Ekonomik Suçlarda Kusurluluk

Şahin hukuk blog

EKONOMİK SUÇLARDA KUSURLULUK

                                                                       Av.Hüseyin Şahin

                                                                       Osmaniye Barosu

                                                                            03/02/2024

ÖZET

Kusurluluk, kusur kavramını da içine alan bir anlama sahip olup, suçun objektif yani maddi nitelikteki unsurları olan tipiklik ve hukuka aykırılık unsurlarının fail ile olan ilişkisidir.

Ekonomik suçların, failin sahip olduğu özellikler ve suçun işlenmesinin altında yatan nedenler ile açıklanmasının yeterli olmadığı düşünüldüğünden, ekonomik suçlar hukuki açıdan da değerlendirilmektedir. Bu bağlamda yapılan değerlendirmelerde failin özellikleri, suçun işlenmesindeki amaç gibi kriminolojik unsurlar değil, ekonomik suçlar ile korunan hukuki değer (hukuksal yarar) ve ekonomik suçlarla ilgili, belirli nitelikteki hukuk kurallarına aykırılık gibi ölçütler esas alınmaktadır.

Kusursuz suç ve ceza olamayacağına göre, fail için kusurludur denilemiyorsa cezalandırmak da mümkün olmamalıdır. O halde kusurluluk, fail hakkındaki bir değer hükmüdür. Ancak buradaki değer ahlaki açıdan değil muhakeme ile belli bir usule göre belirlenen hukuki anlamda kusur ya da normatif değer hükmünün ihlali anlamına gelen bir kusurluluk durumunu gösterecektir.

Kusurluluk, failin fiil ile olan ilişkisi olarak kabul edildiğine göre kimlerin kusurlu hareket etmiş sayılacağı yani kusur yeteneğine sahip olduğunu belirlemek de gerekecektir.

Normatif kusur teorisi çerçevesinde kusurluluk şu şekilde tanımlanmaktadır. Failin hukuka uygun hareket edebilme imkanına sahip olduğu halde, hukuka aykırı bir davranışı seçmiş ve o eylemi gerçekleştirmiş olması nedeniyle kınanabilmesi ve neticenin ona sübjektif olarak yüklenebilmesidir. Kınanabilecek şekilde ortaya çıkan bu kusur yargısının konusunu kasıtlı ya da taksirli bir haksızlık oluşturmaktadır. Böylece haksızlık ile kusur yargısı arasında bulunması zorunlu bağlantı da kurulmuş olmaktadır. Kişinin kusurlu olduğunu kabul edebilmek için hareket ona isnat edilebilmelidir. Kusurluluğu kaldıran bir sebep de bulunmamalıdır.

Bu çerçevede kişinin hareketi nedeniyle kusurlu olarak kabul edilebilmesi için kusur yeteneği bulunmalı ve kusurluluğu kaldıran haller gerçekleşmemiş olmalıdır.

Türk hukukunda hem haksız fiil hem de sözleşmesel sorumluluğun temelinde kusur prensibinin yattığı tartışmasızdır. Fakat akdi sorumluluk açısından bu önermenin doğruluğu konusunda tereddütler ortaya konulmaktadır. Özellikle vurgulamak gerekir ki; Kusur kavramı, yaptırım hukukunu karakterize etmekten uzaktır. Borçlunun yaptırıma muhatap olması için, borca aykırılığın kusura dayanıp dayanmaması genellikle fark yaratmaz. Hatta bu önerme açısından, akdi sorumluluk için dahi geçerli olduğu iddia edilmektedir. Yani tazminatın uygulandığı hallerde de kusursuz sorumluluk yaygındır.

Anahtar Kelimeler:Kusur, ekonomik suç, kusursuz suç, normatif kusur teorisi, kusur kavramı ve yaptırım

SUMMARY

Faultiness has a meaning that includes the concept of fault and is the relationship between the objective, that is, material elements of the crime, typicality and illegality, and the perpetrator.

Since it is thought that it is not sufficient to explain economic crimes with the characteristics of the perpetrator and the underlying reasons for committing the crime, economic crimes are also evaluated from a legal perspective. In this context, the evaluations are based not on criminological factors such as the characteristics of the perpetrator and the purpose of committing the crime, but on criteria such as the legal value (legal benefit) protected by economic crimes and the violation of certain legal rules related to economic crimes.

Since there can be no perfect crime and punishment, if the perpetrator cannot be said to be at fault, it should not be possible to punish him. Then, culpability is a value judgment about the agent. However, the value here will indicate a situation of culpability, not in moral terms, but in a legal sense determined by reasoning and according to a certain procedure, or a violation of the normative value provision.

Since culpability is accepted as the perpetrator’s relationship with the act, it will be necessary to determine who will be considered to have acted culpably, that is, to have the ability to fault.

