İDARİ YAPTIRIM CEZALARI UYGULAMASINDA KISTAS MESELESİ (The Issue of Discretion in the Application of Administrative Penalties) (Guido Zanobini Görüşlerinden yola çıkan)

  • Anasayfa
  • Genel
  • İDARİ YAPTIRIM CEZALARI UYGULAMASINDA KISTAS MESELESİ (The Issue of Discretion in the Application of Administrative Penalties) (Guido Zanobini Görüşlerinden yola çıkan)
Şahin hukuk blog

İDARİ YAPTIRIM CEZALARI UYGULAMASINDA KISTAS MESELESİ

(The Issue of Discretion in the Application of Administrative Penalties)

                       (Guido Zanobini Görüşlerinden yola çıkan)

                                                                                                       Av.Hüseyin Şahin

                                                                                                             26/08/2025

GENEL OLARAK

Ceza hukuku ve idare hukuku bağlamında kıyas yapılarak kabahatlerin bir suç olamayacağı ve ceza hukuku alanında değerlendirilemeyeceği; fakat idare hukukunda düzenlenmiş bir suç olacağı kabul edilmiştir.

İdari suç, vatandaşın toplumun bir üyesi, idarenin bir tarafı olarak yapması gereken vazifelerini yapmaması, ifa etmemiş olmayı ifade eder. Bu bakımdan idari yaptırımlar bir zarar suçu değil, vazifeyi imtina suçudur.

İdari görevler, toplumun iyiliği ve idarenin eylemine bir iştiraktır. Bu bakımdan ceza hukuku alanına göre yorum yaparsak, idari suç/kabahat teşkil eden bir idari görevin yapılması gerekirken onun ihmal edilmesi sonucunu esas almaktadır.

İdari yaptırım hukuku kurallarının vatandaşa vazife ve sorumluluk yükleyen tarafı tartışma götürmeyen bir durumdur. Binding’in genel teorisine göre, ceza hukuku bakımından açık bir şekilde suç olarak vasıflandırılacak eylemler, idari yaptırım ceza hukukuna göre itaatsizlik ve şekli tehlike kriterine girmeyeceği haklı olarak değerlendirilmiş ve bu durumda kusur elemanının eksikliğine vurgu yapılmıştır. Buradaki eleman, kamu idaresine karşı vecibeye riayetsizlik tanımlaması yapılmaktadır.

İdari yaptırım cezası ile ceza hukuku yaptırımları arasındaki mahiyet farkını açıklamaya çalışan doktrin görüşlerini burada tartışmak konuya katkı yapmayacaktır. İdari yaptırım ceza hukukunun otonomisi, yaptırım altına aldığı bazı görevlerin mahiyet fakından ileri geliyor.

İdari yaptırım ceza hukuku, hüküm unsurlarındaki farklılık ve özellik bakımından ceza hukukundan farklılaşıyor. Ondan ayrılmadığı gibi, hakiki ve bizatihi ceza hukuku kuralı olma vasfı da sona ermiyor.

Şüphe götürmeyen bir husus da vazife yükleyen idari yaptırım ceza hukuku kaidelerinin mahiyetinin izahıdır. Bilinmelidir ki, vatandaşa yüklenen görev fert olarak nazara alınıp yükleniyor. Yoksa toplumda bir organ olarak kabul edilip vazifeler yüklenmiyor. Sonuç olarak bu vazifeler ve sorumluluklar, aynı zamanda vatandaş hürriyetine genel tahditleri devletin hükümranlık hakkında dayanarak koyduğu anlamına gelmektedir. Bunları ifade eden kurallar ise gerçek anlamda hukuk kurallarıdır. Bu bakımdan idari yaptırım kuralları hukuk dallarındaki kurallardan, özellikle de ceza genel hukuku kurallarından çok da ayrılmıyor.

Goldscmidt’in bahsettiği kaideler genel düzende hukuk kaidesi sayılmamakla beraber, hukuki sahada kalıyorlar. Ceza hukuku ile, idari yaptırım ceza hukuku arasındaki her türlü ayrımı kabul etmeyen yazarların fikirleri daha mantıklı kabul ediliyor. Ceza Hukuku aynı mahiyet ve bütünlükte kaldıkça öğretimde kolaylık bakımından olsa bile bu nevi ayrımlar açıklık yerine karışıklık getirecektir.

İdari ceza hukukunun diğer kısımlarına müsbet yaptırımlar (eda) ile ilgili ekonomik veya şahsi muhtevaya gelince aynı anlayışı tatbik etmek kolay değildir. Kamunun emniyetini ihlal olarak mütalaa edilip, idare hukukunun bu münasebetleri bile ceza müeyyidelerinin psikolojik tesiri de gözönünde bulundurularak genel kabahat müeyyidelerinin dışında bırakılmamıştır.

Günümüzde idari yaptırımlar, başta idare hukuku olmak üzere Anayasa Hukuku, ceza Hukuku, Mali hukuk, Mukayeseli Hukuk ve Avrupa İnsan hakları Hukukundan beslenmektedir[1].

Hizmetin genişlemesi ve karmaşıklaşmasının dışında idarenin her zaman hukuka uygun davranma istek ve eğiliminde olduğu iddia edilemez. İdarenin ajanları bazen yanılarak bazen de kişisel saiklerle hukukun dışında karar ve işlem tesis edebilirler. Bu sebeple de bireylerin idarenin hukuka aykırı işlem ve kararlarına karşı korunması gereği ortaya çıkmıştır.

İDARİ YAPTIRIM KAVRAMI

İdarenin görevleri arasında kamu güvenliği ve düzeni, kamu sağlığı gibi çeşitli idari düzenleri korumak önemli bir yer tutar[2]. Bu koruma büyük ölçüde, sahip olduğu yaptırım uygulama yetkisiyle sağlanabilir[3]. Bu yolla idare edilenler idari kararlara uymaya sevk edilirler[4]. İdarece yaptırım uygulanması kişilerin bazı temel hak ve özgürlüklerini sınırlama potansiyeli taşıdığından söz konusu yaptırım uygulama yetkisinin idareye açıkça kanunlar tarafından tanınmış olması gerekir. Bu açıklamalar ışığında idari yaptırımı, kanunların açıkça gerekir[5].

Kanunların açıkça yetki verdiği durumlarda idarenin doğrudan doğruya bir işlemiyle[6] ve idare hukukuna özgü usullerle vermiş olduğu yaptırımlar olarak tanımlamak gerekir[7].

Binding’ e göre ceza hukuku hükümleri, hüküm ve müeyyide olarak ikiye ayrılır. Hüküm kısmında kanun koyucu, kanuna tabi olanların hareketlerini tanzim edici, genel olarak emredici hükümler koyuyor. Diğer kısımda ise, bu hüküm unsuruna itaatin ihmal edildiği anda devletin organları vasıtasıyla tatbik edilecek müeyyideyi belirtiyor. Kaidenin ceza hukukuna bağlı olması da şart değil, ceza hukukunun müeyyide unsuru diğer hukuk dallarına karşı da kendini gösterir. Bu durumda da hiçbir hukuk kaidesi olmasa da devlet menettiği eylemleri müeyyidelendiriyor demektir. Bu müeyyideler ise kamu hukukunun özel bir kaidesidir.

İster ceza kanununa tabi olsun ister başka bir kurala, ceza hukukunun tek bir gayesi vardır; hukuki bir değeri ister ihlale, isterse tehlikeye karşı olsun korumaktır. Fakat bu tehlike ve ihlalin, hakiki, maddi ve bireysel olaylar karşısında her seferinde bulunması gerekir. Buna karşılık güvenlik tedbirlerinde soyut bir tehlikenin şüphesi bile yeterlidir. Hatta kanun koyucunun, her türlü maddi bir olaydan müstakil, böyle bir imkanı da sağlamış olması yeterlidir.

Ceza kanunları hukuki değerin himayesine hasredilmiş olmasına rağmen güvenlik tedbirleri ve idari ceza kanunları böyle bir gaye taşımıyor. Bu hükümler devletin vatandaşlarına yönelttiği menedici hükümleri gaye olarak almaktadır. Genel ceza hukukunda sübjektif hakka, tehdit ve ihlal bir suç teşkil ettiği halde, güvenlik tedbirleri ve mali suçlarda ise sadece itaatsizlik suç teşkil eder. Bu itaatsizlik ise ya bir kaideye ya da idari bir emre karşı olabilir[8].

Anayasa Mahkemesi kararlarında da benzer şekilde idari yaptırım, “idarenin bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği bir yetkiye dayanarak idare hukukuna özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya uyguladığı yaptırımlar” şeklinde tanımlanmıştır[9]. Danıştay da verdiği kararlarda Anayasa Mahkemesi’nin bu tanımını benimsemiştir[10]. Uyuşmazlık Mahkemesine göre ise, “kanunun öngördüğü bir ceza, idari bir organın eliyle uygulanabiliyorsa bu genel ceza hukukunun değil, idare hukukunun müeyyidesidir. Bu tür cezalar, uygulama alanı itibariyle, idarenin kamu düzeninin sağlanması ve korunması görev ve yükümlülüğünün yerine getirilmesi amacına yönelik bir hukuki müeyyide niteliğini taşımakta olup; idari ceza uygulaması, konusu olan suçun niteliği, uygulayan merci ve uygulanan usul ile hukuki sonuçları itibariyle adli ceza uygulamasından farklılık göstermekte ve hukuki müeyyideler, esasen gerçek anlamda bir ceza sayılmamaktadırlar”[11].

Kabahat karşılığı öngörülen idari yaptırımlar Kabahatler Kanunu’nun 16. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre idari yaptırımlar; idari para cezası ve idari tedbirlerden ibarettir (m. 16/1). İdari tedbirler ise, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir (m. 16/2[12]). Kabahatler karşılığında uygulanması öngörülen idari yaptırımlara kural olarak mahkemeler değil, kanunla yetkili kılınan idari merciler karar vermekte (m. 22)[13]; söz konusu idari yaptırıma karşı ilgilisinin kanun yoluna başvurması halinde ise incelemeyi hâkim veya mahkeme yapmaktadır[14].

İdari yaptırımların sadece idare hukukunun konusuna girmediği, caydırıcı ve cezalandırıcı niteliği[15] karşısında aynı zamanda ceza hukuku ilkeleriyle de ilişkili kabul edilmesi gerektiğini[16] ve bu çerçevede idare hukukuyla ceza hukukunun birbiriyle yakın ilişki içerisinde olduğunu belirtmek gerekir[17].Gerçekten idari yaptırımlar genellikle idari para cezası veya herhangi bir şeyden men edilme şeklinde ortaya çıktığından ceza hukuku yaptırımlarına benzemektedirler[18].

Bazı durumlarda kişilerin işledikleri bir fiil hem bir suç hem de bir kabahatin; bazı durumlarda ise aynı anda birden fazla kabahatin konusunu oluşturabilmektedir. Bu aşamada çalışmamızda kabahat ve idari yaptırım kavramlarına dair yukarıda yapılan genel açıklamalar ışığında, kişilerin işledikleri tek bir eylemle aynı anda suç ve/veya kabahatlere ilişkin yargılama, ceza veya yaptırım süreçleriyle karşı karşıya kalmaları halinde uygulama ve tartışma alanı bulabilecek olan non bis in idem ilkesinin genel olarak ne anlama geldiğine ve özellikle vergi ceza hukuku alanında konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk normları çerçevesinde söz konusu ilkenin nasıl düzenlendiğine değinilecektir.

İDARİ CEZA HUKUKU VE İDARİ YAPTIRIMLAR TARTIŞMASI

İdari işlemin neden unsuru, idari işlemden önce gelen, idareyi o işlemi yapmaya sevk eden ve nesnel olarak hukuk kurallarınca önceden belirlenmiş olan, maddi bir olay ya da olgu veya hukuki işlemdir[19].Kabahatler her ne kadar suç olmaktan çıkarılmışsa da, mevcut durumda idare hukuku ile ceza hukuku arasında yer alan ortak bir alanı oluşturmaya devam etmektedir[20].

İdari ihlalin ortaya çıkması anından itibaren idari düzenin işleyişi de bozulur. Bozulan bu işleyişi düzeltme amaçlı olarak kişilere idari yaptırımlar uygulanabilir.

Anayasa Mahkemesi, bir fiilin suç ya da kabahat sayılması hususunun kanun koyucunun takdirinde olduğunu, fiilin kabahat olarak düzenlenmesi halinde ise bunun ceza hukukunun temel ilkelerine uygun olarak düzenlenmesi gerektiğini belirtmektedir[21]. Anayasa Mahkemesi, idari ceza kavramını sadece idari para cezaları açısından değil, idari tedbirleri de içine alacak bir üst kavram olan idari yaptırım olarak ele almaktadır[22].

Zanobini’ye göre, bağımsız bir idari ceza hukuku mevcut değildir. Ancak idari yaptırımlar, idare hukukunun bir kısmını oluşturmaktadır[23]. Farklı isimlerle adlandırılsa da idari yaptırım ve cezalar, idarenin kendine özgü bir yaptırımlar sistemidir. Yaptırımlar İdari Ceza Hukuku, Cezai İdare Hukuku ve Düzene Aykırılıklar Hukuku olarak adlandırılmak istenen yaptırımlar hukuku idarece saptanan belirli davranış ve eylemlere uygulanan idari yaptırımlar sistemi olduğu kabul edilmelidir. Buradaki tanımlamada idari yaptırımları “idari suç” yerine “idari düzene aykırı eylem ve davranış” ya da daha yalın anlatımla “idari ihlal” olarak tanımlamak daha uygun bir tanımlama olacaktır.

İdare, milli güvenliğin korunması, kolluk faaliyetleri, kamu hizmeti, özendirme ve destekleme faaliyetleri, iç düzen faaliyetleri ve planlama faaliyetlerini yerine getirilmesi amacıyla üstün yetkiler ile donatılmıştır[24]. Bu üstün yetkiler kapsamında idare, doğrudan yaptırım uygulama yetkisine de sahiptir. İdarenin, bir yargı kararı olmadan, yasayla kendisine tanınmış yetkiye dayanarak İdare Hukuku esaslarına göre, doğrudan doğruya idari kararların gereklerinin yerine getirilmesi amacıyla uyguladığı yaptırımlara, “idari yaptırım” adı verilmektedir[25]. İdari yaptırım, teknik anlamda idareye tanınan “subjektif bir hak”tır; diğer bir ifadeyle, idari yaptırımı gerektiren husus, kişinin hukuka aykırı fiilinin kaynağında bulunan, ihlal edilen hukuki değere sahip idare ile kendisi arasındaki bir hukuki ilişkidir. Böylece idare organlarına, kendi tasarruflarıyla yargı organlarına başvurmaksızın ceza uygulama imkânı tanınmaktadır[26].

İdari yaptırım kavramını organik ölçütü kullanarak tanımlayan Özay’a göre idari yaptırım, yasaların açıkça yetki verdiği ve yasaklamadığı durumlarda, araya yargı kararı girmeden, idarenin doğrudan doğruya, bir işlemi ile ve İdare Hukuku’na özgü usullerle vermiş olduğu cezalardır[27].

Zanobini’ye göre idari yaptırım, idarenin vecibelerini yerine getirmesini sağlamak amacıyla ortaya çıkmış idari müesseseler tarafından yerine getirilen, müeyyide kavramı (ceza değil) kapsamında değerlendirilmesi gereken yaptırımlardır[28].

Gölcüklü’ye göre idari yaptırımlar, toplum disiplini yaratmaya yönelmiş vasıtalardır[29].Gözübüyük ise idari yaptırımı (müellifin ifadesiyle yönetsel cezayı), yönetilenlere, yönetsel düzene aykırı davranışlarından dolayı yönetimce verilen cezalar olarak tanımlamaktadır[30]. Anayasa Mahkemesi de, öğretideki tanımlara benzer şekilde organik ölçütü esas alarak “İdarenin, bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği yetkiye dayanarak, İdare Hukuku’na özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya bir işlemi ile uyguladığı yaptırımlara, verdiği cezalara idari yaptırım denmektedir.” şeklinde bir tanımlama yapmıştır[31]. Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göre, “…kanunun öngördüğü bir cezanın idarenin bir organının eliyle uygulanabilmesini.. “ idari yaptırım olarak adlandırılabilmesi için yeterlidir[32].

Öğreti ve yargı kararlarından çıkarılan sonuç, bu yaptırımların idare tarafından idare hukukuna özgü usullerle karara bağlanmaları ve yine idarece uygulanmaları nedeniyle “idari yaptırımlar” adını almış olduğudur. Bununla birlikte belirtilebilecek diğer bir nokta da, idari yaptırımların, yine idare tarafından idarenin vasıtalarıyla tatbik edileceğidir[33].

Bazı durumlarda, özellikle yasaların açıkça yetki verdiği veyahut da yasaklamadığı hallerde, araya yargısal bir karar girmeksizin, idarenin doğrudan doğruya, bir işlemi ile ve idare hukukuna özgü usullerle vermiş olduğu cezalar, uyguladığı yaptırımlar vardır. Bunlara “idari yaptırım” denilmektedir[34]. Bu terim Türk hukukunda geniş bir kabul görmüştür[35]. İdari yaptırımların en önemli özelliği, idare tarafından ve idare hukuku usullerine göre kararlaştırılıp uygulanmalarıdır[36]. İdari yaptırımlar nitelik bakımından ceza yaptırımlarından farklı niteliktedirler. Ceza hukukuna en fazla yaklaşan “disiplin hukuku” alanında da görüldüğü gibi, “disiplin cezaları” gerçekten ceza hukuku alanındaki anlamları ile birer ceza ve bu cezaları doğuran işlemler de yargısal bir işlem olarak kabul edilmektedir[37].Buna karşılık idari yaptırımlar, organik anlamda idare tarafından ve araya yargısal bir karar girmeden uygulanmaktadır. Yargısal makamların idari nitelikteki faaliyetleri, maddi anlamda idare tarafından uygulanan yaptırımlar konusunda biraz daha açıklayıcı olmaktadır. Genel olarak adli teşkilat, yargılama makamlarına nazaran daha geniş kapsamlıdır. Çünkü adli teşkilatın bünyesinde doğrudan doğruya yargılama faaliyetini yerine getirmeksizin maddi açıdan idari işlem niteliğindeki faaliyetlerde bulunan kurumlar da mevcuttur.

İdari yaptırımların kolluk tedbirlerinden ayrılması nasıl mümkün olacaktır? İdari kolluk, kamu düzenini tesis etmeye ve sağlanan düzeni korumaya yönelik olarak faaliyet gösterirken, konulan kurallar ve idari kolluğun faaliyetleri “önleyici” nitelik taşısa da, muhakkak ki, kamu düzenine aykırı davranışlar olacaktır. İşte bu noktada, yani idari kolluğun faaliyet alanını teşkil eden güvenlik, esenlik, sağlık ve genel ahlakın korunmasına ve bu amaca hizmet eden kurallara aykırılığın belli yaptırımlarla durdurulması, ihlallerin ise yine belli yaptırımlarla cezalandırılması gerekir[38]. Bu çerçevede söylenebilir ki, idari kolluk, suç işlenmeden ortaya çıkar, suçun işlenmesini önler; tabi ki suçun işlenmesini önlemekle kamu düzenin bozulmasını da önlemiş olur. Ancak bazı durumlarda da, kolluk faaliyetlerinin niteliğinden kaynaklanan bir nitelendirme farklılığı nedeniyle idari yaptırımla kolluğun önleyici tedbiri birbirine geçebilmektedir.

Bazı idari yaptırımların kamu güvenliği ve genel sağlığı tehlikeye düşüren durumlara son vermek için uygulandığından, bu tür yaptırımlara kolluk tedbirleri ile idari yaptırımlar arasında bir yer verildiği; örneğin, alkolü bir sürücünün sürücü belgesinin geçici bir süre için geri alınması kimi durumlarda idari yaptırım, kimi durumlarda önleyici kolluk tedbiri niteliğinde sayılabileceği belirtilmektedir[39].

İdari yaptırımların kaynağında, idarenin üstlenmiş olduğu görevleri, bir başka ifade ile, kamu hizmetlerini ve belli kolluk faaliyetlerini etkili bir biçimde ve ivedilikle yerine getirebilmesinin sağlanması yatmaktadır[40].Yine, idari işlemlerin yerine getirilmesinin sağlanmasının da idari yaptırımlara kaynaklık ettiği belirtilmektedir. Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında idari yaptırımların ortaya çıkma gerekçelerini, “gelişen, büyüyen çeşitlenen ve çoğalan toplumsal gereksinimleri yerinde, zamanında ve etkin bir biçimde karşılayabilmek için çağdaş yönetimlerde idareye geniş ve değişik alanlarda yaptırım yetkileri tanınmaktadır.”[41]; “İdarenin hizmetlerini gereği gibi ve ivedilikle görebilmesi için, yaptırım uygulama yetkilerine gereksinimi vardır. İdare bu yetkilerle, kamu düzeni ve güvenliğini, kamu sağlığını, ulusal servetleri zamanında ve gereği gibi koruyabilir. Bu nedenle idareye, geniş ve çeşitli yaptırımlar uygulama yetkisi tanınmıştır.”[42]; “…mahkemelerin iş yükünün ve tarafların zaman, emek ve masraf kaybının azalması amaçlanmaktadır.”[43] şeklinde ortaya koymuştur.

Bunların yanında, kamu hizmetlerinin özel hukuk gerçek ve tüzel kişilerine gördürülme usullerinde de idarenin denetim ve gözetimi söz konusu olacağından, bu denetim ve gözetimden kaynaklanan bir yaptırım mekanizmasına ihtiyaç duyulması da idari yaptırımlara ihtiyaç duyulmasının bir başka sebebidir[44].

