Sebepsiz Zenginleşme Davasının Sözleşmeden Doğan Alacak Davası İl İlişkisi

  • Anasayfa
  • Genel
  • Sebepsiz Zenginleşme Davasının Sözleşmeden Doğan Alacak Davası İl İlişkisi
Şahin hukuk blog

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME DAVASININ SÖZLEŞMEDEN DOĞAN ALACAK DAVASI İLE İLİŞKİSİ

                                                                                                                      Av.Hüseyin Şahin

                                                                                                                            29/05/2022

I.GENEL OLARAK

Sözleşmeden doğan alacak hakları, özellikle sözleşmenin ifasına ilişkin talep ve hakları da sebepsiz zenginleşme talebini önler; böyle bir davanın açılmasına engel olur[1].TBK’nda iade alacaklısı hiçbir sıfatla zikredilmemekte; sadece, 78. Maddede “edimi… yerine getiren…” ve 82. Maddede “…hak sahibi…” olarak adlandırılmıştır.

6098 sayılı TBK’nda bu ifade değişikliğinin sebebi, “zarar” ve “zarar gören (mutazarrır)” terimlerinin ayrı bir borç kaynağı olan haksız fiillerde geçmesidir. Eski Kanunun hatalı çevirisi ile sebepsiz zenginleşme kurumunu “Haksız bir Fiil ile Mal İktisabından Doğan Borçlar” başlığı altında düzenlemesi çok eleştirilmişti. Yeni düzenlemede bu iki kurum arasındaki farkın vurgulanması bakımından, tanımlarında ortak terimler bulunmaması gerekli görüldü. Böylece, zarar ve zarar gören terimleri haksız fiil kurumunda temel kavramlar olduğundan, sebepsiz zenginleşmede iade alacaklısına bu terimler izafe edilmedi. Amaç bu olmakla birlikte, yeni terminolojinin bir tartışma yaratması ihtimali vardır. Bu tartışma, sebepsiz zenginleşmeden iade borcu doğmasının fakirleşme şartına bağlı olup olmadığı tartışmasıdır. Aslında tartışma Eski BK zamanında bile bazı yazarlar tarafından fakirleşme şartının aranmaması önerilmekle başlamıştı. Söz konusu tartışmanın kökeni Alman Hukuku’na dayanmaktadır. Alman Medeni Kanunu BGB’de özel borç ilişkileri çerçevesinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme (BGB §§ 812-822) fakirleşme şartına tabi tutulmamıştır. Buna göre, sebepsiz zenginleşme bunu sağlayan fakirleşmeden daha fazla olsa, hatta hiç fakirleşme olmadan sebepsiz bir zenginleşme gerçekleşse bile, zenginleşen bu zenginleşme tutarını sayesinde elde ettiği kişiye iade ile yükümlü olacaktır. Gerçi çoğu kez sebepsiz zenginleşme miktarı bunu karşılayan fakirleşme ile aynı olur. Bir kişinin geçersiz bir sebeple başkasına bin Lira ödemesi böyledir. Fakat nadir de olsa bazen bu miktarlar farklı olur. Zenginleşmenin fakirleşmeden az olduğu durumlarda tartışma yoktur. İade borcu zenginleşme tutarı ile sınırlıdır (Bunu aşan fakirleşme miktarı, şartları varsa, haksız fiil tazminatı olarak istenebilir). Zenginleşmenin fakirleşmeden fazla olduğu durumlarda ise, Alman Hukukunda iade alacaklısı fakirleşmesini aşsa da bu zenginleşmeyi isteyebilecektir. Örneğin, bin liralık boyası haksız olarak kullanılarak başkasının evi boyanan kişi; bu sayede evin değeri on bin lira artmışsa, bin liralık fakirleşmesine rağmen ev sahibinden on bin lira sebepsiz zenginleşmenin iadesini isteyebilecektir. Daha aşırı bir örnek olarak, trene bilet almadan binerek seyahat eden yolcudan, esasen onun oturduğu koltuk için bilet satamamış da olsa, tren işletmesi bilet parası kadar sebepsiz zenginleşme talep edebilecektir[2].

Borç, taraflar arasındaki sözleşmeye göre ifa edilmelidir. Bir borcu ifa amacıyla edimini yerine getiren kişi, daha sonra bu edimin kendisine hediye veya bağış amacıyla geçtiğini, yani kendisini hata sebebiyle borçlu sanarak ödeme yaptığını beyan ederek geri alım davası açamaz[3].

İsviçre -Türk Hukuklarında ise, başkasının hukuk alanına tecavüz edenin elde ettiği şeyleri iade borcu, sebepsiz zenginleşme hükümlerine atıfta bulunulmaksızın, başlı başına bir borç kaynağı olarak düzenlendiğinden, sebepsiz zenginleşmede fakirleşme koşulu aranması bunların talep edilmesine engel oluşturmaz. İsviçre ve Türk Hukuklarında sebepsiz zenginleşmede iade için fakirleşme koşulu aranmamasının uygulamada yaratacağı tek fark, bilinçli olmaksızın (örneğin ayırt etme gücü olmadan) bir başkasının hukuk alanına girerek onu fakirleştirmesinden daha fazla zenginleşenin bu fazla kısmı da iade etme mecburiyetinde kalacak olmasıdır. Zira ancak sağlıklı bir irade ile ve bilerek başkasının hukuk alanına girenler -caiz olan veya olmayan-vekâletsiz İş gören sayılabilirler. Zenginleşenin bir başkasının hukuk alanına böyle sağlıklı bir iradeyle müdahale kastı bulunmaması hâlinde caiz olmayan vekaletsiz iş görme hükümlerine başvurulamayacağından; sebepsiz zenginleşmede fakirleşme şartı arandığında bu fakirleşmeyi aşan zenginleşmenin iadesi için yasal dayanak bulunamayacaktır. Ne var ki kanımızca bu sonuç bir sakınca yaratmayıp, tersine adalete daha uygun bir sonuçtur. Örneğin bu sayede, başkasının boyası ile evini boyayan akıl hastası sadece boyanın değerini iade etmek zorunda kalacak; kaçak bindiği trenle bir başka şehre giden fakat yaptığının anlamını bilemeyecek kadar küçük olan çocuk hiçbir şey ödemek zorunda kalmayacaktır. (Nitekim Alman Hukukunda benzeri durumlardaki kişiler “gerçekte bu kişiler bakımından zenginleşmenin anlam taşımadığı” gibi zorlama açıklamalarla “zenginleşme unsurunun bulunmadığı” varsayılarak kurtarılmaya çalışılmaktadır). Görüldüğü üzere, sebepsiz zenginleşmede fakirleşme şartı aranmaması, tamamen Alman Hukuk sisteminin yapısına ve genel düzenlemesine uygun ve BGB sisteminin âdeta kaçınılmaz sonucu olup; caiz olmayan vekaletsiz iş görmeyi ayrı bir borç kaynağı olarak düzenleyen İsviçre ve Türk Hukuklarında yeri ve gereği olmayan bir görüştür. Bu görüşün geçerli olduğu BGB sistemini bütün olarak göz önüne almayıp (veya gözden kaçırıp), sadece bu görüşü İsviçre ve Türk Hukukuna taşımak isteyenler, kendi bütünlüğü içinde esasen Alman Hukuku’ndan daha iyi bir sistemin iç tutarlılığını bozmaktan başka bir sonuca varacak değillerdir. İşte bu bakımlardan, TBK m. 77-82 hükümlerindeki sebepsiz zenginleşme düzenlemesinde “zarar” ve “zarar gören” gibi terimlere yer yerilmemiş olması, iade borcunun doğumu ve kapsamı bakımından “fakirleşme şartının kaldırılması” olarak yorumlanmamalı; sadece haksız fiilden farklılığı vurgulamaktan ibaret bir değişiklik olarak kabul edilmelidir[4].

Borç olmayan şeyin ifasını (condictio indebiti) TBK m. 78 metnine bu maddenin karşılığı olan Eski BK m. 62’de bulunmayan bir üçüncü fıkra eklenmiştir. Bu fıkraya göre: “Borç olmadığı halde ödenmiş olan edimin geri istenmesinde ilişkin diğer kanun hükümleri saklıdır.” Bu fıkra İsviçre Borçlar Kanunu’nun 63. maddesinin 3. fıkrasından alınmıştır. Bu eklenen fıkranın pratikte Türk Hukuku bakımından işaret ettiği özel hüküm, 2004 Sayılı İİK. m. 72/7 düzenlemesi olacaktır. Buna göre: “Takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumî hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını isteyebilir.” Bu özel hüküm borç olmayan şeyin icra takibi altında ödenmesi üzerine iade talebini düzenlemektedir. Türk Borçlar Kanunu m. 78 (Eski BK m. 62) hükmü, borç olmayan şeyin ifasından sonra sebepsiz zenginleşme talebi ile iadesinin istenmesini, fakirleşenin yanılarak ifada bulunmuş olması şartına bağlanmaktadır. Bu hükmün 1. fıkrasına göre: “Borçlanmadığı edimi kendi isteği ile yerine getiren kimse, bunu ancak, kendisini borçlu sanarak yerine getirdiğini ispat ederse geri isteyebilir.” Görüldüğü üzere, TBK m. 78 uyarınca iade talep edebilmek için “kendini borçlu sanarak” (borcun varlığı ve/veya geçerliliği hususuna yanılarak) ifada bulunma şartı varken; İİK. m. 72/f. 7 uyarınca iade istemek için böyle bir yanılma şartı aranmamıştır. İcra İflas Hukukuna ilişkin bu iade talebinin kabulü için icra tehdidi altında ödeme yapmış olmak yeter. Ödeme emrinin tebliğinden itibaren takibe itiraz için tanınan 7 gün geçtikten sonra borçlu olmadığını bilmesine rağmen ödemede bulunan kişi, ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde “istirdat davası” açarak borçlu olmadığını ispat edip verdiğini geri alabilecektir. Sebepsiz zenginleşmeye ilişkin TBK m. 78 şartları (örneğin, yanılma şartı) gerçekleşmemiş olsa bile İİK. m. 72/f. 7’nin şartları gerçekleşmişse bu maddeye göre istirdat davası açılabilecektir. Eski BK m. 62 zamanında da bu husus kabul edilmekteydi. Fakat borç olmayan şey bir icra takibi sebebiyle ödenmiş olsa bile İİK. m.72/f. 2’ye göre istirdat davası açılamayacaksa (örneğin, bir yıllık süre geçirildiği için); Borçlar Kanunu’na göre şartları gerçekleşmiş ve zamanaşımı süresi dolmamış olan sebepsiz zenginleşmeye dayanan iade talebi de önlenecek midir? Tartışmalı olan bu noktada, İİK. m. 72/f. 7 hükmünün borçlu olmadığı şeyi ödeyene sadece kolaylık sağlamak amacıyla getirildiği düşüncesi ile bu hükme göre dava açılamayacak olsa bile şartları mevcut olan sebepsiz zenginleşmeye dayanan iade davasının açılabileceği görüşünde kalan doktrin görüşleri var[5]. Bunların dayandıkları TBK m. 78/f. 3 ile getirilen yeni hüküm, bu hususlarda bir değişiklik yapacak değildir. Diğer deyişle, bu yeni fıkranın getirilmesine dayanılarak, artık icra takibi üzerine yapılan ödemelerde İİK. m. 72/f. 7 çerçevesinde istirdat davası açılamıyorsa (veya reddedilecek ise) kendine özgü şartları gerçekleşse bile aynı ödemenin iadesinin sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir taleple de istenemeyeceği şeklinde bir görüş savunulmamalıdır[6].