Within the framework of normative culpability theory, culpability is defined as follows. Although the perpetrator has the opportunity to act in accordance with the law, he can be condemned for choosing an unlawful behavior and performing that action, and the consequences can be attributed to him subjectively. The subject of this condemnable fault judgment is intentional or negligent injustice. Thus, the necessary connection between injustice and fault judgment is established. In order to accept that the person is at fault, the action must be attributed to him. There should be no reason that eliminates fault.

In this context, in order for a person to be considered at fault for his actions, he must have the ability to be at fault and situations that eliminate the fault must not have occurred.

It is indisputable that the principle of fault lies at the basis of both tort and contractual liability in Turkish law. However, there are doubts about the accuracy of this proposition in terms of contractual liability. It should be especially emphasized that; The concept of fault is far from characterizing sanction law. In order for the debtor to be subject to sanctions, it generally does not make a difference whether the breach of obligation is based on fault or not. In fact, it is claimed that this proposition is valid even for contractual liability. In other words, strict liability is common even in cases where compensation is applied.

Key Words: Fault, economic crime, perfect crime, normative fault theory, fault concept and sanction

I-GENEL OLARAK

Kusurluluk, kusur kavramını da içine alan bir anlama sahip olup, suçun objektif yani maddi nitelikteki unsurları olan tipiklik ve hukuka aykırılık unsurlarının fail ile olan ilişkisidir[1].

Kusur veya kusurluluk kavramı 5237 sayılı TCK tarafından tam olarak tarif edilmemiştir[2]. Öğretide; Dönmezer-Erman[3]; “manevi unsur cephesinden bakıldığında, failin kusurundan bahsediliyorsa fiil cephesinden de fiilin kusurluluğundan söz etmek gerekir” şeklinde, Öztürk-Erdem Özbek[4]; fiilin, isnat kabiliyeti bulunan bir kimse tarafından bilerek ve isteyerek ve fakat en azından bilerek yapılması, Artuk-Gökcen-Yenidünya ve Özgenç[5]; işlenen fiil nedeniyle kişideki iradenin oluşum şartlarının tespiti ve bu tespite istinaden gerçekleştirdiği eylem dolayısıyla failin şahsen cezalandırılması gerekip gerekmediği hususundaki değer yargısı, Centel-Zafer-Çakmut[6]; failin eylemini (hareket ile neticeyi) kasten veya taksirle gerçekleştirmek, İçel-Evik[7], failin psişik faaliyeti ile sonuç arasındaki ilişki, Koca[8]; failin işlediği fiil nedeniyle kınanabilmesi, fiilin faile kişisel olarak da isnat edilebilmesi, Özbek[9]; Failin hukuka uygun hareket edebilme imkânına sahip olduğu halde, hukuka aykırı bir davranışı seçmiş ve gerçekleştirmiş olması nedeniyle bu fiilin ona yüklenebilmesi ve kınanabilmesi şeklinde tarif ettikleri görülmektedir[10]. Doktrinde, sorumluluk ve kusurluluk kavramlarının birbiri yerine kullanıldığı görülmektedir. Dönmezer-Erman, kusurluluk kavramını, sorumluluk olarak algılayıp, sorumluluğu da kasttan doğan sorumluluk ve taksirden doğan sorumluluk olarak iki kategoride incelediklerini görüyoruz[11]. Artuk-Gökcen-Yenidünya ve Özgenç ise kusur veya kusurluluk başlığı altında bu kavramları yukarıdaki gibi tanımladıkları, 5237 sayılı TCK’da yer alan ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler başlığı yerine, hukuka uygunluk nedenlerini, hukuka aykırılık unsuru içerisinde değerlendirip sair halleri de kusurluluğu etkileyen haller olarak inceledikleri görülmektedir[12]. Kusurluluk kapsamı içerisine kastı ve taksiri dahil eden teoriler genel olarak incelendiğinde, failin hareketi istemesi temeli üzerine kuruldukları anlaşılmaktadır[13].

Ekonomik suçların, failin sahip olduğu özellikler ve suçun işlenmesinin altında yatan nedenler ile açıklanmasının yeterli olmadığı düşünüldüğünden, ekonomik suçlar hukuki açıdan da değerlendirilmektedir. Bu bağlamda yapılan değerlendirmelerde failin özellikleri, suçun işlenmesindeki amaç gibi kriminolojik unsurlar değil, ekonomik suçlar ile korunan hukuki değer (hukuksal yarar) ve ekonomik suçlarla ilgili, belirli nitelikteki hukuk kurallarına aykırılık gibi ölçütler esas alınmaktadır.

