TOPLUMSAL CİNSİYET ALGISI ÜZERİNDE ETKİLİ OLAN NORMLAR
25.03.2023
Av.Hüseyin Şahin
ÖZ
Ataerkil yapı etkisiyle ikincil konumda olan kadınlar, günümüzde halen cinsiyetçi algıya ve onun yarattığı toplumsal normlar etkisi altında yasal düzenlemelerde süje olarak temel alınmaktadır.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet algısı, karşımıza kadına karşı şiddet, namusun kadına atfı, namus cinayetleri, cam tavan, ücret eşitsizliği gibi çeşitli şekillerde çıkmaktadır. Toplumu dolaylı ya da doğrudan etkileme yetisine sahip medyanın benimsediği cinsiyetçi, eril dil bu algının pekişmesine hatta içselleştirilmesine olanak tanımaktadır. Oysaki medyanın, cinsiyetçi ayrımın önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına ilişkin sorumluluk taşıdığı göz ardı edilmemelidir.
Türkiye’deki ve medyadaki cinsiyetçi algı söylem analizi yöntemiyle daha çok mevcut analizlerin özeti biçiminde incelenmeli ve Türkiye’nin cinsiyet eşitliği adına yapmış olduğu kanun ve uygulamalar döküman analizi yöntemiyle yeniden değerlendirilmelidir.
Mevzuat karşılaştırması sonucu benzer politikaların benimsendiği gözlemlenmiştir. Buradan hareketle çalışmanın amacını oluşturan; Türkiye’de cinsiyet eşitliğine yönelik mevzuatın varlığına karşın uygulamada (pratikte) yeterli verimin alınamayışı ile ülkemizde cinsiyet eşitliği adına istenilen yolun kat edilememe sebepleri analiz edilmiştir. Bu analiz sonucu Türkiye’nin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapısının amaçlanan değişime hazır olmadığı çıkarımı yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Anahtar Kelimeler: Ataerkil gelenek, feodal ilişkiler, medyada cinsiyetçilik, toplumsal cinsiyet.
I.GİRİŞ
Toplumsal cinsiyet, günümüzde uluslararası alanda kabul görmüş ve içerisinde bulunduğumuz dönemin çözülmesi gereken temel sorunlarından biridir.“Toplumsal cinsiyet kavramı, ..kadınlık ve erkekliğin toplumsal olarak kurulan, öğrenilen kalıplar olduğunu anlatır”[1].Cinsiyet eşitliğine yönelik çalışmalar yakın tarihe dayansa da özellikle İskandinav ülkeleri başta olmak üzere batılı ülkeler bu alanda hızlı bir gelişim sergilemişlerdir. Feodal ve yarı feodal toplum yapısının izlerini taşıyan ülkelerde ise cinsiyet eşitliğine yönelik gelişmelerin daha yavaş ve zor olduğu gözlemlenmektedir. Türkiye bu konuda özel bir yere sahiptir. Türkiye’de ataerkil anlayış ve feodal/prefeodal toplum yapısı kültürel olarak varlığını sürdürmektedir. Bu sebeple, toplumsal cinsiyet algısının yerleştiği toplumsal kurallar yoluyla bu kavrama bakış açısını değiştirmek kısa sürede gerçekleşecek bir şey değildir.
Toplumsal cinsiyetle ilgili çalışmalar ise sadece kadınlarla ilgili yapılan çalışmaları değil, farklı cinsel yönelimlerin ve cinsel kimliklerin hesaba katılması, bunlara yönelik ayrımcı tutumların dikkate alınmasını gerekli kılar. Bununla birlikte, bireylerin, toplumda etkin bir rol alması, toplumla uyum içinde yaşayabilmesi haklarını bilmesi ve kullanabilmesi ile yakından ilişkilidir. Bu haklardan biri olan eğitim, diğer haklarını bilmesi ve kullanması açısından son derece önemlidir. Bu düşünce ve yaklaşım temele alınarak bu makalede, öncelikle toplumsal cinsiyet ve eğitim hakkı kavramları ele alınmıştır.
Toplumun erkelerden beklentisi, kamusal alanda varlık göstermesi ve akılcılığı her daim elde tutmasıdır. Böylesi bir toplumsallaşma süreci, erkeği duygusal davranış sergilemekten uzaklaştırmaya hizmet eder. Kadınlar için işleyen süreç ise tamamen tersidir. Onlardan beklenen duygulu-zayıf olmaları, yaşam alanının sınırlarını ev, eş ve çocuklarla belirlemeleridir. Kadınlara verilen eğitim, seçilen meslekler özel alanda sorunlar yaratmayacak nitelikte olmalıdır. Çalışan kadın ev ve iş ikilemini sürekli sırtında taşır. Bunun yanı sıra yoğunlukla istihdam edildikleri hazır giyim ve elektronik sektöründe, yalnızca ucuz emek olmakla kalmıyor, aynı zamanda aile içindeki cinsiyete dayalı iş bölümü sonucu edindikleri el becerileri nedeniyle tercih edebiliyorlar[2].
Toplumsal cinsiyet kavramı, geniş açılımları olan, oldukça kapsamlı bir kavramdır. Bu kavram, kadınlık ve erkekliğin toplumsal olarak kurulan, öğrenilen kalıplar olduğunu anlatır. Toplumsal cinsiyete duyarlı çalışmalar denildiğinde de kast edilen sadece “kadınları da dâhil etmek” değil, çalışmalarda farklı cinsel yönelimlerin ve ihtiyaçlarının farkında olunması ve bunlara yönelik ayrımcı tutumların dikkate alınmasıdır.
II.KAVRAMSAL ÇERÇEVE
2.1. Cinsiyet – Toplumsal Cinsiyet
Bu iki terim Penelope Eckert ve Sally McConnell Ginet (2003)[3] tarafından şu şekilde açıklanmıştır: “Cinsiyet biyolojik bir terimdir ve temel olarak üreme organları üzerine odaklanırken, Toplumsal Cinsiyet ise cinsiyet üzerinden inşa edilen sosyal normlardır”. Eckert ve Ginet’in de belirttiği üzere cinsiyet bir biyolojik olgudur.
Cinsiyet, bizler henüz ana rahmindeyken genler aracılığıyla bizlere atanmakta iken toplumsal cinsiyet ise içinde yaşanılan toplum tarafından cinsiyetlerin sahip oldukları fiziksel özellikler aracılığıyla kendilerine, doğanın dahi dikte etmediği çeşitli rollerin atfedilmesi ve bunların sınıflandırılarak sosyal normların inşa edilmesi durumudur.
Oluşturulan bu sosyal normlar her iki cinse birden çeşitli davranış kalıpları atfetse de tarih boyunca bundan daha olumsuz etkilenen kesim kadınlar olmuştur. Bu konu ile ilgili Holmes,“kadını ve erkeği kadın ve erkek yapan doğa değil toplum veya “kültür”dür.” diyerek toplumsal cinsiyetin, cinsiyete nasıl anlam yüklediğini belirtmektedir[4]. Hakan Baydur ve Gülten Uçan (2016) “Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten bağımsız olduğu halde ona atfedilen toplumsal ve kültürel olarak inşa edilmiş bütün rolleri ifade eder.”[5] şeklinde konuyla ilgili görüşlerini belirtmişlerdir.
Ülkemizde cinsiyet eşitliği yolunda temel ve zorunlu hedef; cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramları ve bu kavramlar farkının toplum tarafından içselleştirilmesi ile bu konuda farkındalık oluşturulması olmalıdır.