Sözleşmeden doğan bir alacak hakkının mevcut olduğu yerde, borçlu, zenginleşmiş olmadığı için sebepsiz zenginleşmeden de söz etmek mümkün değildir. Ayrıca sözleşmeler de aynen sebepsiz zenginleşme gibi, bir borç kaynağıdır. Bu sebeple sözleşme ile borçlanan, edimini ifa etmişse, sözleşme ile doğan borcunu ifa ettiği için, bu ödeme kastedilerek sebepsiz zenginleşme talebinde bulunamaz. Sözleşmenin iki tarafının da borçlu olması durumunda bir tarafın edimini ifa etmemiş olması durumunda da ödeme sebebiyle sebepsiz zenginleşmeden söz edilemez. Bu durumda da sözleşme gereği edimin ifası kaynaklı talepleri içeren dava açılması gerekir[7].

Sözleşmenin ifasıyla edimler objektif olarak birbirine eşit olmasa da, aldığı edim, ifa ettiği karşı edimden daha fazla olan taraf, diğer taraf aleyhine zenginleşmiş olmaz. Edimler arasındaki ilişki taraf iradelerine dayandığı ölçüde, edimler birbirine eşit olmasa bile, sebepsiz zenginleşmeden söz edilemez[8].

TBK m 125 hükmüne göre borçlunun temerrüdü nedeniyle alacaklının sözleşmeden dönmesi halinde taraflarca ifa edilen edimin hangi dava ile geri isteneceği tartışmalıdır. Bu konuda doktrinde başlıca dört görüş vardır. Bunlar; sebepsiz zenginleşme, ayni istihkak, kanundan doğan borç ve sözleşme görüşleridir.

Yakın zamana kadar bu konuda hakim olan görüş, klasik dönmeye dayanan sebepsiz zenginleşme görüşü idi. Bu görüşe göre dönme ile sözleşme, içerdiği alacak ve borçlarla birlikte kurulduğu ana yönelik olmak üzere geçmişe etkili olarak ortadan kalkar. Bu sebeple de ifa edilen edimin hukuki sebebi sonradan ortadan kalktığı için borçlunun malvarlığında meydana gelen artış, sebepsiz zenginleşmeden başka bir şey değildir. Buna karşılık bazı yazarlar ve yargı kararları, TBK m 125’e göre sözleşmeden dönülmesi halinde daha önce ifa edilen edimin geri verilmesini, sebepsiz zenginleşme değil, kaynağını ve sebebini TBK m 125’te bulan özel bir kanuni geri verme borcu olarak nitelendirmektedirler. Buna göre, dönme ile sözleşme ilişkisi, kanuni bir borç ilişkisine dönüşür. Ancak bu durumda, geri verme borcunun kapsamı yönünden burada da sebepsiz zenginleşmeye ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır. Bu durumda zamanaşımı süresi 2 yıl değil 10 yıldır.

Diğer görüş, istihkak (ayni geri verme) görüşüdür. Buna göre dönme, sözleşmeyi geçmişe etkili olarak ortadan kaldırır ve böylece sözleşme sanki hiç yapılmamış gibi bir sonuç doğurur. İfa ile mülkiyet ve alacak hakkı devredilmişse, dönme bu devrin hukuki sebebini oluşturan sözleşmeyi, ortadan kaldırır. Böyle bir eksiklik ise, sebebe bağlılık ilkesine göre tasarruf işlemini sakatlayacağından, davalı, mülkiyet ve alacak hakkını kazanamaz; eski malik veya alacak hakkı sahibi olan davacı mülkiyet ve alacak hakkının sahibi olarak kalır[9].

Doktrinde son zamanlarda savunulan yeni dönme görüşüne göre ise dönme, sözleşmeyi geçmişe veya ileriye etkili olarak ortadan kaldırmaz sadece sözleşmenin içeriğini değiştirir. Dönme ile sözleşme taraflar arasında bir tasfiye ilişkisi olarak geçerlilik ve varlığını devam ettirir. Dönmenin etkisi, sözleşme ilişkisinin içeriğinin ters çevrilmesinden ibarettir. Bu ilişkinin içeriğini, borçlunun sözleşmeye sadakat ve koruma yükümlülükleriyle birlikte, ifa edilmiş edimi alacaklıya geri verme yükümlülüğü oluşturur. Geri verme yükümlülüğüne göre, taraflardan her biri, almış olduğu edimi, mevcutsa aynen, aksi halde nakden, yani değer itibariyle ger vermek zorundadır. Geri verme borcu, sebepsiz zenginleşmeden doğan kişisel bir borç veya istihkak davasında olduğu gibi ayni nitelikte bir talep değil, tamamen sözleşmeye dayalı, akdi nitelikte bir geri verme borcudur. Bu nedenle, kendisine bir malın mülkiyeti veya bir alacak hakkı devredilen tarafın geri verme borcu, bu mülkiyet veya alacak hakkını, tekrar karşı tarafa devretmek, geçirmekten ibarettir[10].

II.SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEYİ DOĞURAN OLAYLAR

Haksız/ Sebepsiz zenginleşmeden dolayı iade yükümünün kapsamının belirlenmesi, haksız zenginleşme hukukunun en karışık sorunlarından biridir. Objektif ve sübjektif zenginleşme, yoksullaşma, zenginleşmenin elde kalmadığı savunması, kaim değer (commodotum), dolaylı yararlanma, dayatılmış (empoze edilmiş) zenginleşme, hesap artığı(saldo) ve benzeri karanlık ve karmaşık kavramlarla kuramlar her hukukçuyu düpedüz ürkütür. Bu girift soruna genelden özele, soyuttan somuta inilerek yaklaşılmalıdır[11].

Sebepsiz zenginleşmeyi doğuran olaylar üçe ayrılır. Bunlar; edim, zenginleşenin müdahalesi ve umulmayan olaylardır.

Kaynaklandığı bu olaylara uygun olarak sebepsiz zenginleşme de “Edimden Doğan Zenginleşme”, “Müdahaleden Doğan Zenginleşme” ve “Umulmayan Olaydan Doğan Zenginleşme” olarak üçe ayrılır.

Edimin ifasından (kazandırmadan) doğan zenginleşmede; birçok halde alacaklının borçlu lehine yaptığı bir kazandırmadan, borçlanmış olduğu bir edimin ifasından doğar. Burada sebepsiz zenginleşme davası, ifa edilen edimin geri verilmesi amacını güder.

Sebepsiz zenginleşme sebebiyle geri alım talebinin yapılabilmesi için, ya borç asla meydana gelmemiş veya eda anında varlığı sona ermiştir. Şarta bağlı alacak durumunda da alacak şartın gerçekleştiği anda doğduğu için, önceden yapılan eda geri istenebilir. Fakat şart gerçekleşmişse geri isteme davası dinlenmez[12].

Kazandırma veya edimin ifasında kazananın mal varlığı artarken, kazandıranın malvarlığı azalmaktadır. Böylece kazandırma oranında iki malvarlığı arasında mameleki bir değer yer değiştirmekte; kazandıranın malvarlığında yer alan ekonomik bir değer, kazananın malvarlığına kaymaktadır. Burada tarafların malvarlıklarında meydana gelen zenginleşme ve azalmaya aynı olay, yani kazandırma (borçlanılan edimin ifası) sebep olmaktadır[13].

Müdahaleden doğan zenginleşme; kişilerin zenginleşmesi bazı hallerde bizzat zenginleşenin bir fiil ve müdahalesinden doğar. Bu fiil ve müdahale genellikle haksız fiil ve müdahale şeklinde gerçekleşir. Başkasının bir hakkını veya hukuki bir değerini ihlal eden insan fiiline müdahale denir. İhlal fiilinden, yani müdahaleden, bunun başkasının hukuk alanında doğurduğu olumsuz sonucu ayırmak gerekir. Müdahalenin olumsuz sonucu, maddi veya manevi zarardır. İhlal fiili, bazen zarar görenin malvarlığında belirli bir zarara sebep olurken, failin, yani müdahalede bulunanın da malvarlığında belirli bir zenginleşmeye sebep olur.

Müdahale, bazen de zenginleşenin malvarlığını artırırken, diğer tarafın malvarlığında herhangi bir azalmaya, dolayısıyla zarara sebep olmaz[14].

Umulmayan olaydan doğan zenginleşme; Beklenmedik olaydan doğan zenginleşme ya taraflar dışında üçüncü bir kişinin fiilinden ya da bir tabiat olayından meydana gelir.

Sebepsiz zenginleşme, alacaklı ve borçlunun fiilleri dışında doğrudan doğruya üçüncü bir kişinin fiilinden de doğabilir. Üçüncü kişinin fiilinin kusurlu veya kusursuz; hukuka aykırı yada uygun olması sonucu değiştirmez. Burada sorumluluk hukuku kuralları söz konusu olmadığından, TBK m 66 ve 116’daki anlamda zenginleşenin yardımcıları da üçüncü kişi sayılırlar[15].

Bir tabiat olayından doğan zenginleşme vakıalarına bakıldığında, tabiat olaylarının da zenginleştirici etkiler arasında olduğu görülmektedir. Bir fırtına veya başka tabiat olayı yüzünden ahır ve ağıldan boşalan sürü halindeki hayvanların, başkasının mahsulünü yemesi halinde, yenilen mahsulün yada ürünün bedeli kadar zenginleştiği kabul edilir.

BORÇLANILMAYAN BİR EDİMİN YANLIŞLIKLA İFA EDİLMESİ (Condictio İndebiti)

Kanuna göre hata, istirdat hakkının şartlarından biri olduğu kadar, borcun mevcudiyeti üzerinde tereddüt edilmesi istirdat (geri alım) için yeterli değildir. Tereddüt bulunmasına rağmen borcunu ifa eden kimse, borcunun mevcut olmadığının meydana çıkması halinde borcun sebepsiz olduğuna dayanarak ödediğini geri isteyemez. Hatta solvens yani edada bulunan kimse, edayı kabul eden kimseden yani accipien’den hiçbir menfaat elde etmemiş olsa dahi edası hukuki sebepten yoksun değildir[16].