Kusursuz suç ve ceza olamayacağına göre, fail için kusurludur denilemiyorsa cezalandırmak da mümkün olmamalıdır. O halde kusurluluk, fail hakkındaki bir değer hükmüdür. Ancak buradaki değer ahlaki açıdan değil muhakeme ile belli bir usule göre belirlenen hukuki anlamda kusur ya da normatif değer hükmünün ihlali anlamına gelen bir kusurluluk durumunu gösterecektir[14].

Kusurluluk, failin fiil ile olan ilişkisi olarak kabul edildiğine göre kimlerin kusurlu hareket etmiş sayılacağı yani kusur yeteneğine sahip olduğunu belirlemek de gerekecektir.

Normatif kusur teorisi çerçevesinde kusurluluk şu şekilde tanımlanmaktadır. Failin hukuka uygun hareket edebilme imkanına sahip olduğu halde, hukuka aykırı bir davranışı seçmiş ve o eylemi gerçekleştirmiş olması nedeniyle kınanabilmesi ve neticenin ona sübjektif olarak yüklenebilmesidir. Kınanabilecek şekilde ortaya çıkan bu kusur yargısının konusunu kasıtlı ya da taksirli bir haksızlık oluşturmaktadır. Böylece haksızlık ile kusur yargısı arasında bulunması zorunlu bağlantı da kurulmuş olmaktadır[15].Kişinin kusurlu olduğunu kabul edebilmek için hareket ona isnat edilebilmelidir. Kusurluluğu kaldıran bir sebep de bulunmamalıdır.

Bu çerçevede kişinin hareketi nedeniyle kusurlu olarak kabul edilebilmesi için kusur yeteneği bulunmalı ve kusurluluğu kaldıran haller gerçekleşmemiş olmalıdır.

Hukuk ve ekonomi öğretisinde kusur, sözleşme hukuku ile değil, haksız fiil hukuku bağlamında incelenir. Bu basit bir gerekçeye dayanır. ABD Hukukunda sözleşme sorumluluğu için kusur aranmaz. Kusursuz da olsa borçlu borcundan sorumlu tutulur (strict liability). Öğreti de, doğal olarak kusuru tartışma ihtiyacı duymamıştır. Hemen şu tespiti de yapmakta fayda vardır; kast ve ihmal, bağlam olarak birbirinden ayrılır. Buna dair zengin literatür de yoktur. Dolayısıyla “ekonomik açıdan ihmal nedir” sorusu sözleşmesel sorumluluk konu olduğunda pek tartışılmaz, çünkü bu soru haksız fiil hukukunda cevaplandırılmıştır[16].

Türk hukukunda hem haksız fiil hem de sözleşmesel sorumluluğun temelinde kusur prensibinin yattığı tartışmasızdır. Fakat akdi sorumluluk açısından bu önermenin doğruluğu konusunda tereddütler ortaya konulmaktadır. Özellikle vurgulamak gerekir ki; Kusur kavramı, yaptırım hukukunu karakterize etmekten uzaktır. Borçlunun yaptırıma muhatap olması için, borca aykırılığın kusura dayanıp dayanmaması genellikle fark yaratmaz. Hatta bu önerme açısından, akdi sorumluluk için dahi geçerli olduğu iddia edilmektedir. Yani tazminatın uygulandığı hallerde de kusursuz sorumluluk yaygındır[17].

II-EKONOMİK SUÇ KAVRAMI

Ekonomik suç kavramının tanımının yapılabilmesi için kavramın çeşitli yönlerden ele alınması gerekmektedir. Doktrinde, ekonomik suç kavramının irdelenmesinde farklı ölçütlerin tespit edildiği ve bu irdelemenin farklı başlıklar altında gerçekleştirildiği görülmektedir. Bir suçun ekonomik suç olarak nitelendirilmesinde kullanılan ilk ölçüt, ilgili suçun mevzuatta sistematik açıdan düzenlendiği yerdir[18].

Bir suçun ekonomik suç olarak kabul edilmesinde kullanılan diğer bir ölçüt, sosyal zarardır. Buna göre, “mevcut ekonomik sisteme bir bütün olarak veya münferit kurumların faaliyetleri özelinde duyulan güveni ihlal eden ve dolayısıyla söz konusu ekonomik sistemin varlığını veya işleyişini tehlikeye atan suç” ekonomik suçtur[19]. Bu ölçüt, sosyal zararın, kanun koyucu tarafından dikkate alınmadıkça bir kıymetinin bulunmadığı ileri sürülerek eleştirilmiştir.

Ekonomik suç kavramının içeriğinin tespitinde, mahkemelerin görev ve yetkilerinin düzenlendiği kanunlarda yer verilen hükümlerin de dikkate alınabileceği, diğer bir ifade ile ceza muhakemesi hukuku kurallarının bu tespitte bir fonksiyonu olabileceği de ifade edilmiştir.

