurtarır. Bu amaçtan hareketle, bu kurtuluş sebebi dar yorumlanmalı ve sadece üreticinin tamamen başka çaresi olmadığı durumlarla sınırlı tutulmalıdır.

Burada emredici normlardan kastın ne olduğu üzerinde kısaca durmak gerekir. Buradaki emredici normlar, üretimin nasıl yapılacağına ilişkin emredici düzenlemeler içeren hukuk kurallarıdır. Genel hukuk kuralları üretimin nasıl yapılacağı konusunda bilgi vermediği için bu normalar arasında yer almaz. Emredici normların esasen kanunlarda yer alması gerekmektedir. Tüzük ve yönetmeliklerde yer alan kurallar kanunun uygulanmasını göstermek üzere ve ancak kanunda yer alan emredici ve yaptırım içeren normu tamamladıkları ölçüde emredici bir norm olarak dikkate alınabilir. Bunun yanında, kamu hukukunda üretimin yapılmasına izin veya onay vermeye ilişkin bireysel işlemler emredici norm niteliğinde değildir. Özel teknik düzenlemelere ilişkin hukuk normları olmadıkları için bunlara dayanılarak sorumluluktan kurtulunmaz. Meslek kuruluşlarının kazalardan korunmak için çıkardıkları düzenlemeler de emredici norm kapsamında değildir.

Avrupa Birliğinde teknik alanda uyumun sağlanması için çok sayıda direktifler çıkarılmıştır. Bunlar ortak pazarda ürünlerin belli bir standart ve kalitede olmasını ve dolayısıyla tüketicinin korunmasını sağlamaktadır. Böylece her bir direktifin alınmasını istediği güvenlik standartı da sağlanmış olacaktır. Ancak bu direktifler bu konudaki en az standartı belirlemekte üreticiye alternatif düzenleme yapma seçeneğini sunmaktadır. Kamu hukuku açısından yeterli olarak kabul edilen bu standartlara uyma özel hukuk açısından yeterli değildir. Dolayısıyla bu kanunlara uyulduğu ispat edilerek sorumluluktan kurtulunmaz.[61]

Sorumluluktan kurtulmaya ilişkin kurtuluş sebebi TKHK’da bulunmamaktadır. Yönetmeliğin 7/d maddesinde, üreticinin ‘malın teknik düzenlemesinin ayıba neden olması’ halinde sorumluluktan kurtulacağı belirtilmektedir. TKHK m.3’de tanımlanan teknik düzenleme ‘ bir ürünün ve hizmetin ,ilgili idari hükümler de dahil olmak üzere ,özellikleri ,işleme ve üretim yöntemleri, bunlarla ilgili terminoloji, sembol, ambalajlama, işaretleme, etiketleme ve uygunluk değerlendirilmesi  işlemleri hususlarından biri veya bir kaçını belirten ilgili Bakanlık  tarafından Resmi gazetede yayımlanarak mecburi uygulamaya konulan standartlar dahil olmak üzere uyulması zorunlu olan her türlü düzenlemeyi ifade etmektedir. Benzer şekilde 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına dair Kanunda ‘teknik düzenleme’ tanımı yapılmıştır. Her iki düzenlemede de uyulması zorunlu olan kurallardan bahsedilmektedir.

Teknik düzenlemeye uyduğunu ileri sürerek üreticinin sorumluluktan kurtulması, ürün sorumluluğunun gerçekleştirmeyi  amaçladığı, zaman içerisinde teknolojinin de göz önünde bulundurulması suretiyle yüksek düzeyde güvenliği sağlama hedefine ve tüketiciyi koruma amacına aykırıdır. Böyle bir durumda bu tür kurtuluş sebebi kabul edilemez. Teknik düzenlemeye uymanın kurtuluş sebebi olması, sadece ona uyulmak zorunda  olduğu için ayıbın meydana geldiğini ispat etmekle sınırlı kalmalıdır. Onun dışında kalan hallerde üretici teknik düzenlemelerin öngördüğü standarda bağlı kaldığını ileri sürerek sorumluluktan kurtulamamalıdır. Bu sebeple yönetmelikte belirtilen bu kurtuluş sebebinin, ürün sorumluluğunun temel düşüncesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle, geçerli olduğunu kanaati doktrinde yaygın değildir. Kanunda böyle bir sorumluluktan kurtuluş sebebini kabul etmeye ilişkin herhangi bir dayanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla üretici, Yönetmeliğin 7/d maddesi ve TKHK m.3-o anlamında teknik normlara uyulması sebebiyle ayıbın meydana geldiğini ispat ederek sorumluluktan kurtulamaz.[62]

FÜRÜNÜN PİYASAYA SÜRÜLDÜĞÜ ESNADA MEVCUT BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK BİLGİLER AYIBIN VARLIĞININ BİLİNMESİNE İMKÂN VERMEMELİDİR

Malların üretim sürecinde, o malların imalatçıların-üreticilerin ve bütün insanlığın sahip olduğu bilimsel ve teknolojik bir bilgi birikimi vardır. Eğer, bir mal üretilirken o malı üreten imalatçının-üreticinin bilimsel ve teknolojik kapasitesi, yeterli ise ve imalatçı-üretici sahip olduğu bilimsel ve teknolojik kapasiteyle maldaki eksiklikleri veya ayıpları tespit edilemiyorsa, bu takdirde, bu malın sebep olduğu zararlardan dolayı sorumlu olmaz (md. 7/e). Ancak Yönetmelikte yer alan “malın piyasaya sürüldüğünde mevcut bulunan bilimsel ve teknolojik bilgiler” ifadesi, her zaman için geçerli olan bir ifade değildir. Zira günümüzde mevcut olan bilim veya teknolojinin bütün imalatçılar-üreticiler tarafından ortaklaşa olarak paylaşılmadığı bir vakıadır. Dolayısıyla bu gerçeklilik de göz önüne alınarak, her somut olay bakımından bütün koşulların dikkate alınarak sorunların çözümlenmesi en uygun yol olacaktır.

  1. A) Gelişim Tehlikesi Dolayısıyla Sorumluluktan Kurtulma

Ürünün piyasaya sürüldüğü esnada bilim ve tekniğin mevcut durumu ayıbın tespitine olanak tanımıyorsa, üretici sorumluluktan kurtulacaktır (Yönetmelik m. 7/I- e). Bu objektif ölçü, üretici için ispatı zor bir külfettir. Zira, ürün piyasaya sürüldüğü sırada, kendi endüstrisinde tehlikenin bilinmediğini ispatlamak üretici için yetersizdir.