2.2 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Kavramı
Toplumsal cinsiyet kavramının kökenleri, insanların ilk olarak gruplar halinde yaşamaya başladığı dönemlere kadar uzanmaktadır. İlk medeniyetlerden itibaren süregelen toplumsal cinsiyet fikirleri bir yandan kadınların fiziksel anlamda güçsüz olmasını onları aşağı bir seviyeye koymak için kullanırken erkeklere ise ağır bir yük ve stres yüklemektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temelleri burada yatmaktadır. Hakan Baydur ve Gülten Uçan (2016) bu eşitsizlik durumuna dair şunları söylemektedirler:“Toplumsal cinsiyete ilişkin değerlendirmelerin temelinde eşit(siz)lik kavramı üzerine kurgulanmış bir değerlendirme biçiminin hakim olduğu görülmektedir. Arzu edilen ise cinsiyete bağlı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasıdır”[6]. Belirtildiği üzere toplumsal cinsiyet eşitliği çalışılırken amaç mevcut eşitsizliklerin ortadan kaldırılarak cinsiyetler arasında eşitlik durumunun oluşturulmasıdır. Bu eşitlik, biyolojik cinsiyet eşitliği değil, toplumun yaratmış olduğu cinsiyet rollerinin ortadan kaldırılarak kadınlık ve erkeklik rolleri arasında bir eşitlik sağlanmasını tanımlamaktadır. İnsan toplulukları ilk olarak avcı toplayıcı dönemde zamanın şartlarına karşı koyabilmek adına bir araya gelerek yaşanmaya başlanması ile ortaya çıkmıştır. Yerleşik hayata geçen insanlar çeşitli kural, kurum ve kanunlar oluşturmuşlardır. Bu topluluk için de “Kadınlar ve erkekler yaşama eşit olarak katılmaktadır. Cinsiyetler arasında üstünlük veya hakimiyet gözlenmez”[7]. Beauvaoir (2019) bu dönemde kadınların statüsünü “Tarım topluluklarında kadının çoğu kez olağanüstü bir saygınlığı vardır.” şeklinde açıklamaktadır. Kadınların bu dönemde sahip olduğu saygınlık toprağın işlenmesi ve soyun devamı için gerekli olan yeni bireylere duyulan ihtiyaçtan kaynaklıdır. Bununla birlikte kadınlar yaşadıkları hayat şartlarına en uygun şekilde ayak uydurmakla kalmamışlar, erkekler kadar cesur ve becerikli olduklarını da kanıtlamışlardır. Beauvoir (2019)“…öyle görünmektedir ki kadınlar birçok durumda savaşçılarla birlikte sefere katılacak kadar sağlam ve dirençliydiler.” diyerek kendilerinin bu konumunu açıklamaktadır. Fakat sonuç olarak “Toplum hep erkekti, siyasal güç hep erkeklerin elindeydi”. Yerleşik dönemde ortaya çıkmış olan ataerkil yapı günümüze kadar devam edecek sosyal hayatı düzenleyen bir şekil almıştır.
III.TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ SÖYLEMİ
Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet; bu iki terim birbirinden ayrı ancak insanlar tarafından aynı anlamda kullanılan veyahut birbirlerini etkilediğine inanılan terimlerdir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de cinsiyet kalıpları oluşturulurken kültürden, özellikle de toplumda var olan söylemlerden büyük şekilde etkilenildiğini söylemek mümkündür.
Cinsiyet eşitsizliği eğitim, iş ve diğer pek çok alanda farklı şekillerde kendisini göstermektedir. Bu eşitsizliklerin temelini toplumda yer edinmiş söylemler oluşturmaktadır.
Söylemler; doğduğumuz andan itibaren bizlere kültürel ve dini etkilerle öğretilen ve doğruluğundan şüphe etmediğimiz, atasözleri ve deyimlerden her gün kullandığımız basit cümlelere kadar hayatımızın her anını kaplayan ifadeler bütünüdür. Biz kişiliğimizi, sevdiğimiz ve sevmediğimiz şeyleri bizlere öğretilmiş olan bu söylemler etrafında şekillendirerek hayatlarımızı idame ettiririz. Bu cinsiyetçi kalıplara ve cinsiyetçi söylemin hayatımızdaki yerine ilişkin Kılıçaslan ve Işık (2016) şu örneği vermişlerdir[8];
“Doktor, kız olacağını söyleyince, bebek için şeker pembesi tulumlar alındı. Ne var ki bir erkek çocuk dünyaya geldi. Çok olasıdır ki, aile ona, “Alındı bir kez.” deyip, pembe tulumlar giydirmez. Erkek ve kız bebekler için kıyafet renkleri farklıdır. … Ve toplumdaki egemen algı erkek çocuklarının pembe kıyafetler giyinmeyeceği yönündedir”.
Ataerkil gelenek ile söylemin güçlü yapısı dolayısıyla topluma yerleşmiş olan ve koşulsuz kabulü neticesinde içselleştirilen cinsiyet kalıplarının ancak yakın zaman diliminde farkına varılmaya başlanmıştır.
Günlük hayatta var olan söylemler ile ilgili Elçi (2011)[9] Türkiye’de “Kadın Olmak” Söylemi isimli çalışmasında konuya şöyle değinmiştir: “Bugün kaslı bir vücuda sahip olabilmek için spor salonlarına gitmek, maç seyretmek, play-station oynamak gibi aktiviteler erkeksilik söyleminin pratikleridir. Bu pratikleri gerçekleştiren bir kadına ‘erkeksi bir kadın’ dememiz kaçınılmazdır. Çünkü bu eylemler, erkeksilik söylemi içinde inşa edilmiş sosyal pratiklerdir”.
Yukarıda verilen iki örnekten de görülebileceği üzere cinsiyetçi söylemin hedefi sanıldığı üzere sadece kadınlar değildir. Kadınlar kadar erkekler de kendilerine atfedilen toplumsal rollerden etkilenmektedirler. Ancak ülkemizde geçmişten gelen ataerkil yapının kadınlara daha fazla davranış kalıbı yüklemesi, kadına yönelik cinsiyetçi algı ve söylemin daha yoğun olmasına yol açmıştır.
Günümüzde kadın ve erkek cinsiyet kalıplarını destekler nitelikte sıkça kullanılan bazı deyim ve atasözlerinin Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde yer alan halleri şu şekildedir:
- Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya kaçar (varır) ya zurnacıya
- Saçı uzun aklı kısa
- Hanım hanımcık
- Kuyruk sallamak
- Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün
- Erkek getirmeyi, kadın yetirmeyi bilmeli
(Türk Dil Kurumu Sözlükleri) Erkekler ile ilgili olanlar ise:
- Erkek gibi
- Erkekliğe sığmamak
- Erkekliği kesilmek
- Erkekliğine yedirememek
- Erkek adam ağlamaz
- Hanım evladı (Türk Dil Kurumu Sözlükleri)
Yukarıda bahsi geçen deyim ve atasözlerini 4 farklı cinsiyetçi kategoride sınıflandırmamız mümkündür. Bunlardan ilki ve en çok karşılaşılanı kadının erkeğe göre daha eksik ve aşağı olduğunu belirten söylemlerdir. Bunlara örnek olarak “saçı uzun aklı kısa” deyimi veyahut “oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün” atasözü verilebilir. Söylemlerde diğer sıkça karşılaşılan tema kadınlara yüklenen yuva kurucu görevidir. Buna örnek olarak “yuvayı dişi kuş yapar” atasözü gösterilebilirken sıkça bahsedilen diğer bir konu kadının cinselliği üzerinedir. Bunlara örnek olarak ise “dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, erkek köpek ardına düşmez” veya “dişi yalanmazsa erkek dolanmaz” verilebilir. Son olarak kadınlarda olması gereken karakter özelliklerine ilişkin deyim ve atasözleri mevcuttur; “hanım hanımcık” veya “kız gibi” bunun birer örneğidir. Öte yandan “kız gibi” ifadesi çoğu zaman karşımıza bir aşağılama ifadesi olarak çıkmaktadır. Bir erkek kendisinden beklenen gücü sergileyemediği zaman “kız gibi” vuruyorsun denmekte veyahut ağlayan bir erkeğe “kız gibi” ağladığı söylenmektedir.
Kadınların yanı sıra erkekler ile ilgili de bu bağlamda değerlendirilebilecek birtakım deyimler mevcuttur. Bunlar, “erkeklik” kalıbı yaratılmasında etkin rol oynamaktadırlar. Bir erkek “hanım evladı” olmamalıdır örneğin.
Erkeklerin uyması gereken belirli davranış biçimleri mevcuttur ve dışına çıkılması “erkekliğe sığmamaktadır”. Bazı erkekler kendilerine söylenen söz veyahut davranışları “erkekliklerine yedirememektedirler”.