İDARENİN PARASAL YAPTIRIMLARININ BELİRLENMESİ

İdari yaptırım kararları, yargısal usullere göre yapılmış olsa dahi, idare teşkilatında görevli kimselerin yaptıkları işlemlerin yargısal nitelikte olmayacağı açıktır. Zira bu gibi görevliler bağımsızlık ve yargıç güvencesine sahip değildirler. Anayasa Mahkemesi’nin kararları da bu yöndedir[45]. O halde idari yaptırımlar, idare içinde yer alan makam ve mercilerin idari işlem niteliğindeki kararlarıdır[46]. İdari nitelik taşıyor olsalar dahi, idare hukuku alanında uygulanan organik ve işlevsel ölçüte göre, idari olarak nitelendirilemeyeceklerdir. Burada yargılama fonksiyonu başlamamış olsa bile, duruşma safhasından önce yargılama faaliyeti artık harekete geçmiş bulunmaktadır[47].

Kanunilik ilkesi bahsinde ayrıntılı olarak belirttiğimiz üzere, temelde idari para yaptırımlarının belirlenmesi Yasama organınca yapılır. Yani, özellikle suç politikası çerçevesinde, Yasama organı, hangi davranışların suç, hangi davranışların kabahat olacağına belirlenmiş usuller dairesinde karar verir ve bu hususları kanunlaştırır. Bu belirleme, her zaman kesin olmaz, ya da kabahat oluşturan hareket, farklı ağırlıklarla toplumsal düzene zarar veriyor olabilir.

Toplumsal düzeni farklı ağırlıkta bozan davranışlara, aynı isim verilmiş olsa dahi farklı miktarda para yaptırımının uygulanması mümkündür. Yine, kabahati işleyenin kişisel durumu da para yaptırımının miktarını değiştirebilir. Kişinin ekonomik durumu, yaşı, akıl sağlığı uygulanacak para yaptırımını belirlemede etkili olacaktır. Örneğin, Kabahatler Kanunu’nun 11/1.maddesine göre, “fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmamış çocuk hakkında idarî para cezası uygulanamaz.” Yine, 11. maddenin ikinci fıkrasına göre; “Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişi hakkında idarî para cezası uygulanmaz.”

İdari para yaptırımı temelde kanunla belirlenir[48]. Bununla birlikte, kanunun alt üst sınır belirtmesi ve bu sınırlar içerisinde idareye takdir yetkisi vermesi durumunda idari para yaptırımının tayini farklı özellikler arzetmektedir.

Bir ceza olarak, yaptırım, teknik anlamda, idareye tanınan bir sübjektif haktır. Uygulama alanı ise idarenin görevlerinin yerine getirilmesinin teminini sağlamaktır. İdari yaptırımlar idare için bir hak teşkil etmekte ve yargıcın fonksiyonuna lüzum olmadan, doğrudan doğruya tatbik edilmektedir. İdari bir kanunun öngördüğü gibi, bir para cezası maliye veya valilik ya da kaymakamlık kanalıyla ve kendi imkanları ile tatbik edilse ve kanunlarda kabahat veya para cezası olarak adı geçse bile, genel ceza hukukuna girmemektedir. Bunlar teknik anlamda kabahat değildir, fakat idare hukuku yaptırımıdır[49].

Nitekim, Kabahatler Kanunu, 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında şu hükümlere yer vermiştir:

1) İdarî para cezası, maktu veya nispi olabilir.

(2) İdarî para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idarî para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur.

Maddenin birinci fıkrası maktu ve nispi para yaptırımlarını düzenlemektedir. Bu ayrımlara, İdarenin Parasal Yaptırımlarının Türleri başlığı altında ayrıntısıyla değineceğiz. Maddenin ikinci fıkrasında, alt üst sınır belirtilmesi durumunda, idari para yaptırımının nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. İşte bu nedenlerle, idarenin parasal yaptırımlarının kanunla net bir şekilde belirlenmesinin yanında, özellikle kişisel ve kabahatin işlenişi ve doğurduğu sonuçlar nedeniyle alt üst sınırı kabul etmek suretiyle belirlenmesi konusunun ayrıca ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Zira, alt üst sınır belirlenen kabahatlerde, idareye takdir hakkı tanınmakta ve bu durum, verilecek idari para yaptırımının farklı olmasına sebep olabilmektedir[50].

Bunların yanında, ‘hata’ya, hukuka uygunluk nedenleri ve kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler de idari para yaptırımlarının belirlenmesinde büyük önem arzetmektedir. Yine, teşebbüs, gönüllü vazgeçme, iştirak ve içtima hükümleri de idari para yaptırımlarının belirlenmesinde dikkate alınması gereken konulardır. Bu konulardaki kanunen belirlenmiş temel kıstasları belirtmek gerektiği kanaatindeyiz.

Kanun’un 17. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “kabahatin haksızlık içeriği”nden, kabahat oluşturan davranışın işlenme şekli, ihlal edilen toplumsal fayda ve ortaya çıkardığı zarar veya tehlikenin ağırlığı anlaşılmalıdır[51]. Buna göre, alt ve üst sınırları belirlenmiş ve bu aralıkta verilecek cezanın takdiri idareye bırakılmış olursa, kabahatin niteliği ile ilgili bu hususlara dikkat edilmelidir. Örneğin, Kabahatler Kanunu’nun 36. maddesinden düzenlenen “gürültü” kabahati, “bir ticarî işletmenin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde işletme sahibi gerçek veya tüzel kişiye bin Türk Lirası’ndan beş bin Türk Lirası’na kadar idarî para yaptırımı” verilmektedir. Burada alt sınır-üst sınır arasında, durumun özelliğine göre farklı idari para yaptırımı uygulanacaktır. Bu yapılırken, yine, gürültünün nasıl yapıldığı, toplumsal düzeni ne kadar ihlal ettiği etkili olacaktır. Örneğin, gürültü kabahatini işleyen işletmenin şehrin ortasında yer almasıyla, şehrin uzağında yer alması arasında idari para yaptırımının miktarı bakımından fark olacağı muhakkaktır[52]. Çünkü bu durumda, toplumsal yararın ihlali farklılık arzedecektir.

Yaptırımın Manevi Unsuru (Kusurluluk)

Ceza hukukunda, suçun manevi unsuru olarak kabul edilen kusurluluk, idari yaptırımlar hukuku alanında da uygulama alanı bulur; bulmalıdır. Çağdaş hukuk sistemlerinin kusursuz cezalandırmayı kabul etmesi düşünülemez. Ancak idari para yaptırımlarında kusur kavramına bugüne kadar, maalesef pek değinilmemiştir. Biz, işlenen kabahatin ağırlığına ve kişinin bu kabahatteki kusuruna göre, para yaptırımının alt veya üstü sınır aralığında tayininin çok büyük önem arzettiğini düşünüyoruz. Alt ve üst sınır aralığında bir miktar tayininin idari mercilere bırakılması bu konunun önemini daha da arttırmaktadır.

Kabahatler Kanunu’un 17/2. maddesindeki “failin kusuru” ifadesinden, failin kabahati kasıtla mı yoksa taksirle mi işlediği anlaşılmalıdır. Kusurluluk temelde ahlaki bir vasıflandırmayla değil, hukuki bir vasıflandırmayla değerlendirilmelidir. Kabahatler, toplumsal düzeni, her ne kadar suçlar kadar ağır bir şekilde bozan davranışlar olmasa bile, en nihayetinde, bunlar karşısında uygulanan yaptırımlar, bireylerin hak ve özgürlüklerine doğrudan -hem de yargı kararı olmaksızın- müdahalede bulundukları için, özellikle kabahatin manevi unsuru olarak kabul edilebilecek kusurluluğa dikkat edilmesi gerekir.

Bu konuda ilk olarak söylenebilecek husus, Kabahatler Kanunu’nun, “kabahatlerin, kanunda açıkça hüküm bulunmayan hallerde, hem kasten hem de taksirle işlenebileceği”ne ilişkin 9. maddesi hükmüdür.

Bu hükme göre, kanunda, kabahatin, açıkça kastla veya taksirle işlenebileceği belirtilmemişse, o kabahat hem kastla hem de taksirle işlenebilmektedir. Ancak, kabahat açıkça kastla işlenebilir deniyorsa bu halde kabahati taksirle işleyene idari para yaptırımı uygulanmasından bahsedilemeyecektir.

Kast, TCK’nın 21/1. maddesinde; “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi” olarak tanımlanmıştır.

Taksir ise, TCK’nın 22/2. maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” olarak tanımlanmıştır.

Demek oluyor ki, ilk olarak, kabahati işleyen kişinin hareketinde taksir veya kast unsuru olmalıdır. Yani kişi, kabahat oluşturan bir davranış bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmalıdır. Kabahatler Kanunu’nun 9. Madde gerekçesinde de bu durum aynen bu şekilde belirtilmiştir.

İkinci olarak, isnat kabiliyeti olan kimsenin kusurluluğundan bahsedilebileceğidir434. Yani kişinin kastla veya taksirle hareket ettiğinin kabulü için öncelikle isnat kabiliyetinin olup olmadığına bakmak icap eder. İsnat kabiliyeti temelde kusurlu davranabilme yeteneğini ifade eder.

Kabahatler Kanunu, bu kimselerin isnat kabiliyeti olmamasından dolayı haklarında idari para yaptırımına karar verilemeyeceğini hükme bağlamıştır. Ancak, Kabahatler Kanunu, bu kişiler bakımından sadece idari para yaptırımı uygulanamayacağını hükme bağlamıştır. Bu nedenle bu kişilere, diğer idari tedbirlerin uygulanması açısından herhangi bir engelleyici hüküm yoktur. Bu çerçevede, idari para yaptırımına karar verilirken, sadece kabahati oluşturan harekete değil, bununla birlikte, kabahati işleyen kişinin durumuna da bakılacağını belirtmek gerekir. Bunlar, idari para yaptırımının belirlenmesinde önemli noktalardır.

İdari para yaptırımının belirlenmesinde kişinin ekonomik durumunun da dikkate alınması gerektiği, Kabahatler Kanunu’nun 17/2. maddesinde; “(…) idarî para cezasının miktarı belirlenirken (…) failin ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur.” şeklindeki hükümle belirtilmiştir. Para yaptırımı, devlet için, hapis cezası gibi yük getirmek şöyle dursun, aksine gelir getirici bir fonksiyonunun olduğu436 şeklinde olumlu yanları belirtildiği gibi; etkisinden kolayca kurtulunabildiği, zengin olan açısından etkisiz olduğu, kişinin ekonomik durumunu tespitin çok zor olması nedeniyle etkisinin gerçekleştirilemeyeceği437 gibi gerekçelerle olumsuz yanları da belirtilmektedir.

‘Kişinin ekonomik durumu’nun, çok muğlak bir ifade olduğu kanaatindeyiz. Bu kıstas, idari para yaptırımının etkili olması için düşünülmüş olsa gerektir. Kanun’un 17. madde gerekçesinde bununla ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir. Ancak kişinin ekonomik durumunu belirlemek oldukça zordur. Ayrıca bu konuda belirtilen bu türden bir ölçüt etkinliği sağlamaya çalışsa da, örneğin hiçbir malvarlığı olmayan ve işsiz kimseler bakımından hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

Yine bu konuda nasıl bir yol izleneceği de net değildir. Örneğin asgari ücretle geçimini sağlayan bir kişiye, idari para yaptırımının etkili olması için, alt ve üst sınırı belirlenmiş bir yaptırımda, alt sınıra mı yoksa üst sınıra mı yakın bir para yaptırımına hükmedilecektir? Burada, ekonomik durumu iyi olmayan kimseler açısından alt sınıra; ekonomik durumu iyi olan kimseler açısından ise üst sınıra yakın bir idari yaptırım takdirine gidilmesinin amaçlandığını düşünüyoruz.

E-Hata

İdari para yaptırımının belirlenmesinde dile getirilmesi gerektiğini düşündüğümüz diğer bir konu da “hata”dır. Hata konusunda, Kabahatler Kanunu’nun, TCK’ya atıf yapmış olması nedeniyle, bu konudaki açıklamalarımızı TCK çerçevesinde yapacağız.

Hata, gerçeğin bilinmemesi veya yeter derecede bilinmemesi nedeniyle yanlış bir hüküm verilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. TCK’nın 30. maddesinde hata;

“(1) Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır.

(2) Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.

(3) Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.

(4) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.”

Şeklinde düzenlenmiştir.

Kabahatler Kanunu, TCK’nın hata hallerine ilişkin hükümlerinin ancak kasten işlenen kabahatler bakımından uygulanacağını hükme bağlamıştır. Buradan da yine, idari para yaptırımlarının uygulanmasının belirlenmesinde farklı özellikler ortaya çıkmaktadır. Buna göre, ancak kasten işlenebileceği belirtilmiş kabahatler konusunda TCK’nın hataya ilişkin hükümleri kıyasen uygulanacaktır.

Bu çerçevede belirtmek gerekir ki, kabahatin maddi unsurlarını (hareket ve netice) bilmeyen bir kimse kasten hareket etmiş sayılmayacağından idari para yaptırımına maruz kalmayacaktır. Zira bu takdirde iradeye etki eden ne şuurlu ne de serbest bir iradeden bahsedilemez.

Yine, bir kabahatin daha ağır veya daha az para yaptırımı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanacaktır. Yaptırımlara ilişkin sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi de, bu hatasından yararlanacaktır.

TCK’nın 30. maddesinde düzenlene hata hallerini idari yaptırımlar bakımından kısaca, kabahatin maddi unsurlarında hata, kabahatin nitelikli unsurlarında hata, hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan bir nedenin maddi şartlarında hata, işlenen kabahatin esasında bir haksızlık oluşturduğu hususunda hata şeklinde sıralanabilir.

F- Hukuka Uygunluk Nedenleri ve Kusurluluğu Ortadan Kaldıran Nedenler

Hukuka uygunluk nedenleri ve kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler temelde ceza hukukunun sahasında yer alan kavramlardır. Ancak Kabahatler Kanunu da bu iki kavrama 12. maddesinde şu şekilde yer vermiştir:

“Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, Türk Ceza Kanunu’nun hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlere ilişkin hükümleri, kabahatler bakımından da uygulanır.”

Bu hüküm uyarınca, hukuka uygunluk nedenleri ve kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler konusunda TCK’nın düzenlemelerine bakmak gerekecektir.

Hukuka uygunluk, bir davranışın çeşitli nedenlerle hukuka aykırı olmamasını ve bu nedenle herhangi bir cezai yaptırımla karşılanmamasını ifade eder. TCK’da hukuka uygunluk nedenleri olarak belirtilen durumlar şunlardır: Hakkın Kullanılması (md 26), Görevin Yerine Getirilmesi (md.24), Meşru Savunma (md.25) ve İlgilinin Rızası (md.26).

Kusurluluğun ortadan kalkması ise, kişinin kanunda unsurları belirtilen suçu iradi olarak yapmamasını ifade eder. Aslında kusurluluğun ortadan kalkması yanında bir de kusurluluğu azaltan nedenlerden de söz etmek gerekir ancak Kabahatler Kanunu yalnızca “kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlere atıf yaptığı için sadece bu noktaya değinmekle yetiniyoruz. Kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler,

TCK’da; zorunluluk hali (md.25), cebir veya tehdit etkisinde olma (md.28), geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma (md.34) yaş küçüklüğü (md.31) ve akıl hastalığı (md.32) olarak sayılmıştır.

Bunlardan, akıl hastalığı ve yaş küçüklüğü Kabahatler Kanunu’nda ayrıca düzenlendiğinden (md. 11) bu konularda TCK’nın ilgili hükümleri uygulanmayacaktır.

Yukarıda belirtilen hukuka uygunluk nedenleri ve kusuru ortadan kaldıran nedenlerin varlığı halinde kabahati işleyen kişiye idari para yaptırımı uygulanmayacaktır.

İDARİ YAPTIRIMLARIN ÖZELLİKLERİ

İdari yaptırımlar ceza hukukunun öngörmüş olduğu yaptırımlardan az veya çok farklı bir hukuksal nitelik taşımaktadır. İlk olarak, idare hukuku yaptırımlarının birer idari işlem olup, uygulanmalarında yargısal usuller değil de, idare hukukuna özgü usullerin geçerli olduğunu söylemek mümkündür.  İdari yaptırımlar, idarenin korumakla yükümlü olduğu kamu düzeni ve güvenini, kamu sağlığını, ulusal servetleri gereği gibi koruyabilmesinin bir aracı olarak nitelendirilmektedir. Bu durumda işlenen suç ile verilen ceza arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uyan bir nispet bulunması gerekiyorsa, yaptırımlar alanında da aynı ilke ve kuralların geçerli olduğunu kabul etmek gerekmektedir[53].İdare hukuku alanındaki yaptırımların da mutlaka önceden yayınlanmış, dolayısıyla bilindiği var sayılan kural işlemlere dayanması gerektiğinde hiçbir kuşku bulunmamaktadır. Danıştay’ın bu konudaki tutumunu çeşitli örnek kararlarından yola çıkarak ortaya koymak mümkündür[54]:

“Siyasi güvenliği tehlikeye düşürücü bir eylemde bulunmayan davacının, 1951 yılındaki hükümlülüğü nedeniyle yurt dışına çıkmasının yasaklanmasında isabet bulunmamaktadır.”[55]

“Hükümlülük tarihinden sonra emniyeti bozucu hali bulunmayan kişinin, pasaport verilmemek suretiyle seyahat hürriyetinin kısıtlanmasında tutarlılık bulunmamaktadır.”[56]

“Kamu güvenliğini bozucu kabul edilerek toplattırılan kitapların yazarının ceza mahkemesinde beraat etmiş olması, toplama işleminin iptalini gerektirmemektedir.”[57]

İdarenin kararlaştırıp uyguladığı yaptırımlar klasik anlamda birer ceza değildir. Bununla beraber yaptırımlar, idari karar ve işlemler içinde özel bir yeri olan, herhangi bir icrai karardan çok daha özenle ve dikkatle ele alınmaları, uygulanmalarında çok sıkı şekil ve usul koşullarını gözetme zorunluluğu olan türden işlemlerdir. Yararlananlar üzerindeki etki ve her kolluk faaliyet ve işlemlerinde olduğu gibi, özgürlükler ile doğrudan ilişkileri, üstelik kamu hizmetlerindeki gibi bir edimin sunulması şeklinde değil de, bireylere bazı şeylerin yaptırılması veya yaptırılmamasının sağlanması biçiminde, onlara yükümler getirmesi nedeniyle, hukuki rejimleri, bu konumların en çok işlendiği alan olan ceza hukukunda doğrudan alınarak, esinlenilerek veya benzetilerek düzenlenmiştir.

Bu durumda idari yaptırıma neden olan temel olgunun bir suç veya haksız eylem değil, fakat hukuka aykırı bir durum olduğu sonucuna varabiliriz. Türk idare sisteminde, devlet yetkileri ve işlemleri, esas itibariyle, bunları kullanan ve yapanların sıfatına, yani organik ve uzvi ölçüte göre değil, konularına, içeriklerine ve etkilerine, yani maddi ölçüte göre nitelendirilmektedir[58].Kaldı ki, idarenin düzenleyici işlem yapma yetkisi sadece tüzük ve yönetmelik yapmaktan ibaret olmayıp, çok daha geniş kapsamlıdır.

İdari para ceza yaptırımları yargı yerleri tarafından kararlaştırılmayan “adli” yaptırımlardır. Dikkati çeken husus, bu cezaları doğuran fiillerin saptanmasının yürütme organı ve idarenin gelecekteki bir tasarrufu ile belirlenmekte olmasıdır.

Bir kanuna dayanmak koşuluyla, idarenin düzenleme yetkisinin sınırsız olduğu söylenmeyecektir. İdare için temel norm ve Anayasa yanında, hukuk düzeninin getirdiği sınırlamalar da uyulması zorunlu bir nitelik taşımaktadır.

İdari yaptırımların yetki unsuru yönünden konuya yaklaştığımızda, ilk önce idare hukuku alanındaki yaptırımların önceden yayınlanmış bir hukuk kuralına dayanması gerektiği sonucuna varırız. Önceden yetki verilmiş olmadıkça idare herhangi bir yaptırım uygulayamaz. Bu durum idarenin hem dışsal, hem de iç işleyişi bakımından oldukça önemlidir[59].

Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 526. ve halen yürürlükte olan İl İdaresi Kanunu’nun 66. maddeleri gibi hükümler, “açık ceza normları” öngörmüşlerdir. Bu durumda hem idare kuruluşlarına ve hem de adli yargı organlarına oldukça geniş bir yetki tanınmış olduğunu ve bu yetkinin yargı kararlarının neticesinde düzenli ve tutarlı bir biçimde kullanılabildiği söylenebilir[60]. İdari işlemin şekil unsuruna gelince, şekil işlemin konu ve, ona bağlı olarak, maksat unsurunu sakatlamaya kadar varabilecek “komplikasyonları” davet etme gücünde olan bir öğesidir. İşlemin ispatı için gerekli olmasının yanı sıra, asıl önemli olan tarafı, o işlemin hangi makam veya mercii tarafından ve nasıl yapılmış olduğunu ancak şekilden anlaşılabilir olmasıdır[61]. Bütün işlemlerini ancak belirli kurallara ve usullere uyarak yapmak zorunda olan idare, yaptırım etkisi olan işlemlerde bunun bir kat daha zorunlu ve önemli olduğunu göz önünde tutmakla yükümlü bulunduğundan, yasalaştırılmış olsun ya da olmasın, usul ve şeklin yaptırım nitelikli işlemlerin en önemli unsurlardan –yetki unsuru ile birlikte– ilki olduğunu söyleyebiliriz[62]. Ayrıca bir takım yargısal kararlar aracılığı ile de bazı ilkelere uyma zorunluluğunun oluştuğunu söylemek mümkündür.