Bu tehlikenin, ilgili zamanda mevcut bilimsel ve teknik bilginin ışığında, bir üreticiden beklenen dikkat ve özen içinde tespit edilmesi mümkün olmayan bir tehlike olması gerekir. Kusursuz sorumluluk rejiminin katılığını potansiyel olarak azalttığı gerekçesiyle “Gelişim Tehlikesi Savunması ” Direktifin hazırlandığı dönemde büyük tartışmalara neden olmuştur. Bu nedenle, Komisyona 1995’te bu hükmü iptal etme yetkisi tanınmış (m. 15/III), ancak Komisyon bu yetkisini kullanmamıştır. Tehlikenin, ürünün belli bir şekilde üretiminden veya üreticinin işletmesinde kullandığı üretim çeşidinden ortaya çıkması hâlinde bu hüküm işletilemez. Bu tür olaylarda herhangi bir sorumluluğun uygulanmaması, ürünün mevcut bilim ve teknoloji düzeyine göre ayıplı olarak nitelendirilmemesi hâlinde söz konusu olur.

Yetersiz bilimsel ve teknolojik bilgisi nedeniyle ayıbı tespit edememesi üreticiyi sorumluluktan kurtarmaz.

Bunun yanı sıra, kalite kontrolü süreci nedeniyle ürünün ayıbının tespit edilememesi hâlinde sorumluluktan kurtulmanın koşulları gerçekleşmiş olmaz. Ürün piyasaya sürüldüğü anda ayıbın tespit edilebilir olup olmadığı, somut olarak zarara neden olan ayıp tespit edilerek bulunabilir. Örneğin, seri üretimin ilk defa İngiltere, “ Gelişim Tehlikesi Savunması ” ile ilgili olarak bir istisna getirmiştir. Buna göre; “ ilgili zamandaki mevcut bilimsel ve teknolojik bilgi ifadesi, kendi kontrolü altındaki ayıplı ürünü inceleyeceğinin ümit edilebileceği üretici ile aynı tanım içinde yer almaz ” ( CPA m. 4/I-e). Kanuna göre böylece, üreticiye Direktiften daha az bir yükümlülük getirilmiştir. Komisyon, “ kusuru ispat yükümlülüğünü arka kapıdan tekrar sokmuş ” gibi gözüken İngiltere Hükümetini Direktifi doğru uygulamamaktan dolayı anlaşmanın m. 169 hükmü doğrultusunda şikayet etmiştir. Kanun değiştirilmediği takdirde, kanuna muhalefet olmasına rağmen, İngiltere mahkemelerinin Direktifi etkin hâle getirecek bir yorum yapması gerekir. Piyasaya sürüldüğü anda ayıplı olmaması; ancak, yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda bir seri üretimin daha sonraki aşamalarında, ürünün tüketicinin sağlığına zarar vereceği anlaşılırsa veya haksız fiil hükümleri uyarınca ürünü inceleme yükümlülüğü çerçevesinde, ortaya çıkan zarara neden olabilecek bir ayıbın tespit edilebileceği hâllerde üretici, ilerde piyasaya süreceği üründe sorumluluktan kurtulamaz.

Mevcut bilimsel ve teknolojik bilgi, söz konusu ürün çeşidinin piyasaya ilk kez sürüldüğü zamana göre değil, zarara neden olan ayıplı ürünün piyasaya sürüldüğü ana göre tespit edilir. Bu bağlamda, tahmin edilemeyen tehlikelerle karşılaşıldığında ayıplı ürünün değiştirilmesi veya son uyarıları yapma konusundaki yükümlülük her bir ürün için ayrı ayrı değerlendirilir.

  1. B) Bilim ve Tekniğin Durumunun Yorumlanması

Bu kavram ile belli bir ürünün üretilmesi ile ilgili meslekî bilgi, bir başka ifade ile bilimsel ve teknik açıdan uzmanlık gerektiren bilgi anlaşılır. Sorumluluğun ortadan kalkması, dünyadaki hiç kimsenin bu ayıbı tespit edemeyecek durumda olmasına bağlıdır. Sorumluluktan kurtulmaya ilişkin bu imkân, sadece objektif bakış açısıyla değerlendirilir. Bir başka deyişle, belli bir endüstri kolunda uygulanan teknik bilginin yanı sıra, tekniğin ve bilimin genel kuralları da yeterli değildir. Zira bilim ve tekniğin mevcut durumu, üniversitelerde ve teknik okullarda yapılan araştırma sonuçlarının da dikkate alınması ile tespit edilir. Ayrıca, bilimsel açıdan baskın olmayan görüşler de değerlendirilmeli ve ortaya çıkacak belirli güvenlik risklerini ispatlayabildiği oranda bu görüşler dikkate alınmalıdır.

BGB’ye göre üreticinin sorumluluktan kurtulması, ürün piyasaya sürüldükten sonra gelişen en yeni bilimsel ve teknik bilginin de, mevcut ayıbı tespit edememesine bağlıdır (§ 823/I) . Bunun yanı sıra, uzmanlık gerektiren bilgi, üreticinin ülkesinde mevcut olan değil, asgarî oranda aleniyet kazanmış olan bilgidir. Bilimsel ve teknik bilginin genel anlamda ulaşılabilir, üretici için doğrulanabilir olması ve makûl, orta zekada bir üretici tarafından algılanabilir olması gerekir. Böylece, ürünün piyasaya sürülme anındaki teknik ve bilimsel bilgi ile ayıbın tespit edilebilmesi kavramı, haksız fiil sorumluluğu çerçevesinde objektif olarak piyasaya güvenlikli sunma yükümlülüğü ile de örtüşür. Ancak bu durum, BGB § 276 uyarınca ihmalden kaçınmada gerekli özen ölçüsüyle aynı anlamda değildir. Zira, piyasaya güvenli bir şekilde sunma yükümlülüğünün ihlâli, yapılan eylemi hukuka aykırı hâle getirir. Bir eylemi ya da davranışı değerlendirirken, bir ihmalin söz konusu olup olmadığına ilişkin olarak piyasanın gereği olan özenin üretici tarafından bilinmekte olup olmadığı sorusuna cevap aranır. Başka bir ifade ile, burada dolaylı değil doğrudan kusur sorumluluğu düzenlenmiştir.