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi deyimler bu kez de erkeklere karşı aşağılama unsuru olarak kullanılmıştır. Ek olarak değinilmesi gerekenler arasında “hesabı erkek öder” veya “erkek adam para ödetmez” klişesi yer almaktadır. “Hesabı erkek öder” aslında kadınların erkeklere bağlılığını tescillemek amaç ve anlamı taşımakta, erkeklere zorunluluk yükleyerek domine konumunu sağlamlaştırmaktadır. Bu durum tam da en basit eylemlerin dahi cinsiyetçi kalıp ve roller içerisine nasıl sokulduğunun göstergesidir.
Cinsiyetçi söylemler başka bir bağlamda karşımıza kadın işi/erkek işi ayrımı şeklinde çıkmaktadır. Bazı işlerin kadınlar bazılarının ise erkekler için daha uygun olduğu algısı toplum tarafından içselleştirilmiş ve bu ayrım beraberinde bambaşka bir eşitsizliği taşımıştır. “…kadın işi/erkek işi ayrımı ve aynı işi yapan kadın ve erkek çalışanlar arasındaki ücret/kazanç farklılıkları varlığını inatla sürdürmektedir.”[10]. Bu ayrım, kadının, cinsiyeti kaynaklı maruz kaldığı eşitsizlik durumudur. Söylem ve bunun etkisi hususunda değinilmesi gereken diğer konu kadın bedenine odaklanarak yapılan, bir başka insana hakaret ve aşağılama amacıyla söylenen sözler yani küfürledir.
Günümüzde hemen hemen herkesçe kullanılan ve kadınların aşağılanmasının farklı bir biçimi olan bu hakaretler kadın vücudunun bir obje olduğu fikrine dayanmakta ve bu fikri güçlendirmektedir. Topluma, kadın ve kadın bedenine saygı ile kadınların erkeklerden aşağı varlık olmadıkları gerçeğini aşılamak ve dilin arındırılması oldukça uzun zaman alacak gibi görünmektedir. Yukarıda belirtilenlerin yanında bir de namus kavramı ve bu kavramdan doğan cinsiyetçi söylemler vardır. Namus algısı ülkemizde hemen hemen tüm kesimlerce benimsenmiş bir kavramdır. Namus kavramı “…kültürden kültüre farklılıklar gösterir.”[11]. Türkiye gerçeğinde namus kavramı kadınların bekareti ile ilişkilendirilmektedir. Ataerkil düşünce yapısının kadınlara namus ile ilgili dayattığı kurallara değinen Hamzaoğlu ve Konuralp (2019) bunları “Kadın açısından namus, kadınların uymaları gereken cinsel kurallardır. Bu kurallar ise kadınların evlenene kadar bekâretini korumaları ve evlendikten sonra da kocaları dışında başka erkeklerle cinsel ilişkide bulunmamalarıdır.” [12]şeklinde belirtmiştir. Cindoğlu (2018) namusun toplumumuzdaki yerini şöyle açıklamaktadır: “Evlenmemiş kadının bekareti, birçok kültür için en çok önem taşıyan konulardan biridir, Türk toplumunun gerek daha geleneksel kesimlerinde gerekse modern metropol bölgelerinde de bu durum geçerlidir”[13] . Bir kadının evlenmeden bekaretini kaybetmesi bir namussuzluk olayıdır. Erkekler için ilişkiye girmek bir problem değilken kadınlar bekaretlerini korumalıdırlar. Cindoğlu (2018)“Eski bir Türk atasözüne göre, cinsel ilişki, “kadının yüzünün karası erkeğin elinin kınası”’dır.”[14]örneğini vererek açıklamaktadır bu durumu. Söz konusu atasözünün “yolsuz ilişkiler kadınlar için hoş karşılanmadığı hâlde erkekler bu gibi ilişkilerden övünme payı çıkarırlar” (Türk Dil Kurumu Sözlükleri) anlamı bu konuda kadınlara karşı yapılan haksızlığın adeta dile gelmiş kanıtıdır. Ancak namus veya namussuzluk durumu kadına ait olmamaktadır. “Bekaret, sadece birey olarak kadına ait değil, bütün aileye ait bir değerdir. Aile ilişkilerinin çok güçlü olduğu ve geniş ailenin bireye hakim olduğu Türkiye’ninki gibi bir kültürde, ilişkilerin biçimi ataerkildir”. Fildiş de buna benzer bir ifadeye kendi çalışmasında yer vermiştir. “Erkekler namusun tek sahibi ve savunucusu olarak görülür… Namusun sahibi de, utancı yaşayan da erkeklerdir”. Buradan hareketle namus kavramının, kadınların erkekler tarafından kontrol altına alınabilmesi adına oluşturulmuş bir toplumsal baskı mekanizması olduğunu söylemek mümkündür. Kadınların bekaretlerini kaybetmeleri demek ailelerinin ve ailedeki erkeklerin namusunu kirletmeleri demektir ki bu durum genellikle namusun temizlenmesi adına bir cezai yaptırım gerektirir. Bunu Cindoğlu (2018) şöyle belirtmiştir: “…kadının evlilik öncesi cinsel ilişki kurması yasaktır ve böyle bir ilişki ortaya çıkarıldığında şiddetli cezalar uygulanır”[15]. Kadınların cezalandırılmasının ataerkil yapı için anlamı “Bu normlardan saparak ve ailesini utandırdığı düşünülen kurbanın aile şerefinin bekçisi konumundaki erkeklerce cezalandırılmasıyla bu ‘leke’nin azalacağı inancına dayanır namus cinayeti”[16]. Cezalandırma ve namus temizleme zihniyeti günümüzde sıkça duyduğumuz namus cinayetleri ile sonuçlanmaktadır. Hamzaoğlu ve Konuralp (2019) namus cinayetlerini yorumlarken “Zira, toplumsal cinsiyet eşitsizliğin kadına kestiği en radikal cezalardan biridir namus cinayeti…” [17]demektedir. “Namus cinayetinin paradigmatik bir örneği, bir kadının, evlilik öncesi veya evlilik dışı cinsel ilişkide bulunması ya da bundan şüphelenilmesi nedeniyle, babası ya da erkek kardeşi tarafından öldürülmesidir”
Bu toplumsal algıyı kaldırmadan toplumsal cinsiyet algısında adil bir orta yol bulmak mümkün olmayacaktır.