İDARİ YAPTIRIMLARIN YARGISAL DENETİMİ

Bir hukuk devletinde hukuki uyuşmazlıkların çözümü yargı yolu ile olmaktadır. Anayasanın hükümet tasarrufu anlayışını kabul etmeyen düzenlemeleri karşısında, idari yaptırım niteliğindeki idari işlemlere karşı yargı yolunun açık olduğunu söylemek mümkündür. Hemen belirtmek gerekir ki, yargısal denetim sadece idari yargı organları bakımından söz konusu olmamaktadır.

Yasaların yetkili kıldığı durumlarda, adli yargı yerleri de idari yaptırımların yargısal denetimini yapabilmektedirler. İdare tarafından kararlaştırılan para cezası şeklindeki yaptırımlara karşı itirazlar çoğunlukla adliye mahkemelerine yapılmaktadır. Bunun nedeninin “yerindelik” düşünceleri olduğu kabul edilmektedir[63]. Ancak “idari yaptırımların yargısal denetiminde kural idari yargıdır ve bunun istisnası olarak, kanunla açıkça görevlendirilmiş olduğu durumlarda”, adli yargı olmaktadır[64].

İdare, temelde iki türlü aykırılığa yaptırım uygulamaktadır. Bunlar, genel idari düzene aykırılıklardan kaynaklanan, para cezası, mülkiyetin kamuya geçirilmesi veya faaliyetin sona ermesi sonucunu gibi sonuçlar doğuran kabahat yaptırımları ile idarenin statü ilişkisi bulunanlara uyguladığı disiplin yaptırımlarıdır.

Yaptırım sürecine idare dışında başka bir makamın işleme dahil olmamasının yanında, Kabahatler Kanununun anılan maddesine göre idare, yaptırım uygulanacak fiili dahi idarenin kendisi belirleyebilir. Ancak maddenin ikinci fıkrasına göre, “kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarı, ancak kanunla belirlenebilir”. Hüküm, idarenin yaptırım düzenleme yetkisi kısıtlamışsa da ihlal fiilinin idari işlemle belirleniyor olması dahi idareye geniş bir düzenleme ve takdir yetkisinin tanındığı göstermektedir.

İdare tarafından idarenin görev alanına giren konularda idareye özgü yöntemlerle de yaptırımlar uygulanmaktadır ve bunlar idari yaptırımlar olarak isimlendirilmektedir. Bu kapsamda incelememiz konusu olan idari yaptırımlar idare tarafından mahkeme kararı olmaksızın, idari işlemlerle uygulanan ve hürriyeti bağlayıcı cezalara çevrilemeyen[65] yaptırımlardır. İdari yaptırımlar, miktarları veya türleri ne olursa olsun idari işlemdir[66].

Onar’a göre idarenin düzenleme yetkisi yürütme görevinin bir icabı olup[67] kamu hizmeti gören her idare tüzel kişisi (irade izharına yetkili her organ) düzenleyici işlem ihdas edebilir[68].

Atay’a göre, kanunla çizilen alan içerisinde ilgili kurum veya kuruluşun karar almaya yetkili organları düzenleyici işlem yapma yetkisini haizdir[69].

Gözler, idarenin düzenleyici işlem yapma yetkisinin kanun koyucunun her şeyi düzenlemesinin imkânsız olması, kamu hizmetinin daha iyi işlemesi ve kamu düzeninin sağlanması ile takdir yetkisinin objektifleştirilmesi gibi ihtiyaçlar sebebiyle eşyanın tabiatından kaynaklandığını savunmaktadır[70].

Kabahatler Kanununun 4. maddesi kapsamındaki idari ihlal düzenleme yetkisinin ise kanunla düzenlenen çerçeve hükmün uygulanması amacıyla kanundan kaynaklandığı kanaatindeyiz. İdarenin düzenleme yetkisinin asli ve özerk olmaması, yani kanuna/CBK’ya (Kanunumsu[71]) dayanması bu düzenleyici işlemlerin icra edilebilirliği açısından dayandıkları kurallardan daha düşük bir güçte oldukları anlamına gelmemektedir.

Özay, “yürütme/idare tarafından düzenleme yetkisi kullanılarak konulan kurallar ise kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik gibi isimler taşımakla birlikte maddi ölçüde uygulayarak içeriklerine bakıldığında kanunla aralarında sadece bir derece ve bağımlılık farkı bulunduğunu, hepsinin de süreklilik soyut ve nesnel, genel durumları belirlemekte olduklarını” ifade etmektedir[72].

Yönetmeliklerin, CBK veya kanuna dayanmak zorunda oluşu idarenin düzenleme yetkisinin asli ve özerk olmadığını göstermektedir[73]. Bununla birlikte, idarenin düzenleme yetkisinin “türevsel” nitelikte olması düzenlenen konunun temel hatları ile kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmesi ve idari düzenlemenin bunlara uygun olmasını gerektirmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de “Anayasanın açıkça kanunla düzenlenmesini öngörmediği konularda ise kanunda çok genel ifadelerle düzenleme yapılarak, ayrıntının yürütmenin türevsel nitelikli düzenleyici işlemlerine bırakılabileceği” görüşündedir[74]. Bu doğrultuda Danıştay, uzun yıllardır kanunun lafzına ve amacına uygun olarak düzenlenen yönetmelikleri yasama yetkisinin devri olarak görmemekte[75], yaptırım düzenleme yetkisinin sınırını “İdarenin yasal belirleme ve dayanak olmadan herhangi bir davranışın yaptırım gerektirdiğini takdir ederek kendi düzenleme yetkisi çerçevesinde kural koyması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.” gerekçesiyle çizmektedir[76].

İdari yaptırımlar idari işlem olduğundan idarenin düzenleme ve yaptırım uygulama yetkisi kanunilik ilkesi gereği kanunla sınırlı olacak, kanunla başlayıp kanunla bitecektir[77]. “Belirli normların yalnızca yasalarla düzenlenebileceği”[78] anlamına gelen bu ilke, yaptırımın türü, süresi ve miktarı hususunda tartışmasız biçimde işlerlik kazanmaktadır. İdari yaptırımların türü, süresi ve miktarının belirlenmesinde kanunilik ilkesinin kabul edilmemesi her idari merciinin yeni ve farklı düzenlemeler yapmasına neden olabilecek, bu da keyfiliğe sebep olabileceği gibi kişi hak ve özgürlüklerinin yürütme tarafından daraltılması sonucu doğuracaktır[79]. Kabahatler, adli suç ve cezaların kanuniliği kadar sert şekilde olmasa da kanunilik ilkesi kapsamındadır. Ancak idari yaptırımın türü, süresi ve miktarı yani cezanın belirlenmesi açısından kanunilik ilkesi, adli suçlarda olduğu kadar katı şekilde uygulanmaktadır. Kanunla düzenlenmemiş bir idari yaptırıma hükmedilmesi mümkün değildir. İdare, ancak yaptırımın türü, süresi ve miktarı dışında kalan unsurları belirleyebilir. İhlal fiilinin belirlenmesi konusunda kıyas mümkünken, ihlalin yaptırımı ancak kanun ile belirlenebilir[80]. Diğer taraftan, yükümlendirici işlem olsalar da ceza niteliğinde olmayan idari tedbirler açısından kanunilik ilkesinin uygulanması daha da esnek olabilecek, söz konusu sınırlamalar uygulanmayacaktır[81]. Kanunilik ilkesinin sonucu olarak idarenin ihlali düzenleyen işlemleri üzerinde ölçülülük, belirlilik, kıyas yasağı[82] ve geriye yürüme yasakları uygulama alanı bulmaktadır. Nitekim Danıştay “savunma hakkı, suç ve cezaların kanuniliği, lehe olan kanunun uygulanması, cezaların zorunluluğu, cezaların bireyselliği ve ölçülülük ilkelerine idari yaptırımlar alanında uyulmasının zorunlu olduğu” görüşündedir[83]. Diğer taraftan, idari yaptırımlarda mükerrer cezalandırma yasağı olarak adlandırılan ne bis in idem ilkesi kısmen uygulanır. Zira Kabahatler Kanununun 15. maddesine göre, ihlal konusunda idari para cezasından başka idari yaptırımlar da öngörülmüş ise, bu yaptırımların her birinin uygulanmasına karar verilir.

Eylemin konusu farklı idarelerin görev ve yetki alanına girerse, hukuki anlamda tek bir fiil ve aykırılıktan bahsedilemeyeceğinden, bu iki idare birbirinin idari işlemi ile bağlı tutulmamalı ve her aykırılık için ayrı ayrı yaptırım uygulanmalıdır. Zira, bozulan hukuk düzeni birden fazladır. Aynı kurumun birden fazla görev alanı bulunuyorsa ve farklı alanlara ilişkin farklı kanunlardaki çerçeve hükümler ihlal ediliyorsa yine bozulan hukuk düzeni birden fazladır. Fakat ihlaller aynı kurumun görev alanındaki tek bir hukuk düzenine ilişkin ise tek yaptırım uygulanmalıdır.

İDARİ YAPTIRIM CEZALARINDA ÖLÇÜLÜLÜK

Ölçülülük ilkesi ile hakların sınırlandırılması maksadıyla kullanılan aracın, sınırlandırma sonucunda ortaya çıkması amaçlanan sonucu doğurmak açısından elverişli olması, aracın amaç için gerekli olması ve araç ile amaç arasında ölçülülüğün bulunması şeklinde ifade edilmektedir. Ölçülülük ile idarenin eylem ve işleri ile ulaşmak istediği amaç arasında bir dengenin bulunması beklenebilir hale gelmektedir[84].İdarenin yaptırım uygularken veya düzenlerken dengenin bozulduğu ve kişi hak ve hürriyetlerini olması gerekenden fazla sınırladığı durumlarda ölçülülükten bahsedilemeyecektir.

Hukuk devleti olmanın bir sonucu olan ölçülülük ilkesinin üç alt unsuru bulunduğu sonucu çıkmaktadır. Bunlar ise elverişlilik, gereklilik, oranlılıktır. İdari yaptırımlar özlerinde önleme amacını barındıran cezalar olduğu için, bunlar caydırıcı oldukları ölçüde elverişlidirler[85]. Elverişlilik açısından sübjektif durum ve hukuka aykırı eylemin haksızlık içeriği gibi hususların da değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, regülasyon cezaları açısından maktu cezalardansa nispi cezalar daha elverişlidir[86].

Ölçülülüğün diğer alt unsuru olan gereklilik ilkesini Anayasa Mahkemesi, “sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşma bakımından zorunlu olup olmadığını arayan zorunluluk-gereklilik” olarak tanımlamıştır[87]. Buna göre, hakkı daha az kısıtlayacak bir yol varsa gereklilikten bahsedilmesi mümkün bulunmamaktadır. Oranlılık ise kamu yararı ile sınırlama arasında denge bulunmasıdır[88]. Maktu idari yaptırımlar yerine nispi idari yaptırımların benimsenmesinin, elverişliliğin yanında gereklilik ve oranlılık ilkeleriyle de daha çok bağdaşmaktadır. Maktu para cezaları da alt limitler ile üst limitler arasında makul bir dengenin bulunduğu sürece oranlı olacaktır. Ulusoy’a göre alt limit ile üst limit arasındaki makul farkın 10 kata kadar olduğu ifade edilmektedir[89]. Kanaatimizce de aynı neviden aykırılıklara hukuk düzeninin verdiği tepkiler (idari yaptırım) arasındaki farkın 10 kat gibi yüksek olması, yaptırım kararını alacak mercilerin yaptırımı etkisiz kılması veya ölçüsüzce uygulayabilmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa, Anayasa Mahkemesi yakın tarihli bir kararında, eski içtihadından ayrılarak[90] bin Lira ile bir milyon Lira olarak belirlenen limitleri (1000 kat) Kabahatler Kanununun 17. maddesine göre kişiselleştirme imkanının bulunduğundan hareketle hukuka uygun bulmuştur.

İDARİ YAPTIRIM CEZALARINDA BELİRLİLİK

Belirlilik, hükmün anlamının kişiler tarafından farklı şekilde anlaşılmaması, tereddütlere mahal vermeksizin herkesin aynı kanı etrafında toplanabilmesini ifade etmektedir[91]. İdari yaptırımlarda belirlilik, hukuk devleti olmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre bireylerin karşılaşacakları yaptırımı, bir diğer söylemle norma aykırılığa karşı kamu düzeninin vereceği tepkiyi bilebilir ve önceden hesaplayabilir olmaları gereklidir. Bireyler eylemlerinin norma aykırı olduğunu bilselerdi, bu eylemi yapmayacaklardı denebiliyorsa, idari yaptırımın belirlilik unsuru da sakatlanacaktır. Zira norma aykırı eylem yaptırımla değil, normun bilinebilir olması ile engellenmiş olacaktır. Anayasa Mahkemesi belirlilik ilkesini bir kararında; “Hukuk devletinin temel unsurlarından biri de belirlilik ilkesidir. Bu ilkeye göre yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup kişinin kanundan belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini bilmesini zorunlu kılmaktadır. Kişi ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir. Hukuki güvenlik ilkesi bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.” ifadeleriyle tanımlamıştır[92].

Belirlilik unsurunun oluşabilmesi için; yaptırıma konu eylemin, eylem sonucunda uygulanacak cezanın ve ikincil tüm unsurların en geç eylem sırasında öğrenilebilir ve kuralların tereddüte yer bırakmayacak şekilde belirlenmiş olması gereklidir. Nispi cezalar açısından, cezanın alt ve üst sınırlarının kesin bir şekilde düzenlenmiş olması gerekmektedir[93].

Bu çerçeve, idari yaptırımların türü, süresi ve miktarı kanunla belirleneceğinden, idari yaptırımın bu unsurları açısından belirlilik ilkesinin hayata geçirilmesi yasama organının bir yükümlülüğüdür[94].İdari ihlallerin idarenin düzenleyici işlemi ile belirlenmesi halinde yasamanın belirlilik ilkesini hayata geçirme yükümlülüğü konusunda idare görevlendirilmektedir. Bu noktada, “milli güvenlik”, “kamu düzeni”, “genel asayiş”, “genel ahlak”, “görülen lüzum”, “hizmet gerekleri”, “kamunun esenliği” veya “kamu güveni” gibi belirsiz ve yoruma açık kavramların belirlilik ilkesi açısından değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.

Doktrinde belirsiz kavramlar ikili ayrıma tabi tutularak; “şafak vakti” gibi bir şey veya gerçeğin tasviri niteliğindeyse ampirik kavramlar, uygulayıcının değer yargısı ile şekilleniyorsa normatif belirsiz kavramlar olarak adlandırılmaktadırlar[95].Ampirik kavramların belirlilik ilkesi açısından bir çelişkiye neden olmayacağı görülmektedir. Ancak, normatif belirsiz kavramlar açısından uygulayıcının değer yargısı, bir diğer ifadeyle idarenin takdir yetkisi işlerlik kazanacaktır. Belirsiz kavram, toplumda geçerli olan genel anlayışa, objektif bir değer yargısına ilişkin ise idarenin takdir yetkisinin bulunmadığı ifade edilebilir[96]. Örneğin, “kamu düzeni” kavramının normatif belirsiz kavram olarak nitelendirilebilmesi mümkünken, idarece sübjektif olarak nitelendirilen kamu düzeninin bozulup bozulmadığı ampirik olarak saptanabilecektir.

Dolayısıyla sübjektif şekilde yorumlanabilecek normatif belirsiz kavramların içerdiği düzenleyici işlemlerin belirlilik ilkesine aykırı olması mümkündür.  Diğer taraftan, yaptırım konusu eylemler idarenin düzenleyici işlemleri ile belirlendiğinde, yaptırımın süjesinin anlayacağı nitelikte olması yeterli ve gereklidir[97].

İdari yaptırımlar alanındaki belirlilik ilkesi, idarenin de düzenleme yetkisinin bulunması gibi nedenlerle, ceza hukukundaki kadar katı anlaşılmamaktadır[98]. Yaptırımın muhatabının genel toplum olması veya belirli alanda faaliyet gösteren profesyoneller olması belirlilik ilkesinin somut olaya uygulanması açısından farklıdır. Anayasa Mahkemesi bir kararında, radyo ve televizyon kuruluşları için öngörülen “kişileri suç işlemeye yönlendirecek veya korku salacak yayın yapılmaması” eyleminin içeriğinin öğreti ve yargı kararları ile doldurulabileceğini hükme bağlamıştır[99]. Kanımızca, radyo ve televizyon kuruluşları bir mevzuat kapsamında olarak faaliyet gösterdikleri, bir bağımsız idari otoritenin gözetim ve denetimi altında bulunduklarından, bu kuruluşların tabi oldukları idari yaptırımlar açısından “normun ortalama bir vatandaş tarafından anlaşılabilmesi” kıstasının aranmasına gerek bulunmamaktadır. Çerçeve hükmün içeriği düzenleyici ve denetleyici kurumlarca sınırlı bir muhatap kitlesini etkileyecek şekilde doldurulsa dahi düzenlemenin erişilebilir olması gerekir. Bağımsız idari otoritelerce regüle edilen bazı alanlarda sadece belirli aktörler faaliyet gösterse de kabahatler, regüle edilen bu alanlar da dahil olmak üzere toplumun tamamını ilgilendirmektedir. Bu sebeple, idari ihlalleri düzenleyen idari işlemlerin “kamuyu ilgilendiren” yönetmelik veya adsız düzenleyici işlem olduklarının kabulü gerekmektedir. Bunun sonucunda da 3011 sayılı Resmî Gazetede Yayımlanacak Olan Yönetmelikler Hakkında Kanun gereği idari ihlallerin öngörüldükleri düzenlemelerin Resmî Gazetede yayımlanması gerekmektedir. Resmî Gazete yayımlanmamış bir yönetmelikte yer alan idari ihlal aleniyet kazanamayacaktır.

İDARİ YAPTIRIM CEZALARINDA KIYAS YASAĞI

Kanunilik ilkesi, ceza hukukunda olduğu gibi idari yaptırımlarda da uygulanması zorunlu olan bir ilkedir. Hangi fiillere idari yaptırım uygulanacağının en azından idarenin düzenleyici işlemiyle ve bu fiillere uygulanacak yaptırımların kanun ile açıkça tanımlanması, yaptırım uygulanacak eylemin belirli olması ve kıyas yoluyla idari yaptırım uygulanması açıkça düzenlenmeyen konularda boşlukların doldurularak[100] yaptırıma başvurulamaması gerekmektedir.

Bilindiği üzere, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesindeki “Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” hükmü ile adli suç ve cezalarda kıyas açıkça yasaklanmıştır. Evren, hakimlere getirilen bu yasağın idare açısından da uygulanması ve idari ihlal açısından da kıyas yapılmaması gerektiğini savunmaktadır[101]. Oysa, idari ihlaller açısından kıyas yasağının katı bir şekilde uygulandığını söylemek güçtür.

Kabahatler Kanununun 4.maddesinin ikinci fıkrasından da idari yaptırımların türü, süresi ve miktarının kanunla belirlenmesinin zorunlu olduğu[102], yaptırımın diğer unsurlarının belirlenmesi ve usuli hususlarda kıyasın mümkün olduğu sonucu çıkarılabilmektedir. Nitekim idari yaptırımlar açısından da Danıştay, oy çokluğunun belirlenmesi gibi usule ilişkin hükümler açısından kıyas yapılabileceğini kabul ederken[103], ceza sorumluluğunu arttıran TCK’nın tekerrür hükümlerinin uygulanması açısından kıyas yapılmasını kabul etmemektedir[104]. İdari ihlalin de en azından düzenleyici işlemle belirlenmesi ve kıyasen idari ihlal yaratılmaması bu çerçevenin hukuken kabul edilebilir bir sonucudur. Kaldı ki, idare düzenleyici işlem ile idari ihlal kapsamını genişletmeye muktedirken kıyas yoluyla bu yola gitmesi ilkesel açıdan çelişkili bir duruma sebebiyet verecektir. Bununla birlikte, idari yaptırımın muhatabının kanunla belirlenmesi veya disiplin yaptırımının belirli bir mesleği kapsaması halinde, yaptırımın muhatabının kıyasla belirlenmesi de mümkün değildir[105].

İDARİ YAPTIRIM CEZALARINDA GERİYE YÜRÜME YASAĞI

Belirlilik ilkesi ile de yakın ilişki içinde bulunan geriye yürüme yasağı, fiil sırasında yaptırım konusu olmayan fiiller hakkında daha sonra yaptırım uygulanmamasını sonucunu doğuran ve hukuk güvenliğine hizmet eden evrensel hukuk normudur. Yasak, AİHS’in 7. maddesi[106] ile de güvence altına alınmıştır. Kabahatler Kanununun 5. maddesi ile Türk Ceza Kanunu’nun “Zaman Bakımından Uygulanma” başlıklı 7. maddesine doğrudan atıf yapılmıştır.

Bu kapsamda, işlendiği zaman hakkında idari yaptırım öngörülmeyen fiilden dolayı kimseye idari yaptırım uygulanamaz. Ancak, işlendiği sırada ihlal olarak düzenlenen ve sonradan kabahat kapsamına alınan fiil hakkında idari yaptırım uygulanabileceğinin kabulü gerekir. Fiilin işlendiği zaman yürürlükte bulunan düzenleme ile sonradan yürürlüğe giren düzenlemenin hükümleri farklı ise, failin lehine olan uygulanır ve infaz olunur. Yaptırımın infazına ve usule ilişkin hükümler, derhal uygulanır.