Gen teknolojisi kullanılarak değiştirilen ürünler belli bir izin çerçevesinde piyasaya sürüldüğünden, Gen Teknolojisi Kanunu’nun ağır sorumluluk hükümleri yerine ProdHaftG ’nin tazminat talebine ilişkin hükmüne (§ 1) müracaat edilebilir.[63]

G- PARÇA ÜRÜNÜN VEYA HAMMADDENİN NİHAİ ÜRÜNÜ OLUŞTURACAK ŞEKİLDE KULLANILMASI YAHUT NİHAİ ÜRÜN ÜRETİCİSİNİN TALİMATI SONUCU AYIBIN ORTAYA ÇIKMASI

  1. A) Genel Olarak

Parçadaki ayıp, sağlayıcının denetimi dışında, takip eden ürünün özelliklerine veya plânına uygunluğun kaçınılmaz sonucu ise, tamamlanmış ürünün üreticisi tek başına sorumludur. Başka bir deyişle, parça ürün veya hammadde üreticisi bu kapsamda sorumluluktan muaf olur (Yönetmelik m. 7/II).

Yönetmelikte, bazı imalatçılar-üreticiler, sorumluktan muaf tutulmuştur. Bu düzenlemeye göre, nihai malın tasarımı ya da bu malın imalatçısının-üreticisinin talimatı sebebiyle, bütünü oluşturan parçalardan birinin imalatçısı-üreticisi, o malı ayıbından sorumlu değildir (md. 7/II). Böylece sorumlu olmayan alt imalatçılar-üreticiler bakımından Yönetmelikte iki farklı kategori oluşturulmuştur. Kanımızca, bu tür bir ayrımın yapılmış olması, günümüzün üretim yapılanması dikkate alındığında, isabetli olmuştur. Zira günümüzde, bir malın tasarımını yapanlar (endüstriyel tasarım) veya o malın parçalarını üretenler, genellikle farklı kişilerdir. Nihai imalatçılar-üreticiler, genellikle bu kişilerin işlerine müdahale ederek onlardan malın belirli şekilde tasarlanmasını veya o malın parçalarının belirli kalite ve standarda üretilmesini istemektedirler. Eğer, bu talepler, o malda bir takım ayıp veya eksikliklerin doğmasına sebep olmuşsa, bu takdirde, malın tasarımını yapan veya malın parçalarını üreten alt imalatçıların-üreticilerin sorumlu olmaması hakkaniyete uygun bir çözümdür. Zira bu kişilere zararın doğmasında yüklenebilecek olan her hangi bir sebep veya kusur yoktur. Her şey nihai imalatçının-üreticinin isteği doğrultusunda olmaktadır.[64]

  1. B) Alternatif Hükümler
  2. Nihai Ürünün Oluşturulması Sırasında Ortaya Çıkan Ayıp

Nihaî Ürünün Oluşturulması Sırasında Ortaya Çıkan Ayıp Parça veya hammaddenin işlenerek nihaî ürünün oluşturulması sırasında ortaya çıkan ayıp, bunların üreticilerinin sorumluluktan kurtulmasına neden olur. Parça ürün veya hammaddenin takip eden ürünü üretecek kişiye sağlandığı anda ayıp mevcut değilse, sorumluluk ortadan kalkmış olacağından, (Yönetmelik m. 7/I-c; ProdHaftG § 1/I c. 1) bu durum sorumluluktan kurtulmanın özel bir yolunu oluşturmaz. Zira bu hâlde, parça ürün veya hammaddenin hukuken korunan bir menfaati ihlâl edecek bir ayıbı yoktur. Bu hüküm, Direktifin m. 7/f bendine uygun olarak yapım ayıbı sorumluluğunun belirlenmesine yardımcı olur. Bu hükmün ilk alternatifinin anlam ve amacına göre, parça ürünün ayıbı nedeniyle ortaya çıkan fabrikasyon veya talimat ayıpları sağlayıcının sorumluluğunu ortadan kaldırır. Bu durum, piyasaya sürüldüğü anda parça ürünün ayıpsız olduğu ve parça ürün üreticisinin sorumluluğunun ortadan kalktığı sonucunu doğurur ( ProdHaftG § 1/II c. 2). Ancak, parça ürün ayıplı ise ve nihaî ürünün üreticisi yapım ve talimat ayıbıyla birlikte doğan zarara katkıda bulunuyorsa, parça ürün üreticisi de sorumlu olur.

Özgülendiği amaç için ayıpsız olan parça ürün, nihaî ürün üreticisi tarafından farklı alanlarda kullanılır ve bu nedenle zarar ortaya çıkarsa parça ürün üreticisinin sorumluluğu söz konusu olmaz.

  1. Parça Ürün Üreticisinin Talimatı Sonucu Ortaya Çıkan Ayıp

Parça Ürün Üreticisinin Talimatı Sonucu Ortaya Çıkan Ayıp Parça üreticisinin, parça ürün veya hammaddeyi teslim alana, tartışmalı kullanım amacını tavsiye etmesi sorun çıkartmaktadır. Burada, başka kullanım şekilleri için ayıpsız olan parça ürün veya hammadde, tavsiye edilen kullanım için ayıp içermektedir. Bu nedenle, Yönetmeliğe göre, sorumluluktan kurtulmanın şartları oluşmamıştır (m. 7/II; ProdHaftG § 1/III). Sağlayıcının, sadece ayıplı kullanıma ilişkin bilgi sahibi olduğu veya bu ayıbı tespit edebileceği durumda, karar vermek kolay değildir. Bu örnekteki ispat meselesini bir kenara bıraktığımızda, Direktif, kural olarak sadece parça ürünün veya hammaddenin kullanılması için üretilen eşyanın üreticisini sorumlu tutar.

Parça ürünün veya nihaî ürünü oluşturan hammaddenin genel olarak ayıpsız olmasına karşın, sağlayıcının ayıplı kullanıma ilişkin bilgi nedeniyle kusursuz olarak sorumlu tutulabilmesi, sorumluluktan kurtulma koşullarının dar yorumlanmasına bağlıdır. Zira sağlayıcı, nihaî ürün üreticisine ilk işlemede ortaya çıkmayan ayıp yerine, bilerek uygun olmayan ürünü sağlamış olabilir. Ürünün hangi amaçla kullanılacağının bilindiği ve mevcut ayıbın kolay anlaşılabileceği hâllerde sağlayıcı, kendisi için ürünü üreten kişinin bu konuda bilgi vermemesini gerekçe göstererek sorumluluktan kurtulamaz. Bu durumda sadece kusur sorumluluğundan bahsedilir. Bunun yanı sıra, nihaî üreticinin de belirlediği şekilde ürünün kullanılışını hesaplayabilen parça üreticisi, Yönetmelikteki temel düşünce uyarınca sorumlu olur (m. 7/II; ProdHaftG § 3/I-b).

ÜRÜN SORUMLULUĞUNDA USÛL HUKUKU HÜKÜMLERİ 

I- İSPAT YÜKÜ HÜKÜMLERİ

Çalışmamızın bu bölümünde zarar görenin ve üreticinin ispat yüküne ilişkin hususlar incelenecektir.