3.1 Medyada Söylem
Günümüzde “Görsel medya, işitsel medya, basılı medya ve internet ve yeni medya”[18] insanların gündelik hayatında büyük ölçüde yer alan ve hepimizi aynı ölçüde etkileyen söylem türleridir. Özellikle gelişen teknoloji ile söylemlerin yayılma hızı ve bunlara ulaşım imkanı artmıştır. Teknolojinin getirdiği kitlelere ulaşım kolaylığı halkın bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi açısından olumlu etkiye sahipse de kullanılan dilin erilliği nedeniyle zaman zaman cinsiyet ayrımcılığı yaratacak olan söylemlerin de halka doğrudan erişimine sebep olmaktadır. Çeşitli haber başlıklarının inceleneceği bu bölümde medyadaki cinsiyetçi algı tartışılacaktır. Haberlerde cinsiyetçi söylem kullanılmasının ana nedenlerinden biri verilen başlıkla halkın ilgisini habere çekmektir. “Failin cinsiyeti, çoğu zaman habere özel ve sıra dışı bir anlam katar. Bu haberler suç içeren eylemler, başarı hikâyeleri veya kaza haberleri olabilir”[19]. Akınerdem’in vermiş olduğu haber örneğine bakacak olursak “kadınlar araba süremez” cinsiyetçi söyleminin haberler tarafından da desteklenip yayıldığı görülmektedir. Akınerdem[20], Adana Kent Gazetesi’nin 2015 yılında verdiği bir haberi alıntılamış ve haber başlığı “Kadın sürücü aracıyla sulama kanalına uçtu” şeklinde yazılmıştır. Burada sürücünün cinsiyetinin belirtilmesi durum ve haber ile ilgili herhangi bir ehemmiyet taşımamaktadır. Bu, sadece okuyucudan bir tepki alabilmek, toplum tarafından yaratılmış genel yargıyı destekleyerek ilgi çekebilmek adına alınmış bir karardır. Günlük hayatta cinsiyetçi söylemin yer aldığı haberlere sıkça rastlamaktayız. Örnek olarak; Hürriyet Gazetesi; “4 kişilik kadın hırsızlık çetesi yakalandı” (Aksoyer, 2020)[21], Sabah Gazetesi; “İstanbul’un kadın hırsız çetesi yakalandı: 15 günde 14 eve girdiler” (Kavak, 2019), Superhaber (internet gazetesi); “Kadın sürücü şarkı söylerken kaza yaptı!” (2017). Okuyucunun ilgisini ve tepkisini çekebilmek yani aslında haber değerini artırmak amacıyla haber başlıklarında cinsiyet vurgusu yapılmıştır. Superhaber’de verilen videolu içerikte açıklama kısaca “Kadın sürücü şarkı söyledi ve olanlar oldu.” şeklinde verilmiştir. “Sürücü şarkı söylerken kaza yaptı!” başlığı da haber amacını karşılayabilecekken cinsiyetçi vurgu ile topluma kazınmış olan kadınlar araba kullanamaz basmakalıbının bir ürünü olarak bu başlığı atmayı tercih etmişlerdir. Milliyet Gazetesi; “Ellerinde oje yerine motor yağı var” (2014) toplum tarafından erkeklere atfedilmiş olan tamirat işinde çalışan bir kadının anlatıldığı haberde kadınlara cinsiyetleri kaynaklı yüklenen rolü ve kadın işi/erkek işi ayrımını açıkça görmekteyiz. Sabah Gazetesi;“Boşanmak isteyen eşe üç kurşun sıktı” [22], “Erkeklerle geziyor diye kızını boğdu” [23] ve Sabah Gazetesi; “Sevgilisi var diye kızını öldürdü” (2020) haberleri bahsettiğimiz meşrulaştırmaya birer örnektir. Erkeklerle geziyor diye kızını boğdu haberinin ardından bu habere güncelleme yaparak bu sefer “Kızını, ‘Elalem ne der’ diye boğmuş” [24] başlığı ile yeni haber verilmiştir. Hürriyet Gazetesi; “Kumayı kabul etmeyen 11 çocuğunun annesi ile kızını öldürdü” [25], “Terk eden eşini öldürüp, intihar girişiminde bulundu” [26] haberleri de yine bu meşrulaştırma kategorisindedir. Diğer bir gruplandırma şekli ise şudur: “… “cani koca”, “canavar koca”, “dayakçı koca” vb. tanımlamalar, erkeğin kişisel ya da psikolojik olarak şiddete yatkınlığından ya da rahatsızlıklarından dolayı şiddet uyguladığı anlamını yaratmaktadır” [27]. Erol’un bahsettiği bu sınıflandırmaya örnek olarak; Habertürk Gazetesi; “Gözü dönmüş koca dehşet saçtı! Karısı, 40 günlük bebeği ve üvey kızını bıçakladı” (2020) haberiyle kocanın duygusal olarak cinnet halinde olduğu izlenimi vererek uyguladığı şiddete, psikolojik açıdan bir bahane sunmaktadır. Hürriyet Gazetesi; “Canavar koca bu kez mahkemede bayılttı” (2019) ve Takvim Gazetesi; “Dayakçı sevgili!” (2013) haberleri de bu kapsama girmektedir. Ayrıca haberde şiddete uğrayan kadının yüzü dahi sansürlenmemiş olup yerde kanlar içinde yatan kadının fotoğrafının açık bir şekilde verildiği görülmektedir. Değinilmesi gereken haber türlerinden bir diğeri ise kadınların özellikle töre cinayetlerinde kurban veyahut mağdur olarak gösterilmesidir. Yenialanya Gazetesi; “Töre cinayetine kurban giden kadının babası, sözleriyle kan dondurdu” (2019), Habertürk; “Cinayete kurban giden kadın son yolculuğuna uğurlandı” (2020), Cumhuriyet; “Tecavüz ve cinayet kurbanı Şule Çet için adalet çağrısı: #ŞuleÇetİçinAdalet” (2018) ve Sabah; “Töre cinayetine kurban giden Mürvet’in katilleri 8 yıldır aranıyor” (2019) bu tür haberlere örnek olarak gösterilebilir. Yakın geçmişte medyada geniş yankı uyandıran ve toplumun tepkisini çeken Özgecan Aslan ve Münevver Karabulut cinayetleri de bazı medya kanallarında cinsiyetçi başlıklar ile sunulmuşlardır. Özgecan Aslan cinayeti ile ilgili; BirGün: “Özgecan Aslan katledilişinin 5’inci yılında unutulmadı” (2020), ve T24: “Vahşice öldürülen Özgecan cinayetinin ayrıntıları ortaya çıktı; tecavüze direnince defalarca bıçakladı” (2015) başlıkları ile haber yapılmıştır. Katledilmek, vahşice öldürülmek gibi terimler kadını kurban gibi gösterirken tecavüze direnince bıçaklandı ise hem cinsel bir hikaye sunduğu için hem de bıçaklanma eylemini meşrulaştırdığı için yanlıştır. Münevver Karabulut cinayeti ile ilgili ise Milliyet: “Liseli Münevver saat 15.00’te kimle buluştu?” (2009) başlığı ile haber yapmıştır. Yukarıda verilen haber başlıklarıyla desteklendiği üzere Türkiye’de medyanın eril dili erkeğin eylemlerini bir nedene dayandırarak kadını, eylemin gerçekleştirilme sebebi olarak sunmaktadır. Oysa, medyanın toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına ve kadınlara yönelik şiddet dâhil tüm ayrımcılıkların önlenmesine yönelik etik ve sosyal sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır. Bu kapsamda, medyanın eril dili nasıl ürettiği kadar, nasıl dönüştürmesi gerektiğine ilişkin çalışma ve politikalar da geliştirilmelidir[28].
IV.TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ MÜMKÜN MÜ?
Türkiye’nin -kültürel ve sosyo-ekonomik durumu göz önüne alınarak- cinsiyet eşitsizliği olgusunun altında yatan ana nedenlere değinilecek ve “Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği mümkün mü?” sorusuna yanıt aranacaktır. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının tarihçesine değinilirken toplumsal cinsiyet algısının insanların oluşturduğu ilk gruplaşmalara kadar dayandığını ve o zamanlardan bu yana kadar kendisini inşa ettiğinden bahsedilmiştir. Prefeodal ve feodal döneme denk gelen bu çağlara hakim olan ataerkil sistem günümüzde resmi varlığını kaybetmiş olsa dahi sosyo-kültürel ve ekonomik anlamda varlığını sürdürmektedir. Özellikle Türkiye’nin Güney ve Güney-Doğu bölgelerinde varlığını sürdüren bu yapı, sosyo-kültürel anlamda kendisini töre olgusu ile göstermektedir[29]. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temelinde yatan doğudaki aşiret ve töre yapısı Türkiye’nin cinsiyet eşitliği yolundaki en önemli sorunudur. Töre, “Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, adet” (Türk Dil Kurumu Sözlükleri) olarak tanımlanmaktadır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaygın olan töre anlayışı, evlilik konusunda birçok farklı uygulamayı barındırmaktadır. Bu uygulamalardan biri olan başlık parası bölgede hala yaygın olarak görülmektedir[30]. Bir yaygın uygulama kızların erken yaşta evlendirilmesidir. Bu konuda “Erken yaşta evlilik bölgede yaygın ve kız, yasal olarak en erken evlenme yaşı olan 15 yaşına girmeden önce dini nikah kıyılması, ailelerin medeni kanuna uymama konusunda sıklıkla kullandıkları bir strateji” demiştir. Adeta rehine sistemi olarak adlandırabileceğimiz bir uygulama olan “Berdel”, “…bir kadının babasının ya da erkek kardeşinin karısının ailesine bir karşılık olarak sunulduğu…” bir uygulamadır. “Bu evlilikler, “eşdeğerde” gelinlerin karşılıklı değişimine dayanır; bunun anlamı, evliliklerden biri başarısız olursa, diğerinin de bozulması gerektiğidir”. Son olarak geçmişten beri uygulaması devam eden beşik kertmesi uygulamasının ise giderek bölgede etkinliğini yitirdiği görülmektedir. Doğu’da karşımıza çıkan bu ekonomik ve sosyokültürel sorunların yanı sıra ülkemizde görülen diğer bir problem ise toplumun tüm katmanlarına yayılmış olan namus algısı ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan namus sebepli şiddet ve namus cinayetleridir. Namus cinayetleri adına yapılan kanuni düzenlemeler ne yazık ki yeterli düzeyde uygulanmamaktadır.