TBK m 78 hükmünde sözü edilen hata (kendisini borçlu sanmak), edanın hukuksal saikine (etken) yönelik bir hatadır ve saike dair bir hata olması nedeniyle esaslı bir hata olarak kabul edilemez. Kanuna göre hata, geri alma hakkının şartlarından biri olduğu için, borcun varlığı üzerinde duraksama yeterli değildir. Bu duraksamaya rağmen borcunu eda eden, yerine getiren kimse, borcunun mevcut olmadığının meydana çıkması halinde borcun nedensiz olduğuna dayanarak ödemesini geri isteyemez. Borcunun mevcut olup olmadığı konusunda duraksamaya düşen borçlu ihtirazi bir kayıtta bulunur ve alacaklı bu ödemeyi ihtirazi kayda rağmen kabul ederse uygulanacak hüküm başkadır[17].

TBK m 78 hükmüne göre, borçlanmadığı edimi kendi isteğiyle yerine getiren kimse, bunu ancak, kendisini borçlu sanarak yerine getirdiğini ispat ederse geri isteyebilir. Bu madde ile kanun koyucu TBK m 77 hükmündeki kuralı değiştirmemiş, aksine geçerli bir hukuki sebebe dayanmayan özel bir sebepsiz zenginleşme halini detaylı olarak düzenlemeyi amaçlamıştır.

Borçlanılmayan bir edimin ifasının sebepsiz zenginleşmeye sebep olabilmesi için şu şartların gerçekleşmesi gerekir:

1.İfa edilmesi, gereken bir borç bulunmamalıdır. TBK m 78, borçlanılmamış bir edimin ifasından söz etmektedir. Şu durumda bu hükmün uygulanması için ortada bir sözleşme ilişkisi ve ifası gereken bir borç ilişkisi mevcut olmamalıdır. Hiç doğmamış veya ifa anında sona ermiş veya geçersiz olduğu anlaşılan bir borç, mevcut olmayan bir borçtur. Örneğin, bir kimsenin, alacaklısı sanarak üçüncü bir kişiye ifada bulunması veya daha önce ödediği bir borcu yanlışlıkla ikinci bir defa daha ödemesi halinde mevcut olmayan bir borcun ödenmesi söz konusu olur. Buna karşılık, eksik bir borç, özellikle zamanaşımına uğramış veya ahlaki bir ödevin yerine getirilmesinden doğan borç, eksik olmasına rağmen mevcut bir borç olduğundan bunun ifası TBK m 78 hükmünün kapsamına girmez. Esasen bu husus, söz geçen maddede açıkça hükme bağlanmış bulunmaktadır.

Burada zenginleşmeyi haksız kılan ve geri ödenmesine gerekçe olan husus, ifa suretiyle gerçekleştirilen kazandırmanın geçerli sebebe dayanmamasıdır. Bir düşünceye göre gerçekleşmemiş bir sebep ile sona ermiş bir sebebe dayanan kazandırmalara TBK m 78 hükmü uygulanmaz. Bu madde kapsamına para borçları da dahil her türlü borç girer. Madde metninde yer alan yerine getirme sözü bu görüşü doğrulamaktadır.

2.İfa eden, ifa kastıyla hareket etmelidir. Borcu ifa eden, kazandırmayı belirli bir borcu ifa kastıyla (ifa sebebi= causa solvendi) yapmalıdır. İfa kastıyla yapılmayan kazandırmalar, bir bağışlama veya karşı alacak elde etme sebebi teşkil edebilir. Borcun ifası, mutlaka hukuki işlemden(sözleşmeden) kaynaklanması da gerekli değildir. Her türlü borç ilişkisinden doğan yükümlülüğün ifası yeterlidir[18].

3.İfa eden, borçlanılmamış olan edimi isteyerek yerine getirmelidir. İfanın isteyerek yapılması gerekir. Kendi isteği ile ifa, öncelikle kazandırmanın yerine getirenin serbest iradesini etkileyen diğer irade bozukluğu hallerinin bulunmamasını ifade eder. İİK m 72 hükmüne dayalı icra tehdidi altındaki yapılan ifaları özel olarak düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, fakirleşen kendi aleyhine yapılan icra takibi üzerine ödemede bulunursa, TBK m 78 hükmüne dayanmaksızın, kendini borçlu sanmasını ispat etmesine gerek olmaksızın , eski hale (İİK m 40) iadeyi isteyebilecektir[19]. İstenmeyerek yapılan ifada, ifa edenin borcun varlığı hakkında yanılması şart değildir. Hatta ifa edenin borcun mevcut olmadığını açıkça bilerek ifada bulunması bu sonucu değiştirmez. Korkutma ve zor altında yapılan ifalar, istemeyerek yapılan ifaya örnek gösterilebilir. İcra takibi zorlaması altında yapılan ifalarda da durum aynıdır[20].TBK m 78 hükmüne göre, geri alma talebi ancak borçlu bulunulmayan bir şeyin iradi olarak tediyesi halinde hata hükümlerine tabi tutulmuştur. İradi olmayan bir tediye, edada bulunan kimse ödemede bulunduğu zaman borcun mevcut olmadığını bilse bile, geri alınabilir[21].

  1. İfa eden, borcun varlığı hakkında yanılmış olmalıdır. İfa eden, yanlış bir bilgi veya düşünce sonucu kendisini borçlu sanmalı, borcun varlığı hakkında yanılmış olmalıdır. Borçlanılmamış edimin ifası, fakirleşenin kendisini borçlu sanarak yerine getirilmesi gerekir; ispat yükümü edimi yerine getirendedir. Doktrinde ifa iradesinin yanılgıya düşmemiş olması unsuru, ifanın serbest iradesiyle gerçekleşmesi unsuru olarak ifade edilmektedir. Saik yanılmasının temel yanılması şeklinde olması gerekli değildir. Beyan yanılmaları, hukuki işlemin (sözleşmenin) geçersizliğine neden olduklarından borçlanılmamış edimin ifasına dayanan geri vermeye imkan tanımaz[22]. TBK m 78’in uygulanması için yanılmanın esaslı olması şart değildir. Saik yanılması yeterli olduğu gibi hukuki yanılma da yeterlidir[23].Yanılmanın, ifa edenin kusuruna dayanıp dayanmaması, dolayısıyla kabul edilebilir mazeret olarak görülüp görülmemesi de önemli değildir. Dolayısıyla, özüne uygun görülmeyen, ifa edenin kusuruna dayanan yanılma da yeterlidir. Ancak bu durumda TBK m 34 kıyasen uygulanabilir.

“Sözleşmede gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşmeyle bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Buradaki, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklamasıyla bildirilebileceği gibi defi veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir.”[24]

TBK m 34 hükmünün kıyasen uygulanması halinde yanılmanın sözleşme ilişkisi içinde kabulü mümkün, haklı bir sebebe dayanması halinde irade sakatlığı hükümleri uygulanmak suretiyle hak düşürücü süre içinde dönme ve fesih iradesinin kullanılması gerekecektir. Bu durumda zamanaşımı TBK m 146 hükmüne değil TBK m 30,31,32,33,34 hükümlerine dayalı olarak TBK m 39 hükmünde düzenlenen “Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.

Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz.” Hükümlere uyan hak düşürücü süreye uygun davranılması gerekir.

Bu durumda;

“6098 Sayılı TBK’nın 39/ son maddesine göre; aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz. Tahakkuk yapıldığı tarihteki mevzuat hükümlerine uymayan bir ödeme yapıldığı iddia edildiği taktirde, ödeme sırasında ihtirazi kayıt ileri sürmese dahi ödeyen; zamanaşımı süresi içinde bu bedelin istirdadını talep edilebilir.” [25]

TBK m 34 hükmünün kıyasen uygulanması durumunda; bütün bu durumlara rağmen ifa eden, borcu, mevcut olmadığını bilmesine veya varlığı hakkında şüphe etmesine rağmen ifa ederse, bu madde uygulanamaz. Çünkü bu durumda yanılma sonucu yapılmayan bir kazandırma, borcun ifası kastıyla değil, bağışlama sebebiyle yapılmış sayılır ki, böyle bir durum, sebepsiz zenginleşmeye ve geri verme talebine engel olur. Bu nedenle, borcun varlığı hakkındaki şüphe de yanılmayı ortadan kaldırır. Ancak, ifa eden geri isteme hakkını saklı tutarak ifada bulunursa, ileride şartların gerçekleşmesi halinde ifa edilen şeyin geri verilmesini talep edebilir. Geri isteme için hukuki yanılma da yeterlidir. İspat yükü ifa eden düşer[26].

Mevcut olmayan bir borcun iradi olmayarak tediyesinin en önemli örneği İİK m 72 hükmüne atıfla TBK m 78/son hükmünde düzenlenmiştir. Ödeme emrine itiraz etmemesi veya itirazının kaldırılmasına karar verilmesi durumunda borcu ödemek zorunda kalan kimse ödeme anında borcun mevcut olmadığını bilse bile, bunu daha sonra geri alma hakkına sahiptir. Bu geri alma hakkı hataya tabi olmadığı için zamanaşımı ödeme tarihinden başlar[27].

MÜDAHALEDEN DOĞAN ZENGİNLEŞMENİN HAKSIZLIĞI

Hukuk alanının ihlali görüşüne göre, zenginleşenin müdahalesinden doğan zenginleşme, başkasının hukuk alanının ihlaline dayandığı, bu nedenle de hukuka aykırı olduğu için haksızdır. Hukuk düzeninin veya hukuk alanı ihlal edilen kişinin izin verdiği müdahalelere, zorunluluk hali ile ekonomik rekabet halleri örnek olarak gösterilebilir. Bu istisnalar dışında, hukuk düzeninin, ihlal edilen hukuki değeri korumayı amaçlayan emir ve yasaklarına aykırı fiil ve müdahaleler, nitelikleri itibariyle hukuka aykırıdır. Müdahale hukuka aykırı olunca, borçlunun bu suretle elde ettiği zenginleşme de haksız olur. Burada zenginleşmenin haksızlığı, başkasının hukuki değerlerini ihlal edilmek suretiyle kullanılması, paraya çevrilmesi, ondan yararlanılması yasağını içeren “yapmama yükümlülüklerinin” çiğnenmesinden doğmaktadır. Hiç kimse bir başkasının hukuk alanına hukuka aykırı bir fiil ile müdahale etmek suretiyle zenginleşemez. Bu itibarla, bir kimsenin rızası alınmadan herhangi bir malının kullanılması veya tüketilmesi ya da emanet ettiği böyle bir malın iyiniyetli üçüncü kişiye devredilmesi halinde, haksız fiile dayanan sebepsiz bir zenginleşme söz konusu olur. Zenginleşenin, malvarlığında zenginleşmeye sebep olan fiil, haksız fiil değilse, zenginleşme de ilke olarak haksız değildir[28].