  1. A) Zarar Görenin İspat Yükü

Ürün Sorumluluğu Direktifinin taslağında zarar görenin ispat yüküne ilişkin özel hükümler bulunmamaktaydı. Ancak, daha sonra Direktif, zarar, ayıp ve zararla ayıp arasındaki illiyet bağını zarar görenin ispat etmesi gerektiğini hükme bağlamıştır (m. 4; Yönetmelik m. 6/II).

Zararı doğuran üründe birden fazla üreticinin emeğinin olması hâlinde, davalı üreticinin sorumluluk payına dair illiyet bağının nasıl kurulacağı, önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Zarar gören ürünün teslimini ispat etmek istediğinde, HMK’da düzenlenen senetle ispat kuralına göre ispatı gerektiği burada geçerli olur. Zira teslim, hukukî bir olay niteliği taşımaktadır.

  1. Zarar Görenin İspatlaması Gereken Hususlar
  2. a) Zararın İspatı

Yönetmelikte düzenlenen hukukî değerlerde meydana gelen zararlar ispatın konusunu oluşturur.Eşyaya verilen zararlarda ise,ayıplı ürünün zarar verdiği bir                                                                                                                                                hükümetin yetkisinde olan bir şey değildir.  Aynı şekilde, TKHK’da da ispat yüküne ilişkin özel hükümler yer almamıştır.

  1. b) Ayıbın İspatı

Zarar görenin ayıbı ispat etmesi, bu ürünün Yönetmelik anlamında ayıplı olduğunu ortaya koymasına bağlıdır (m. 5). Özellikle ürünün yok olduğu durumlarda bunu ispatlamak çok zordur. Zira bu durumda, ürünü gösterme imkânı ortadan kalkar.

Ayıplı ürünün doğal sonucu olarak böyle bir zararın ortaya çıkması hâlinde ancak, bu husus ileri sürülebilir. Ayıbın ispatı, genellikle, bu zararın üreticinin ayıplı ürününden doğduğunun ispatlanması olarak kabul edilir. Parça ürün üreticisinin davalı olması hâlinde ise zarar gören, sağlayıcı tarafından dağıtılan parça ürünün ayıplı olduğunu ispatlamak zorundadır. Bunun için de, nihaî ürünün veya takip eden ürünün kullanım amacı ile, parça ürünün yapısının sübjektif olarak uygun olmadığını ispatlamak yeterlidir. Ayrıca, nihaî ürünün tasarımı ya da bu ürünün üreticisinin talimatı sebebiyle, Yönetmelik m. 7/II uyarınca bütünü oluşturan parçalardan birinin üreticisinin, o ürünün ayıbından sorumlu olmayacağına ilişkin olarak sorumluluktan kurtulma imkânı da mevcuttur.

Anglo-Sakson Hukukunda talimat veya tasarım ayıbının ileri sürüldüğü ürün sorumluluğu davasında, aynı ürünle ilgili diğer olayların delil niteliği taşıması, bunu ileri sürene büyük bir fayda  sağlayabilir. Davacıların bu tür delili kullanmalarının, bilinen ayıbı ispatlamak amacıyla davalıların yeterliliğini göstermesi; üründe amaçlanan kullanım çerçevesinde güvenlik eksikliğinin bulunduğunun bilinmesi; ürünün gücü veya kalitesi ile ürünle ilgili mevcut bazı sorunların davalılara duyurulması gibi çeşitli nedenleri ve faydaları vardır.

Organizasyon hatası veya üreticinin gidermesi gereken tehlikeler ya da ürün piyasaya sürülürken mevcut olan eksikler nedeniyle zararın meydana geldiğini ispat eden zarar gören, ürün sorumluluğu sürecindeki ispat yükünü ters çevirmiş olur.

İspat yükünün ters çevrilmesi konusundaki içtihat, son yıllarda daha da belirgin bir hâl almıştır. Örneğin, zarar gören tarafından kullanıcı için gerekli talimatın yeterli şekilde olmadığı hususu iddia edilmiş ise, üreticinin talimatı yeterli şekilde düzenlediğini ispat etmek suretiyle sorumluluktan kurtulması mümkündür.

  1. c) İlliyet Bağının İspatı

Ayıba ve zarara ilişkin hukukî olgular konusunda herhangi bir şüphe kalmadığında, meydana gelen zarar ile ayıp arasındaki illiyet bağının olup olmadığı sorusu gündeme gelir (Yönetmelik m. 6/II; Direktif m. 4; ProdHaftG § 1/II) .

Benzer olay delilinin uygun bir temel üzerinde ileri sürülmesi için, üç engelin aşılması gerekmektedir. Öncelikle, sunulan olay ve yargılanan olay arasındaki koşulların gerçekten birbirine benzediğini davacı ispatlamalıdır. Bu husus üç ayrı araştırmayı kapsar;

– Delilin, dava konusu ürünle aynı yapım ve model olup olmadığı,

– Sunulan olayın, görülmekte olan dava konusu somut olaydan, zaman içinde farklılaşıp farklılaşmadığı ve

– Önceki olayın, tartışma konusu olayla aynı özel şikayeti kapsayıp kapsamadığı.

Yeterli bilginin dikkate alınması hâlinde zarardan kurtulma imkânının artmasına ilişkin olarak geliştirilen “ görünüşte delil ” ( Anscheinsbeweis ), talimatın ayıplı olduğu durumlarda, zarar gören lehine mahkeme içtihatları çerçevesinde geliştirilen bir ilkedir. Bu ilke, ürün sorumluluğu davalarında tüketici lehine büyük avantajlar sağlar.

Parça veya hammadde üreticisine ilişkin şikayette zarar gören, doğan zararın ilgili parça ürün veya hammadde nedeniyle ortaya çıktığını ispatlamak zorundadır. Bir başka ifade ile hammaddenin veya parça ürünün ayıplı olduğunun ispatı, nedenselliğin ispatı için tek başına yeterli değildir; ancak, görünüş ispatı ilkesi uyarınca bu hâlde ayıp ile doğan zarar arasındaki illiyet bağı da tespit edilmiş olur.

  1. d) Sağlanan Parçanın Yapıma İlişkin Kullanımındaki Tehlikeler İçin Sağlayıcının Bilgisinin ve/veya Öngörebilmesinin İspatı

Nihaî ürünün veya takip eden ürünün ayıbı parça ürünün yapısı veya parça üreticisinin talimatnamesi nedeniyle doğmuş ise, yargılama süreci içerisinde sağlayıcının bu bilgisini veya bu durumu öngörebilmesini zarar görenin ispatlaması gerekir.