Namus cinayetlerinin önüne geçilmesi adına alınan önlemlerden Hamzaoğlu ve Konuralp (2019) “Türkiye, bir yandan zina hâllerinde namus cinayetine indirim öngören eski TCK’nın 462. maddesini kaldırırken, diğer taraftan töre cinayetini kasten adam öldürme suçları arasına almış ve tahrik indirimi dışına çıkarmıştır.” şeklinde bahsetmiştir. Bu da problemlerin kanuni yaptırım veya caydırıcılıkla çözümlenip çözümlenemeyeceği sorusunu akla getirmektedir. “Mevcut prekapitalist ilişkiler içinde toprak sahipliğine dayanan kırsal kültür ile yarı kapitalist şehirleşmiş üretim tarzı sürdükçe… hukuk, namus sebepli cinayetleri frenlemeyi başaramayacaktır” Namus Sebepli Şiddetin Tarihsel Kökleri isimli çalışmasında “Örneğin Pakistan, Hindistan, Bangladeş gibi ülkelerde namus sebepli cinayetlere karşı hukuksal yaptırımlar çok artırılmıştır ama cinayetler mutfaklarda çıkarılan yangınlar yoluyla öldürme ya da kaza süsü verilmek suretiyle süregelmektedir.” diyerek hukukun tek başına namus cinayetlerine çare olmadığını gözler önüne sermektedir. Görüldüğü üzere cinsiyet eşitsizliği toplumun neredeyse her kesimi ve alanında görülebilecek bir durumdur. Bu yüzdendir ki cinsiyet eşitliği herhangi bir alana özel olarak odaklanılması ile ulaşılabilecek bir durum değildir. Eşitsizlik hangi alanda olursa olsun kendisini oluşturan temeller cinsiyetlere atfedilen toplumsal değerlerdir. “Kadın ve erkek olmaya atfedilen “hak, sorumluluk ve yapabilirlikler” anlamındaki her şey, kısaca toplumsal cinsiyet, toplumsal yaşamın olası kazanım, başarı, gücü vb. her türlü pozitif gelişimini de kısıtlar” [31]. Altun’un da pozitif gelişim önündeki engel olarak nitelediği toplumsal cinsiyet kalıplarının, özünde feodal/prefeodal toplum anlayışının izlerini taşıdığı unutulmamalıdır. Türkiye’nin eşitlik yolundaki asıl engeli işte bu ataerkil yapıdır. Tüm bunlar göz önüne alındığında karşılaşılan tablo ile görülmektedir ki Türkiye’nin cinsiyet eşitliğine giden yolu uzun ve çetrefillidir. Son olarak ise Türkiye’nin de cinsiyet eşitliği konusunda yol kat edebilmesi için bu konuda gelişmiş ülkelerde gözlemlenen iki şey önerilmektedir. İlk olarak yapılması gereken toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılmasıdır. Altun (2016) ana akımlaştırmayı: “Toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması, ana akım politikaların her aşamasında toplumsal cinsiyete duyarlı izleme, ölçme ve değerlendirme yapılmasını gerektirir. Toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması, fırsat eşitliği ve pozitif eylem gibi bir toplumsal cinsiyet eşitliği politikasıdır” şeklinde tanımlarken, Atabey ve Çelik (2013)[32] toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması süreçlerini: “TCAA sürecinin iki temel yönü vardır: (1) politika geliştirme ve uygulama, (2) içerici müzakere ve kadınların ve/veya kadın örgütlerinin sürece dahil olması. Birinci yön, bürokrasi ve politika mekanizmaları üzerinden işlerken; ikinci yön ise, demokratik katılım ile ilgilidir.” şeklinde açıklamıştır. Diğer çalışma ise toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe oluşturulmasıdır. Atabey ve Çelik (2013)“…TCDB bir sistem değil bir yaklaşımdır” demekte ve toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeyi “…bütçenin hesap verilebilirlik, açıklık, şeffaflık, genellik ve eşitlik ilkelerinin içine toplumsal cinsiyet eşitliğinin dahil edilerek kurgulandığı ve uygulandığı bir bütçelemenin sonucunda TCDB yaklaşımına ulaşılır.”olarak tanımlamaktadırlar. Fakat unutulmamalıdır ki gelişmiş ülkelerin izlemiş olduğu bu politikaların Türkiye’de işleyebilmesi için öncelikle Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısının uygun hale getirilmesi gereklidir.
- CAM TAVAN SENDROMU
“Bir Şeyin imkânsız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkânsız olduğunu size ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyi yapabileceğinize inandığınızda, gerçekten inandığınızda, aklınız yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardım etmek için çalışmaya başlar” Dr. David J. Schwartz
Burada, toplumsal cinsiyet konusundaki toplum algısının oluşma evresini en iyi açıklayan teori Cam tavan Sendromu teorisidir. Bu teori öğrenilmiş çaresizlik algısına dayanmaktadır. Bunun doktrinde açıklandığı en güzel örnek pire deneyidir. Bu olayda;
“Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler. Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışırlar ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama vururlar. Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenirler.
Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkânları vardır ama buna hiç cesaret edemezler. Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı ‘hayat dersi’ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânları vardır ama kaçamazlar. Çünkü engel artık zihinlerindedir. Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel (burada 30cm’den fazla zıplanamaz inancı) varlığını sürdürmektedir.”
Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini göstermektedir. Bu pirelerin yaşadıklarına ‘cam tavan sendromu’ denir.
Ataleti oluşturan inanç ve düşünceler şunlardır:
* Değişmezlik inancı: Böyle gelmiş böyle gider
* Etkisizlik inancı: Bu işe yaramaz ki
* Gereksizlik inancı: Yapsam ne değişecek ki
* Yararsızlık inancı: Bunu yapmanın hiçbir faydası olmaz
* Erteleme inancı: Bunu daha sonra yaparım
* Kontrolsüzlük inancı: Bunu yapmak benim elimde değil ki
* Yetersizlik inancı: Ben kim oluyorum bu işi yapamam ki
* Mükemmeliyetçilik inancı: En iyisini yapabilecek seviyeye gelinceye kadar hiçbir şey yapmamalıyım
* Başarısızlık beklentisi: Ben bu işi yüzüme gözüme bulaştırırım.
Yaşamımızda çıkardığımız öğrenilmiş başarısızlık dersleri üç şeyi unutmamıza neden olur.
* Daha büyük hayatı hayal edebilmeyi,
* Bir daha deneme cesaretini,
* Daha fazlasını başarabilme özgüvenini.
Kişinin kendine koyduğu sınırın üzerine çıkamaması durumu; Uzunca süre aynı şekilde çalışmış, sınırlarını zorlamamış kişiler kendi koydukları sınırlar kadar çıkabiliyorlar. Bu sendrom kişide yetersizlik duygusu uyandırıyor. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır. Cam tavanınız hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir. İnsan inandığına denktir. Toplumdaki bu şartlanma veya adına Cam tavan sendromu dediğimiz öğrenilmiş çaresizlik davranışı sonunda toplumda cinsiyete bakış açısı yönünden toplumsal algı oluşmuş olur.
Bu sebeple toplumdaki bu algı temel bakış açıları ve toplumsal değer yargıları değişmeden asla düzeltilemez.