İhlal görüşü, zenginleşmenin haksızlığını, ihlal fiilinin hukuka aykırılığı ile açıklamakta, bu suretle sebepsiz zenginleşmeyi haksız fiil ile karıştırmaktadır. Bu sebeple doktrinde bu konuda görüş ayrılığı vardır[29].

Hak sahibine özgülenen yetki içeriği görüşüne göre ise, bir hakkın, sahibine özgülediği yetkiye içeriği ile bağdaşmayan, bu içeriğe aykırı olarak elde edilen her zenginleşme, haksız zenginleşmedir. Zenginleşenin, başkasına ait bir malı veya değeri kullanmak, tüketmek, paraya çevirmek ya da ondan yararlanmak suretiyle elde ettiği menfaat, kendisine değil, o mal veya değerin sahibine ait bir menfaattir.

Temelsiz (sebepsiz) iktisabının haksızlığını veya haksız hale gelebileceğini bilmeyen, bilmesi de gerekmeyen(güveni korunmaya layık) “iyi niyetli” zenginleşen noırmatif değerlendirmelerle ve özel olarak da hesap artığı kuramıyla sınırlanan ünlü TBK m 79/I (eksilme savunması, kötü niyetli zenginleşenden esirgenir[30].

İktisabının haksızlığını veya haksız hale gelebileceğini, dolayısıyla bir tasfiye (iade) borcunun er geç gündeme gelebileceğini bilen yada bilmesi gereken (güveni korunmayı hak etmemiş) “kötü niyetli” zenginleşenin sorumluluğu TBK m 79/II kuralında sadece olumsuz bir ifadeyle anlatılır. Kötü niyetli zenginleşenin TBK m 79/I ‘in eksilme savunmasından (güven himayesinden) yararlanamayacağı belirtilir. Bu olumsuz ve yetersiz ifade hukukçuları bir dizi sorunla ve boşlukla baş başa bırakır. Sorumluluğun özü haksız zenginleşme olarak kalır. Haksız fiilden dolayı zarar giderim sorumluluğu, bu arada yıpratma tazminatı ödeme yükümü, hiç değilse kural olarak, söz konusu olmaz. Ama yerine göre, pek ala haksız fiil sorumluluğundan da ariyet yoluyla (kıyasen) kural alınıp uygulanabilir. Elde edilmesi savsaklanmış semerelerin değerinin tazmini konusunda yapıldığı gibi bir sonuç çıkarılabilir[31].

TBK ve diğer kanunlarda aynı olayda sebepsiz zenginleşme davası ile diğer davaların şartlarının gerçekleşmesi halinde sebepsiz zenginleşme davasının diğer davalar karşısında ikincil nitelikte bir dava olduğunu öngören bir hüküm bulunmamaktadır. Bazı yazarlar, sebepsiz zenginleşme davasının tamamen olmasa bile, ilke olarak diğer bazı davalarla yarışacağını kabul etmektedirler. Nitekim, Türk İsviçre Hukuku doktrininde hakim görüş özellikle sebepsiz zenginleşme davası ile haksız fiil ve vekaletsiz iş görme davasının yarışabileceğini ileri sürmektedirler. Kanuni bir engel olmadıkça, esnekliği ve somut olay adaletine uygunluğu dolayısıyla bu konuca katılmak mümkündür[32].

UMULMAYAN BİR OLAYDAN DOĞAN ZENGİNLEŞMENİN HAKSIZLIĞI  

Umulmayan bir olaydan, özellikle üçüncü bir kişinin fiilinden veya tabii bir olaydan meydana gelen zenginleşme de hukuki bir sebebe dayanmadığı için haksızdır. Borçlunun bu suretle elde ettiği, mal varlığını artıran değer, hukuk düzeninin bir başkasına, özellikle alacaklıya tanımış olduğu bir hakkın içerdiği yetkilerle çelişmekte, alacaklıya ait olan bu değer, hiçbir hukuki sebep yokken borçlunun malvarlığına dahil olmuş bulunmaktadır[33].

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞENİN GERİ VERME BORCU

Geri verme yükümlülüğü ile giderlere kimin katlanacağı hususunda TBK m 79 ve 80 , zenginleşenin iyiniyetli sayılıp sayılmamasına göre farklı hükümler düzenlemiştir. Zenginleşenin iyiniyetli sayılıp sayılmayacağı TMK m 3 hükmüne göre belirlenecektir. Sebepsiz zenginleşen zenginleşmenin haklı bir sebebe dayanmadığını ve bu sebeple geri verme yükümlülüğü altında olduğunu bilmiyor veya kendisinden beklenen dikkat ve özeni gösterseydi dahi bilemeyecek durumda ise iyiniyetli; aksi durumda ise kötü niyetli ise kötü niyetli sayılacaktır[34].

Doktrindeki yazarların ifade ettiği bir görüşe göre sebepsiz zenginleşme davası, ikincil (tali) nitelikte bir davadır[35]. Bu görüş, alacaklının aynı şey veya edimi başka bir davayla talep edebildiği hallerde, sebepsiz zenginleşme davası açmasının mümkün olmadığını ileri sürmektedir. Bu görüşe göre başka bir davayı açmasının mümkün olduğu hallerde, borçlunun, alacaklı zararına zenginleşmesi söz konusu olmaz. Çünkü böyle bir halde alacaklı, borçluya karşı mülkiyet ve alacak hakkına sahip olduğu ve bunu her zaman talep edebileceği için borçlu zenginleşmiş olmaz[36].Ancak bu görüşün ikincil (tali) dava tanımına uygun olmadığını, dava hakkı tanınan kişiye birkaç dava yolu hakkı tanınmasının öncelik ve alternatif olarak verilmiş olmasına bağlı olduğu, alacaklının asli davada başarısız olması halinde diğer davayı açmasına imkan verilmesi gerektiği durumlarda sonraki başvurulan davanın ancak ikincil (tali dava) olduğu kabul edilebileceği, buna karşılık bu olayda olduğu gibi bir dava açma hakkı başka bir dava açma hakkını ortadan kaldırıyor, dışlıyorsa, dışlanan, ötelenen davanın taliliği değil, böyle bir davanın mevcut olmadığı söz konusu olacağından eleştirilmektedir. Başka bir dava hakkı, davalının malvarlığında sebepsiz zenginleşmenin meydana gelmesini önlemişse, artık bu dava karşısında sebepsiz zenginleşme davasının ikinciliğinden değil, dava hakkının mevcut olmadığından söz edilmesi gerektiği görüşü ağır basmaktadır[37].

“Davacı ile davalı aralarında imzaladıkları iş sözleşmesinde asgari süreden önce bazı nedenler olmaksızın ayrılma halinde caza koşuluna yer vermişlerdir. Davacı işçi asgari süreli sözleşme süresinden önce ayrılması nedeni ile davalı sözleşmedeki ceza koşulunu talep etmiş, davacı da ödemiştir. Bu ödeme iş sözleşmesindeki ceza koşuluna dayanmaktadır. Taraflar arasında iş ilişkisi bulunmaktadır. Davacı bu dava ile sözleşmedeki ceza koşulunun geçersiz olduğunu ileri sürerek, ödediği tazminatı geri istemektedir. Bu itibarla, taraflar arasında imzalanan sözleşmeden sonra sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın; sebepsiz zenginleşme kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, eldeki davada 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125.maddesinde öngörülen on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.”[38]

Bir kişinin malvarlığından çıkıp, edimi kabul eden geri verme borçlusunun mal varlığına geçen şey üzerinde geri alma alacaklısının artık nesnel bir hakkı kalmaz. Bundan dolayı sebepsiz zenginleşmeye dayanan iade istemi, fakirleşen taraf için hiçbir zamana nesnel(ayni) bir istem niteliğinde sayılamaz. Bu istem her zaman bir alacağa (kişisel hakka) ilişkindir[39].

Sebepsiz zenginleşme davasının konusu, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen kimsenin, bu zenginleşmeyi hak sahibine geri vermesini ifade eder. Sebepsiz zenginleşme talebi, niteliği itibariyle bir alacak hakkıdır[40].

TBK m 77 hükmüne göre haklı bir sebep olmaksızın başkasından zenginleşen kimse, bu zenginleşmeyi geri vermek zorundadır.

“Dava, davacı adına tahakkuk ettirilen faturaların mevzuata aykırı düzenlendiği iddiasına dayalı menfi tespit ve ödenen bedelin iadesi istemine ilişkindir. Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz. Tahakkuk yapıldığı tarihteki mevzuat hükümlerine uymayan bir ödeme yapıldığı iddia edildiği taktirde, ödeme sırasında ihtirazi kayıt ileri sürmese dahi ödeyen; zamanaşımı süresi içinde bu bedelin istirdadını talep edilebileceğinden davacının dava konusu kaçak tahakkuk bedelinin ödemesini yaparken ihtirazi kayıt koymasına gerek yoktur.

Davacının haksız olarak ödediğini iddia ettiği kaçak tahakkuk bedelinin iadesini, ihtirazı kayıt ileri sürmemiş olsa bile, zamanaşımı süresi içinde isteyebileceği göz önünde bulundurulduğunda mahkemece bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi için üçlü bilirkişi heyetiyle bilirkişi incelemesi yapılarak karar verilmesi gerekir.” [41]

TBK m 79/1 hükmünde “Sebepsiz zenginleşen, zenginleşmenin geri istenmesi sırasında elinden çıkmış olduğunu ispat ettiği kısmın dışında kalanı geri vermekle yükümlüdür.” yanında TBK m 80/1 hükmünde de “Zenginleşen iyiniyetli ise, yaptığı zorunlu ve yararlı giderleri, geri verme isteminde bulunandan isteyebilir.” düzenlemesi yapılmakla “aynen geri verme ilkesi”ne atıf yapılmıştır. Kanundaki bu düzenleme, daha çok soyutluk ilkesi esas alınarak yapıldığı, yani zenginleşenin, malvarlığına geçen şeyin, belirli bir taşınır veya taşınmaz malın mülkiyetini kazanacağı varsayımına dayandığı için sebebe bağlılık ilkesinin hakim olduğu hukuk sistemimiz karşısında sadece ikinci derecede bir değer ve önem taşımaktadır[42].