  1. e) Ürün Ayıbının Gen Teknolojisine Dayandığı ve Gen Teknolojisi Kullanılarak Değiştirilen Organizmaları İçeren veya Onlardan Oluşan Zararın İspatı

Gen teknolojisine ilişkin olarak Türk Hukukunda özel bir düzenleme yoktur. Bu konuda özel bir kanunu uygulamaya koyan Alman Hukukundaki esasları şu şekilde ifade edebiliriz. Gen teknolojisi kullanılarak değiştirilen ürünlerde geçerli olacak daha sert sorumluluk hükümlerinin uygulanabilmesi, zarara neden olan ürünün, gen teknolojisi kullanılarak değiştirilen organizmalar içermesi veya bu tür organizmalardan oluşması durumunun ispatı gerekir. Bu durumu ispatlayan zarar görenin, zararın bu organizmaların özelliğinden kaynaklandığını ve Gen teknolojisine dayandığını iddia etmesine gerek yoktur (GenTG § 34). Çünkü bu hüküm GenTG’ye göre ilgili olaylarda uygulanmaz (§ 37/II). GenTG’ye göre, ürün ayıbının gen teknolojisi çalışmasına dayandığının da, zarar gören tarafından ispatlanması gerekir (§ 37/II c. 2) .

  1. Zarar Gören İçin İspat Yükünün Hafifletilmesi

Gerek TKHK ve gerekse Yönetmelik zarar görenin ispat yüküne ilişkin olarak kolaylık sağlayıcı hükümler içermemektedir. Yeterli eğitim düzeyine ve teknik donanıma sahip olmayan zarar gören tüketiciler bu konuda da mağdur olmaktadırlar.

  1. B) ÜRETİCİNİN İSPAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ
  2. Genel Olarak

Kendisi için avantaj sağlayacak olan üretici ispat yükünü taşır. Burada üretici, öncelikle, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce üretim yaptığını ispat etmek zorundadır. Direktif m. 7’de düzenlenen sorumluluktan kurtulma nedenlerinin oluştuğunu ispat eden üretici, sorumluluktan kurtulur (Yönetmelik m. 7; ProdHaftG § 1/IV c. 2). Bu durumda üretici, iddiasını tamamen ispatlamak zorundadır.  Zira, burada hükme bağlanan ispat yüküne ilişkin kural, temel olarak sorumluluktan kurtulmaya ilişkin herhangi bir nedenin olmadığı karinesinden hareketle öngürülmüştür. Ayrıca, üretici tarafından piyasaya sürülen ürünün piyasaya sürüldüğü anda ayıplı olduğu ve bu ürünün üretici tarafından satış veya ekonomik amaçlı diğer şekillerde veya en azından meslekî faaliyeti çerçevesinde üretildiği ve bu ürünün kanunun emredici hükümlerine aykırı olmadığı, bilim ve tekniğin mevcut durumuna göre ayıbın öngörülebilir olduğu karine olarak kabul edilmektedir. Buna istinaden sorumluluktan kurtulma nedenlerinin varlığı için ciddî bir kurtuluş imkânının mevcut olduğunun açıklanması, sorumluluktan kurtulmak için tek başına yeterli değildir.

Aynı durum, Yönetmelik m. 7/II’deki sorumluluktan kurtulma imkânı için de geçerlidir. Eğer bir parça ürün veya hammadde, zarara neden olan ürünün bütünleyici parçası ise, parça üreticisinin veya sağlayıcısının sorumlu olduğu karine olarak kabul edilmektedir. Bu durumdan kurtulmak için birinci ve ikinci alternatif düzenlemelerin ispatı gerekir.

  1. Ayıbın Ürün Piyasaya Sürüldüğünde Mevcut Olmadığına Dair Sorumluluktan Kurtulma imkânına ilişkin ispatın istisnası

Direktif m. 7/b’ye paralel olarak Yönetmelik m. 7/c’de ( ProdHaftG § 1/II c. 2) düzenlenen hüküm, ispat yüküne ilişkin karar vermeyi daha da karmaşık hâle getirmiştir. Zira, ürüne dair eksiklikleri ve ürünün son kullanma tarihinin geçtiğini bilen üretici, bu hususa ilişkin tecrübeleri nedeniyle ayıbın bulunmadığının ispat edilmesine daha yakındır. Ayrıca, çıkış kontrollerini yapan, bu kontrol sonuçlarını uzun süre elinde tutan ve zarar görene nazaran ürünü ayıplı bir şekilde piyasaya sürdüğünü bilebilecek durumda olan üretici, piyasaya sürdüğü ürünün ayıpsız olduğunu ispatlamak zorundadır. İspatın her iki taraf açısından da zor olduğunu bilen AT Kanun Koyucusu, ispatı bilinçli olarak sorumluluktan kurtulma imkânlarından farklı düzenlemiştir (Direktif m. 7).

Üretici, ürünü piyasaya sürdüğü anda, mevcut koşullar dahilinde ürünün ayıpsız olduğuna ilişkin deliller sunma yükümlülüğü altındadır. Diğer sorumluluktan kurtulma imkânlarının aksine, zarara neden olan özelliğin piyasaya sürülme anında üründe mevcut olduğunun ispatı gerekli değildir. Sadece, zarara yol açan ayıbın üretim sırasında ortaya çıkmadığı olasılığının varlığı yeterlidir. İlk dağıtım zinciri veya kullanım alanında ayıbın ortaya çıktığına ilişkin ciddî ispat araçları ortaya koyan üretici, pratikte sorumluluktan kurtulmuş olur. Ayıbın üretim alanında ortaya çıkmadığına ilişkin olarak salt somut dayanak yeterli değildir. Bu ispata ilişkin olarak çok sert taleplerin ileri sürüldüğü olmuştur.

İlk kullanımlarda ortaya çıkan ayıp üreticiye yüklenirken, sonraki kullanımlar için tüketicinin ispat yükü hafiflememektedir.

SONUÇ

Çalışmamızda izah etmeye çalıştığımız şekliyle, üreticinin ürettiği ve piyasaya sunduğu ürünlerden sorumluluğu kusursuz sorumluluk esasına bağlanmış olup Avrupa ile uyum yasaları gereği mevzuatımızda eksik kalan düzenlemeler tamamlanmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle gerek çıkarılan direktifler ve gerekse uyum konusu yapılan Avrupa müktesabı ile 6098 sayılı Borçlar Kanunu, 4077 sayılı TKHK ve Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik hükümleri ile üreticinin ürünleri sebebiyle tüketicinin uğradığı zararlar ve bunlardan oluşan zararlar sebebiyle cezai sorumlulukları düzenleyen 5237 sayılı TCK ve Kabahatlar Kanunu çerçevesinde haksız fiil oluşturan durumlar önlenmeye çalışılmaktadır.