- SONUÇ
Ülkemizde cinsiyet ile toplumsal cinsiyet kavramları arasındaki farkın bilinmemesi, cinsiyet eşitliği önündeki engellerin başında gelmektedir. Cinsiyet, insanların kromozomları aracılığıyla cinsiyetlerinin belirlendiği biyolojik bir olay iken toplumsal cinsiyet ise kişilerin cinsiyetleri üzerinden kendilerine biçilen roller ile ilgilidir. Toplumsal cinsiyetin dayanağı biyoloji veya başka bir bilimsel alan değil kültürlerin oluşturduğu dogmatik kurallardır. Tarihsel açıdan değerlendirildiğinde insanların bu iki kavramın ayrımını idrakı ve cinsiyet eşitliği arayışı henüz yeni ortaya çıkmış bir çabadır. Tarih öncesi çağlardan itibaren cinsiyetlere ayrımcı kalıpların empoze edilmesiyle kadın ve erkek cinsiyetlerinin toplumdaki statüsü belirlenmiş ve bir hiyerarşi oluşturulmuştur. Özellikle yerleşik hayata geçilmesi süreci ile kadınlar bir alt statüde görülmüş ve ikinci planda kalan kadınların kendilerine yüklenen bu cinsiyetçi kalıplara başkaldırmaları ancak 19. yüzyılın sonlarında Wollstonecraft’ın “Kadın Haklarının Savunusu” kitabı ile başlayabilmiştir. 1. Feminist dalgaya esin kaynağı olan bu başkaldırı oy kullanma hakkı, eğitimde fırsat eşitliği gibi temel insan haklarının kadınlara da tanınmasını amaçlamıştır. Wollstonecraft’ı takip eden birçok feminist yazar ve eylemcinin sayesinde 1. Feminist dalga amaçlarında başarıya ulaşmakla kalmamış, kendisi ardından gelecek 2. ve 3. dalga feministlere de ilham kaynağı olmuştur. Yirminci yüzyılın başlarında uluslararası alanda kadın hakları adına çalışmalar yapılmaya başlanmış ve ülkeler kadın haklarının tanınması adına uluslararası antlaşmalar imzalamışlardır. Bu antlaşmalar arasında en bilinenleri 1985 yılında imzalanan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve 2011 yılında imzalanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi)’dir. Günümüzde birçok ülke kadın haklarının iyileştirilmesi adına hem ulusal hem de uluslararası alanda çalışmalar sürdürmektedir. Günlük yaşantımızda sıkça kullandığımız ve toplumumuza kök salmış olan söylemler gücünü geçmişten alan kültürel yapının birer parçasıdır. Cinsiyetçi yapısının farkında olmadan kullanılan deyim ve bunları sıradanlaştırmakta ve kişiler üzerinde cinsiyetlerinden ötürü toplumsal baskı yaratmaktadır. Öyle ki toplumsal baskıdan alınan güç ile “hamile kadın gülemez”[33] şeklinde en doğal şeylerin dahi eleştirilebildiği bir ortam yaratılmaktadır.
Toplumsal baskının oluşturulmasındaki diğer bir etmen söylemin bir parçası olan medyadır. Medya, haberler aracılığı ile cinsiyet kalıplarının kitleleri doğrudan etkilemesine olanak tanımaktadır. Haberlerde kullanılan eril dil genellikle haber değerini artırmak amacıyla kullanılsa da zaman içerisinde toplum tarafından cinsiyetçi kalıpların kanıksanması sonucunu doğurmaktadır. Medya sektörünün erkek egemen seyretmesi bunun bariz sonucudur.
Türkiye özelinde bakıldığında cinsiyet eşitliği yolunda pek çok mevzuatın yürürlüğe konulduğu aşikardır. Yapılan karşılaştırma sonucunda çalışmanın sorusunu oluşturan; Türkiye’de cinsiyet eşitliğine ilişkin çeşitli kanun ve uygulamaların varlığına karşın pratikte (uygulamada) yeterli etkiyi sağlayamaması dolayısıyla da cinsiyet eşitliği adına istenilen yolun kat edilememesi sorunsalının yanıtı olarak karşımıza Türkiye’nin sosyo-kültürel & sosyo-ekonomik yapısının hedeflenen değişime hazır olmadığı gerçeği çıkmaktadır. Ataerkillik, prefeodal/feodal toplumlarda erkek egemenliğini öngören bir sistemdir. Türkiye’de de hakim olan bu anlayış kendisini kültürel ve sosyo-ekonomik anlamda çeşitli kavram ve yapılar şeklinde ortaya koymaktadır. Türk toplumsal yapısının tüm katmanlarına nüfuz etmiş olan namus kavramı kültürel cinsiyetçi bir kavramdır. Bu kavram, ülkemizde kadınların bekareti ile ilişkilendirilmiş olsa da namusun koruyuculuğunu yapma görevi erkeklere verilmiştir. Ataerkil sistemde namusun asıl sahibi kadınlar değil, erkekler olmaktadır. Namusun gerçek sahibi olduğu düşünülen erkekler aynı zamanda onu korumak için namus sebepli şiddete veya cinayetlere başvurmaktadırlar. 2011 yılında İstanbul’da kadına karşı şiddetin engellenmesi amacıyla imzalanmış olan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) günümüzde gerektiği şekilde uygulanmaması sebebiyle eleştirilmektedir.
Hukuki yaptırım ve önlemlerin namus cinayetlerini engellemek adına yeterli olmaması bu cinayetlerin önleme mekanizmaları ile çözülemeyeceği gerçeğini gözler önüne sermektedir. Feodal ve prefeodal toplumun kültürel bir yansıması olan ve her ne kadar tarım toplumunun etkisi azaldığı için doğurduğu sosyo-ekonomik sonuçlarda azalma görülse de kültürel olarak varlığını devam ettiren bir diğer yapı da özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yer alan aşiret sistemidir. Aşiret sistemi içinde bir arada yaşayan insanlar törenin koyduğu davranış kuralları ile hayatlarını idame ettirirler.
Namus sebepli şiddet, namus cinayetleri, aşiret sistemi, töre kodları… Ataerkil düşünce yapısına sahip feodal ve yarı feodal toplum yapısından beslenen bu kavramlar, hem cinsiyetçi söylem ve ayrımcılığın ana nedeni hem de bunun birer tezahürüdürler. Bu kültürel yapılar, bir yandan cinsiyetçi söylemi oluşturmakta, diğer yandan da var olan cinsiyetçi söylemler bu yapıları besleyerek güçlendirmektedirler. Türkiye’nin önünde cinsiyet eşitliğine ulaşabilmesi için kat etmesi gereken uzun ve çetrefilli bir yol vardır.
Eşitlik yönündeki çabaların etkisi, toplumsal cinsiyet konularının diğer siyasal, ekonomik ve kültürel hedeflerden ayrı bir alan olarak ele alınması durumunda, son derece sınırlı kalmaktadır. Oysa bütün bu hedefler ve farklı sektörler ile toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması hedefi arasındaki bağlantıların kurulabilmesi, hem eşitliğin sağlanmasında hem de demokratikleşme ve kalkınma hedefleri açısından ciddi bir ilerleme sağlanabileceği görülmektedir[34]. Toplumsal cinsiyet eşitliğini ana politika, plan ve programlara yerleştirme amacını bir strateji olarak Birleşmiş Milletler (1997; aktaran, Çakır, 2005, s.48)[35] şöyle tanımlamaktadır: “Yasa, politika ve programları da kapsamak üzere, planlanan herhangi bir hareketin kadınlar ve erkekler açısından doğuracağı sonuçları belirleme sürecidir. Kadın ve erkeklerin kaygı ve deneyimlerini, politik, ekonomik ve sosyal alanlardaki politika ve programların tasarlanması, uygulanması, izlenmesi ve değerlendirilmesinin bütüncül bir boyutu haline getirerek, kadın ve erkeklerin eşit fayda sağlamasını ve eşitsizliğin ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir stratejidir.” Dünya Kalkınma Raporu’na (2012) göre, toplumsal cinsiyet eşitliği aynı zamanda bir kalkınma aracı olarak da önemlidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği ekonomide akılcılıktır ve üç yolla ekonomik etkinliği arttırabilir ve diğer kalkınma çıktılarını iyileştirebilir. Birincisi, kadınların eğitime, ekonomik fırsatlara ve üretken girdilere erkeklerle aynı düzeyde erişebilmesini önleyen engelleri kaldırmak birçok verimlilik kazanımları sunabilir ki bu kazanımlar giderek daha rekabetçi, daha küresel hâle gelen bir dünyada çok daha önemlidir. İkincisi, kadınların mutlak ve göreli statülerinin iyileştirilmesi, çocuklara yönelik olanlar da dâhil olmak üzere birçok diğer kalkınma çıktısını besler. Üçüncüsü, kadınlar ve erkeklerin sosyal ve siyasi açıdan aktif hâle gelmek, kararlar almak ve politikaları şekillendirmek için eşit şansa sahip oldukları bir alan yaratmak; zaman içinde temsil gücü daha yüksek, daha içerikli kurumların ve politika tercihlerinin önünü açarak daha iyi bir kalkınma yolu sunacaktır. Sonuç olarak kadının toplumsal anlamda rol ve statüsü olarak doğru yerde olmasının, ülkenin gelişimi açısından son derece önemli olduğu, bunun yolunun da bilinçli ve nitelikli bir eğitim süreciyle gerçekleşebileceği söylenebilir.