Zenginleşmeyi oluşturan şey, parça şey olup da zenginleşenin malvarlığında aynen bulunmakta ise, Türk hukukunda geçerli sebebe bağlılık ilkesi gereğince zenginleşenin bu malın mülkiyetini kazanması mümkün değildir. Bu durumda, zenginleşenin mülkiyeti kazanmaması hali dikkate alındığında, malın asıl maliki kalan sebepsiz zenginleşmeye değil, istihkak davası ile talepte bulunmak zorundadır. Bu durumda 4721 sayılı TMK m 993-995 hükümlerinde düzenlenen ve malik değil zilyet olan kişinin, zilyedin geri verme yükümlülüğüne göre talepler belirlenir[43].

Hukukumuzda geçerli olan sebebe bağlılık ilkesi nedeniyle belirli mal kazanmalarında, bunlar üzerindeki haklar, zenginleşene geçmediği, dolayısıyla zenginleşen, hukuken zenginleşmiş olmadığı için taşınır veya taşınmaz mal istihkak davasıyla geri alınır. İstihkak davasının mümkün olmadığı hallerde ise, zenginleşme sebepsiz zenginleşme davasıyla geri istenir. Bu halde de zenginleşmenin aynen geri verilmesi ancak istisnai hallerde mümkün olur. Böyle bir istisnai bir imkanın mevcut olduğu hallerde kural, aynen geri vermedir. Bu mümkün olmadığı takdirde, geri verme ancak elde edilen şeyin ekonomik değeri üzerinden para ile yapılır.

Bazı yazarlar, alacağın devri, borcun ibrası, feragat beyanıyla ortadan kaldırılan soyut bir borç sözleşmesinde senedin geri verilmesi, misli şeyin, zenginleşenin misli şeyi ile onun tali bütünleyici parçasının oluşturacak şekilde birleşmesi veya karışması sonunda zenginleşenin mülkiyetine geçmesi hallerinde geri verme borcunun, aynen geri verme borcu olacağını ileri sürmektedirler.

TBK m 136/II, geri vermenin sebepsiz zenginleşme kurallarına göre olacağını hükme bağlamıştır. TBK m 136/II hükmündeki Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.” Düzenleme TBK m 78 hükmüne ilave açıklama içeren bir hüküm içermektedir.

“Dava, fazladan yapıldığı ileri sürülen ödemenin istirdadı istemine ilişkindir. Davacı şirket; taraflar arasındaki sözleşmenin ayakta ve geçerli olduğu bir dönemde, davalı idareye birinci 6 aylık dönem ile üçüncü 6 aylık dönemin sonunda fazla ödemede bulunduğunu ileri sürerek, eldeki istirdat davasını açtığına göre, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin çözümünde aralarındaki sözleşmenin dikkate alınması zorunludur. Taraflar arasındaki sözleşme hükmü, edimlerin karşılıklı olarak tür ve miktarını tespit etmekle birlikte, bu sınırlama aynı zamanda taraflar arasında örtülü olarak, karşı tarafa geçeceği öngörülmeyen malvarlığı değerlerinin iadesi yükümlülüğünü de içerdiğinden, davacı şirketin, sözleşmenin feshedildiği tarihte yapılacak bir kümülatif hesaplama sonucu, davalıya fazladan yaptığı bir ödemenin varlığının tespiti halinde, bu miktarı sözleşme hukuku çerçevesinde davalı idareden istirdada hakkı bulunduğunun kabulü gerekmektedir.”[44]

Taraflar arasındaki sözleşme hükmü, ya da bir alım ve karşı edim olarak malın fatura ile gösterilen bedelini ödeme sırasında; edimlerin karşılıklı olarak tür ve miktarını tespit etmekle birlikte, bu sınırlama aynı zamanda taraflar arasında örtülü olarak, karşı tarafa geçeceği öngörülmeyen malvarlığı değerlerinin iadesi yükümlülüğünü de içerdiğinden, sözleşme ilişkisini incelemek gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.06.2007 gün ve E:2007/18-330, K:350 sayılı kararında da benimsenmiş olup, sözleşme niteliğindeki yüklenme senedinden kaynaklanan uyuşmazlıkta, fazla ödenen paranın geri alınmasının sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kabul edilmiştir.

“Dava, alacak istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; dava konusu alacak için faize, davalının temerrüde düşürüldüğü tarihten mi, yoksa davacının davalıya yapmış olduğu daha önceki ödeme tarihlerinden mi hükmedilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Somut olayda; taraflar arasında imzalanan Yüklenme Senedi, sözleşme niteliğinde olup, uyuşmazlık sözleşme ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Bu itibarla, taraflar arasında imzalanan sözleşmeden sonra, sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın; sebepsiz zenginleşme kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi ve bu sebeple davalının temerrüde düşmesi için, davacının borca yönelik ihtarının bulunması gerektiği kuşkusuzdur (BK. m. 101/1).

Ne var ki olayda; davacı, kendisi tarafından ödendiği sabit olan dava konusu alacağın iade edilmesi konusunda ihtar göndermek suretiyle davalıyı temerrüde düşürmediğinden, Borçlar Kanununun 104. maddesi hükmü uyarınca, faize dava tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekir.[45].

Aynen geri vermenin mümkün olmadığı hallerde, zenginleşme değer üzerinde, yani para olarak geri verilir[46].Bu husus her şeyden önce zenginleşmenin paradan oluştuğu hallerde söz konusu olur. Çünkü misli mal olan paranın zenginleşenin parasıyla karışma özelliği nedeniyle zenginleşen, parayı ele geçirdiği anda soyutluk ilkesi gereğince bunun mülkiyetini kazanır. Para, misli bir şey olduğu ve zenginleşenin parasıyla karıştığı için bun ayırt edilmesi mümkün olmadığından, aynen geri verilmesi de söz konusu olmaz. Bu anlamda sebepsiz zenginleşme borcu, bir cins borcudur.

“Taraflar arasındaki uyuşmazlığın, sözleşme hukuku çerçevesinde mi yoksa sebepsiz zenginleşme kurallarına göre mi çözümlenmesi gerektiği, buna bağlı olarak davalının, davacının ihtarıyla temerrüde düşürülmesinin gerekip gerekmediğinin belirlenmesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere, borç ilişkilerinin kaynakları Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerinde birinci bölümde ve üç kesimde gösterilmiştir. Buna göre; sözleşme, haksız eylem ve sebepsiz zenginleşme, borç ilişkilerinin kaynağı olarak düzenlenmiştir. Birinci kesimde, “Akitten Doğan Borçlar, md.1-40”; ikinci kesimde, “Haksız Muamelelerden Doğan Borçlar, md. 41-60”; üçüncü kesimde ise, “Haksız Bir Fiil İle Mal İktisabından Doğan Borçlar, md.61-66” yönünden hüküm konulmuştur.

Hukuksal işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur.” [47]

Zenginleşenin iyiniyetli mi kötü niyetli mi olduğu, sadece iktisap anı için değil; iktisap anı sonrası için ayrı iade anına kadar süreç içinde ayrıca her talep için değerlendirilecektir. Bu sebeple zenginleşme anından sonra kişi iyiniyetli ise kötü niyetli veya tam tersi olabilir. Bunun sonucu olarak da gerek giderler gerekse zenginleşmenin azalması olguları, kişinin iyiniyetli veya kötü niyetli olduğu hangi dönemine rastlarsa, ona ilişkin hükümlere tabi olacaktır.

Bir sebepsiz zenginleşme davasında, dava taraflarının iddia ve savunmaları ve bunları ispat yükleriyle ilgili olarak şu kurallara uyulur:

  1. Davacı (fakirleşen), davalının (zenginleşenin) haklı bir sebep olmaksızın zenginleştiğini ispat edecektir. Davacı bu davasını ispat edemezse dava red edilecektir.
  2. Davacı yukarıdaki iddiasını ispat ederse, davalı kural olarak iyiniyetli sayıldığından zenginleşen geri verme yükümlülüğü doğduğu anda, zenginleşmenin elinden çıkmış olduğunu ispat ederek geri verme yükümlülüğünden kurtulabilir.
  3. Davacı davalının kötü niyetli olduğunu ispat ederse veya davalının kötü niyetli olduğu dosya kapsamından anlaşılıyorsa, davalı zenginleşmenin tamamını geri vermekle yükümlüdür.
  4. Bu durumda davalı, kazandığı şeyin kendisine bir yarar sağlamaksızın veya hiç kusuru olmaksızın kaza ya da üçüncü kişinin davranışı sonucu kısmen veya tamamen yok olduğunu ispat ederse, sorumluluktan kurtulur.[48]

GERİ VERİLECEK ZENGİNLEŞMENİN HESAPLANMASI

Sebepsiz zenginleşme davası asli, bağımsız nitelikte bir davadır. Bir görüşe göre sebepsiz zenginleşme davası, ikincil(tali) nitelikte bir davadır. Bu görüş, alacaklının aynı şey veya edimi başka bir davayla talep edebildiği hallerde, sebepsiz zenginleşme davası açmasının mümkün olmadığını ileri sürmektedir. Bu fikre göre başka bir davayı, istihkak davasını veya sözleşmeden, haksız fiilden ya da vekaletsiz iş görmeden doğan bir alacak davasını açmanın mümkün olduğu yerde, borçlunun, alacaklı zararına zenginleşmesi söz konusu olmaz. Zira böyle bir halde alacaklı, borçlusuna karşı mülkiyet ve alacak hakkına sahip olduğu ve bunu her zaman talep edebileceği için borçlu zenginleşmiş değildir[49].

Yasa koyucu, iyiniyetli zenginleşen için zenginleşmeyi iadenin istendiği tarihe göre belirlediği halde, kötü niyetli zenginleşen için bu tarihi esas almamıştır. Kötüniyetli zenginleşmede iade edilecek zenginleşmenin kapsamı, iade anındaki duruma göre hesaplanır. Burada iade borcunun kapsamını, kötü niyetli zenginleşenin mal varlığının iade anında gösterdiği durum ile, zenginleştirici olay meydana gelmeseydi göstereceği durum arasındaki fark oluşturur[50].

Geri verilecek zenginleşmenin kapsamı, geri verme anındaki duruma göre hesaplanır. Burada geri verme borcunun kapsamını, kötü niyetli zenginleşenin malvarlığının; geri verme anındaki gösterdiği durum ile zenginleştirici olay meydana gelmeseydi göstereceği durum arasındaki fark oluşturur[51].

Geri verilecek zenginleşmenin hesaplanmasında, her şeyden önce zenginleşmeyi oluşturan ilk değer (ana şey) göz önünde tutulur. Zenginleşmeyi oluşturan ilk değerden amaç, zenginleşenin elde ettiği, malvarlığını artıran “ana şey” dir.