Koruma yükümlerinin kusurlu ihlali için ispat yükümlülüğü, sorumluluk hukuku içindeki çelişkilerden kaçınmak için eşit olarak biçimlendirilmelidir. Aslında, haksız fiillerden doğan sorumluluk kapsamındaki özen yükümlülükleri ile sözleşmeden doğan sorumluluk kapsamındaki koruma yükümleri arasında temelde bir fark bulunmamakta, özen yükümlülüklerinin sözleşme hukuku alanına koruma yükümleri nakledilmesiyle yükümlerin özünde değişiklik yapılmamaktadır. Bütün bu durumlar birlikte ele alındığında üreticinin ürettiği ürünün verdiği zararlar haksız fiil kapsamında kusursuz sorumluluğa dayandığından iş ve işlemleri yaparken kayıtları iyi takip etmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, üreticinin sorumluluk alanını iyi belirlemesi ve üretimde yasal düzenlemelere ve standartlara uyması gerekmektedir. Bu alanda da GNP İyi uygulama örneklerinin yaygınlaştırılması tüketici yararına olup, bir takım çalışmalar ise maliyete yansıyacaktır.

 

KAYNAKÇA

1-Oğuz Sadık Aydos, Ürün Sorumluluğu, Adalet yayınevi, Ankara 2009

2-Çiğdem Kırca, Ürün Sorumluluğu, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü (T.İş bankası AŞ vakfı) ,Ankara 2007

3-Emrah Kulaklı, Ürün Sorumluluğu ve Ayıp Kavramı , Xll Levha İstanbul 2009

4-Kadir Berk Kapancı, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Açısından Satış Hukukunda Ayıptan Doğan Sorumluluk ve Sözleşmesel Garanti Taahhütleri, Xll Levha İstanbul 2012

5-Betül Tiryaki, Tüketicinin Korunması Hukuku Açısından Ayıplı Hizmetten Doğan Sorumluluk, Yetkin yayınları, Ankara 2007

6-Aydın Zevkliler-Murat Aydoğdu, Tüketicinin Korunması Hukuku, Açıklamalı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, Seçkin yayınları,3.baskı, Ankara 2004

7-Nihat Yavuz, Öğretinin ve Uygulamanın Işığında Tüketicinin Korunması hakkında Kanun Şerhi, Kartal yayınevi, Ankara 2007

8-Mustafa Kırmızı, Tüketici Hukuku, Bilge yayınevi, Ankara 2011

9-Nihat Yavuz, Ayıplı İfa, Seçkin yayınevi, Ankara 2008

10-Şükran Şıpka-Ahmet Cemil Yıldırım, Yeni Türk Borçlar Kanunu ve Cısg’e göre satış Sözleşmeleri, Xll Levha, İstanbul 2012

11-Yavuz Dayıoğlı,Cısg Uygulamasında Sözleşmenin İhlali Halinde Alıcının Hakları ve Özellikle Alıcının Tazminat Talep etme hakkı,Xll Levha,İstanbul 2011

12-Kerem Cem Sanlı, Haksız Fiil Hukukunun Ekonomik Analizi-Hukuk ve Ekonomi Öğretisi, Arıkan Basım yayım dağıtım Ltd.Şti, İstanbul 2007

13-Ahmet Başözen,Medeni Usul Hukukunda İlk Görünüş İspatı,Adalet yayınevi ,Ankara 2010

14-Murat Topuz,İsviçre ve Türk Baorçlar Hukuku ile Karşılatırmalı Olarak Roma Borçlar Hukukunda Maddi Zarar ve Bu Zararın Belirlenmesi,Xll Levha,İstanbul 2011

15-Erdem Büyüksağiş,Yeni Sosyo-Ekonomik Boyutuyla Maddi Zarar Kavramı,Vedat Kitapçılık,İstanbul 2007

16-Başak Baysal,Zarar Görenin Kusuru-Müterafik Kusur,Xll Levha,İstanbul 2012 

17- İhsan Erdoğan, Tüketicinin Ayıplı Mal Ve Hizmet İfalarına Karşı Korunması

18-Füsun Gökçen, Tüketicinin Korunması-Zararların Tazmini

19-Levent Yavuz, Tüketicinin Korunması Bakımından İmalatçının Sorumluluğu

20-Levent Yavuz, Birleşik Krallık 1987 tarihli Tüketicinin Korunması Yasasının Kısa Açıklaması

21-Ayşe Köseyener, Akit Dışı Sorumluluğa Uygulanacak Hukuka İlişkin Roma-ll Tüzüğü Tasarısında Ürünlerden Doğan sorumluluk

22- Mehmet Altunkaya, Sözleşmenin Kuruluşundan Önce Tüketicinin Korunması

23- Mehmet Akçaal, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde İlâç Üreticisinin Hukukî Sorumluluğu

24- Uğur BULUT, Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumlulukta Tüketici Mahkemelerinin Görevine İlişkin Bir Yargıtay Kararı İncelemesi

25- Ömer Çınar, “Avrupa Konseyinin 25.07.1985 Tarihli Ve 85/374 Sayılı Yönergesi” Ve “Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik” Hükümlerine Göre Ayıp Kavramı

26- Ahmet Bülter, Tüketicinin Korunması Hukukunda Mesafeli Sözleşme Kavramı

27- Özcan Günergök, Üreticinin Sorumluluğu Çerçevesinde Üreticinin Ürün Gözleme Yükümlülüğü

28-Hasan Seçkin Ozanoğlu, Tüketici Sözleşmeleri Kavramı (Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un Maddi Anlamda Uygulanma Alanı)

29-Zeynep Derya Tarman, Türk Hukukunda İmalatçının Sorumluluğuna Genel Bakış

30-  Ahmet Türkmen,  6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Organizasyon Sorumlulugu (TBK M. 66/III)

31-  Ömer Çınar, Üketici Hukukunda Haksız Şartlar

32- Mehmet Demir,  Tüketim Mallarının Satımındaki Garantilere İlişkin Ab Yönergesi Ve Ülkemizdeki Yasal Düzenleme

33- Süleyman Yılmaz, Türk Borçlar Kanunu Tasarısında Sebep Sorumluluklarına İlişkin Yeni Hükümler

34- Betül Tiryaki, Avrupa Konseyi’nin 25.7.1985 Tarihli Direktifi’ne Göre Üreticinin Sorumluluğunun Şartları Ve Tüketicinin Korunması Mevzuatı İle Mukayesesi

35-Ömer Arbek, Ayıplı Mal Veya Hizmet Sebebiyle Tüketicinin Uğradığı Zararlardan Sorumluluk