KAYNAKLAR
1-Kevser Özaydınlık, Toplumsal Cinsiyet Temelinde Türkiye’de Kadın Ve Eğitim, Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi,Yıl: 14 Sayı: 33 Temmuz- Aralık 2014, s.94
2-Eyüboğlu, A./ Özar, Ş./Tufan Tanrıöver, H., 2004, Kentlerde Kadınların İş Yaşamına Katılım Sorunlarının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Boyutları, KSSGM, Ankara.Freire, P., 1991, Ezilenlerin Pedagojisi , çev Özbek, E./Hattatoğlu, D.,AyrıntıYayınları, İstanbul,
3-Eckert, P., & McConnell-Ginet, S. (2003). Language and gender. https://ebookcentral.proquest.com
4-Holmes, M. (2007). What is gender?: sociological approaches.https://books.google.com.tr/book
5-Baydur, Hakan /Uçan Gülten (2016). Türkiye’de Toplumsal Cinsiyetin Değerlendirilmesi. (ss. 139-159).Ankara, Nika yayınevi, s.140
6-Kolay, H. (2015, Nisan). Kadın Hareketinin Süreçleri, Talepler Ve Kazanımları. Emo Kadın Bülteni, (3),5- 11.https://www.emo.org.tr/ekler/1bb5fa7cf6b 4360_ek.pdf?dergi=990,s.5
7-Kılıçaslan, S. C., & Işık, T. (2016). Toplumsal cinsiyet ve efsaneden gerçeğe Türkiye’de kadın. Ankara,Nobel Yayıncılık.
8-Elçi, E. (2011, aralık). Türkiye’de “kadın olmak” Söylemi: Kadınlarla Yapılmış Bir Söylem Çalışması.Psikoloji Çalışmaları Dergisi, 31(0), 1- 28.https://dergipark.org.tr tr/pub/iupcd/issue/ 9435/118057
9-Özkaplan, N. (2013, temmuz). Kadın Akademisyenler: Cam Tavanlar Hala Çok Kalın! KadınAraştırmaları Dergisi, 0(12), 1- 23.https://dergipark.org.tr/tr/pub/iukad/issue/ 739/7979,
10-Fildiş, A. T. (2013, nisan). Müslüman Ve Gayrimüslim Toplumlarda Namus Sebepli Şiddetin Tarihsel Kökleri. Toplumsal Tarih Dergisi,
11-Hamzaoğlu, M., & Konuralp, E. (2019). Geleneksel toplumlarda namus olgusu ve namus cinayeti.İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları Dergisi,1(18),51- 65.https://dergipark.org.tr/tr/pub/iukad/issue/ 45277/567265,s.53
12-Cindoğlu, D. (2018). Modern Türk Tıbbında Bekaret Testleri ve Suni Bekaret. T. Güney (Ed.), Müslüman toplumlarda kadın ve cinsellik (ss. 115-133). İstanbul: İletişim Yayınları,s.115
13-Aydeniz, H. (2012). Medyayı tanımak.Erişim adresi (22 Mart 2020): http://www.aep.gov.tr/wpcontent/uploads/2012/10/04_01_medyayitanimak.pdf, s.21
14-Akınerdem, F. (2016). Türkiye medyasında kadınların temsili. Erişim adresi (15 Mart 2020):https://hrantdink.org/attachments/article/457/Turkiye-Medyasinda-Kadinlarin Temsili.pdf,s.10
15-Aksoyer, A. (2020). 4 kişilik kadın hırsızlık çetesi yakalandı. Erişim adresi (10 Mart 2020):
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/4- kisilik-kadin-hirsizlik-cetesi-yakalandi 41454980
16-Baksi, U. (2011). Boşanmak isteyen eşe üç kurşun sıktı. Erişim adresi (11 Mart 2020):https://www.sabah.com.tr/yasam/2011/10/18/ bosanmak-isteyen-ese-uc-kursun-sikti
17-Arslan, S. (2011). Erkeklerle geziyor diye kızını boğdu. Erişim adresi (11 Mart 2020):https://www.sabah.com.tr/yasam/2011/10/12/ erkeklerle-geziyor-diye-kizini-bogdu
18-İpek, T., & Kumru, Z. (2019). Kumayı kabul etmeyen 11 çocuğunun annesi ile kızını öldürdü. Erişim adresi (11 Mart 2020): https://www.hurriyet.com.tr/gundem/kumayi kabul-etmeyen-11-cocugunun-annesi-ile kizini-oldurdu-41345372
19-Çalışkan, O. (2019). Terk eden eşini öldürüp, intihar girişiminde bulundu. Erişim adresi (11 Mart 2020):https://www.hurriyet.com.tr/gundem/esini oldurup-intihar-girisiminde-bulundu 41396618
20-Erol, D. D. (2013). Toplumsal cinsiyet bağlamında Türkiye yazılı basınında şiddet haberleri ve haber fotoğrafı. Selçuk İletişim, 8(1), 192- 211. doi:10.18094/si.49053
21-Gül, S. S., & Altındal, Y. (2015). Medyada kadın cinayeti haberlerindeki cinsiyetçi izler: RadikalGazetesi. Akdeniz İletişim Dergisi, (24) 168-188.DOI: 10.31123/akil.437465
22-Uluç, V., & Karasu, M. A. (2015). Kente Yerleşmiş Aşiret Üyelerinin Kentlileşme Eğilimleri Üzerine Bir Çalışma: Şanlıurfa Örneği. Yönetim Bilimleri Dergisi , 201-232. Yenialanya. (2019). Töre cinayetine kurban giden kadının babası, sözleriyle kan dondurdu. Erişim adresi (13 Mart 2020): https://www.yenialanya.com/yasam/tore cinayetine-kurban-giden-kadinin-babasi sozleriyle-kan-dondurdu-h380553.html
23-İlkkaracan, P. (2018). Türkiye’nin Doğu Bölgelerinde Kadın Cinselliği Bağlamının İncelenmesi. T.Güney (Ed.), Müslüman toplumlarda kadın ve cinsellik (ss. 133-151). İstanbul: İletişim Yayınları.
24-Altun, D. (2016). Toplumsal Cinsiyetin Ana Akımlaştırılması Politikası: Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme. D.B. Çiftçi (Ed.), Sosyal politikanın cinsiyet halleri – toplumsal cinsiyet ve sosyal hizmet (ss. 185- 213). Ankara: Nika Yayınları.
25-Çelik, Ö., & Atabey, S. E. (2013). Toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması ve toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 151- 166.https: //kutuphane. dogus.edu.tr/mvt/pdf.p hp
26-Özgenç, M. (2013). TRT ekranlarında şoke eden sözler. Erişim adresi (16 Şubat 2020): Hürriyet:https://www.hurriyet.com.tr/gundem/trt ekranlarinda-soke-eden-sozler-24389288
27-Üstün, İ. (2011). Toplumsal cinsiyet eşitliği: Hesaba katabiliyor muyuz? Ankara: Uzerler Matbaacılık
28-Çakır, S. (2005). Eşitsizliğin parlamentodaki tezahürü: Türkiye’de parlamentoda kadın. Eğitim Bilim Toplum, 10 (3), ss. 40-49.