İlk zenginleşme, kötü niyetli zenginleşenin sebepsiz olarak elde ettiği ilk kazandırmalarla müdahale ve umulmayan olaylardan elde ettiği ilk değerlerden (menfaatlerden) ibarettir.

İlk zenginleşme, misli bir mal veya bir miktar para, bir hizmet edimi olabileceği gibi, bir hak ya da bir şeyi kullanma, tüketme veya bir şeyden yararlanma da olabilir.

İlk zenginleşmeyi oluşturan mal veya hizmetin değeri, böyle bir mal veya hizmetin piyasada arz ettiği objektif kıymet üzerinden hesaplanır. Burada böyle bir mal veya hizmetin alacaklı ya da borçlu için taşıdığı sübjektif kıymet göz önüne alınmaz[52].Dolayısıyla, objektif değer, borçlunun malvarlığında meydana gelen gerçek zenginleşmeye eşit olabileceği gibi, ondan az veya çok da olabilir. Bunlar sonucu değiştirmez. Borçlu, sebepsiz edindiği şeyi, yeteneği dolayısıyla piyasa değerinden üstün bir fiyata satarsa, bu fazlalık borçluya aittir. Buna karşılık şeyin değerinin artması halinde gerçekleşen fazlalık, şeyden ve piyasa şartlarından kaynaklandığı için bu, hak sahibine aittir[53].

Kötü niyetli zenginleşen tarafından haklı bir sebep olmaksızın başkasının bir şeyinin iyiniyetli üçüncü bir kişiye devredilmesi veya böyle bir şeyin tüketilmesi, telef veya tahrip edilmesi hallerinde de bu malın piyasa değeri göz önünde tutulur. Aynı şekilde, kötü niyetli zenginleşenin, başkasının bir malını, örneğin duvar boyasını haksız olarak kullanmak suretiyle zorunlu giderlerden tasarruf etmesi halinde de sağladığı tasarruf zenginleşmenin hesaplanmasında göz önünde tutulur. Burada da tasarruf edilen mal veya hizmetin objektif piyasa değeri esas alınır[54].

Zaman süreci içinde ilk zenginleşmeyi oluşturan mal ve değerlerin yerine başka değerler geçebilir. Bunlar, zenginleşmeye konu malın ivazlı devri, satış, alınan satış parası, malın hasarı halinde hasar bedeli, kamulaştırma yapılmışsa kamulaştırma bedeli ilk zenginleşme yerine geçen değeri oluşturur. Buna “ikame değer” denir. Bu durumda ikame değer hesapta dikkate alınır, satış veya ivazlı devirde de her malın objektif piyasa değeri esas alınır[55].

Zenginleştirmeyi oluşturan ilk değer, hiç değişmeyen, statik bir değer değildir. Bunun objektif piyasa değeri, artış gösterme ve çoğalması şeklinde artış göstermesi de mümkündür. Bunun yanında artış, ilk değerden elde edilen ürünlerden veya diğer yararlardan, özellikle kullanma yararlarından oluşur. Ürünler, tabii nitelikte olabileceği gibi, hukuki nitelikte de olabilir. Bahçenin meyveleri, hayvanın sütü, yünü, tabi ürünleri; bir evin, taşınmazın kirası, bir miktar paranın faizi gibi ürünler ise hukuki ürünler olarak ilk değeri artırır. Kötü niyetli zenginleşenin geri verme borcunun hesaplanmasında bu menfaat ve artışlar değerleri göz önünde tutulur. Zenginleşmeyi oluşturan hak veya şeyden (ilk değerden) elde edilen ve para ile ölçülebilen diğer menfaatlere de kullanma yararları veya diğer yararlar denir[56].

Doktrinde bazı yazarlara göre zenginleşenin kötü niyetli olarak elde etmeyi ihmal ettiği ürünler ve menfaatlerde geri verme borcunun kapsamının belirlenmesinde göz önünde tutulmalıdır[57].

Haklı bir sebep olmaksızın elde edilen bazı ekonomik yararlar(menfaatler) da ilk zenginleşmenin artmasına yol açabilir. Ekonomik menfaat ve yararlar arasında tabii ürünler ile faiz gibi hukuki ürünler başta gelir. Bu yararlar, geri verme alacaklısının, zenginleşmeyi oluşturan değerler kendisinde kalmış olsaydı bunları fiilen sağlayıp sağlamayacağı göz önünde tutulmaksızın hesaba dahil edilir. Ancak, kötü niyetli zenginleşenin fiilen elde etmediği yararlar hesaba katılmamalıdır. Haksız ve kötü niyetli zenginleşen bir miktar parayı almış ama faize yatırmamışsa hakkında faiz talebi artış olarak hesaplanmaz ancak ihmal ettiği menfaat nedeniyle uğranılan menfaat artış değer olarak hesaplanmalıdır[58].

Doktrinde bazı yazarlar, geri verilecek zenginleşmenin kapsamına kötü niyetli zenginleşenin haksız fiil sonucu elde ettiği kazançların da gireceği yönünde görüş bildirmişlerse ve bu görüşe olumlu bakmak hukuki dayanaktan yoksun olacaktır. Haksız rekabet yoluyla sağlanan kazançlarda da TTK m 56/I-e, zarar görenin istemesi halinde, hakime haksız rekabet sonunda davalının elde etmesi mümkün görülen menfaatlerin karşılığını tazminat olarak hükmetme yetkisini tanımaktadır. Bu durumda bu kanun hükme hukuka aykırı bu işleme karşı sebepsiz zenginleşme davası açmayı önlemektedir[59].

GERİ VERİLECEK ZENGİNLEŞME HESABINDA DÜŞÜRÜLECEK UNSURLAR

İlk zenginleşme dolayısıyla kötü niyetli zenginleşen bazı giderler yapmak zorunda kalabileceği gibi, bu zenginleşme onun malvarlığının azalmasına da sebep olabilir. Örnek olarak; zenginleşen iade borçlusu, ifa nedeniyle veya müdahale ya da umulmayan olay sonunda elde ettiği şeyleri (taşınır malları, bahçeyi veya hayvanları) muhafaza etmek, barındırmak, yedirmek, içirmek için bazı harcamalar yapabilir; çaldığı hayvanı tedavi ettirebilir ya da bu hayvanlar ölebilir. Kötü niyetli zenginleşen yapmış olduğu bu giderlerle uğramış olduğu zararları geri verme borcunun hesabında göz önünde tutabilecek midir?

Giderler zorunlu ve faydalı nitelikte ise, zenginleşmeden indirilir. Buna karşılık kötü niyetli davalı, haksız olarak elde ettiği zenginleşmeden doğan zararların tazminin talep edemez. Kötü niyetli zenginleşen hasardan da sorumludur.

TBK m 80 zenginleşene, zenginleşmeyi oluşturan şey veya şeylere yapmış olduğu zorunlu ve faydalı giderleri isteme hakkını tanımıştır. Gider, bir kimsenin malvarlığında kendi iradesiyle meydana getirdiği eksilmedir. Zararla gider arasındaki fark, giderle malvarlığında meydana gelen eksilme, bunu yapanın istek ve iradesine dayanırken, zararda bunun irade dışında gerçekleşmiş olmasıdır.

TBK m 80, aynen TMK m 994 hükmü gibi, giderleri, zorunlu, faydalı ve lüks olarak üçe ayırmaktadır. Bir şeyin varlık ve değerinin korunması için yapılan gidere, zorunlu gider denir. Bir şeyin değer ve verimini artırmak amacıyla yapılan giderler ise, faydalı gider adını alır. Zorunlu ve faydalı giderler dışında kalan ve sadece şeyin güzelleşmesine, yapanın estetik ve duygusal arzularının tatminine yarayan giderler de lüks giderleri oluşturur.

TBK m 80 hükmüyle, lüks giderlerin ödenmesine ilişkin şartlar düzenlenmemiştir. Ancak, sözü geçen hükme göre, bu gibi değerlerin esas olan mala ve şeye zarar vermeksizin ayrılması mümkün olduğu ve davacı (alacaklı) da bu şeylerin karşılığını ödemeye razı olmadığı takdirde, zenginleşen bu gibi eklentilerin esasa zarar vermeksizin sökülüp alınması mümkün değilse, kötü niyetli zenginleşen, alacaklıdan bu konuda talepte bulunamaz. Zarar vermeden ayrılması mümkün olmayan eklentilerin de sökülmesini talep edemez.

Giderlerin istenmesi hakkında kural bu olmakla birlikte, TBK m 80, faydalı giderler yönünden kötü niyetli zenginleşen aleyhine bir hüküm getirmiştir. Buna göre zenginleşen, zenginleşmeyi elde ettiği zaman kötü niyetle hareket etmiş ise, yaptığı faydalı giderlerden geri verme zamanında halen mevcut bulunan fazlalık oranındaki miktarı kendisine ödenir. Buna karşılık, zorunlu ve lüks giderler yönünden kötü niyetli zenginleşen, iyiniyetli zenginleşenin haklarına sahiptir[60].

Sebepsiz zenginleşmede zenginleşenin yapmış olduğu giderleri talep hakkını düzenleyen TBK m 80 ile zilyetliğin geri verilmesinde zilyedin yapmış olduğu giderlere ilişkin talep hakkını düzenleyen TMK m 994 arasında önemli benzerlikler vardır. Ancak, aynen geri vermede TBK m 80 hükmünün, sebebe bağlılık ilkesini esas alan hukuk sistemimizde uygulama alanı son derece sınırlıdır. Sebebe bağlılık ilkesinde zenginleşmeyi oluşturan malın mülkiyeti karşı tarafa geçmediği için böyle bir malın, dolayısıyla ona yapılan giderlerin de sebepsiz zenginleşme davasına, aynen geri verme davasına tabi olması söz konusu olmaz. Bu gibi hallerde sebepsiz zenginleşen yapmış olduğu giderleri TMK m 993-995 hükümlerine göre isteyebilir. Buna karşılık, karışma, birleşme gibi hallerde zenginleşen zenginleşmeyi oluşturan malın mülkiyetini aslen kazandığı için bu gibi mallara yapmış olduğu giderler, TBK m 80 hükmüne göre talep edilebilir.

SONUÇ

Sözleşmeden doğan alacak hakları veya fazla ödemenin iadesi davaları, özellikle sözleşmenin ifasına ilişkin talep ve hakları da sebepsiz zenginleşme davası talebini önler; böyle bir davanın açılmasına engel olur.