İdari işlemlerin iptal edilip edilmemelerinin tesis edildikleri andaki hukuki çerçeveye göre değerlendirilmesi temel bir ilkedir[107]. Ancak idari yaptırımlar bu kurala istisna oluşturmaktadır[108]. Danıştay uygulamasına göre, idari yaptırım konusu idari işlem henüz kesinleşmemişse, dava edilip yürütmesi durdurulmuşsa lehe olan hüküm geçmişe yürümeli ve işlem iptal edilmelidir. Ancak dava süresi geçmiş, kesin ve sonuçlarını doğurmuş bir yaptırımın lehe düzenleme nedeniyle iptali veya tahsilinden vazgeçilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu kapsamda, idari yaptırıma karşı açılmış bir dava sonuçlanana kadar işlem kesinleşmeyecek, temyiz aşamasında dahi yürürlüğe giren lehe hüküm geriye yürüyecek ve yaptırım uygulanmayacaktır.

Öte yandan, yaptırımın bir başka idari işleme dayandığı durumda, örneğin ihlal konusu aykırılığın idarenin tespit edici işlemine dayandığı halde, tespit kesinleşmiş olsa dahi lehe hüküm geriye yürüyecektir. İhlal soruşturması sırasında idarenin düzenleyici işlemleri ile idarenin yaptırımı belirlemede takdir yetkisinin sınırlandırılması ve ihlal açısından verilecek cezaların somutlaştırılması halinde geriye yürümeden bahsedilemeyecektir. Bu durumda, idarenin takdir yetkisi somutlaştırılmakta, idarenin önceden serbestçe kullandığı takdir marjı daraltılmaktadır. Takdir yetkisinin somutlaştırılmasından önce bu konuda bir düzenleme bulunmadığından, hukuki durum olsa olsa istikrarlı bir uygulama olabileceğinden, takdir yetkisini somutlaştıran düzenlemenin lehte veya aleyhte olduğu da söylenemez. İdarenin önceki uygulaması istikrar kazanmış olsa dahi lehe “hüküm” vasfında değildir. Hatta söz konusu düzenleme öngörülebilirliğe hizmet etmekte, hukuk devleti ve idareye güven kapsamında takdir ve teşvik edilmesi gereken bir mahiyettedir[109].

İDARİ PARA CEZASI VE YAPTIRIMLARDA GÖREVLİ MERCİİ

5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesine göre idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Hakimliği‘ne itiraz edilebilir.

İdari para cezası ile birlikte ayrıca bir yaptırım kararı da verilmişse, örneğin para cezasıyla birlikte ayrıca işyerini kapatma cezası verilmişse, görevli mahkeme İdare Mahkemesi olmaktadır. Bu durumda idare mahkemesine işlemin iptali için dava açılması gerekir. İdari para cezası dışında tek başına verilen diğer idari yaptırım kararlarına karşı da İdare Mahkemesi’nde dava açılmalıdır.

Bazı idari kurumların verdiği cezalara karşı özel kanunlarındaki hükümler gereği idare mahkemesine iptal davası açmak gerekir. Örneğin, SGK’nın verdiği idari para cezaları.

İş Kanunu’ndan doğan idari para cezalarına itiraz davalarında İş Mahkemeleri yetkili değildir. İş Kanunu’ndan doğan İdari para cezalarına itiraz davasının İş Mahkemelerinde görüleceğine ilişkin özel bir düzenleme 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nda yer almamıştır. 4857 sayılı İş Kanunundan kaynaklanan idari para cezalarına ilişkin uyuşmazlıklarda 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi uyarınca Sulh Ceza Hakimlikleri görevlidir. İşverenin, Kabahatler Kanunu’nun 17. maddesinin 6. fıkrası uyarınca, taksitlendirme ya da peşin ödeme yoluna gitmiş olması, işverenin idari para cezasına Sulh Ceza Hakimliğinde itiraz yoluna gitmesini engellemez. İşveren kendisine tebliğ edilen idari para cezasını peşin ve indirimli ödemiş olsa ya da taksitlendirme yoluna başvurmuş bulunsa da Sulh Ceza Hakimliğinde idari para cezasına itiraz edebilecektir. Eğer işveren bu itirazında haklı bulunursa, ödemiş olduğu paralar kendisine iade edilecektir.

Kabahatler Kanununun 3. maddesinde “(1)Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde … uygulanır” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre Kabahatler Kanununda düzenlenmiş olan yargı yerine ilişkin hükümlerin özel kanunda öngörülen idari yaptırımlarda uygulanabilmesi için, özel kanunda aksine bir düzenlemenin bulunmaması gerekir. Özel kanunlarda, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarına ilişkin olarak görevli yargı mercii idare mahkemesi, Danıştay veya Sulh Ceza Hakimlikleri gösterilebilmektedir. Örneğin 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna göre, Kanunda düzenlenen para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir (m. 26/2). 4634 Sayılı Şeker Kanununa göre, idari para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir (m. 11/10). 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununa göre, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununa göre, idari yaptırım kararlarına karşı yetkili idare mahkemesinde dava açılabilir (m. 21/3).

Özel kanunlarda idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarına ilişkin olarak görevli yargı mercii idare mahkemesi veya Danıştay gösterilmiş ise, bu uyuşmazlıkta Kabahatler Kanununun yargı yoluna ilişkin hükümlerinin uygulanma ihtimali bulunmaz. Bu tür yaptırımlara karşı, özel kanunun gösterdiği idari yargı mercilerine başvurulması gerekir[110]. Bu, hem özel kanun hükmünün hem de Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin 1. Fıkrası hükmünün sonucu olarak ortaya çıkar.

Özel kanunda görevli yargı merciine ilişkin hüküm, belirli bir idari yaptırım türüne özgülenmiş olabileceği gibi, “idari yaptırımlar” gibi genel bir ifadeyle tüm idari yaptırım türlerine teşmil edilmiş de olabilir. Örneğin 4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkol Piyasasının Düzenlenmesine Dair Kanunun 8. maddesinin 10. fıkrası hükmü bu kanun uyarınca verilecek tüm idari yaptırımlar için idare mahkemelerinde dava açılabileceğini düzenlemiştir[111]. Uyuşmazlık Mahkemesi önüne gelen bir görev uyuşmazlığında İdare Mahkemesi, bu hükümde idari yaptırımlar için idari yargı yeri belirlemesi yapıldığı ancak idari para cezaları için herhangi bir düzenlemenin yer almadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermişse de Uyuşmazlık Mahkemesi, isabetli biçimde özel kanunda görevli yargı merciinin belirtildiği gerekçesiyle idari yargının görevli olduğuna karar vermiştir[112].

Özel kanunlarda idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarında görevli yargı mercii olarak sulh ceza mahkemesi açık bir biçimde belirlenmişse, bu yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesine başvurulur. Esasen bu tür idari yaptırımlarda sulh ceza mahkemesinin görevli yargı mercii olarak kabul edilmesi için özel kanunda bu yönde açık bir düzenleme bulunmasına da ihtiyaç bulunmamaktadır. Aksi hali özel kanunda düzenlenmemiş olmak kaydıyla, bu yaptırımlarda Kabahatler Kanununun 3. maddesinin 1. Fıkrası gereğince sulh ceza mahkemeleri görevli yargı mercii sayılacaktır[113].

Kabahatler Kanununun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmeden önceki hali36, özel kanunlarında bu yaptırımlara ilişkin görevli yargı mercii olarak açıkça idari yargı gösterilse dahi, başvurulması gereken yargı merciinin sulh ceza mahkemesi olacağı biçiminde anlaşılabilmekte ya da böyle bir yoruma müsaade edebilmekteydi. 5560 sayılı Kanunla yeniden düzenlenen Kabahatler Kanununun 3. maddesinin son halinde ise, açık bir ayrım yapıldığı görülmektedir. Bu maddenin gerekçesine ilişkin meclis adalet komisyon raporunda, “Kabahatler Kanunun kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda yer alan idari para cezasını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanabileceği, ancak bu yolu bakımından bir tartışmaya neden olduğu, yeni madde metniyle özellikle üst kurullara ilişkin kanunda bu kurulların vereceği idari para cezalarına karşı ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’a gidilebilmesine imkân tanıyan bir düzenleme yapıldığı” açıklamasına yer verilmiştir.

DİĞER İDARİ YAPTIRIMLARDA GÖREVLİ YARGI YERİ

İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımı dışında, birçok kanunda, bir haksızlığın karşılığı olarak öngörülen idari yaptırımlar düzenlenmiştir. Bu idari yaptırımlara ilişkin olarak kanunların bir kısmında yargı yolu gösterilmekle birlikte bir kısmında gösterilmemiştir. Bu idari yaptırımlara karşı hangi yargı merciine başvurulacağı ve Kabahatler Kanununda düzenlenen kanun yollarına ilişkin hükümlerin bu yaptırımlar için de geçerli olup olmadığı, yargı kararları ışığında irdelenmesi gereken önemli bir meseledir. Bu başlık altında incelenecek diğer idari yaptırımlar, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi haricindeki idari yaptırımlardır. Bu yaptırımlarda görevli yargı merciinin belirlenmesi, özel kanununda yargı yoluna ilişkin düzenleme bulunup bulunmamasına göre incelenmesi gerekir.

  1. Özel Kanunda Düzenleme Bulunması Halinde Görevli Yargı Yeri

 İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımı haricindeki idari yaptırımlarda, yaptırımı düzenleyen kanun hükmünde, başvurulacak yargı mercii gösterilmiş olabilmektedir. Örneğin 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 53. maddesine göre, yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Yine 657 sayılı Kanuna göre, disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir (m. 135). İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımı haricindeki diğer idari yaptırımı düzenleyen kanun hükmünde, başvurulacak yargı mercii gösterilmiş olması halinde bu yargı merciine başvurulması gerekir. İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi haricindeki idari yaptırımlarda, görevli yargı merciine ilişkin özel kanununda düzenleme bulunması halinde ihtilaf ortaya çıkmamaktadır.

  1. Özel Kanunda Düzenleme Bulunmaması Halinde Görevli Yargı Yeri

İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımı haricindeki tedbir niteliğindeki bazı idari yaptırımlarda, yaptırımı düzenleyen kanun hükmünde, başvurulacak yargı mercii gösterilmemiş olabilmektedir. Esasen idari yaptırımlar arasında görevli yargı yeri sorununun en fazla görüldüğü ve mahkemeler arasında ihtilafların yoğunlukla çıktığı durum da budur. Bu idari yaptırımlarda Kabahatler Kanununda yer alan kanun yoluna ilişkin hükümler uygulanacak mıdır? İdari ve adli yargı arasında idari yaptırımlara ilişkin olarak ortaya çıkan görev uyuşmazlıklarının çoğunluğunu teşkil eden bu soruna, doktrin ve yüksek mahkemelerin yaklaşımları incelenmek suretiyle bir çözüm aranacaktır.

  1. Doktrinin Yaklaşımı

Doktrinde, idari yaptırımlarda kanun yolu başvurusunun kapsamı bakımından Kabahatler Kanununda Sulh Ceza Hakimliği olarak öngörülen başvuru yolunun, özel yasalarda ayrı yargı merci gösterilmeyen idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırım kararlarına ilişkin olduğu, bunlar dışında kalan idari yaptırım kararlarını kapsamadığı görüşü savunulmaktadır[114].

Bu görüşe göre bu tür idari yaptırımlarda, özel kanunlarda yargı yolu açıkça düzenlenmese dahi idari yargı mercileri görevlidir. Çünkü Kabahatler Kanununda sulh ceza hâkimlikleri, idari yaptırımlardan sadece idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi cezalarını incelemekle görevli kılınmıştır[115]. Konuya ilişkin olarak Çınarlı tarafından ortaya konulan görüşe göre, Kabahatler Kanunu 19. maddesinde öngörülen idari yaptırımlar saklı tutulmak kaydıyla, idari yaptırımların yargısal denetimlerinde, diğer kanunlarda aksine hüküm yoksa Kabahatler Kanununda öngörülen kanun yoluna ilişkin hükümler uygulanacak, diğer kanunlarda görevli mahkeme gösterildiyse Kabahatler Kanunu uygulanmayacaktır[116]. Yazar, görevli yargı merciinin tespiti konusunda, kanunda sayılan ve sayılmayan yaptırım ayrımına gitmemekte ve tüm yaptırımlar için aynı yöntemi benimsemektedir. Ulusoy’a göre ise, diğer kanunlarda öngörülen idari yaptırımlar yönünden, idari tedbir ve idari ceza ayrımı yapılmalıdır. Bu görüşe göre diğer kanunlardaki idari para cezası, mülkiyetin paraya geçirilmesi ve idari tedbirler dışında kalan idari ceza niteliğindeki idari yaptırımlar hakkında Kabahatler Kanunu uygulanmaz. Dolaylı olarak, bu tür idari cezalarda sulh ceza mahkemesine başvurulması mümkün değildir. Örneğin disiplin cezaları bu kapsamdadır[117].

  1. Anayasa Mahkemesi’nin Yaklaşımı

Anayasa Mahkemesi, idari yaptırım konusuyla ilgili önüne gelen bazı uyuşmazlıklarda, idari veya adli yargının görevli olduğuna ilişkin kanun hükümlerinin Anayasaya uygun olup olmadığı hususunda saptamalarda bulunmaktadır. Örneğin İş Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilen idarî nitelikteki para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine itiraz edileceği düzenlenmiştir. Bu hükmün Anayasa’nın 141., 154. ve 155. maddelerine aykırılığı iddiası ile itiraz yoluna başvurulması sonucunda konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, Anayasa’ya aykırılık olmadığına karar vermiştir[118].

Kararın gerekçesinde; itiraza konu yasa ile mahkemelerin işini azaltmak için diğer ülkelerde başvurulan bir önlem olan ve “idarenin ceza belirlemesi” olarak tanımlanabilecek bir “ceza kararnamesi” kurumunun düzenlendiği, toplumlar geliştikçe ve nüfus arttıkça yaptırım uygulanacak eylemler de artacağından yeni düzenlemelere aykırılıkları önlemek için kimi durumlarda uyuşmazlıkları çözümlemek amacıyla yeni yargısal yöntemlerin öngörülmesinin doğal olduğuna değinerek, uyuşmazlıkların adlî yargı yerinde çözümlenmesinin Anayasa’nın yargı ile ilgili genel ilkelerine ve dolayısıyla 154. ve 155. maddelerine aykırı bir yönü bulunmadığı sonucuna varmıştır. 3194 sayılı İmar Kanununun 42. maddesinin 5. fıkrasının 1. cümlesinde, bu kanun uyarınca kesilen imar para cezalarına karşı cezanın tebliğinden itibaren 7 gün içinde sulh ceza mahkemesine itiraz edileceğinin ve idarî nitelikte bir uyuşmazlığı adlî yargının görev alanına dâhil edilmesine ilişkin hükmün iptali istemiyle yapılan iptal başvurusunda Anayasa Mahkemesi, aynı yapı içinde alınan farklı imar yaptırımlarının bir kısmının idarî yargıda bir kısmının adlî yargıda görülmesinin yargının bütünlüğünü bozacağı, imar para cezalarına ilişkin uyuşmazlıkların adlî yargıda görülmesinde haklı neden ve kamu yararının bulunmadığına gerekçesiyle, itiraza konu hükmü Anayasa’nın 2., 125., 142., ve 155. maddelerine aykırı bularak oyçokluğu ile hükmün iptaline karar vermiştir[119]. 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Kabahatler Kanununun 3. maddesindeki “Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” şeklindeki düzenlemenin ve aynı Kanunun 27. maddesinin 1. fıkrasında da, “İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir.” hükmünün iptali istemiyle yapılan başvuruda ise Anayasa Mahkemesi, kanunun 3. maddesinin Anayasa’nın 125. ve 155. maddelerine aykırı olduğu görüşüyle iptaline, 27. maddenin 1. fıkrasının iptali isteminin ise reddine karar vermiştir[120]. Bu iptal kararı sonrasında 5560 sayılı Kanun ile değiştirilen Kabahatler Kanununun 3. maddesinin 1. fıkrası ve 27. maddesinin 8. fıkrasının Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla yapılan itiraz başvuruları, Anayasa Mahkemesinin 26.11.2009 tarih ve E: 2007/115. K: 2009/80 sayılı kararıyla reddedilmiştir[121].

Anayasa Mahkemesi’nin İş Kanunu ve İmar Kanunu’na ilişkin kararları, bu kanunlarda düzenlenen idari yaptırımların hangi yargı merciinde görülmesi gerektiğine ilişkin olup, bu kararlar tüm idari yaptırımlara emsal olacak nitelikte değildir. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi’nin Kabahatler Kanununun 3. maddesinin iptali istemiyle yapılan başvurularda ortaya koyduğu gerekçe, idari yaptırımlarda hangi yargı yerinin görevli olduğunun belirlenmesine katkıda bulunacak niteliktedir. İdari yaptırımlarda görevli yargı merciinin belirlenmesi için, Kabahatler Kanununun 3. maddesinin 1. fıkrası ile 27. maddesinin 1. fıkrasının hangi idari yaptırımları kapsadığının ortaya konulması gerekmektedir. Özellikle idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımı dışındaki idari yaptırımların Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin 1. fıkrası kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği önem arz etmektedir. Çünkü bu yaptırımların bahse konu madde kapsamında değerlendirilmesi halinde, özel kanunda başkaca bir düzenleme yoksa başvurulacak yargı mercii sulh ceza mahkemesi, aksi durumda ise idari yargı mercileri olacaktır.[122] Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 tarih ve E. 2005/108. K. 2006/35 sayılı kararının bu konuya açıklık getirdiğini söylemek mümkündür. 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Kabahatler Kanununun 3. maddesindeki ve aynı Kanunun 27. maddenin 1. fıkrasının ilk cümlesinin[123] iptali istemiyle yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “3. maddede “Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” denilmektedir. Bu kuralın 2. maddedeki tanımla birlikte incelenmesinden, 5326 sayılı Kanun’un idari yargının görev alanını da kapsadığı anlaşılmaktadır. Ancak, Yasa’nın 19. maddesiyle bu kapsamın daraltılarak, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için; bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, işyerinin kapatılması, ruhsat veya ehliyetin geri alınması, kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı tutulmaktadır.” Anayasa Mahkemesi 5326 sayılı Kanunun idari yargının görev alanını kapsadığını belirtmekle birlikte, 19. madde ile kanunun kapsamının daraltıldığını belirtmiştir. Bu yoruma bakılırsa yüksek mahkemenin, 19. maddede belirtilen ve diğer kanunlarda öngörülen bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, işyerinin kapatılması, ruhsat veya ehliyetin geri alınması, kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması gibi yaptırımlarda, görevli yargı mercii olarak idari yargıyı kabul ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.  Mahkeme aynı kararında, “Yasa’nın 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği belirtilmektedir. Bu kuralın, ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler dışındaki, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararları için uygulanacağı açıktır… idare hukuku esaslarına göre tesis edilen bir idari işlemin, sadece para cezası yaptırımı içermesine bakılarak denetiminin idari yargı alanından çıkarılarak adli yargıya bırakılması olanaklı değildir.” açıklamasında bulunmuştur. İdari para cezasıyla alakalı olarak yapılan bu açıklamada, mahkemelerce, ilgili kanunlarda idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi dışındaki tedbir niteliğindeki idari yaptırımlarda, 27. maddenin 1. fıkrasında belirtilen sulh ceza mahkemesine başvuru yolu kuralının zaten uygulanmayacağını, yaptırımı düzenleyen kanunda açık bir hüküm bulunmaması halinde dahi idari yargı mercilerinin görevli olacağını kabul ettiğini söylemek mümkündür. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararında yer alan gerekçe ve açıklamalar, idari yaptırımlarda başvurulacak yargı kolu açısından Kabahatler Kanununun kapsam ve sınırının çizilmesinde temel alınacak niteliktedir. c. Danıştay’ın Yaklaşımı Danıştay, idari yaptırımlarda görev konusuyla ilgili olarak verdiği kararlarda, Kabahatler Kanunu hükümleri kapsamında idari yaptırımlara karşı genel başvuru yerinin sulh ceza mahkemesi olduğunu kabul etmekle birlikte, bazı hallerde idari yargının görevli olduğunu belirtmeyi de ihmal etmemektedir. Bu hallerin ilki özel kanunda idare mahkemelerine başvurulacağına ilişkin bir hüküm bulunması, diğeri idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi hakkında idari yargının görev alanına giren kararların verilmiş olmasıdır. Bununla birlikte Danıştay bu istisnalara Kabahatler Kanununun 19. maddesi kapsamında bir yaptırımın söz konusu olması halini de eklemekte ve bu hallerde uyuşmazlığın görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğuna karar vermektedir[124]. Danıştay’a göre sürücü belgesinin süreli olarak geri alınması, 2918 sayılı Kanunun Ek 2. maddesi uyarınca aracın trafikten geçici olarak men edilmesi, işyerinin 4207 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca süreli olarak kapatılması, 1608 sayılı Kanun uyarınca süreli araç bağlama yaptırımları 19. Maddede sayılan istisnalar içinde bulunmaktadır. Bu nedenle bahse konu yaptırımlarda idari yargı mercilerinin görevli olduğu görüşündedir[125]. Danıştay, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımı dışındaki idari yaptırımlarda, yaptırımı düzenleyen kanun hükmünde başvurulacak yargı mercii gösterilmemiş olması durumunda, mutlak olarak idari yargının görevli olduğu görüşünde değildir. Bu idari yaptırımları düzenleyen kanun hükmünde, başvurulacak yargı mercii gösterilmemiş olması durumunda, şayet idari yaptırım Kabahatler Kanununun 19. maddesinde sayılan konulardan değilse ve 27. maddesinin 8. fıkrası kapsamına giren idari işlem de yoksa adli yargının görevli olduğuna karar vermektedir. Konuya ilişkin bir uyuşmazlıkta, “davacı şirket tarafından üretilen dikişsiz çelik çekme tüplerin mevzuata aykırı olduğundan bahisle düzenlenen 768 ile 829 nolu tutanaklar ile tespit edilen aykırılığın giderilmesi için 180 gün süre verilmesine ilişkin 09/12/2011 tarihli işlemin iptali istemiyle açılan davada … idari yaptırımın; 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde sözü edilen ilgili kanunlarda yer alan tedbirler kapsamında olduğu, 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesi ve 27. maddesinin 8. fıkrası kapsamına giren idari işlemlerden de olmadığı… 4703 sayılı Kanun’da ve bu Kanun’a dayanılarak çıkartılan Yönetmelik’te kanun yolu gösterilmediği dikkate alındığında; … 5326 sayılı Kabahatler Kanununun genel hükümlerinin uygulanması ve bu yaptırıma karşı açılan davanın sulh ceza hakimliğinde görülmesi gerektiğinden …. davanın görev yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasının incelenmesi suretiyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmadığı” yönünde karar verilmiştir[126]. Başka bir uyuşmazlıkta “davacının kontrollü hayvan olarak koruyuculuğunu üstlendiği 230 kadar hayvana el konması ve başka yere nakledilmesine ilişkin ….. İl Hayvanları Koruma Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davada, idari yaptırımın; 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde sözü edilen ilgili kanunlarda yer alan tedbirler kapsamında olduğu; 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesi ve 27. maddesinin 8. fıkrası kapsamına giren idari işlemlerden de olmadığı, dolayısıyla, 5199 sayılı Kanun’da kanun yolu gösterilmediği dikkate alındığında; idari tedbir niteliğindeki idari yaptırıma, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun genel hükümlerinin uygulanması ve bu yaptırıma karşı açılan davanın sulh ceza hakimliğinde görülmesi gerektiğine” karar verilmiştir[127]. Bu kararlardan hareketle Danıştay’ın görüşü, diğer kanunlardaki idari yaptırımların idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi olup olmadığına bakılmaksızın, kanun yolu bakımından Kabahatler Kanununa tabi olduğu yönündedir. İdari yaptırımlarda görevli yargı yeri konusunda, Danıştay’ın zımnen idari ceza-idari tedbir ayrımını da kullandığını söylemek mümkündür. Danıştay’ın Kabahatler Kanununun 19. maddesi kapsamındaki idari yaptırımlarda idari yargıyı görevli görmesi, adli yargıyı görevli gördüğü diğer idari yaptırımlarda ise, yaptırımın idari tedbir niteliğinde olduğunu özellikte belirtmesi, zımnen idari ceza-idari tedbir ayrımını kullanıldığını göstermektedir. Danıştay, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımı dışında idari yaptırım kararı alınması ve yaptırımı düzenleyen kanun hükmünde, başvurulacak yargı mercii gösterilmemiş olması durumunda, yaptırımın Kabahatler Kanununun 19. maddesinde sayılan istisnalar içinde bulunması veya 27/8 maddesi kapsamında kalması halinde idari yargı yerlerinin görevli olduğu görüşündedir[128]. İdari yaptırımlarda görevli yargı yeri konusunda, Danıştay kararları kendi içinde istikrar göstermektedir.