[1] Kevser Özaydınlık, Toplumsal Cinsiyet Temelinde Türkiye’de Kadın Ve Eğitim, Sosyal Politika
Çalışmaları Dergisi,Yıl: 14 Sayı: 33 Temmuz- Aralık 2014, s.94
[2] Eyüboğlu, A./ Özar, Ş./Tufan Tanrıöver, H., 2004, Kentlerde Kadınların İş Yaşamına Katılım
Sorunlarının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Boyutları, KSSGM, Ankara.Freire, P., 1991, Ezilenlerin Pedagojisi , çev Özbek, E./Hattatoğlu, D.,AyrıntıYayınları, İstanbul, s.4
[3] Eckert, P., & McConnell-Ginet, S. (2003). Language and gender. https://ebookcentral.proquest.com
[4] Holmes, M. (2007). What is gender?: sociological approaches.https://books.google.com.tr/book
[5] Baydur, Hakan /Uçan Gülten (2016). Türkiye’de Toplumsal Cinsiyetin Değerlendirilmesi. (ss. 139-159).
Ankara, Nika yayınevi, s.140
[6] Baydur, Hakan /Uçan Gülten (2016). Türkiye’de Toplumsal Cinsiyetin Değerlendirilmesi, s.142
[7] Kolay, H. (2015, Nisan). Kadın Hareketinin Süreçleri, Talepler Ve Kazanımları. Emo Kadın Bülteni, (3),
5- 11.https://www.emo.org.tr/ekler/1bb5fa7cf6b 4360_ek.pdf?dergi=990,s.5
[8] Kılıçaslan, S. C., & Işık, T. (2016). Toplumsal cinsiyet ve efsaneden gerçeğe Türkiye’de kadın. Ankara:
Nobel Yayıncılık.
[9] Elçi, E. (2011, aralık). Türkiye’de “kadın olmak” Söylemi: Kadınlarla Yapılmış Bir Söylem Çalışması.
Psikoloji Çalışmaları Dergisi, 31(0), 1- 28.https://dergipark.org.tr/tr/pub/iupcd/issue/ 9435/118057,s.2
[10] Özkaplan, N. (2013, temmuz). Kadın Akademisyenler: Cam Tavanlar Hala Çok Kalın! Kadın
Araştırmaları Dergisi, 0(12), 1- 23.https://dergipark.org.tr/tr/pub/iukad/issue/ 739/7979, s.2
[11] Fildiş, A. T. (2013, nisan). Müslüman Ve Gayrimüslim Toplumlarda Namus Sebepli Şiddetin Tarihsel
Kökleri. Toplumsal Tarih Dergisi, s. 53
[12] Hamzaoğlu, M., & Konuralp, E. (2019). Geleneksel toplumlarda namus olgusu ve namus cinayeti.
İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları Dergisi,1(18),51- 65.https://dergipark.org.tr/tr/pub/iukad/issue/
45277/567265,s.53
[13] Cindoğlu, D. (2018). Modern Türk Tıbbında Bekaret Testleri ve Suni Bekaret. T. Güney (Ed.), Müslüman
toplumlarda kadın ve cinsellik (ss. 115-133). İstanbul: İletişim Yayınları,s.115
[14] Cindoğlu, D. (2018). Modern Türk Tıbbında Bekaret Testleri ve Suni Bekaret. T. Güney (Ed.), Müslüman
toplumlarda kadın ve cinsellik (ss. 115-133). İstanbul: İletişim Yayınları,s.116
[15] Cindoğlu (2018), s.119
[16] Hamzaoğlu & Konuralp, 2018, s. 68
[17] Hamzaoğlu & Konuralp, 2018, s. 52
[18] Aydeniz, H. (2012). Medyayı tanımak.Erişim adresi (22 Mart 2020):
http://www.aep.gov.tr/wpcontent/uploads/2012/10/04_01_medyayitanimak.pdf, s.21
[19] Akınerdem, F. (2016). Türkiye medyasında kadınların temsili. Erişim adresi (15 Mart
2020):https://hrantdink.org/attachments/articl e/457/Turkiye-Medyasinda-KadinlarinTemsili.pdf,s.10
[20] Akınerdem, F. (2016). Türkiye medyasında kadınların temsili. Erişim adresi (15 Mart
2020):https://hrantdink.org/attachments/articl e/457/Turkiye-Medyasinda-KadinlarinTemsili.pdf
[21] Aksoyer, A. (2020). 4 kişilik kadın hırsızlık çetesi yakalandı. Erişim adresi (10 Mart 2020):
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/4- kisilik-kadin-hirsizlik-cetesi-yakalandi 41454980
[22] Baksi, U. (2011). Boşanmak isteyen eşe üç kurşun sıktı. Erişim adresi (11 Mart 2020):
https://www.sabah.com.tr/yasam/2011/10/18/ bosanmak-isteyen-ese-uc-kursun-sikti
[23] Arslan, S. (2011). Erkeklerle geziyor diye kızını boğdu. Erişim adresi (11 Mart 2020):
https://www.sabah.com.tr/yasam/2011/10/12/ erkeklerle-geziyor-diye-kizini-bogdu
[24] Arslan, S. (2011). Kızını, ‘elalem ne der sonra’ diye boğmuş. Erişim adresi (11 Mart 2020):
https://www.sabah.com.tr/yasam/2011/10/13/ kizini-elalem-ne-der-sonra-diye-bogmus
[25] İpek, T., & Kumru, Z. (2019). Kumayı kabul etmeyen 11 çocuğunun annesi ile kızını öldürdü. Erişim
adresi (11 Mart 2020): https://www.hurriyet.com.tr/gundem/kumayikabul-etmeyen-11-cocugunun-annesi-ilekizini-oldurdu-41345372
[26] Çalışkan, O. (2019). Terk eden eşini öldürüp, intihar girişiminde bulundu. Erişim adresi (11 Mart 2020):
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/esinioldurup-intihar-girisiminde-bulundu41396618
[27] Erol, D. D. (2013). Toplumsal cinsiyet bağlamında Türkiye yazılı basınında şiddet haberleri ve haber
fotoğrafı. Selçuk İletişim, 8(1), 192- 211. doi:10.18094/si.49053
[28] Gül, S. S., & Altındal, Y. (2015). Medyada kadın cinayeti haberlerindeki cinsiyetçi izler: Radikal
Gazetesi. Akdeniz İletişim Dergisi, (24) 168-188.DOI: 10.31123/akil.437465
[29] Uluç, V., & Karasu, M. A. (2015). Kente Yerleşmiş Aşiret Üyelerinin Kentlileşme Eğilimleri Üzerine Bir
Çalışma: Şanlıurfa Örneği. Yönetim Bilimleri Dergisi , 201-232. Yenialanya. (2019). Töre cinayetine kurban giden kadının babası, sözleriyle kan dondurdu. Erişim adresi (13 Mart 2020): https://www.yenialanya.com/yasam/torecinayetine-kurban-giden-kadinin-babasisozleriyle-kan-dondurdu-h380553.html
[30] İlkkaracan, P. (2018). Türkiye’nin Doğu Bölgelerinde Kadın Cinselliği Bağlamının İncelenmesi. T.
Güney (Ed.), Müslüman toplumlarda kadın ve cinsellik (ss. 133-151). İstanbul: İletişim Yayınları.
[31] Altun, D. (2016). Toplumsal Cinsiyetin Ana Akımlaştırılması Politikası: Toplumsal Cinsiyete Duyarlı
Bütçeleme. D.B. Çiftçi (Ed.), Sosyal politikanın cinsiyet halleri – toplumsal cinsiyet ve sosyal hizmet (ss. 185- 213). Ankara: Nika Yayınları.
[32] Çelik, Ö., & Atabey, S. E. (2013). Toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması ve toplumsal cinsiyete
duyarlı bütçeleme. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 151- 166.https: //kutuphane. dogus.edu.tr/mvt/pdf.p hp
[33] Özgenç, M. (2013). TRT ekranlarında şoke eden sözler. Erişim adresi (16 Şubat 2020): Hürriyet:
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/trt ekranlarinda-soke-eden-sozler-24389288
[34] Üstün, İ. (2011). Toplumsal cinsiyet eşitliği: Hesaba katabiliyor muyuz? Ankara: Uzerler Matbaacılık
[35] Çakır, S. (2005). Eşitsizliğin parlamentodaki tezahürü: Türkiye’de parlamentoda kadın. Eğitim Bilim
Toplum, 10 (3), ss. 40-49.