36- Zeynep Derya Tarman,  Devletler Özel Hukuku Bakımından İmalatçının Sorumluluğu

37- Mehmet Demir, İlaç Kullanımı Sonucunda Doğan Zararlardan İlaç Üreticisinin, Eczacının Ve Hekimin Sorumluluğu

38- Betül Tiryaki, E-Tüketici ve Mesafeli Sözleşmelerde Tüketicinin Korunması

39- Önder Canpolat,  Üretici ve Sorumluluğu

40-Levent Yavuz, İmalatçının Ayıplı Üründen Doğan Sorumluluğu

 

[1] Betül Tiryaki,Tüketicinin Korunması Açısından Ayıplı Hizmetten Doğan Sorumluluk,Yetkin Yayınevi,Ankara 2007,s.21

[2] Çiğdem Kırca ,Ürün sorumluluğu,Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü (T.İş Bankası AŞ vakfı),Ankara 2007,s.11

[3] Kırca ,age,s.14-27

[4] Mustafa Kırmızı,Tüketici Hukuku,Bilge yayınevi,Ankara 2011,s.19;Aydın Zevkliler-Murat Aydoğdu,Tüketicinin Korunması Hukuku,Seçkin yayınevi,3.Baskı,Ankara 2004,s.31-98;Nihat Yavuz,Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Şerhi ,Kartal yayınevi, Ankara 2007 ,31-159;Oğuz Sadık Aydos,Ürün Sorumluluğu,Adalet yayınları,Ankara 2009,s.75-90

[5] Betül Tiryaki,Tüketicinin Korunması Hukuku Açısından Ayıplı Hizmetten Doğan Sorumluluk (Ayıplı Hizmet) ,Ankara 2007,s.236

[6] Emrah Kulaklı,Ürün Sorumluluğu ve Ayıp kavramı,Xll Levha,1.Baskı,İstanbul 2009,s.1-3

[7]Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu E. 2000/689 K. 2000/1050 T. 27.10.2000, 4077/m.19/1,26,4,18,25, 2577/m.46/1,27 : 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 19/1. maddesi uyarınca verilen para cezalarına ilişkin uyuşmazlıklarda idari nitelikteki bu para cezalarına yönelik olarak idare mahkemesince verilen kararların kesin olduğu, temyiz yoluyla inceleme olanağının bulunmadığı hk.

[8] Kadir Berk Kapancı,6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Açısından Satış Hukukunda Ayıptan Doğan Sorumluluk ve Sözleşmesel Garanti Taahhütleri,Xll Levha,İstanbul 2012,5-96;Emrah Kulaklı,Ürün Sorumluluğu ve Ayıp kavramı,Xll Levha,İstanbul 2009,s.5-32

[9] Mehmet Demir Tüketim Mallarının Satımındaki Garantilere İlişkin Ab Yönergesi  Ve  Ülkemizdeki Yasal Düzenleme

[10] Kulaklı ,age,s.5

[11] Ömer Çınar , Tüketici Hukukunda Haksız Şartlar

[12] Ömer Çınar,Avrupa Konseyinin 25.07.1985 Tarihli Ve 85/374 Sayılı Yönergesi Ve Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik” Hükümlerine Göre Ayıp Kavramı

[13] Yargıtay 13. Hukuk dairesi E. 1997/9164 K. 1997/10305 T. 11.12.1997 •: 4077 sayılı yasanın 4/2. Maddesine göre, davalı şirket imalatçı üretici firma olarak, ayıplı malın satışından dolayı tüketiciye karşı satıcı ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Davacı tüketicinin seçimlik hak olarak ayıplı aracın değiştirilmesi isteminde bulunabilmesi için, ayıplı malı 15 gün içinde davalı tarafa iade etmeli veya davalı tarafın geri almaktan kaçınması halinde, mahkemeden tevdi mahalli tayini talebinde bulunarak ayıplı aracı iade borcunu yerine getirmelidir. Bu şart davacı tüketici tarafça yerine getirilmediğine göre, artık yalnızca davalıdan aracın satış bedelinden, ayıp oranında indirim yapılmasını isteyebilir

[14] Zeynep Derya Tarman, Türk Hukukunda İmalatçının Sorumluluğuna Genel Bir Bakış;Kırca age,202-226

[15] Kulaklı ,age ,s.23

[16] Kırca ,age,s.204-212

[17] Hasan Seçkin Ozanoğlu, Tüketici Sözleşmeleri Kavramı (Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un Maddi Anlamda Uygulanma Alanı)

[18] Kapancı,age,s.69; Yargıtay13. Hukuk dairesi E. 2011/6195 K. 2011/14088 T. 26.9.2011 • İmalatçı-Üretici Satıcı Bayi Acente İthalatçı ve 10. Md.nin 5. Fıkrasına Göre Kredi Veren Ayıplı Maldan ve Tüketicinin Bu Maddede Yer Alan Seçimlik Haklarından Dolayı Müteselsilen Sorumlu Olduğu• Birden Fazla Kimse Sorumlu Olduğu Takdirde Bunlar Müteselsilen Sorumlu Oldukları – Satılan Malın Ayıplı Olduğunun Bilinmemesi Bu Sorumluluğu Ortadan Kaldırmadığı•Bu Sorumluluğu Ortadan Kaldırmadığı – Kredi Veren Tüketiciye Karşı Satıcı veya Sağlayıcı İle Birlikte Müteselsilen Sorumlu Oldukları 4077/m.4,10 ÖZET : “İmalatçı-üretici, satıcı, bayi, acente, ithalatçı ve 10. maddenin 5. fıkrasına göre kredi veren ayıplı maldan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur. Ayıplı malın sebep olduğu zarardan dolayı birden fazla kimse sorumlu olduğu takdirde bunlar müteselsilen sorumludurlar. Satılan malın ayıplı olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz.”; ayrıca aynı Kanun’un 10. maddesinin 5. fıkrasında, “Kredi verenin, tüketici kredisini, belirli marka bir mal veya hizmet satın alınması ya da belirli bir satıcı veya sağlayıcı ile yapılacak satış sözleşmesi şartı ile vermesi durumunda satılan malın veya hizmetin hiç veya zamanında teslim edilmemesi halinde kredi veren tüketiciye karşı satıcı veya sağlayıcı ile birlikte müteselsilen sorumlu olur.” hükümleri kredi verenin sorumluluğunu düzenlemiştir. Bu nedenle, ürünün satıcı şirket tarafından tüketiciye teslim edilmediği gibi ürünün teslim edilmemesinden diğer davalı finans şirketi de bağlı kredi sebebiyle sorumlu olduğu açıktır.