  1. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Yaklaşımı

İdari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımı dışındaki idari yaptırımlarda, yaptırımı düzenleyen kanunda görevli yargı merciine ilişkin bir hükmün bulunmamasına halinde, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin verdiği kararlarda uygulama birliği ve tutarlılık bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Yüksek mahkeme bu uyuşmazlıklarla ilgili kararlarında kimi zaman sulh ceza hâkimliklerinin, kimi zaman da idari yargının görevli olduğuna karar verebilmektedir. Örneğin Danıştay’ın aksine, sürücü belgesinin süreli olarak geri alınması, işyerinin 4207 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca süreli olarak kapatılması, 1608 sayılı Kanun uyarınca süreli araç bağlama yaptırımlarında sulh ceza hâkimliklerinin görevli olduğuna karar vermektedir[129]. Bu kararlarında, söz konusu yaptırımları düzenleyen özel kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmediğini, Kabahatler Kanununun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının belirtildiğini, bu nedenle Kanunun 27. maddesinin 1. fıkrası uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğunu belirtmektedir. Ehliyetin geri alınmasına ilişkin kararlarında yüksek mahkeme, Kabahatler Kanununun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesine de gerekçede yer vermektedir. Bu maddede yer alan, “Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için, … ehliyetin geri alınması, … gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” cümlesinde geçen ve istisna olarak sayılan, ehliyetin süreli olarak geri alınması yaptırımını düzenleyen 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 112. maddesinin, 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanunun 20. maddesiyle değiştirilerek yeniden düzenlendiği ve maddenin yeni halinde kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediğini belirtmektedir[130]. Uyuşmazlık Mahkemesi bu gerekçesinde, ehliyetin geri alınması yaptırımını düzenleyen kanunda Kabahatler Kanununun 19. maddesinde belirtildiği şekilde, bu kanuna uygun değişiklik yapıldığını, bu nedenle Kabahatler Kanununda öngörülen kanun yolunun uygulanması gerektiğini açık değilse de dolaylı olarak belirtmektedir. Buna karşılık 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun Ek 2. maddesi uyarınca aracın trafikten geçici olarak men edilmesi yaptırımına ilişkin görev uyuşmazlıklarında ise, idari yargının görevli olduğuna karar vermektedir[131]. Konuyla ilgili kararlarında, “5326 sayılı Kabahatler Kanununun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için; a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, b) İşyerinin kapatılması, c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması, d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması, gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denildiği, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun sulh ceza mahkemelerinin görevine dâhil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için kara nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olduğu” gerekçesine yer vermektedir[132]. Uyuşmazlık Mahkemesi, bu idari yaptırımın, Kabahatler Kanununun 19. maddesinde yer alan geçici istisnalar kapsamında olduğunu kabul etmektedir. Sürücü belgesinin süreli olarak geri alınması yaptırımı ile aracın trafikten geçici olarak men edilmesi yaptırımı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre uygulanan yaptırımlardır. Sürücü belgesinin süreli olarak geri alınması yaptırımında adli yargının, aracın trafikten geçici olarak men edilmesi yaptırımında ise idari yargının görevli görülmesi, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin aynı kanuna tabi olan benzer yaptırımlara ilişkin verdiği kararların birbiriyle çeliştiğini göstermektedir. İdari para cezası ile mülkiyetin kamuya geçirilmesi dışında kalan ve 19. maddede sayılan durumlar haricindeki idari tedbir niteliğindeki yaptırımlarda görevli yargı yeri konusunda da, Danıştay’ın aksine, Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarının istikrar arz etmediği görülmektedir. Örneğin bir uyuşmazlıkta, “belirli bir süre verilmeden, geminin süresiz seferden men edilmesine ilişkin kararın, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu ve 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde belirli bir süre için kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı hususu da dikkate alındığında; geminin seferden men edilmesine ilişkin olarak açılan davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olduğu” yönünde karar verilmiştir[133]. Yüksek mahkeme yukarıda da belirtildiği üzere, Kabahatler Kanununun 19. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken uyuşmazlıkları, bu kapsamda değerlendirmeyerek adli yargıyı görevli görmesine karşın, Kabahatler Kanununun 19. maddesi kapsamında olmadığı açık olan süresiz seferden men yaptırımını ise 19. madde kapsamında değerlendirerek idari yargıyı görevli görmüştür. Süresiz seferden men yaptırımı 19. madde kapsamında sayılan ve belirli süre için öngörülen bir yaptırım değildir. Aksine süresiz men yaptırımıdır. Bu yaptırımın 19. madde kapsamında kabul edilmesi kanuna açıkça aykırıdır. Uyuşmazlık Mahkemesi, 5149 sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasına muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanun’un 18. maddesi uyarınca, davacının 6 ay spor müsabakalarını seyirden men ve idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezası ile 6 ay spor müsabakalarını seyirden men cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu ve Kabahatler Kanununun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğuna, karar . Bu kararda diğer tedbir niteliğinde bir yaptırım olan “davacının 6 ay vermiştir[134] spor müsabakalarını seyirden men” cezası yönünden, Kabahatler Kanununun 19. maddesi kapsamında bir değerlendirme dahi yapılmaksızın adli yargının görevli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başka bir uyuşmazlıkta ise, idare tarafından talep edildiği halde, iptal edilen iddia biletlerinin ibraz edilmemesi nedeniyle, Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin 13/2 ve 24 üncü maddenin birinci fıkrasının (p) bendi hükümlerine istinaden, davacı adına kayıtlı… Spor Toto Sayısal Bayiliğinin iptal edilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemin, hem bayilik sözleşmesine, hem de Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği hükümleri uyarınca tesis edildiği; idarece, kamu gücüne dayanılarak tek yanlı düzenlenen bayilik sözleşmesinde yer alan yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır[135] . Bu kararda dava konusu işlemin, diğer tedbir niteliğindeki yaptırım olduğu kabul edilmekle birlikte, Kabahatler Kanunu kapsamında bir irdeleme yapılmaksızın, yaptırımın “idari işlem” olduğundan hareketle idari yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Gerçekten de idari yaptırım kararları idari işlem niteliğindedir. Ancak bu nitelik tüm idari yaptırımlar için söz konusudur. Görev uyuşmazlığı konusu yapılan diğer idari yaptırımlar için “idari işlem” kıstasından hiç yararlanmayan yüksek mahkeme, bu yaptırımda dava konusunun “idari işlem” niteliğinde olduğundan hareketle görevli yargı yerini belirlemektedir. İdari yaptırımlar konusunda görevli yargı yerinin tespitinde idari işlem kıstasının kullanılması tüm idari yaptırımların idari yargıda görülmesi gerektiği sonucunu ortaya çıkarır. Yüksek mahkeme bu ölçütü uygulayacaksa tüm idari yaptırımlar için uygulamalı, birinde uygulayıp bir diğerinde uygulamama yoluna gitmemelidir. Ancak dava konusu idari işlem idari yaptırım olarak kabul edilmiyorsa, bu durum kararda açıkça belirtilmek suretiyle “idari işlem” kıstasından hareket edilerek görevli yargı yerinin belirlenmesi mümkün olabilir. Bu nedenle Spor Toto Sayısal Bayiliğinin iptal edilmesine ilişkin işlemin iptaline ilişkin uyuşmazlıkta, Kabahatler Kanunu kapsamında bir inceleme yapılmadan “idari işlem” kıstasından hareketle idari yargının görevli kılınmasına ilişkin karara katılmıyoruz. Bu kararlardan da anlaşılacağı üzere, para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi dışındaki idari yaptırımlarda görevli yargı yeri konusunda, Uyuşmazlık Mahkemesinin bir ölçüt geliştirmediği görülmektedir. Uyuşmazlık Mahkemesi, idari ceza – idari tedbir ölçütünden ise hiç yararlanmamıştır. Uyuşmazlık Mahkemesi idari ceza – idari tedbir ölçütünden yararlanması halinde, Kabahatler Kanununda öngörülen idari yaptırım kapsamında olmayan “idari ceza” niteliğindeki idari yaptırımlarda idari yargının görevli olduğunu çok daha rahat söyleyebilirdi. Örneğin yukarıda belirtilen geminin süresizseferden men edilmesine ilişkin karar ile Spor Toto Sayısal Bayiliğinin iptal edilmesine ilişkin işlem, Kabahatler Kanunu anlamındaki idari yaptırımın kapsamında olmayan “idari ceza” niteliğinde bir yaptırımdır. Bu idari yaptırımlar, idari işlem niteliğinde olduğundan ve Kabahatler Kanunu kapsamında bulunmadığından idari yargının görevindedir. e. Bölge İdare Mahkemelerinin Yaklaşımı İdari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi dışındaki idari yaptırımlarda, yaptırımı düzenleyen kanun hükmünde başvurulacak yargı merciinin gösterilmemiş olması durumunda, görevli yargı merciinin hangisi olduğu konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi ile Danıştay arasında görüş birliği bulunmaması nedeniyle, bölge idare mahkemeleri de aynı konuda farklı kararlar vermektedir. Örneğin sürücü belgesinin geçici olarak geri alınması işleminin iptali istemiyle açılan davalarda, bölge idare mahkemelerince hem görev yönünden ret kararları[136] hem de davanın esasının incelenmesi yönünde verilmektedir. Yine 4207 sayılı Kanun uyarınca işyerinin belli süre ile kapatılmasına ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı açılan davalarda da, bölge idare mahkemelerince hem görev yönünden ret kararları[137], hem de davanın esasının incelenmesi yönünde kararlar[138] verilmektedir. Bölge idare mahkemelerince verilen kararlarda, benimsenen görüş doğrultusunda Danıştay veya Uyuşmazlık Mahkemesi’nin konuya ilişkin gerekçesine yer verilmektedir. Bu şekilde, aynı konudaki idari yaptırımlarda yargısal denetiminin hem idari hem de adli yargı tarafından gerçekleştirilmesi uygulamada karmaşaya sebep olmakta ve bu durum dolaylı da olsa mahkemeye erişim sorununu ortaya çıkarmaktadır[139].

SONUÇ

İdari yaptırımlar, “önleme” işlevini yoğun şekilde barındıran ve bu sebeple bir cezalandırıcı işlem olarak adlandırılabilecek ve sonuç itibarıyla kamu yararına hizmet eden idari işlemlerdir. İdari yaptırımlar kabahat yaptırımlar ve disiplin yaptırımları olarak ikiye ayrılmaktadır. Kabahatin yaptırımları kanunla belirlenmiş olan nispi veya maktu paranın ödenmesi veya iznin/ruhsatın iptali, faaliyetin geçici olarak durdurulması ve hatta bankanın fona aktarılması gibi diğer yaptırımlar olarak düzenlenmektedir. Nispi olarak belirlenen para cezalar maktu cezalardan daha adaletli ve elverişlidir. Diğer taraftan, nispi regülatif cezaların çok yüksek tutarlara ulaşabilmesi korunan hukuki değer açısından, bazı idari yaptırımların adli para cezaları ile korunan hukuki değerden daha ağır ihlallere ilişkin olduğunu göstermektedir. Anayasanın 38. maddesi, karşılığında hapis veya adli parası öngörülen suç ve cezalarda kanuniliği düzenlemektedir. İdari yaptırımlar açısından, Anayasanın 38. maddesi yerine 123. maddesinin dayanak kabul edilmesi, 123. madde doğrudan idarenin kanuniliğini düzenlediği için daha isabetli olacaktır. Öte yandan, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasanın 13. maddesinin, idari yaptırımların kanuniliği açısından doğrudan dayanak olmadığı ancak idarenin düzenleme yetkisinin şekil ve kapsam sınırını belirlediği düşünülmektedir. Diğer taraftan, Kabahatler Kanunu ile Türk Ceza Kanunu’nun kanunilik ilkesini düzenleyen 2. maddesine bir atıfta bulunulmamıştır. Kabahatin düzenlendiği çerçeve hüküm veya idarenin düzenleyici işleminde de bu maddeye atıfta bulunulmadığından idari yaptırımların kanuniliği adli suç ve cezalarınkinden farklı olacaktır.

İdari ihlal düzenleme yetkisi çerçeve kanun hükmünün uygulanması amacını taşıdığından, idari ihlal düzenleme yetkisi doğrudan kanundan ve kanunun uygulanması görevinden kaynaklanmaktadır. Kabahatler Kanununun 4. maddesinin ikinci maddesinde açık ceza normunda yaptırımların türü, süresi ve miktarının bulunması gerektiği, bunlar dışında kalan unsurların idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabileceği düzenlenmiştir. Bu hüküm sayesinde, kabahatlerin türü süresi ve miktarı kanunların mahfuz düzenleme alanıdır, bir başka ifadeyle bu unsurlar Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile belirlenemez. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin dayanağı doğrudan anayasa olduğundan, kanuna dayanarak çerçeve hükmün içeriği Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile doldurulamaz. Hatta, Anayasa Mahkemesine göre, kanun çerçeve hükmün içeriğinin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile doldurulacağını düzenlese dahi bu hüküm Anayasaya aykırı olacaktır. Ancak Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılacak bir yönetmelik ile çerçeve hükmün içi doldurulabilir. Çünkü bu yönetmelik çerçeve kanuna dayanan bir idari işlemdir. İdarenin düzenleyici işlemle idari ihlali belirleme yetkisi, Kabahatler Kanununun 4. maddesi bulunmasa da mevcuttur. Zira, kanunla idari yaptırım düzenlenmesini öngören bir hükmün, diğer bir ifadeyle çerçeve hükmün varlığının idarenin düzenleme yetkisi için yeterlidir. Kabahatler Kanunu ile idarenin düzenleme yetkisi sınırlanmış, yaptırımın türü, süresi ve miktarı kanunun mahfuz alanı haline getirilmiştir.

Bu, hem özel kanun hükmünün hem de Kabahatler Kanununun 3. maddesinin 1. fıkrası hükmünün sonucu olarak ortaya çıkar. Özel kanunda görevli yargı merciine ilişkin hüküm, belirli bir idari yaptırım türüne özgülenmiş olabileceği gibi, “idari yaptırımlar” gibi genel bir ifadeyle tüm idari yaptırım türlerine teşmil edilmiş de olabilir. Örneğin 4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkol Piyasasının Düzenlenmesine Dair Kanunun 8. maddesinin 10. fıkrası hükmü bu kanun uyarınca verilecek tüm idari yaptırımlar için idare mahkemelerinde dava açılabileceğini düzenlemiştir[140].

Uyuşmazlık Mahkemesi önüne gelen bir görev uyuşmazlığında İdare Mahkemesi, bu hükümde idari yaptırımlar için idari yargı yeri belirlemesi yapıldığı ancak idari para cezaları için herhangi bir düzenlemenin yer almadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermişse de Uyuşmazlık Mahkemesi, isabetli biçimde özel kanunda görevli yargı merciinin belirtildiği gerekçesiyle idari yargının görevli olduğuna karar vermiştir[141]. Özel kanunlarda idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarında görevli yargı mercii olarak sulh ceza hakimliği açık bir biçimde belirlenmişse, bu yaptırımlara karşı sulh ceza hakimliğine başvurulur. Esasen bu tür idari yaptırımlarda sulh ceza hakimliğinin görevli yargı mercii olarak kabul edilmesi için özel kanunda bu yönde açık bir düzenleme bulunmasına da ihtiyaç bulunmamaktadır. Aksi hali özel kanunda düzenlenmemiş olmak kaydıyla, bu yaptırımlarda Kabahatler Kanununun 3. maddesinin 1. fıkrası gereğince sulh ceza mahkemeleri görevli yargı mercii sayılacaktır[142]. Kabahatler Kanununun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmeden önceki hali[143], özel kanunlarında bu yaptırımlara ilişkin görevli yargı mercii olarak açıkça idari yargı gösterilse dahi, başvurulması gereken yargı merciinin sulh ceza mahkemesi olacağı biçiminde anlaşılabilmekte ya da böyle bir yoruma müsaade edebilmekteydi. 5560 sayılı Kanunla yeniden düzenlenen Kabahatler Kanununun 3. maddesinin son halinde ise, açık bir ayrım yapıldığı görülmektedir. Bu maddenin gerekçesine ilişkin meclis adalet komisyon raporunda, “Kabahatler Kanunun kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda yer alan idari para cezasını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanabileceği, ancak bu uygulamanın üst kurullar tarafından verilen idari para cezalarına ilişkin yargı yolu bakımından bir tartışmaya neden olduğu, yeni madde metniyle özellikle üst kurullara ilişkin kanunda bu kurulların vereceği idari para cezalarına karşı ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’a gidilebilmesine imkân tanıyan bir düzenleme yapıldığı” açıklamasına yer verilmiştir.

Özel kanunlarda düzenlenen idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarında yargısal denetimi yapacak görevli yargı mercii gösterilmemiş olabilmektedir. Böyle bir durumda genel kanun niteliğindeki Kabahatler Kanununun uygulanması gerekir.  Kabahatler Kanununun 27. maddesinin 1. fıkrasındaki, para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımları için sulh ceza mahkemesine başvurulacağını düzenleyen hükmün, diğer kanunlardaki aynı tür idari yaptırımlar için uygulanabilme kabiliyeti, özel kanunda başka bir yargı merciinin gösterilmemiş olması şartına bağlıdır. Özel kanunlarda idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımları için ayrı bir yargı merci gösterilmemişse, Kabahatler Kanununda gösterilen yargı mercii olan sulh ceza hakimliklerine başvurulması gerekir[144]. Bu uyuşmazlıklarda sulh ceza mahkemelerinin görevli olduğu noktasında, yüksek mahkeme kararları arasında herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır[145].

Bu kuralın tek istisnası vergi ve benzeri yükümlülüklere ilişkin idari yaptırım kararlarıdır. Kabahatler Kanununun ek 1. maddesine göre,  “4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümler saklıdır”. Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalarda görevli mahkeme vergi mahkemesidir (2576 SK m.6) . Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlere ilişkin idari yaptırımlarda, kendi kanununda görevli yargı yeri gösterilmemiş olsa dahi Kabahatler Kanununun ek 1. maddesine göre vergi mahkemesinde dava açılması gerekmektedir. Vergi mahkemelerinin görev alanına giren yaptırımlar Kabahatler Kanununun kapsamı dışında tutulmuş olduğundan, bu yaptırımlara ilişkin olarak herhangi bir görev sorunu yaşanmamaktadır[146].

1- İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararlarında hangi yargı merciinin görevli olduğu hususunda doktrinde ve yargı kararlarında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Kabahatler Kanununda düzenlenen bu yaptırımlar için görevli yargı mercii sulh ceza hâkimliğidir. Özel kanunlarında düzenlenenler için ise yargı yeri ayrıca gösterilmişse bu mercii, gösterilmemiş ise sulh ceza hâkimlikleri görevli yargı merciidir. İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi dışındaki diğer idari yaptırımlarla ilgili özel kanunlarında başvurulacak yargı mercii açık olarak gösterilmiş ise, bu yargı merciine başvurulması gerekeceği tabiidir. Ancak bu yaptırımlarla ilgili özel kanunlarında başvurulacak yargı yeri gösterilmemesi halinde hangi yargı merciine başvurulacağının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Çünkü bu konuda adli ve idari yargı mercileri arasında çok sayıda görev uyuşmazlığı çıkmaktadır. Bu idari yaptırımlara ilişkin görev uyuşmazlıklarında Uyuşmazlık Mahkemesinin çelişkili kararlar verdiği hususu da dikkate alındığında, konunun önemi daha da artmaktadır. İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi dışındaki diğer idarî yaptırımlarda, görevli yargı yerinin tespiti noktasında Kabahatler Kanununda çok açık bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Kabahatler Kanununun maddesinin 1. fıkrasının a bendinde, bu Kanunun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı kuralına yer verilmiştir. Yasa’nın başvuru yolu başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği hükmü yer almaktadır. Kabahatler Kanununun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendini, 27. maddenin 1. fıkrasından bağımsız olarak değerlendirmemek gerekir. Çünkü her iki maddede de, idari yaptırımlara karşı yargı yoluna ilişkin hükümler getirilmiştir. Kanunun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendinde, 27. maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunulmuştur. Kabahatler Kanununun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yollarına ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacaktır. Kabahatler kanununun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yollarına ilişkin hükümleri ise, sadece idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi idari yaptırım kararına ilişkindir. Kanunun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendinde, idarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi dışındaki diğer tedbirler niteliğindeki idarî yaptırımları da kapsadığından bahsedilmemektedir. Şayet Kanunun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendi, “Bu Kanunun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlardaki idari yaptırımlar hakkında aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır” şeklinde olsaydı, kanun koyucunun diğer kanunlardaki tüm idari yaptırımlar açısından 3. maddenin 1. fıkrasının a bendinin uygulanmasını arzu ettiği söylenebilirdi. Fakat bu maddede kanun koyucu, “diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde” ibaresine yer vermek suretiyle, diğer kanunlardaki idari yaptırımların konusuna ve türüne hiç değinmemektedir. Kanun koyucu tarafından bahse konu maddede, diğer kanunlardaki hangi tür idari yaptırımlar için kanun yolu gösterildiğini belirlemek için maddedeki “Bu Kanunun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri” ifadesinin esas alınması gerekir. Bu kanunda, kanun yoluna ilişkin hükümlerde yalnız idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımları bakımından normatif düzenlemenin bulunduğu, diğer idari yaptırımlar bakımından herhangi bir kanun yolu düzenlemesine yer verilmediği şüpheden uzaktır. Bu durum dikkate alınarak “Bu Kanunun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri” ifadesi esas alındığında ise kanun koyucunun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendini, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlarla sınırlı tuttuğu görülecektir. Kanunun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendine, bu maddede atıf yapılan 27. maddenin 1. fıkrasındaki hükmü yerleştirerek okumak konunun daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. “Bu Kanunun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri” ifadesi yerine, “Bu Kanunun, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, sulh ceza mahkemesine başvurulacağı hükmü” ifadesinin yerleştirdiğimizde 3. maddenin 1. fıkrasının a bendi, “Bu Kanunun, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağı hükmü, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacaktır” biçimine dönüşür. 3. maddenin bu şekilde anlaşılması gerekmekte olup, bu yorumlama biçimi kanun koyucunun amacına da uygun düşecektir.  Öte yandan Kabahatler Kanununun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendi, bu Kanunun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı yönünde iken, aynı fıkranın b bendinde ise, kanun yolu dışındaki diğer genel hükümlerin, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı, hükmüne yer verilmiştir. 3. maddenin 1. f ıkrasının a bendi ile b bendi birlikte değerlendirildiğinde, diğer kanunlardaki idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesinde kanun yolu hükümleri bakımından, diğer kanunlarda aksine hüküm varsa kendi kanun hükümleri uygulanacak, bu iki yaptırım için Kanunun diğer genel hükümleri bakımından ise, kendi kanununda aksine hüküm olsa bile Kabahatler Kanunu uygulanacaktır. Bu haliyle, Kabahatler Kanununun 3. maddenin 1. fıkrasının b bendindeki düzenleme, a bendinin sadece idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımları kapsadığını teyit etmektedir. Kabahatler Kanununun 3. maddesinin değişiklik gerekçesi de bu görüşü destekler niteliktedir. 3. maddenin değiştirilmesine ilişkin 5560 sayılı kanun gerekçesinde, yasanın kanun yoluna ilişkin hükümlerinin 3. maddenin değiştirilmeden önceki haliyle, diğer kanunlar da yer alan idarî para cezasını gerektiren bütün fiiller açısından da uygulanabileceği, bu uygulamanın, üst kurullar tarafından verilen idarî para cezalarının yargı yolu bakımından bir tartışmaya neden olduğu, yeni madde metninde özellikle üst kurullara ilişkin kanunlarda bu kurulların vereceği idarî para cezalarına karşı ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’a gidilebilmesine imkân tanıyan bir düzenleme yapıldığı görülmektedir. Kanun koyucu tarafından 3. maddenin değişiklik gerekçesinde, sadece bir kısım idari para cezaları açısından idari yargı mercilerine başvurulması amaçlanmıştır. Bu para cezaları ise, kendi kanunlarında idari yargı mercilerine başvurulacağı açıkça düzenlenmiş olanlardır. Diğer bir deyişle, kanun koyucu 3. madde değişikliğiyle, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi bakımından, Kabahatler Kanunundaki kanun yollarına ilişkin hükmün kapsamının sınırlanmasını amaçlamıştır. Diğer kanunlardaki idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi dışındaki tedbir niteliğindeki idari yaptırımlar hakkında, 3. maddenin 1. fıkrasının a bendinin uygulanması gerektiğini ileri sürmek, Kabahatler Kanunundaki kanun yollarına ilişkin hükmün kapsamının genişletilmesi anlamına gelir. Bu durum ise kanun koyucunun amacına ters düşecektir. Anayasa Mahkemesi Kabahatler Kanununun 3. maddesine ilişkin 01.03.2006 tarihli iptal kararında69, Yasa’nın 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin belirtildiği, bu kuralın, ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler dışındaki, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararları için uygulanacağı açıklamasına yer vermiştir. Anayasa Mahkemesi bu açıklamasında “diğer tedbirler”i hariç tutmak suretiyle, Kabahatler Kanunundaki kanun yollarına ilişkin hükümlerin ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler hakkında uygulanmayacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu görüşü, 5560 sayılı kanunla yeniden düzenlenen 3. maddenin 1. fıkrasının a bendinin, ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirleri (idari yaptırımlar) kapsamadığı yönündeki görüşümüzü ve kanun koyucunun bu yöndeki amacını destekler niteliktedir. Bu açıklamalar ışığında, kanun yolu açısından Kabahatler Kanununun 3.  maddesi, diğer kanunlarda düzenlenip de kanun yolu gösterilmeyen idari yaptırımlardan sadece idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarında uygulanması gerekmektedir. Aksi bir yorum işyerinin mühürlenmesi, görevden uzaklaştırma gibi Kabahatler Kanununun 19. maddesi kapsamında olmamakla birlikte sınırsız sayıda idari tedbir niteliğindeki idari yaptırımın, adli yargıda görülmesine neden olabilecektir. Bu durum ise kanun yolunun, normatif bir düzenlemeye dayanmaksızın yorumla veya mahkeme kararıyla belirlenmesine yol açacaktır. Gerek idari yargı uygulaması ve gerekse de Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarının, idarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi dışındaki tedbir niteliğindeki idari yaptırımlarda, Kabahatler Kanununun 3. maddesinin 1. fıkrasının a bendinin uygulanması gerektiği yönündedir. Yukarıda belirtildiği üzere, konuya ilişkin olarak doktrindeki birçok görüşün aksine gelişen yargı uygulamasının sebebi, Kabahatler Kanununun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendinin ele alınış tarzından ve lafzının bu tür yorumlara mahal vermesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Kabahatler Kanununun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendi, kanun koyucunun amacına uygun olacak şekilde ve farklı yorumlara mahal vermeyecek şekilde yeniden ele alınmalıdır. Ya da kanun koyucunun amacına aykırı olarak idari tedbir niteliğindeki birçok işlemin uygulamada adli yargıya bırakılması ve bu duruma Kabahatler Kanununun 3. maddenin 1. fıkrasının a bendinin ifade tarzının sebebiyet vermesi nedeniyle, kanunun bu hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine somut norm denetim yoluyla başvurulabilir. 2- Kabahatler Kanununun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde,  “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için; a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, b) İşyerinin kapatılması, c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması, d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması, gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” kuralına yer verilmiştir. Bu hüküm de, Kabahatler Kanununda yer verilen kanun yolunun hangi idari yaptırımlarda uygulanması gerektiği konusunda yol göstericidir. Anayasa Mahkemesi’nin, “19.maddeyle kanunun kapsamının daraltıldığı” açıklamasına , bu maddede belirtilen yaptırımlarda idari yargının görevli yargı mercii olduğunu kabul ettiğini söylemek mümkündür. Öte yandan 19. maddede yer verilen diğer idari yaptırımların geçici istisnalar içinde sayılması, 3. maddenin 1. fıkrasının a bendinin, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlarla sınırlı tutulduğunun diğer bir göstergesidir. Uyuşmazlık Mahkemesi de, Kabahatler Kanununun 19. maddesinde yer verilen idari yaptırımlara ilişkin hükümlerin geçici istisnalar olduğu, bu kapsamdaki idari yaptırımlara ilişkin davaya bakma görevinin idari yargıya ait olduğu görüşündedir. Ancak Uyuşmazlık Mahkemesi, sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin uyuşmazlıklarda, 19. maddede yer verilen,  diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen bazı idari yaptırımlara ilişkin hükümlerin, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı olduğu kuralından hareketle, bu istisnalar içinde sayılan “ehliyetin geri alınması”na ilişkin hükmün, 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanunun 20. maddesiyle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 112. maddesinde yapılan değişiklik ile yeniden düzenlendiği ve bu karara karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediğini belirterek, bu yaptırımdan doğan uyuşmazlıklarda adli yargının görevli olduğuna karar vermektedir. Bu kapsamda Kabahatler Kanununun 19. maddesinde yer verilen, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen bazı idari yaptırımlara ilişkin hükümlerin, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı olduğu hükmünün ne şekilde anlaşılması gerektiği, mahkemenin kararlarındaki gerekçelerin, çelişkilerin ve bu kararların isabetli olup olmadığının değerlendirilmesi için gereklidir. Kabahatler Kanununun 19. maddesi ve bu kanuna ilişkin tasarının genel gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde, maddede sayılan yaptırımların idari ceza niteliğinin ağır basması nedeniyle bu yaptırımların idari ceza olarak kabul edildiği ve bunlara Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanmasının engellenmek istendiği görülmektedir. Temel kıstas ise, bu yaptırımların idari tedbir olarak görülmeyip idari ceza olarak kabul edilmesidir. Bu tür idari cezalara, 19. madde hükmü olmasaydı dahi Kabahatler Kanunu uygulanmayacaktı. Çünkü ilgili kanunlardaki idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi haricindeki idari cezalar, Kabahatler Kanunu kapsamında bir idari yaptırım değildir. 19. maddede sayılan idari yaptırımlara, Kabahatler Kanununun sadece kanun yoluna ilişkin hükümleri değil genel hükümlerinin tümü uygulanmayacaktır. 19. maddede öngörülen ve saklı tutulan yaptırımların kanun yoluna ilişkin olarak ilgili kanununda değişiklik yapılması, bu idari yaptırımların Kabahatler Kanununa tabi olması için yeterli değildir. Yapılan değişikliğin Kabahatler Kanununa uygun bir değişiklik olması gerekir. Kabahatler Kanununa uygun değişiklik yapılması, bu idari yaptırımların kanun yolu bakımından, Kabahatler Kanununa tabi olduğunun kendi yasasında açık olarak belirtilmesiyle veya bu yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağına ilişkin açık hüküm getirilmesiyle olacaktır. Bu nedenle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 112. maddesinde 2013 yılında değişiklik yapılmış ise de, maddenin yeniden düzenlenmiş halinde, bu yaptırıma karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği dikkate alındığında, yapılan bu değişikliğin Kabahatler Kanununa uygun bir değişiklik olarak kabul edilmesine olanak bulunmamaktadır. Öte yandan 2918 sayılı Kanunun 112. maddesindeki yapılan değişiklik ile idari makamlarca tesis edilen yaptırımlarda, kanun yoluna ilişkin herhangi bir düzenleme yapmayarak susmayı tercih eden kanun koyucunun bu susmasını, Kabahatler Kanununa uygun değişiklik olarak yorumlamasına ve bu suskunluğa böyle bir anlam yüklenmesine katılmıyoruz. Uyuşmazlık Mahkemesi Danıştay’ın aksine, sürücü belgesinin süreli olarak geri alınması, işyerinin 4207 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca süreli olarak kapatılması, 1608 sayılı Kanun uyarınca süreli araç bağlama yaptırımlarında sulh ceza hâkimliklerinin görevli merci olduğuna karar vermekte iken, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun Ek 2. maddesi uyarınca aracın trafikten geçici olarak men edilmesi yaptırımına ilişkin çıkan görev uyuşmazlıklarında idari yargının görevli olduğuna karar vermektedir. Uyuşmazlık Mahkemesi’nce, çözümünde idari yargının görevli olduğuna karar verdiği idari yaptırım ile adli yargının görevli olduğuna karar verdiği idari yaptırımlar, Kabahatler Kanununun 19. maddesi kapsamında kalan ve aynı nitelikteki idari yaptırımlardır. Özellikle sürücü belgesinin süreli olarak geri alınması yaptırımları ile aracın trafikten geçici olarak men edilmesi yaptırımları 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre uygulanan yaptırımlardır. Ancak Uyuşmazlık Mahkemesi, aynı kanundan kaynaklanan bu yaptırımlarda farklı yargı mercilerinin görevli olduğuna karar vermektedir. Anayasanın 158. maddesine göre Uyuşmazlık Mahkemesi, adli ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görev uyuşmazlıklarında verdiği kararların kesin olduğu da dikkate alındığında, benzer konularda farklı kararlar vermemesi gerektiği daha da önem arz etmektedir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre uygulanan aracın trafikten geçici olarak men edilmesi yaptırımlarında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce verilen ve idari yargının görevli olduğuna ilişkin kararlar, Kabahatler Kanununun kanun yoluna ilişkin hükümlerine ve kanun koyucunun amacına uygun olan kararlardır. Bu kararlarda yer verilen gerekçe, diğer idari yaptırımların hangi yargı merciinde görülmesi gerektiğine ışık tutabilecek niteliktedir. Bu açıklamalardan Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, idari yaptırımlarda görevli yargı yeri konusunda çıkan görev uyuşmazlıklarında yeterli bir ölçüt geliştirmediği görülmektedir. Yine bu tür uyuşmazlıklarda, idari ceza-idari tedbir ayrımına ilişkin ölçütten de yararlanmamaktadır. Kabahatler Kanununda idari ceza- idari tedbir ayrımının zımnen de olsa kullanıldığı, özellikle 19. madde kapsamındaki yaptırımların idari ceza niteliği ağır basması nedeniyle kanundan istisna tutulduğu açıktır. Diğer kanunlardaki idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi ile idari tedbir niteliği taşımayan idari cezalar, Kabahatler Kanunu tanımına uygun bir idari yaptırım değildir. İdari yaptırımlarla ilgili görev uyuşmazlıklarında, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından idari ceza – idari tedbir ölçütünün kullanılması ve geliştirilmesinin görev uyuşmazlıklarının çözümüne katkı sağlayacağını düşünmekteyiz.

KAYNAKÇA

1-Moderne Frank, Le Pouvoır de Sanction Administrative, RFD adm, 13(1), Janv.-Fevr.1997, s.1

2-Lûtfi Duran, İdare Hukuku Ders Notları, İÜHF Yayınları, İstanbul, 1982, s. 254, 255.

3-Kemal Gözler, İdare Hukuku, Cilt 1, Güncellenmiş 3. Baskı, Ekin Yayınevi, Bursa, 2019, s. 1197.

4-A. Şeref Gözübüyük/Turgut Tan, İdare Hukuku, Cilt 1, Genel Esaslar, Turhan Kitabevi, Ankara, 2019, s.644

5-İl Han Özay, İdari Yaptırımlar, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 3326, İstanbul, 1985, s. 35.

6-Guido Zanobini, İdari Müeyyideler (Çeviren: Yılmaz Günal), Sevinç Matbaası, Ankara, 1964, s. 69

7- Turgut Tan, “İdari Yaptırımlar ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki Güvenceler”, Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük’e Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara, 2005, s. 311.

8-Binding, Karl: Die Normen und ihre Übertretung. 1. Band(Binding, Karl: Normlar ve İhlalleri. Cilt 1)

9-AYM, E.1996/48, K.1996/41, 23.10.1996 ; AYM, E. 2010/55, K. 2011/140, 20.10.2011

10-Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, E.2019/2197, K.2020/136, 29.1.2020; Danıştay 13. Daire,E.2020/2175, K.2021/1586, 27.4.2021;

11-Danıştay 8. Daire, E.2017/7733, K.2021/2011, 1.4.2021.

12-Uyuşmazlık Mahkemesi, E.2003/22, K.2003/25, 7.7.2003;

13-Uyuşmazlık Mahkemesi, E.1998/10,K.1998/12, 6.6.1998

14-Oğuz Sancakdar/Lale Burcu Önüt/Eser Us Doğan/Mine Kasapoğlu Turhan/Serkan Seyhan, İdare Hukuku Teorik Çalışma Kitabı, Seçkin Yayınevi, 9. Baskı, Ankara, 2020, s. 780).

15-Kangal Zeynel T., Kabahatler Hukuku, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2019., s. 3.

16-Burcu Erdinç, “İdari Yaptırımların. Kavramsal Çerçevesi ve Cezai Yaptırımlarla Karşılaştırılması”, Ankara Barosu Dergisi, Y. 2012, S. 2, s. 251;

17-Feyyaz Gölcüklü, “İdari Ceza Hukuku ve Anlamı; İdarenin Cezai Müeyyide Tatbiki”, AÜSBFD, Y. 1963, C. XVIII, S. 2, s. 117

18-Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, I. Cilt, 3. Baskı, Hak Kitabevi, İstanbul, 1966, s.113;

19-Ilgın Özkaya Özlüer, “İdari Yaptırımların Özellikleri ve Çevre Kanunu”, Ankara Barosu Dergisi, Y. 2015, S. 2, s. 136

20-İl Han Özay, Günışığında Yönetim, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2017, s. 739.

21-Baş Sobacı, Merve Nur: Gümrük Müşavirliği Mesleği ve Gümrük Müşavirlerinin

Sorumlulukları, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2018, s.174;

22-AYM, 2014/178, K:2014/178, KT:24.11.2014, RGT:04.03.2014, RGS:29285.

23-AYM, E:2015/35, K:2015/40, KT:22.04.2015, RGT:23.05.2015, RGS:29364.

24-Günday, Metin, İdare Hukuku, 8. Bası, Ankara, 2003, s. 21 

25-AYM, T. 23.10.1996, E. 1996/48, K. 1996/41,

26-Çağlayan, Ramazan, İdari Yaptırımlar Hukuku, Asil Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 23.

27-Özay, İl Han, İdari Yaptırımlar, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1985, s. 35. 

28-Gözübüyük, Şeref, Yönetim Hukuku, 19. Bası, Ankara, 2003, s.306. 

29-AYM, T.23.10.1996, E.1996/48, K.1996/41;

30-AYM, T.13.05.2004 E.2000/43, K.2004/60,

31-UM, T.08.05.1998, E.1998/10, K.1998/12,

32-Özay, İl Han, İdari Yaptırımlar, İstanbul 1985, s. 35

33-Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, İstanbul 1966, s. 1491.

34-İsmet Giritli, Kamu Yönetimi Teşkilatı ve Personeli, İstanbul 1979, s.314.

35-Giritli, İsmet/Bilgen, Pertev/Akgüner, Tayfun, İdare Hukuku, İstanbul, 2001, s. 754;

36-Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 231. 

37-Gözübüyük, Şeref/Tan, Turgut, İdare Hukuku Genel Esaslar, Cilt I, Güncelleştirilmiş 4. Bası, Ankara, 2006, s. 746

38-Gözler, Kemal, İdare Hukuku Dersleri, 6. Bası, Bursa, 2007, s. 231;

39-Oğurlu, Yücel, İdari Yaptırımlar Karşısında Yargısal Korunma, İdari Ceza Hukuku ve İdari Cezalara Karsı Başvuru Yolları, 2. Bası, Ankara, 2001, s. 32, 127;

40-AYM, T.23.10.1997, E. 1997/19, K. 1997/66,

41-AYM, T.15.05.1997, E.1996/72, K.1997/51;

42-AYM, T.08.10.2002, E.2001/225, K.2002/88,

43-AYM, T. 23.05.2001, E. 2001/231, K. 2001/89,

44-Önder, Ayhan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt I, Beta Yayınları, İstanbul 1991, s.8;

45-Bayraktar,Köksal, “Ceza Hukukunda Suç Olmaktan Çıkarma Akımı”, İÜHFM, İstanbul, 1984, s.201

46-Anayasa Mahkemesi‘nin 26 Aralık 1962 T. ve 1962/211-121 E. ve karar sayılı kararı.

47-M. Yasin Aslan, İdari Yaptırımlar, TBB Dergisi, Sayı 85, 2009,s.180

48-Danıştay 6.D., 17 Şubat 1965 tarih ve 1962/1714-268 esas-karar sayılı Kararı.

49-Danıştay 12. D., 11 Şubat 1971 tarih ve 1970/1630 esas, 1971/328 karar sayılı Kararı.