“Bu noktada belirtmek gerekir ki olayları ortaya koymak tarafların, uygulanacak kanun hükmünü bulmak, diğer bir anlatımla olayların hukuki sebebini tayin etmek, kanunları kendiliğinden (resen ) uygulamakla görevli olan hâkimin görevi olup, hukuki nitelendirmenin hâkim tarafından yapılacağı konusunda tartışma bulunmamaktadır. Buna göre hâkim, tarafların sunduğu vakıaları, talep ve cevap sonuçlarını incelemeli fakat dava ya da şikâyetin vasıflandırılmasında onların beyanlarına bakmayıp, açık bir nitelendirme yoksa bu belirlemeyi kendisi yapmalıdır.”[61]

Sözleşmeden doğan bir alacak hakkının mevcut olduğu yerde, borçlu, zenginleşmiş olmadığı için sebepsiz zenginleşmeden de söz etmek mümkün değildir. Ayrıca sözleşmeler de aynen sebepsiz zenginleşme gibi, bir borç kaynağıdır. Bir sözleşmenin ifası ya da borcun eda edilmesi halinde, sözleşmeden doğan bir borcun yerine getirilmiş, ödenmiş olması sebebiyle ifayı alan alacaklı sebepsiz zenginleşmiş olmaz.

Sözleşmenin ifasıyla edimler objektif olarak birbirine eşit olmasa da, aldığı edim, ifa ettiği karşı edimden daha fazla olan taraf, diğer taraf aleyhine zenginleşmiş olmaz. Çünkü edimle karşı edim arasındaki ilişki taraf iradelerine dayandığı ölçüde, edimler birbirine eşit olmasa bile, sebepsiz zenginleşmeden söz edilemez[62].

TBK m 125 hükmüne göre, borçlunun temerrüdü nedeniyle alacaklının sözleşmeden dönmesi halinde taraflarca ifa edilen edimin hangi dava ile geri isteneceği tartışmalıdır. Bu konuda doktrinde dört farklı görüş vardır. Bunlar; sebepsiz zenginleşme, ayni istihkak, kanundan doğan borç ve sözleşme görüşleridir. Yakın zamana kadar bu konuda hakim olan görüş, klasik dönmeye dayanan sebepsiz zenginleşme görüşü idi. Bu görüşe göre dönme ile sözleşme, içerdiği alacak ve borçlarla birlikte kurulduğu ana yönelik olmak üzere geçmişe etkili olarak ortadan kalkar. Bu suretle ifa edilen edimin hukuki sebebi sonradan ortadan kalkar. Bu suretle ifa edilen edimin hukuki sebebi sonradan ortadan kalktığı için borçlunun malvarlığında meydana gelen artış, sebepsiz zenginleşmeden başka bir şey değildir. Buna karşılık bazı yazarlar ve yargı kararları, TBK m 125 hükmüne göre sözleşmeden dönülmesi halinde daha önce ifa edilen edimin geri verilmesini, sebepsiz zenginleşme değil, kaynağını ve sebebini TBK m 125 hükmünde bulan özel bir kanuni düzenleme ile geri verme borcu olarak nitelendirmektedirler. Buna göre, dönme ile sözleşme ilişkisi, kanuni bir borç ilişkisine dönüşür. Ancak geri verme borcunun kapsamı yönünden burada da sebepsiz zenginleşmeye ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır[63].

Diğer görüş, istihkak (ayni geri verme) görüşüdür. Buna göre dönme, sözleşmeyi geçmişe etkili olarak ortadan kaldırır ve böylece sözleşme sanki hiç yapılmamış gibi bir sonuç doğurur. İfa ile mülkiyet ve alacak hakkı devredilmişse, dönme bu devrin hukuki sebebini oluşturan sözleşmeyi, ortadan kaldırır. Böyle bir eksiklik ise, sebebe bağlılık ilkesine göre tasarruf işlemini sakatlayacağından, davalı, mülkiyet ve alacak hakkını kazanamaz; eski malik veya alacak hakkı sahibi olan davacı mülkiyet ve alacak hakkının sahibi olarak kalır[64].

Doktrinde savunulan son zamanlar dönme görüşüne göre, dönme, sözleşmeyi geçmişe veya ileriye etkili olarak ortadan kaldırmaz, sadece sözleşmenin içeriğini değiştirir. Dönme ile sözleşme taraflar arasında bir tasfiye ilişkisi olarak geçerlilik ve varlığını devam ettirir. Dönmenin etkisi, sözleşme ilişkisinin içeriğinin ters ters çevrilmesinden ibarettir. Bu ilişkinin içeriğini, borçlunun sözleşmeye sadakat ve koruma yükümlülükleriyle birlikte, ifa edilmiş alacaklıya geri verme yükümlülüğü oluşturur. Geri verme yükümlülüğüne göre, taraflardan her biri, almış olduğu edimi, mevcutsa aynen, aksi halde nakden, yani değeri itibariyle geri vermek zorundadır. Geri verme borcu, sebepsiz zenginleşmeden doğan kişisel bir borç veya istihkak davasında olduğu gibi ayni nitelikte kişisel bir borç veya istihkak davasında olduğu gibi bir talep değil, tamamen sözleşmeye dayalı, akdi nitelikte bir geri verme borcudur. Bu nedenle, kendisine bir malın mülkiyetli veya bir alacak hakkı devredilen tarafın geri verme borcu, bu mülkiyet ve alacak hakkını, tekrar karşı tarafa devretmek, geçirmekten ibarettir. Bunun için devir işleminin aksi yönde yeniden yapılması gerekmektedir. Böylece dönme sonunda sözleşme gereği dün bir hakkı veya şeyi devreden bugün onu tekrar devralacak; dün devralan bugün onu tekrar devredecektir[65].

Sebepsiz zenginleşme davası ile ilgili temel kavram ve kurumların amacı, TBK’nda kanundan doğan ayrı bir borç kaynağı olarak düzenlenmesinin temelinde adalet kavramı yatmaktadır[66]. Bu temel düşünceden hareketle doktrinde sebepsiz zenginleşmenin temel işlevi, denkleştirici adaleti gerçekleştirme amacına uygun olarak, iadeyi sağlama amacını sağlamaya yönelik düzeltme fonksiyonudur. Bu fonksiyonun yanında aynı zamanda tamamlayıcı fonksiyonun da olduğu kabul edilmektedir[67].

Tacir olan borçlu, ticari itibarı bakımından doğacak hukuksal sonuçlardan kaçınmak için, alacaklı veya bankanın ihbarnamesi üzerine senet bedelini ödemek zorundadır. Kendi isteğiyle ödemeler için söz konusu olan TBK m 78 hükmü bu olayda uygulanması düşünülemez[68].

Bir alacağın kapsamının tam olarak belirlenmesi ödeme anına göre belirlenir. Asıl alacağa ilave faizler için genel kurala bir istisna getirilmiş ve tediye zamanında faiz alacağının talep edildiği bir işlem ve ödemenin kabulünde saklı tutulduğu beyan edilmesi veya halin icabından saklı tutulduğunun anlaşılması halinde bu hakların sonradan talep edilebileceğini TBK hükme bağlamıştır[69].

Sebepsiz zenginleşme borç ilişkisinin doğması için varsıllaşma şarttır. Bu varsıllaşmanın hukuken kabul edilen bir sebebi olması da şarttır. Aksi durumda sebepsiz zenginleşmeden söz edilemez. ”Varsıllaşma; aktifin çoğalması, pasifin azalması, aktifin eksilmesinin önlenmesi”[70]

İfa için ifa anlaşmasının gerekliliği konusundaki tartışma aslında gereksiz bir tartışmadır. Çok sıkı geçerlilik gerekleri içeren borçlanma ve tasarruf işlemlerinin dışında, bir de geçerlilik gerekleri sıkılaştırılmış ayrı ve özel bir ifa anlaşmasının varlığını aramak, eylemsel edimlerde anlamsızdır. İşlemsel edimlerde ise borçlanma ve tasarruf işlemlerine ifa işlemi diye üçüncü bir işlemi katmak, “hakkın kötüye kullanılmasına çanak tutmak”, sorun çözeceğim diye boşuna sorun çıkarmak demektir. Borçlu ifasını çekinceli olarak gerçekleştirebilir; bu arada ileride borçlu olmadığını kanıtlama koşuluyla edimini haksız zenginleşme istemiyle gerisin geriye sağlama hakkını şimdiden saklı tutabilir. Borçlunun borç proğramına uygun edim eylemiyle alacaklısını doyurması, özel olarak “sonuca bağlı borçlarda” edim sonucu gerçekleştirmesi olarak tanımlanan “ifa”, bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, “kendiliğinden” kazara oluşamaz. Ne var ki ifa pekala borçlu yerine bir üçüncü kişinin, bilinçli ve amaçlı eylemiyle gerçekleştirilebilir[71].

Haksız zenginleşme hukukunun amacı, zenginleşmenin tasfiyesidir, temel ilkenin rehberliğinde yürütülür. Sözleşmesel tasfiyede çözüm, menfaatler durumu farklı olduğu için değişiktir. Orada, dolaylı, işlemsel, öznel, yüksek kaim değer de alacaklıya sunulur. Bu durumda sözleşme ilişkisi şartlarına özel olarak dayanmak gerekir.

 

 KAYNAKÇA

1-Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin yayınevi, 21.Baskı, Ankara 2017 

2-Turgut Öz, Yeni Borçlar Kanunu’nun Sebepsiz Zenginleşme Hükümlerine Getirdiği Değişiklikler, İstanbul Barosu Borçlar Hukuku Konferansları III, 26-27 Mayıs 2012

3-Nihat Yavuz, 6098 sayılı Türk Borçlar kanunu Şerhi, C.I(madde 1-338), Adalet yayınevi, Ankara 2013

4- Rona Serozan/ Turgut Öz/Faruk Acar/Emre Gökyayla /Murat Develioğlu, İstanbul Şerhi Türk Borçlar Kanunu, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2017

5- Andreas von Tuhr, Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, C.ı-II,, Çeviren Cevat Edege, Olgaç matbaası, Ankara 1983

6- Gökhan Antalya, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na Göre Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.I, Beta Yayınları, İstanbul 2012

7- Fikret Eren/Ünsan Dönmez, Erene Borçlar Hukuku Şerhi, C.II(m 49-82), Yetkin Yayınevi, Ankara 2022

8-G.Jale AKİPEK,/ Turgut Akıntürk, Eşya Hukuku, İstanbul 2009

9-Aydın AYBAY/Hüseyin  HATEMİ, Eşya Hukuku, İstanbul 2009

10-Gökhan ANTALYA, Eşya Hukuku, İstanbul 2009

11-Gökhan ANTALYA, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt II, İstanbul 2015

12- Haluk BURCUOĞLU, Paranın Başkasının Parası İle Karışması Üstüne Bir Deneme, Av. Dr. Faruk EREM Armağanı, Ankara 1999

13- Şeref  ERTAŞ, Yeni Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Eşya Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2002

14- Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/Arpacı, Borçlar Hukuku genel Bölüm, Üçüncü Cilt; Rona Serozan, İfa İfa Engelleri haksız Zenginleşme Ek: Uygulama çalışmaları, 6.bası, Filiz Kitabevi, İstanbul 2014

15-KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip [HATEMİ/SEROZAN/ARPACI]: Borçlar Hukuku, Genel Bölüm, Birinci Cilt, 4. Bası, İstanbul 2008

16- M. Kemal OĞUZMAN, / , Özer SELİÇİ / Özdemir OKTAY, Saibe: Eşya Hukuku, 19. Baskı, İstanbul 2016

17- M. Kemal OĞUZMAN, / M. Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 2. Cilt, 13. Bası, İstanbul 2017

18-M, Turgut ÖZ, Öğreti ve Uygulamada Sebepsiz Zenginleşme, İstanbul 1990 Taşınır Mülkiyetinin Devrinde Sebebe Bağlılık ve Soyutluk Kavramları ve Bu Kavramlar Kapsamında Sebepsiz Zenginleşme 82 Hukuk Fakültesi Dergisi Year 4 Issue 1 – June 2018 (57-82)

19-Safa REİSOĞLU, Türk Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 23. Bası, İstanbul 2012

20-Rona SEROZAN, Taşınır Eşya Hukuku, İstanbul 2002

21- Haluk TANDOĞAN, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Cilt I/1, 5. Basım, İstanbul 1988

22- , Selâhattin Sulhi TEKİNAY, Medeni Hukukun Genel Esasları ve Gerçek Kişiler Hukuku, 6. Bası, İstanbul 1992

23- Selâhattin Sulhi TEKİNAY, Menkul Mülkiyeti ve Sınırlı Aynî Haklar, Eşya Hukuku II/3, İstanbul 1994

24-Selâhattin Sulhi TEKİNAY/ Sermet AKMAN /Haluk BURCUOĞLU/ Atilla ALTOP, Borçlar Hukuku, 7. Bask. İstanbul 1993

25- Selâhattin Sulhi TEKİNAY/ Sermet AKMAN/Haluk  BURCUOGLU/Atilla ALTOP: Tekinay Eşya Hukuku, Cilt I, Zilyedlik-Tapi Sicili Mülkiyet, 5. Bası. İstanbul 1989

26- Rona Serozan/ Turgut Öz/Faruk Acar/Emre Gökyayla /Murat Develioğlu, İstanbul Şerhi Türk Borçlar Kanunu, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2017

27-Kazancı İçtihat Bilgi Bankası

[1]              Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin yayınevi, 21.Baskı, Ankara 2017,s.869

[2]              Turgut Öz, Yeni Borçlar Kanunu’nun Sebepsiz Zenginleşme Hükümlerine Getirdiği

Değişiklikler, İstanbul Barosu Borçlar Hukuku Konferansları III,26-27 Mayıs 2012

[3]              Nihat Yavuz, 6098 sayılı Türk Borçlar kanunu Şerhi, C.I(madde 1-338), Adalet yayınevi, Ankara

2013, s.609

[4]              Turgut Öz, Yeni Borçlar Kanunu’nun Sebepsiz Zenginleşme Hükümlerine Getirdiği Değişiklikler,

İstanbul Barosu Borçlar Hukuku Konferansları III,26-27 Mayıs 2012

 

 

[5]              Rona Serozan/ Turgut Öz/Faruk Acar/Emre Gökyayla /Murat Develioğlu, İstanbul Şerhi Türk Borçlar

Kanunu, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2017, s.858

[6]              Turgut Öz, Yeni Borçlar Kanunu’nun Sebepsiz Zenginleşme Hükümlerine Getirdiği Değişiklikler,

İstanbul Barosu Borçlar Hukuku Konferansları III,26-27 Mayıs 2012

[7]              Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.869

[8]              Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.869

 

[9]              Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.870

[10]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.871

[11]            Rona Serozan/ Turgut Öz/Faruk Acar/Emre Gökyayla /Murat Develioğlu, İstanbul Şerhi Türk Borçlar

Kanunu,s.865

[12]            Nihat Yavuz, 6098 sayılı Türk Borçlar kanunu Şerhi, C.I(madde 1-338), s.610

[13]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.877

[14]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.878

[15]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.878-879

[16]            Andreas von Tuhr, Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, C.ı-II,, Çeviren Cevat Edege, Olgaç matbaası,

Ankara 1983, s.424-425

[17]            Nihat Yavuz, 6098 sayılı Türk Borçlar kanunu Şerhi, C.I(madde 1-338), s.612

[18]            Gökhan Antalya, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na Göre Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.I, Beta

Yayınları, İstanbul 2012, s.808

[19]            Gökhan Antalya, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na Göre Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.I, s.809

[20]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.900

[21]            Nihat Yavuz, 6098 sayılı Türk Borçlar kanunu Şerhi, C.I(madde 1-338),s.612

[22]            Gökhan Antalya, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.I, s.809

[23]            Saymen/Elbir,Türk Borçlar Hukuku, C.I,II, İstanbul 1958, s.553; Oğuzman/Öz,Borçlar Hukuku Genel

Hükümler, 5. Bası, İstanbul 1995, s.725

[24]            Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2012/16523 K. 2013/2936 T. 28.2.2013(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[25]            Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2020/25 K. 2020/1964 T. 4.3.2020 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[26]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.901

[27]            Nihat Yavuz, 6098 sayılı Türk Borçlar kanunu Şerhi, C.I(madde 1-338), s.612

[28]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.902

[29]            Rona Serozan, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C. III, İfa Engelleri Haksız Zenginleşme, 2.Bası, İstanbul

1998, s.269

[30]            Rona Serozan/ Turgut Öz/Faruk Acar/Emre Gökyayla /Murat Develioğlu, İstanbul Şerhi Türk Borçlar

Kanunu,s.884

[31]            Rona Serozan/ Turgut Öz/Faruk Acar/Emre Gökyayla /Murat Develioğlu, İstanbul Şerhi Türk Borçlar

Kanunu,s.884

[32]            Fikret Eren/Ünsan Dönmez, Erene Borçlar Hukuku Şerhi, C.II(m 49-82), Yetkin Yayınevi, Ankara

2022, s.1780

[33]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.902

[34]            Gökhan Antalya, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na Göre Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.I, s.815

[35]            Gökhan Antalya, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na Göre Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.I,  s. 800-

801; ”..Sebepsiz zenginleşme şartlarına kanunda aranmayan bir ikincillik unsurunun eklenmesine gerek  bulunmamaktadır.”

[36]            Fikret Eren/Ünsan Dönmez, Erene Borçlar Hukuku Şerhi, C.II(m 49-82), s.1776

[37]            Fikret Eren/Ünsan Dönmez, Erene Borçlar Hukuku Şerhi, C.II(m 49-82), s.1777-1778

[38]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2013/22-2310 K. 2015/1729 T. 19.6.2015(Kazancı İçtihat Bilgi

Bankası)

[39]            Nihat Yavuz, 6098 sayılı Türk Borçlar kanunu Şerhi, C.I(madde 1-338),s.617

[40]            Fikret Eren/Ünsan Dönmez, Erene Borçlar Hukuku Şerhi, C.II(m 49-82), s.1772; Yargıtay 3. Hukuk

Dairesi, E.2013/1715 K.2013/2939 T.25.02.2013

[41]            İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi E. 2020/265 K. 2021/1572 T. 27.5.2021(Kazancı

İçtihat Bilgi Bankası)

[42]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.903

[43]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.903

 

[44]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2011/13-748 K. 2012/140 T. 14.3.2012(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[45]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.06.2007 T ve E:2007/18-330, K:350

[46]            Rona Serozan, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C. III, İfa Engelleri Haksız Zenginleşme, s.281

[47]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2007/18-330 K. 2007/350 T. 13.6.2007(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[48]            Gökhan Antalya, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na Göre Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.I, s.815

[49]            Fikret Eren/Ünsan Dönmez, Erene Borçlar Hukuku Şerhi, C.II(m 49-82), s.1776

[50]            Turgut Uygur, Açıklamalı-İçtihatlı Borçlar Kanunu Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, C.III (madde 51-

108),Seçkin Yayınevi, Ankara 2003, s.2846

[51]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.908; Rona Serozan, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.

III, İfa Engelleri Haksız Zenginleşme, s.295

[52]            Rona Serozan, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.  III, İfa Engelleri Haksız Zenginleşme, s.296

[53]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.908-909

[54]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.909

[55]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.909

[56]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.909

[57]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.910

[58]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.910

 

[59]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.911

[60]            Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.920

[61]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2017/1-1231 K. 2018/1549 T. 23.10.2018(Kazancı İçtihat Bilgi

Bankası)

[62]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2013/22-2310 K. 2015/1729 T. 19.6.2015(Kazancı İçtihat Bilgi

Bankası)

 

[63]            Fikret Eren/Ünsan Dönmez, Erene Borçlar Hukuku Şerhi, C.II(m 49-82), s.1785-1786

[64]            Fikret Eren/Ünsan Dönmez, Erene Borçlar Hukuku Şerhi, C.II(m 49-82), s.1786

[65]            Fikret Eren/Ünsan Dönmez, Erene Borçlar Hukuku Şerhi, C.II(m 49-82), s.1786-1787

[66]            Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1972/6 K. 1973/2 T. 27.1.1973; Yokluk ile mutlak butlan

halleri hariç ve kişinin gerçek dışı beyanı veya hilesi de sebebiyet vermemiş olmak kaydıyla, idarenin yanlış şart tasarrufunu ( özellikle yanlış intibak işlemini ), ancak iptal davası süresi veya kanunlarda özel bir süre varsa bu süre içinde yahut iptal davası açılmışsa dava sonuna kadar, geriye yürür şekilde geri alabileceğine,”

 

[67]            Gökhan Antalya, 6098 sayılı Türk Borçlar kanununa göre Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.I, s.793

[68]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1978/2-317 K. 1979/1315 T. 17.10.1979(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[69]            Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 1987/4638 K. 1987/5582 T. 4.6.1987; “İstisnai hükümler hiç bir zaman

genişletilerek yorumlanamaz. Bu sebeple geri istenemez.”

[70]            Hatemi/Gökyayla, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Vedat kitapçılık, İstanbul 2011,s.188-198

[71]            Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/Arpacı, Borçlar Hukuku genel Bölüm, üçüncü Cilt; Rona Serozan,

İfa İfa Engelleri haksız Zenginleşme Ek: Uygulama çalışmaları, 6.bası, Filiz Kitabevi, İstanbul 2014,s.20-21

Şahin hukuk bürosu osmaniye

1998 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra Osmaniye Barosunda stajımı tamamlayarak aynı ilde ofisimi açtım..

Poyraz İşhanı A Blok K:4 No:14 Merkez/ Osmaniye
0(505) 624 96 03