[19] Editörler Şükran Şıpka;Ahmet Cemil Yıldırım,Yeni Türk Borçlar Kanunu ve Cısg’e göre Satış Sözleşmeleri ,Xll Levha yayınları,1.Baskı,İstanbul kasım 2012,s.31-32

[20] Mehmet AKÇAAL,6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde İlâç Üreticisinin Hukukî Sorumluluğu

[21] Şıpka-Yıldırım age.s.32-33

[22] Aydos,age,s.213-221

[23] Oğuz Sadık Aydos,Ürün Sorumluluğu,Adalet yayınevi,Ankara 2009,s.216-218

[24] Aydos,age s.219 (dipnot 822-823)

[25] Aydos,age s.219-220

[26] Aydos,age s.220

[27] Aydos,age s.221

[28] Aydos,age s.193

[29] Kırca ,age,s.164-166

[30] Kırca ,age, s.

[31]– Kulaklı,age ,s.48

[32] Kulaklı,age ,s.48

[33] Ömer Arbek, Ayıplı Mal Veya Hizmet Sebebiyle Tüketicinin Uğradığı Zararlardan Sorumluluk

[34] Aydos,age s.193

[35] Aydos,age s.195

[36] Kapancı,age,s.86-87

[37] Kırca,age,s.155

[38] Aydos,age s.196;Kırca,age,s.153-164

[39] Aydos,age s.196

[40] Aydos,age s.196

[41] Aydos,age s.197

[42] Aydos,age s.197-198

[43] Aydos,age s.198

[44] Yargıtay 13. Hukuk dairesi E. 1998/477 K. 1998/2521 T. 19.3.1998 4077/m.4,23/3: Tüketicinin korunması hakkında kanun hükümlerine göre satın alınan malın ayıplı olduğunun anlaşılması halinde, tüketici malı teslim aldığı tarihten itibaren 15 gün içinde bu malı satıcı firmaya geri vererek, değiştirilmesini veya bedelinin iadesini veya ayıptan doğan değer kaybının bedelden indirilmesini ya da ücretsiz olarak onarılmasını talep edebilir. Tüketici bu seçimlik haklardan birini tercihte serbesttir. Somut olayda davacının, davaya konu aracı dava süresince kullanmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Davacının aracın yenisi ile değiştirilmesi seçimlik hakkını kullanabilmesi için ayıplı malı iade etmiş olması şarttır. Malın ayıplı olduğu anlaşıldıktan sonra iade edilmemiştir. Eğer davalı geri almaktan imtina etmiş ise mahkemeden tevdi mahalli tayin ettirilmesi ve böylece iade borcu yerine getirilmesi gerekirdi. Bu şart davacı tarafından yerine getirilmediğine göre, artık aracın değiştirilmesi talebinde bulunamaz. Ancak davacı daha önce onarım yönünde tercihini belirtmiş olduğundan ve onarımın da sonuç vermemesi halinde ayıptan doğan değer kaybının bedelden indirilmesini talep edebilir. Mahkemece bu yönler gözetilerek inceleme yapılması gerekir

[45] Yargıtay 13. Hukuk dairesi E. 1998/2273 K. 1998/3034 T. 13.4.1998 4077/m.4 1086/m.275: fabrika hatasından dolayı ufalanma mevcut ise bu satış, ayıplı mal satışı niteliğinde olup bundan doğan zarardan tüketiciye karşı satıcı sorumludur. Fayansların çatlaması binanın esnemesi nedenine, ufalanması ise fabrika hatasına bağlanmaktadır. Mahkemece, her ne kadar bilirkişi incelemesi yaptırılmış ise de, bilirkişi, zarar miktarını tesbit etmekle yetinmiş, zararın ne miktarının çatlamadan, ne miktarının ufalanmadan meydana geldiğini açıklamamıştır. O halde bu raporun hükme esas alınmasına olanak yoktur.

[46] Aydos,age s.199

[47] Yargıtay 13. Hukuk dairesi E. 1999/528 K. 1999/1657 T. 8.3.1999 4077/m.4,23/3 : 1- uzman bilirkişiden, 4077 sayılı yasanın 4. Maddesi veya garanti belgesi ile tanıtma ve kullanma klavuzunun uygulanma esaslarına dair tebliğin 12. Maddesinde öngörülen hususlarda rapor alınarak davacının, güneş enerjisi sistemini yenisi ile değiştirilmesini isteme hakkını kullanıp kullanamayacağı, şayet yenisi ile değiştirme hakkının bulunmadığı anlaşılıyor ise “çoğun içinde az da vardır” kuralı uyarınca, dava konusu sistemin davalı tarafından, ücretsiz olarak tamir edilmesine karar verilmelidir.

[48] Aydos,age s.200

[49] Aydos,age s.200-201

[50] Kırca,age,s.169-171

[51]Yargıtay 13. Hukuk dairesi E. 2002/10673 K. 2002/13269 T. 10.12.2002, 4077/m.4/ıv ,4721/m.2, 818/m.125,127,198 : Satıcı bozuklukları bildiği halde gizlemeye çalışırsa veya, pasif davranarak suskun kalırsa dahi, tüketicinin korunması hakkında kanunun 4/ıv maddesi anlamında hilenin varlığının kabulü zorunlu olup, 2 yıl yerine 10 yıllık zamanaşımı uygulanmalıdır. Ne var ki 2 yıldan sonraki sürede öğrenilen bozukluk ile ilgili ihbarın belli bir sürede yapılıp yapılmayacağı ile ilgili yasada açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Şayet satıcı davranışları ile tüketiciyi oyalayarak ve kötü niyet ile 2 yılık zamanaşımı süresini geçirilmiş ise mk. 2. Maddesi gereğince, zamanaşımı definden yararlandırılmaması gerektiği hususu dairemizce de duraksamaya yer vermeden kabul edilmektedir

[52] kırca ,age,s.171-172

[53] Kırca,age,s.171-174

[54] Kırca ,age,s.174

[55] Aydos,age,s.201

[56] Aydos,age s.201

[57] Aydos,age,s.201-202

[58] Aydos,age,s.202-203

[59] Aydos,age s.204

[60] Aydos,age,s.204

[61] Kırca ,age,s.175-176

[62] Kırca ,age ,s.177-178;Aydos,age,s.204-206

[63] Aydos,age,s.206-209

[64] Aydos,age,s.210-212

Şahin hukuk bürosu osmaniye

1998 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra Osmaniye Barosunda stajımı tamamlayarak aynı ilde ofisimi açtım..

Poyraz İşhanı A Blok K:4 No:14 Merkez/ Osmaniye
0(505) 624 96 03