50-Danıştay 12. D., 13 Mart 1973 tarih ve 1970/3439 esas, 1973/768 karar sayılı Kararı.

51-Danıştay 8. D., 11 Temmuz 1962 tarih ve 1961/2514 esas, 1962/3378 karar sayılı

52-Feyyaz Gölcüklü, İdari Para Cezaları, Ankara 1963, s. 20.

53-Anayasa Mahkemesi, E.1997/19, K.1997/66, 23/10/1997:

54-Sıddık Samı Onar (1966), İdare Hukukunun Umumî Esasları, Hak Kitabevi, 3. Bası, Cilt 1, İstanbul, s.377.

55-Ender Ethem Atay (2009), İdare Hukuku, Turhan Kitabevi, 2. Baskı, Ankara, s.431-432.

56-Karahanoğulları, Onur, İdare Hukuku, Turhan Kitabevi, 1. Baskı, Ankara. (2022), s.34.

57-İl Han Özay (2004), Günışığında Yönetim, Filiz Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul, s.427.

58-Yeliz Şanlı Atay (2011), Türk İdare Hukukunda Adsız Düzenleyici İşlemler, TODAİE Yayınları, 1 Baskı, Ankara, s.62

59-Anayasa Mahkemesi, E.2020/9, K.2021/37, 03/06/2021

60-Danıştay 8. Daire, E.1977/7406, K. 1978/6232, 23/10/1978.

61-Danıştay 8. Daire, E. 2016/8879, K.2021/1675, 18/03/2021.

62-Aydınoğlu, Zeynep Nihal (2017). “İdarenin Kanuniliği İlkesi Bağlamında İdari Yaptırımlar”, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, ss.1143., s.12;

63-Karabulut, Mustafa (2008). İdari Yaptırımların Hukuki Rejimi, Turhan Kitabevi, 1. Baskı, Ankara.), s.138.

64-Oğurlu, Yücel (2000). İdari Yaptırımlar Karşısında Yargısal Korunma (İdari Ceza Hukuku ve İdari Cezalara Karşı Başvuru Yolları). Seçkin Yayınevi, 1. Baskı, Ankara.), s.57.

65-Hayrettin Kurt (2014), “İdari Yaptırımlara Karşı Güvenceler”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 18, Sayı 1, s.150;

66-Danıştay 13. Daire, E.2010/367, K.2011/3019, 22/06/2011.

67-Danıştay 13. Daire, E.2010/367, K.2011/3019, 22/06/2011.

68-Gündüz, Fatma Ebru (2004). İdari Yaptırımlar. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İdare Hukuku Anabilim Dalı, Ankara. s.42

69-Ceylan, Mahmut (2021). İdari Yaptırımların Düzenlenmesinde Ve Uygulanmasında “Yetki”. Trabzon Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Trabzon. s.159.

70-Yücel Oğurlu (2001), “AİHM Kararları ve Türk İdare Hukukunda Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılmasında Bir Yargısal Denetim Ölçütü Olarak Ölçülülük İlkesi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof. Dr. Turhan Yüce’ye Armağanı, s.509; Ekinci (2017), s.35.

71-Anayasa Mahkemesi, E.1988/50, K.1989/27, 23/06/1989.

72-Ulusoy, Ali Dursun (2013). İdari Yaptırımlar. 12 Levha Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, s.127.

73-Anayasa Mahkemesi, E.2005/5, K.2008/93, 17/04/2008 Kararı

74-Kaşka, Hakan (2013). “Kabahatlerin Beyaz Hüküm Niteliğindeki Normlarla Düzenlenebilmesi Meselesi  (Kabahatler Kanunu Madde 4/1 Üzerine Bir İnceleme)”. Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, ss.168-249., s.187.

75-Anayasa Mahkemesi, E.2020/80, K.2021/34, 29/04/2021

76-Oğurlu, Yücel (1999). “İdari Yaptırımlara Genel Bir Bakış ve İdari Yaptırım-Ceza Yaptırımı Ayrımı”. A.Ü. Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, 1999, ss.143-194. s.187.

77-Evren, Çınar Can (2011). “Kabahatlerde Kanunilik İlkesi”. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 19, Sayı 1-2, ss.967-1001, s.987;

78-Kaşka, Hakan (2013). “Kabahatlerin Beyaz Hüküm Niteliğindeki Normlarla Düzenlenebilmesi Meselesi (Kabahatler Kanunu Madde 4/1 Üzerine Bir İnceleme)”. Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, ss.168-249, s.188.

79-KAYA, Cemil (2021). İdarenin Takdir Yetkisi ve Yargısal Denetimi, 12 Levha Yayıncılık, 3. Baskı,İstanbul., s.45.

80-Anayasa Mahkemesi, E.2013/28, K.2013/106, 03/10/2013:

81-Anayasa Mahkemesi, E.2002/100, K.2004/109, 21/09/2004:

82-Anayasa Mahkemesi, E.2013/28, K.2013/106, 03/10/2013:

83-Danıştay 13. Daire, E.2012/1229, K.2016/3374, 20/10/2016:

84-Danıştay 10. Daire, E.2015/2582, K.2017/309, 24/01/2017.

85-Anayasa Mahkemesi, E.2020/80, K.2021/34, 29/04/2021:

86-Özen Mustafa, İdari Ceza Hukuku, Ankara 2013, s. 160;

87-Otacı Cengiz/Keskin İbrahim, Türk Kabahatler Hukuku, Ankara 2010, s.115.

88-Uyuşmazlık Mahkemesi, 29.04.2019, E: 2019/302, K: 2019/300, RG. 23.05.2019, 30782

89-Bilgin Hüseyin, “İdari Yargının Görev Alanında 5728 Sayılı Kanun ile Birlikte Oluşan Değişiklikler”, Terazi Hukuk Dergisi, S. 28, Y. 2008, s. 82;

90-Güçlü Yaşar, “İdari Yaptırımlara Karşı Başvuru Yolları” Beklenen Mahalli İdareler Dergisi, Aralık Ocak 2009, S. 173, s. 305;

91-Yalçın İsmail, Tüm Yönleriyle Kabahatler Hukuku, Ankara 2007., s. 102;

92-Uğur Hüsamettin, “Yüksek Mahkeme Kararları Işığında Kabahatler Kanunu’na Göre Kanun Yolları”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 89, 2010, s. 412;

93-Erol Atanur, İdari Yaptırımların Hukuki Nitelikleri ve İdari Yaptırım Kararlarına Karşı Başvuru Yolları, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2009, s. 55.

94-Çınarlı Serkan, “Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları Işığında İdari Yaptırımlarda Görevli Yargı Kolu Sorunu”, Terazi Hukuk Dergisi, C. 14, S. 151, s. 497.

95-Anayasa Mahkemesi’nin 10.7.1990 gün ve E. 1989/28, K.1990/18 sayılı kararı, 28.071993 tarihli ve

96-Anayasa Mahkemesi’nin 15.05.1997 gün ve E. 1996/72, K.1997/51 sayılı kararı, 01 Şubat 2001 tarihli ve 24305 sayılı Resmî Gazete.

97-Anayasa Mahkemesinin 01.03.2006 tarih ve E. 2005/108. K. 2006/35 sayılı kararı, 22.07.2006 tarih ve 26236 tarih ve 27418 sayılı Resmi Gazete.

98-Danıştay 10. D, 22.09.2016, E. 2016/1866, K. 2016/3488 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi, 15.08.2019.

99-Danıştay 10. D, 22.09.2016, E. 2016/1866, K. 2016/3488 sayılı kararı;

100-Danıştay 15.D, 16.01.2017, E.2016/5476, K. 2017/211 sayılı kararı, 15.07.2019;

101-DİDDK, 25/05/2015, E. 2013/136, K. 2015/2033 sayılı kararı;

102- Danıştay 8. D, 19.02.2014, E. 2013/5835, K. 2014/1082 sayılı kararı, www. uyap.gov.tr, erişim tarihi, 25.08.2019.

103-Danıştay 10.D, 14.05.2019, E. 2014/977, K. 2019/3832 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi,29.08.2019.

104-Danıştay 10. D, 29.04.2019, E. 2019/975, K. 2019/3397 sayılı kararı;

105-Danıştay 10.  D, 29.04.2019, E. 2019/975, K. 2019/3397 sayılı kararı;

106-Danıştay 10. D, 09.04.2019, E.2014/5223, K. 2019/2731

107-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 24.10.2016, E. 2016/24, K. 2016/449, sayılı kararı,

108-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 28.12.2015, E. 2015 / 868, K. 2015 / 903, sayılı kararı,

109-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 10.07.2017, E. 2017/454, K. 2017/505, sayılı kararı,

110-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 24.05.2013, E. 2013/1656, K. 2013/1869 sayılı kararı, www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.09.2019.

111-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 27.01.2014, E. 2013/1897, K. 2014/31 sayılı kararı, www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.09.2019;

112-Uyuşmazlık Mahkemesi, 24.09.2018, E: 2018/569, K: 2018/506, RG, 24.10.2018, 30575.

113-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 26.09.2016, E. 2016/399, K. 2016/432 sayılı kararı; www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.09.2019.

114-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 26.09.2016, E. 2016/399, K. 2016/432 sayılı kararı,

115-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 04.05.2015, E. 2015/270, K. 2015/289 sayılı kararı, www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.09.2019.

116-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 26.03.2018, E. 2018/68, K. 2018/154 sayılı kararı, www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.10.2019.

117-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 02.05.2011, E. 2010/331, K. 2011/77 sayılı kararı;

118-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 28.12.2015, E. 2015/842, K. 2015/878 sayılı kararı, www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.10.2019.

119-Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 14.01.2013, E. 2012/124, K. 2013/3 sayılı kararı, www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 12.10.2019.

120-İzmir Bölge İdare Mahkemesi 7İDD, 18.07.2019, E. 2019/643, K. 2019/623 sayılı kararı;

121-Samsun Bölge İdare Mahkemesi 3İDD, 11.04.2019, E. 2019/587, K. 2019/549 sayılı kararı;

122- Konya Bölge İdare Mahkemesi 5İDD, 12.12.2018, E. 2018/1545, K. 2018/1773 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi, 15.10.2019.

123-Konya Bölge İdare Mahkemesi 5İDD, 25.12.2018, E. 2018/1511, K. 2018/1935 sayılı kararı; Samsun

124-Bölge İdare Mahkemesi 3İDD, 22.05.2019, E. 2019/576, K. 2019/720 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi, 15.08.2019

125-Ankara Bölge İdare Mahkemesi 9.İDD, 27.06.2019, E. 2019/587, K. 2019/783 sayılı kararı;

126-İzmir Bölge İdare Mahkemesi 6. İDD, 20.06.2019, E. 2019/967, K. 2019/1111 sayılı kararı;

127-İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 10. İDD, 16.05.2019, E. 2019/622, K. 2019/1370 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi, 15.08.2019.

128-Uyuşmazlık Mahkemesi, 29.04.2019, E: 2019/302, K: 2019/300, RG. 23.05.2019, 30782.

129-Bilgin Hüseyin, “İdari Yargının Görev Alanında 5728 Sayılı Kanun ile Birlikte Oluşan Değişiklikler”,Terazi Hukuk Dergisi,  S. 28, Y. 2008, s. 82;

130-Candan Turgut, Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, İstanbul 2015. s. 558;

131-Aktaş Gülsüm,“Uyuşmazlık Mahkemesi Kararlarında İdari Yargının Görev Alanı Ölçütleri(Belirlenebilir mi?), Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları Dergisi, S. 5, 2017, s. 30.

132-Danıştay 10. Daire, 29.11.2017, E. 2016/10579, K. 2017/5163 sayılı kararı.

133-Soycan Ahmet, “İdari Yaptırımlarda Görevli Mahkeme Sorunu”, Türk Hukuk Sitesi (http:// www.turkhukuksitesi.com), İdari Yaptırımlarda Görevli Mahkeme Sorunu-Hukuki İncelemeler Kütüphanesi.html, erişim tarihi, 04.05.2019.

[1]              Moderne Frank, Le Pouvoır de Sanction Administrative, RFD adm, 13(1), Janv.-Fevr.1997, s.1

[2]              Lûtfi Duran, İdare Hukuku Ders Notları, İÜHF Yayınları, İstanbul, 1982, s. 254, 255.

[3]              Oğurlu, (1999), s. 151.

[4]              Kemal Gözler, İdare Hukuku, Cilt 1, Güncellenmiş 3. Baskı, Ekin Yayınevi, Bursa, 2019, s. 1197.

[5]              Bu husus Kabahatler Kanunu’nun 22. maddesinde “idarî yaptırım kararı vermeye ilgili kanunda açıkça

gösterilen” ifadeleriyle de vurgulanmıştır.

[6]              A. Şeref Gözübüyük/Turgut Tan, İdare Hukuku, Cilt 1, Genel Esaslar, Turhan Kitabevi, Ankara, 2019, s.

644.

[7]              İl Han Özay, İdari Yaptırımlar, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 3326, İstanbul, 1985, s. 35. Zanobini’ye

göre idari müeyyide, “bizatihi idari emir ve talimatlara riayeti temin bakımından idari bir merci tarafından tesis edilen ceza” dır (Guido Zanobini, İdari Müeyyideler (Çeviren: Yılmaz Günal), Sevinç Matbaası, Ankara, 1964, s. 69). Öğretide idari yaptırımların çeşitli şekilde sınıflandırıldığı görülmektedir. Örneğin Ulusoy’a göre “yapılması gereken en doğru sınıflandırma öncelikle ‘idari cezaların’ ile ‘idari tedbirlerden’ ayrıştırılması; akabinde de idari cezaları kendi içinde Regülatif Cezalar, Kabahat Cezaları ve Disiplin Cezaları olarak üçe ayırmaktır” (Ulusoy, s. 11). Tan’a göre ise, “genel olarak idari yaptırımları içerikleri bakımından idari para cezaları ve diğer idari yaptırımlar olarak iki grupta toplamak yanlış olmaz” (Turgut Tan, “İdari Yaptırımlar ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki Güvenceler”, Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük’e Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara, 2005, s. 311).

[8]              Binding, Karl: Die Normen und ihre Übertretung. 1. Band(Binding, Karl: Normlar ve İhlalleri. Cilt 1)

 

[9]              AYM, E.1996/48, K.1996/41, 23.10.1996 ; AYM, E. 2010/55, K. 2011/140, 20.10.2011

[10]            Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, E.2019/2197, K.2020/136, 29.1.2020; Danıştay 13. Daire,

E.2020/2175, K.2021/1586, 27.4.2021; Danıştay 8. Daire, E.2017/7733, K.2021/2011, 1.4.2021.

[11]            Uyuşmazlık Mahkemesi, E.2003/22, K.2003/25, 7.7.2003; Uyuşmazlık Mahkemesi, E.1998/10,

K.1998/12, 6.6.1998 (Aktaran: Oğuz Sancakdar/Lale Burcu Önüt/Eser Us Doğan/Mine Kasapoğlu Turhan/Serkan Seyhan, İdare Hukuku Teorik Çalışma Kitabı, Seçkin Yayınevi, 9. Baskı, Ankara, 2020, s. 780).

[12]            Sözü edilen hükmün de Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesine ve 38. maddesinde

düzenlenen suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılığı iddiasını inceleyen Anayasa Mahkemesi, iptali istenen kuralda bahse konu Anaysa hükümlerine herhangi bir aykırılık tespit etmemiş ve iptal isteminin reddine karar vermiştir

[13]            Kabahatler Kanunu’nun 22. maddesinde söz konusu kural açıkça öngörülmüş; anılan Kanun’un 23. ve

  1. maddelerinde ise istisnalara yer verilmiştir. Buna göre belirli hallerde Cumhuriyet savcısı ve mahkemelerin de idari yaptırım kararı verme yetkisi vardır.

[14]            Kangal Zeynel T., Kabahatler Hukuku, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2019., s. 3.

[15]            Tan, s. 311; Burcu Erdinç, “İdari Yaptırımların. Kavramsal Çerçevesi ve Cezai Yaptırımlarla

Karşılaştırılması”, Ankara Barosu Dergisi, Y. 2012, S. 2, s. 251; Feyyaz Gölcüklü, “İdari Ceza Hukuku ve Anlamı; İdarenin Cezai Müeyyide Tatbiki”, AÜSBFD, Y. 1963, C. XVIII, S. 2, s. 117

[16]            Duran, s. 251

[17]            Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, I. Cilt, 3. Baskı, Hak Kitabevi, İstanbul, 1966, s.

113; Ilgın Özkaya Özlüer, “İdari Yaptırımların Özellikleri ve Çevre Kanunu”, Ankara Barosu Dergisi, Y.

2015, S. 2, s. 136

[18]            İl Han Özay, Günışığında Yönetim, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2017, s. 739.

[19]            Özay, İdari Yaptırımlar, s. 374-375; Günday, s. 138.

[20]            Şen, s.44; Baş Sobacı, Merve Nur: Gümrük Müşavirliği Mesleği ve Gümrük Müşavirlerinin

Sorumlulukları, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2018, s.174; Koca/Üzülmez, s.35.

[21]            AYM, 2014/178, K:2014/178, KT:24.11.2014, RGT:04.03.2014, RGS:29285.

[22]            AYM, E:2015/35, K:2015/40, KT:22.04.2015, RGT:23.05.2015, RGS:29364.

[23]            Zanobini, Guido, İdari Ceza Hukukunda Kıstas Meselesi, s.317

[24]            Günday, Metin, İdare Hukuku, 8. Bası, Ankara, 2003, s. 21

[25]            Zanobını,Guido, İdari Müeyyideler, s. 25; AYM, T. 23.10.1996, E. 1996/48, K. 1996/41,

[26]            Çağlayan, Ramazan, İdari Yaptırımlar Hukuku, Asil Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 23.

[27]            Özay, İl Han, İdari Yaptırımlar, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1985, s. 35.

[28]            Zanobını, İdari Müeyyideler, s.25 vd.

[29]            Gölcüklü, s. 131.

[30]            Gözübüyük, Şeref, Yönetim Hukuku, 19. Bası, Ankara, 2003, s.306.

[31]            AYM, T.23.10.1996, E.1996/48, K.1996/41; AYM, T.13.05.2004 E.2000/43, K.2004/60,

[32]            UM, T.08.05.1998, E.1998/10, K.1998/12,

[33]            Zanobını, İdari Müeyyideler, s. 26

[34]            Özay, İl Han, İdari Yaptırımlar, İstanbul 1985, s. 35

[35]            Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, İstanbul 1966, s. 1491.

[36]            Özay, s. 36.

[37]            İsmet Giritli, Kamu Yönetimi Teşkilatı ve Personeli, İstanbul 1979, s.314. Ayrıca bkz. Çağlayan, s. 38.

[38]            Giritli, İsmet/Bilgen, Pertev/Akgüner, Tayfun, İdare Hukuku, İstanbul, 2001, s. 754; Gözler,

İdare Hukuku Dersleri, s. 231.

[39]            Gözübüyük, Şeref/Tan, Turgut, İdare Hukuku Genel Esaslar, Cilt I, Güncelleştirilmiş 4. Bası,

Ankara, 2006, s. 746

[40]            Gözler, Kemal, İdare Hukuku Dersleri, 6. Bası, Bursa, 2007, s. 231; Oğurlu, Yücel, İdari Yaptırımlar

Karşısında Yargısal Korunma, İdari Ceza Hukuku ve İdari Cezalara Karsı Başvuru Yolları, 2. Bası, Ankara, 2001, s. 32, 127; ÇAĞLAYAN, s. 22.

[41]            AYM, T.23.10.1997, E. 1997/19, K. 1997/66,

[42]            AYM, T.15.05.1997, E.1996/72, K.1997/51; AYM, T.08.10.2002, E.2001/225, K.2002/88,

[43]            AYM, T. 23.05.2001, E. 2001/231, K. 2001/89,

[44]            Önder, Ayhan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt I, Beta Yayınları, İstanbul 1991, s.8; Bayraktar,

Köksal, “Ceza Hukukunda Suç Olmaktan Çıkarma Akımı”, İÜHFM, İstanbul, 1984, s.201

[45]            Anayasa Mahkemesi‘nin 26 Aralık 1962 T. ve 1962/211-121 E. ve karar sayılı kararı.

[46]            Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde, bu Kanunun 119. maddesi hükmü

uyarınca çıkarılan kararnameleri idari işlem, dolayısıyla idari yaptırım olarak kabul etmeye imkan bulunmamaktaydı. Zira bunlar faal idare dışında, asıl görevi yargılama olan ve yargı organı içinde yer almış bulunan kimseler tarafından çıkarılmaktaydılar.

[47]            Özay, s. 31.

[48]            Zanobini, (Kıstas Meselesi), s.309; Oğurlu, s.58; Çağlayan, s. 37; Gözler I, s. 946; Nazaroğlu, s.

 

102-103.

[49]            M. Yasin Aslan, İdari Yaptırımlar, TBB Dergisi, Sayı 85, 2009,s.180

[50]            Çağlayan, s. 159.

[51]            Çağlayan, s. 55.

[52]            Taşkın, s. 355.

[53]            Çağlayan, s. 103-105.

[54]            Danıştay 6.D., 17 Şubat 1965 tarih ve 1962/1714-268 esas-karar sayılı Kararı. Bu gibi kararlar hakkında

yapılan değerlendirme için bakınız; Çağlayan, s. 36.

[55]            Danıştay 12. D., 11 Şubat 1971 tarih ve 1970/1630 esas, 1971/328 karar sayılı Kararı.

[56]            Danıştay 12. D., 13 Mart 1973 tarih ve 1970/3439 esas, 1973/768 karar sayılı Kararı.

[57]            Danıştay 8. D., 11 Temmuz 1962 tarih ve 1961/2514 esas, 1962/3378 karar sayılı

[58]            Özay, s. 94.

[59]            Çağlayan, s. 96-97.

[60]            Özay, s. 138.

[61]            Çağlayan, s. 98-99.

[62]            Özay, s. 138.

[63]            Çağlayan, s. 72.

[64]            Feyyaz Gölcüklü, İdari Para Cezaları, Ankara 1963, s. 20.

[65]            Anayasanın 38. maddesinin on birinci fıkrası ile hürriyeti bağlayıcı idari yaptırım uygulanamamasının

istisnası düzenlenmiştir. Anılan hükme göre; “İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz. Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar getirilebilir.”

[66]            Anayasa Mahkemesi, E.1997/19, K.1997/66, 23/10/1997: “Para cezalarına ilişkin olarak, yargı ve

yürütme arasındaki yetki sınırlarının belirlenmesinde, tek başına ceza miktarının ölçüt olarak kullanılması yeterli görülmemektedir. Türk Ceza Kanunundaki kimi para cezalarının az veya yetersiz olması, bunların yargısal niteliğini etkilemediği gibi, vergi yasalarındaki kimi para cezalarının çok yüksek olması da bu cezaların idari niteliğini değiştirmez. Öte yandan bu tür cezalara ilişkin idari kararlar, yargı denetimi kapsamı dışında da kalmamaktadırlar.”

[67]            Sıddık Samı Onar (1966), İdare Hukukunun Umumî Esasları, Hak Kitabevi, 3. Bası, Cilt 1, İstanbul,

s.377.

[68]            Onar (1966), s.394.

[69]            Ender Ethem Atay (2009), İdare Hukuku, Turhan Kitabevi, 2. Baskı, Ankara, s.431-432.

[70]            Gözler (2009), s.1157-1161

[71]            Karahanoğulları, Onur, İdare Hukuku, Turhan Kitabevi, 1. Baskı, Ankara. (2022), s.34.

[72]            İl Han Özay (2004), Günışığında Yönetim, Filiz Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul, s.427.

[73]            Yeliz Şanlı Atay (2011), Türk İdare Hukukunda Adsız Düzenleyici İşlemler, TODAİE Yayınları, 1 Baskı,

Ankara, s.62. Aksi yönde: Kaya (2021), s.110. Kaya’ya göre, “kamu yararının gerektirdiği hallerde idarenin, kanunun düzenlemediği bir konuda düzenleyici işlem tesis etmek suretiyle konuyu düzenleme altına almak konusunda bir takdir yetkisinin bulunduğu söylenebilir.”

[74]            Anayasa Mahkemesi, E.2020/9, K.2021/37, 03/06/2021:”Anayasanın açıkça kanunla düzenlenmesini

öngörmediği konularda ise kanunda çok genel ifadelerle düzenleme yapılarak, ayrıntının yürütmenin türevsel nitelikli düzenleyici işlemlerine bırakılması mümkündür. Anayasada münhasıran kanunla düzenleme yapılması öngörülmeyen konularda yürütme organının doğrudan ve ilk elden düzenleyici işlem yapabileceği düşünülebilirse de yasamanın asliliği ve cumhurbaşkanlığı kararnameleri dışında yürütmenin türevselliği gereği idari işlemlerin kanuna dayanması zorunluluğu vardır. … Ancak bu durumda kanunda belirlenmesi beklenen çerçeve, Anayasanın kanunla düzenlenmesini öngördüğü durumdakinden çok daha geniş olabilecektir. Başka bir ifadeyle, Anayasaya göre mutlaka kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu, kanuni dayanağı olmak kaydıyla idarenin türevsel nitelikli düzenleyici işlemlerine bırakılabilir.”

[75]            Danıştay 8. Daire, E.1977/7406, K. 1978/6232, 23/10/1978.

[76]            Danıştay 8. Daire, E. 2016/8879, K.2021/1675, 18/03/2021.

[77]            Günday (2017), s.228; Gözler (2009), s.1164; Aydınoğlu, Zeynep Nihal (2017). “İdarenin Kanuniliği

İlkesi Bağlamında İdari Yaptırımlar”, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, ss.1143., s.12; Karabulut, Mustafa (2008). İdari Yaptırımların Hukuki Rejimi, Turhan Kitabevi, 1. Baskı, Ankara.), s.138.

[78]            Oğurlu, Yücel (2000). İdari Yaptırımlar Karşısında Yargısal Korunma (İdari Ceza Hukuku ve İdari

Cezalara Karşı Başvuru Yolları). Seçkin Yayınevi, 1. Baskı, Ankara.), s.57.

[79]            Hayrettin Kurt (2014), “İdari Yaptırımlara Karşı Güvenceler”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,

Cilt 18, Sayı 1, s.150; Oğurlu (2000), s.59.

[80]            Oğurlu (2000), s.65.

[81]            Danıştay 13. Daire, E.2010/367, K.2011/3019, 22/06/2011.

[82]            Örf ve adete dayanma yasağının da bu kapsamda değerlendirilebileceği düşünülmektedir.

[83]            Danıştay 13. Daire, E.2010/367, K.2011/3019, 22/06/2011.

[84]            Gündüz, Fatma Ebru (2004). İdari Yaptırımlar. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi,

Sosyal Bilimler Enstitüsü, İdare Hukuku Anabilim Dalı, Ankara. s.42

[85]            Ceylan, Mahmut (2021). İdari Yaptırımların Düzenlenmesinde Ve Uygulanmasında “Yetki”. Trabzon

Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Trabzon. s.159.

[86]            Yücel Oğurlu (2001), “AİHM Kararları ve Türk İdare Hukukunda Temel Hak ve Özgürlüklerin

Sınırlandırılmasında Bir Yargısal Denetim Ölçütü Olarak Ölçülülük İlkesi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof. Dr. Turhan Yüce’ye Armağanı, s.509; Ekinci (2017), s.35.

[87]            Anayasa Mahkemesi, E.1988/50, K.1989/27, 23/06/1989.

[88]            Oğurlu (2001), s.508.

[89]            Ulusoy, Ali Dursun (2013). İdari Yaptırımlar. 12 Levha Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, s.127.

[90]            Anayasa Mahkemesi, E.2005/5, K.2008/93, 17/04/2008 Kararı ile İmar Kanunu’nda öngörülen ve ceza

üst sınırın alt sınırdan 50 kat fazla olduğu düzenlemeyi iptal etmişti. Ancak, Mahkeme, görüş değiştirerek E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014 Kararında yine arasında 50 kat fark bulunan yaptırım düzenlemesini “Ancak İdareye takdir yetkisi tanınması, idarenin ‘keyfi’ olarak hareket edebileceği anlamına gelmez. İdareye tanınan takdir yetkisinin, somut olayın özellikleri, eylemin ağırlığı, oluşan zararın büyüklüğü gibi durumlar göz önünde bulundurularak eşitlik, kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak kullanılması ve işlenen fiil ile tayin edilecek ceza arasında adil bir dengenin gözetilmesi, hukukun genel ilkelerindendir. İdare, cezanın alt sınırının üzerine çıktığında, bunun nedenlerini ortaya koymak ve gerekçelerini açıklamak zorundadır. İdarenin, alt sınırın üzerinde ceza tayin etmesinin gerekçesini açıklayamaması veya açıklanan gerekçenin makul, haklı ve doyurucu olmaması, diğer bir anlatımla, kamu yararı ile idari yaptırımın muhatabının özel yararı arasındaki dengeye dikkat etmemesi veya bu dengeyi ölçüsüz bir şekilde kurması durumunda, cezanın yargı yerlerince iptal edilebileceği tabiidir.” gerekçesiyle hukuka uygun bulmuştur.

[91]            Kaşka, Hakan (2013). “Kabahatlerin Beyaz Hüküm Niteliğindeki Normlarla Düzenlenebilmesi Meselesi

(Kabahatler Kanunu Madde 4/1 Üzerine Bir İnceleme)”. Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, ss.168-249., s.187.

[92]            Anayasa Mahkemesi, E.2020/80, K.2021/34, 29/04/2021

[93]            Oğurlu, Yücel (1999). “İdari Yaptırımlara Genel Bir Bakış ve İdari Yaptırım-Ceza Yaptırımı Ayrımı”. A.Ü.

Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, 1999, ss.143-194. s.187.

[94]            Evren, Çınar Can (2011). “Kabahatlerde Kanunilik İlkesi”. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Mecmuası, Cilt 19, Sayı 1-2, ss.967-1001, s.987; Kaşka, Hakan (2013). “Kabahatlerin Beyaz Hüküm Niteliğindeki Normlarla Düzenlenebilmesi Meselesi (Kabahatler Kanunu Madde 4/1 Üzerine Bir İnceleme)”. Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, ss.168-249, s.188.

[95]            KAYA, Cemil (2021). İdarenin Takdir Yetkisi ve Yargısal Denetimi, 12 Levha Yayıncılık, 3. Baskı,

İstanbul., s.45.

[96]            Kaya (2021), s.47.

[97]            Anayasa Mahkemesi, E.2013/28, K.2013/106, 03/10/2013: “İtiraz konusu kuralla, Kanun’un 37 ilâ 46.

maddelerinde yer almayan fiillerle ilgili olarak da disiplin cezasının uygulanabileceğinin öngörülmesi belirsizliğe neden olmaktadır. Zira, ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutuklular, hangi fiilleri işlerlerse haklarında disiplin cezası uygulanabileceği konusunda duraksamaya sevk edilmektedir. Bu şekilde bir belirsizliğin kabul edilmesi ise hukuki güvenlik ilkesiyle bağdaşmaz.”

[98]            Karabulut (2008), s.115.

[99]            Anayasa Mahkemesi, E.2002/100, K.2004/109, 21/09/2004: “Sürekli değişen toplumsal olaylar

karşısında insanlar arasında nefret duygularını oluşturan veya korku salan yayınların neler olduğunun önceden yasa koyucu tarafından belirlenmesindeki güçlük göz ardı edilemez ise de bu kavramlara zaman içinde öğreti ve yargı kararlarıyla içerik ve anlam kazandırıldığı da bir gerçektir.”

[100]          Evren (2011), s.991.

[101]          Evren (2011), s.993.

[102]          Anayasa Mahkemesi, E.2013/28, K.2013/106, 03/10/2013: “Öte yandan, gerçekleşen fiilin suç olarak

tanımlanmadığı, buna karşın Kanun’da belirlenmiş diğer fiillere uydurulabilmesi imkânını veren kural, uygulayıcıyı kıyas yapmaya yönlendirmektedir. Dolayısıyla, itiraz konusu kuralla, Kanunda tanımlanmayan bir fiilin, benzeri bir fiille karşılaştırılarak kıyas yapılmak suretiyle ceza tayinine imkân tanınmaktadır. Bu durum suçların ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.”

[103]          Danıştay 13. Daire, E.2012/1229, K.2016/3374, 20/10/2016: “Nitekim, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi

Kanunu’nun 229. maddesinde yer alan, oyların dağılması hâlinde sanığın en çok aleyhine olan oyun çoğunluk meydana gelinceye kadar kendisine daha yakın olan oya ekleneceğine ilişkin düzenleme kurul hâlinde karar verilen hâllerde karar yeter sayısının ne şekilde oluşmuş sayılacağı hususuna çözüm getirmiş olup kurul hâlinde karar alma usulüne ilişkin bu düzenlemenin idari para cezası vermeye yetkili idari kurullarca kıyasen uygulanması gerekir.”

[104]          Danıştay 10. Daire, E.2015/2582, K.2017/309, 24/01/2017.

[105]           Anayasa Mahkemesi, E.2020/80, K.2021/34, 29/04/2021: “Optisyenlik ile eczacılık mesleklerinin farklı

meslekler olduğu ve mensuplarının farklı meslek kuruluşlarına tabi olduğu dikkate alındığında disipline ilişkin hususlarda kıyasen uygulamayı öngören kuralın belirsizliğe yol açtığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığı ve uygulanacak disiplin prosedürünün öngörülebilir şekilde düzenlenmediği görülmüştür.”

[106]          AİHS’in 7. maddesi: “Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan

bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”

[107]          Ulusoy (2013), s.76.

[108]          Aydınoğlu (2017), s.32; Ulusoy (2013), s.76.

[109]          Ulusoy (2013), s.69.

[110]          Özen Mustafa, İdari Ceza Hukuku, Ankara 2013, s. 160; Otacı Cengiz/Keskin İbrahim, Türk Kabahatler

Hukuku, Ankara 2010, s.115.

[111]          “Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî yaptırım kararlarına karşı 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari

Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre kanun yoluna başvurulabilir. Ancak, idare mahkemesinde dava, işlemin tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde açılır. İdare mahkemesinde iptal davası açılmış olması, kararın yerine getirilmesini durdurmaz.”

[112]          Uyuşmazlık Mahkemesi, 29.04.2019, E: 2019/302, K: 2019/300, RG. 23.05.2019, 30782

[113]          Bilgin Hüseyin, “İdari Yargının Görev Alanında 5728 Sayılı Kanun ile Birlikte Oluşan Değişiklikler”,

Terazi Hukuk Dergisi, S. 28, Y. 2008, s. 82;

[114]          Candan, s. 560

[115]          Güçlü Yaşar, “İdari Yaptırımlara Karşı Başvuru Yolları” Beklenen Mahalli İdareler Dergisi, Aralık Ocak

2009, S. 173, s. 305; Yalçın İsmail, Tüm Yönleriyle Kabahatler Hukuku, Ankara 2007., s. 102; Uğur Hüsamettin, “Yüksek Mahkeme Kararları Işığında Kabahatler Kanunu’na Göre Kanun Yolları”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 89, 2010, s. 412; Erol Atanur, İdari Yaptırımların Hukuki Nitelikleri ve İdari Yaptırım Kararlarına Karşı Başvuru Yolları, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2009, s. 55.

[116]          Çınarlı Serkan, “Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları Işığında İdari Yaptırımlarda Görevli Yargı Kolu

Sorunu”, Terazi Hukuk Dergisi, C. 14, S. 151, s. 497.

[117]          Ulusoy, s. 205

[118]          Anayasa Mahkemesi’nin 10.7.1990 gün ve E. 1989/28, K.1990/18 sayılı kararı, 28.071993 tarihli ve

21651 sayılı Resmî Gazete.

[119]          Anayasa Mahkemesi’nin 15.05.1997 gün ve E. 1996/72, K.1997/51 sayılı kararı, 01 Şubat 2001 tarihli ve

24305 sayılı Resmî Gazete.

[120]          Anayasa Mahkemesinin 01.03.2006 tarih ve E. 2005/108. K. 2006/35 sayılı kararı, 22.07.2006 tarih ve

26236 tarih ve 27418 sayılı Resmi Gazete.

[121]          26.11.2009 tarih ve 27418 sayılı Resmi Gazete

[122]          “Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır”.

[123]          “İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği

veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir.”

[124]          Danıştay 10. D, 22.09.2016, E. 2016/1866, K. 2016/3488 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi,

15.08.2019.

[125]          Danıştay 10. D, 22.09.2016, E. 2016/1866, K. 2016/3488 sayılı kararı; Danıştay 15.D, 16.01.2017, E.

2016/5476, K. 2017/211 sayılı kararı, 15.07.2019; DİDDK, 25/05/2015, E. 2013/136, K. 2015/2033 sayılı

kararı; Danıştay 8. D, 19.02.2014, E. 2013/5835, K. 2014/1082 sayılı kararı, www. uyap.gov.tr, erişim tarihi, 25.08.2019.

[126]          Danıştay 10.D, 14.05.2019, E. 2014/977, K. 2019/3832 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi,

29.08.2019.

[127]          Danıştay 10. D, 29.04.2019, E. 2019/975, K. 2019/3397 sayılı kararı; “davacının, Bakanlık onayı olan

yerlerde onaylı olmayan veteriner tıbbi ürün ürettiğinin tespit edildiğinden bahisle, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun 37. Maddesinin (b) bendi gereğince üretim yerinin onayının 1 yıl süreyle askıya alınmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle” açılan davada da benzer yönde verilen D10D, 09.04.2019, E. 2014/5223, K. 2019/2731 sayılı kararı; “muhtelif sokaklarında ruhsatsız kazı yapılarak toprak zeminin tahrip edildiğinden bahisle, Alt Yapı Koordinasyon Merkezi Müeyyideler Yönetmeliği hükümleri uyarınca cezalı zemin tahrip ücreti uygulanmasına ilişkin karar ile bu karar doğrultusunda, söz konusu bedelin 30 gün içerisinde ödenerek kazı ruhsatı alınması, aksi takdirde yasal işlem başlatılacağına ilişkin …sayılı işleminin iptali” istemiyle açılan davada bezer yönde verilen DİDDK, 21.03.2019, E. 2018/2763, K. 2019/1242 sayılı kararı, www. uyap.gov.tr, erişim tarihi, 29.08.2019.

[128]          Danıştay 10.  D, 29.04.2019, E. 2019/975, K. 2019/3397 sayılı kararı; verilen Danıştay 10. D, 09.04.2019,

E.2014/5223, K. 2019/2731 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi, 05.09.2019

[129]          Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 24.10.2016, E. 2016/24, K. 2016/449, sayılı kararı, Uyuşmazlık

Mahkemesi Hukuk Bölümü, 28.12.2015, E. 2015 / 868, K. 2015 / 903, sayılı kararı, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 10.07.2017, E. 2017/454, K. 2017/505, sayılı kararı, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 24.05.2013, E. 2013/1656, K. 2013/1869 sayılı kararı, www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.09.2019.

[130]          Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 27.01.2014, E. 2013/1897, K. 2014/31 sayılı kararı, www.

http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.09.2019; Uyuşmazlık Mahkemesi, 24.09.2018, E: 2018/569, K: 2018/506, RG, 24.10.2018, 30575.

[131]          Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 26.09.2016, E. 2016/399, K. 2016/432 sayılı kararı; www.

http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.09.2019.

[132]          Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 26.09.2016, E. 2016/399, K. 2016/432 sayılı kararı, Uyuşmazlık

Mahkemesi Hukuk Bölümü, 04.05.2015, E. 2015/270, K. 2015/289 sayılı kararı, www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.09.2019.

[133]          Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 26.03.2018, E. 2018/68, K. 2018/154 sayılı kararı, www.

http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.10.2019.

[134]          Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 02.05.2011, E. 2010/331, K. 2011/77 sayılı kararı; benzer yönde

“idari para cezası ve “üretim ile ilgili faaliyetin durdurulacağına” ilişkin idari tedbir kararının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nda da idari para cezasına ve idari tedbirlere itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına ve üretim ile ilgili faaliyetin durdurulacağına ilişkin idari tedbir kararına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığına” dair Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 28.12.2015, E. 2015/842, K. 2015/878 sayılı kararı, www. http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 05.10.2019.

[135]          Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 14.01.2013, E. 2012/124, K. 2013/3 sayılı kararı, www.

http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr, erişim tarihi 12.10.2019.

[136]          İzmir Bölge İdare Mahkemesi 7İDD, 18.07.2019, E. 2019/643, K. 2019/623 sayılı kararı; Samsun Bölge

İdare Mahkemesi 3İDD, 11.04.2019, E. 2019/587, K. 2019/549 sayılı kararı; Konya Bölge İdare Mahkemesi 5İDD, 12.12.2018, E. 2018/1545, K. 2018/1773 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi, 15.10.2019.

[137]          Konya Bölge İdare Mahkemesi 5İDD, 25.12.2018, E. 2018/1511, K. 2018/1935 sayılı kararı; Samsun

Bölge İdare Mahkemesi 3İDD, 22.05.2019, E. 2019/576, K. 2019/720 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi, 15.08.2019

[138]          Ankara Bölge İdare Mahkemesi 9.İDD, 27.06.2019, E. 2019/587, K. 2019/783 sayılı kararı; İzmir Bölge İdare Mahkemesi 6. İDD, 20.06.2019, E. 2019/967, K. 2019/1111 sayılı kararı; ; İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 10. İDD, 16.05.2019, E. 2019/622, K. 2019/1370 sayılı kararı, www.uyap.gov.tr, erişim tarihi, 15.08.2019.

[139]          ULUSOY, s. 189

[140]          “Bu Kanun hükümlerine göre verilen idarî yaptırım kararlarına karşı 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari

Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre kanun yoluna başvurulabilir. Ancak, idare mahkemesinde dava, işlemin tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde açılır. İdare mahkemesinde iptal davası açılmış olması, kararın yerine getirilmesini durdurmaz.”

[141]          Uyuşmazlık Mahkemesi, 29.04.2019, E: 2019/302, K: 2019/300, RG. 23.05.2019, 30782.

[142]          Bilgin Hüseyin, “İdari Yargının Görev Alanında 5728 Sayılı Kanun ile Birlikte Oluşan Değişiklikler”,

Terazi Hukuk Dergisi,  S. 28, Y. 2008, s. 82;

[143]          5326 sayılı Kabahatler Kanunun 3. maddesinin ilk hali,  “Bu Kanunun genel hükümleri diğer

kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” şeklinde idi.

[144]          Candan Turgut, Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, İstanbul 2015. s. 558; Aktaş Gülsüm,

“Uyuşmazlık Mahkemesi Kararlarında İdari Yargının Görev Alanı Ölçütleri(Belirlenebilir mi?), Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları Dergisi, S. 5, 2017, s. 30.

[145]          Danıştay 10. Daire, 29.11.2017, E. 2016/10579, K. 2017/5163 sayılı kararı.

[146]          Soycan Ahmet, “İdari Yaptırımlarda Görevli Mahkeme Sorunu”, Türk Hukuk Sitesi (http:// www.

turkhukuksitesi.com), İdari Yaptırımlarda Görevli Mahkeme Sorunu-Hukuki İncelemeler Kütüphanesi.html, erişim tarihi, 04.05.2019.

Şahin hukuk bürosu osmaniye

1998 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra Osmaniye Barosunda stajımı tamamlayarak aynı ilde ofisimi açtım..

Poyraz İşhanı A Blok K:4 No:14 Merkez/ Osmaniye
0(505) 624 96 03