Ekonomik suçların tanımlanmasında bir fikir birliği bulunmadığı gibi esasında doktrinde kavram birliğine de varılamamıştır. Mali suçlar, ticari suçlar, ekonomik suçlar, iş hayatına ilişkin suçlar ve piyasa suçlarının kimi zaman aynı anlamlarda, kimi zaman farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Bu durumun sonucu olarak da belirtildiği üzere ekonomik suç tanımında fikir birliği bulunmamaktadır[20].

Erman, ekonomik suç kavramını kriminolojik – sosyolojik ve hukuki açılardan ele almıştır. Mahmutoğlu, ekonomik suç kavramını kriminolojik – sosyolojik, ceza yargılaması kuralları ve korunan hukuksal yarar ölçütleri altında incelemiştir. Dursun ise kavramı kriminolojik, hukuki ve ceza yargılaması kuralları açısından ele almıştır. Cin Şensoy ve Gürses, ekonomik suç kavramının tanımlanabilmesi için fail, kovuşturma ve korunan hukuki yarar ölçütlerini tespit etmişlerdir ve kavramı bu başlıklar altında incelemişlerdir.

Kanaatimizce, ekonomik suç kavramının kriminolojik-sosyolojik ve hukuki açılardan ele alınması gerekmektedir. Nitekim hukuki açıdan yapılan değerlendirmede korunan hukuki değer de irdelendiği gibi, bunun yanında belirli nitelikteki hukuk kurallarına aykırılık gibi ölçütler de esas alınmaktadır.  Bunun yanında, ceza yargılaması bakımından yapılan ayrımın ise ekonomik suç kavramının tanımlanmasına bir katkı sağlamadığı kanaatindeyiz.

Ekonomi ile suç arasındaki ilişki, genel olarak dört başlık halinde incelenmektedir. Bunlardan ilki mikro ekonomik teoriyi esas alır. Bu yaklaşıma göre fail rasyonel bir yatırımcı/tacir gibi hareket eder. Ekonomik suçlu rasyonel olarak ekonomik bir zeminden bilerek ve kavramları tanıyarak hareket eder. Bu sebeplerle insanların suç işleme nedenleri ve buna bağlı muhtemel cezalarla karşılaşmaları arasındaki ilişki, ekonomi bilimi ile açıklanır. Ekonomik suçta rasyonellikten anlaşılması gereken; fail davranışının hem tahmin edildiği üzere olası faydalarına hem de maliyetlerine karşı farkındalık içerisindedir; rasyonel bir tercihte bulunur.

Ekonomi ile suç arasındaki ikinci ilişkiyse ekonomik olarak tanımlanan suç fiiliyle ilgilidir. Kazanç amacı güden birçok suç tipi olmakla birlikte bunların hepsi ekonomik olarak tanımlanamaz. Esas itibariyle ekonomik suç kategorisi yüksek veya orta sosyal konuma sahip failler tarafından yasal bir ekonomik faaliyet içinde gerçekleştirilen ve bu fiillerin mağduru olan kişilerin güvenini kötüye kullanan tüm suçları kapsar. Kazanç elde etme amacı güden birçok suç olmakla birlikte bunların hepsi ekonomik suç olarak tanımlanamaz. Aslında ekonomik suç kategorisi meşru yasal bir ekonomik faaliyet içinde yüksek veya orta sosyal sınıflara mensup failler tarafından işlenen ve mağduru olan üçüncü kişilerin güvenini kötüye kullanan tüm suç fiillerini içerir.

Ekonomi ve suç arasındaki üçüncü ilişkiyse suç ile piyasa/Pazar arasındaki bağlantılardır. Kriminoloji, suçun yasal faaliyet yürütülen ekonomi sahalarını nasıl bozduğunun anlaşılmasına yardımcı olur. Çünkü suç sebebiyle elde edilen gelir yasal pazarlara/ piyasalara büyük miktarda servet getirir. Elbette suçtan elde edilen kazancın, suçla bağlantısının kesilmesi, yani suçtan elde edildiğine yönelik takip edilebilir bir iz bırakmaması için bir anlamada temizlenmesi gözetilmektedir.

Ekonomi ile suç arasındaki dördüncü bir ilişki ise ekonomik kuruluşlara karşı dışarıdan işlenen ve çoğunlukla güvenlik sorunlarıyla bağlantılı olan organize suç tehditleri, terör hareketleri ve yağma benzeri suçlardan oluşan genel bir suç sınıflandırması üzerinden yapılır. Bu fiillerde güdülen ekonomik amaç; gerçekleştirilen süje ve kullanılan yöntemler çoğu zaman aynı olsa bile onları terör amaçlı fiillerden ayırır[21].

Ekonomik suçların soruşturulması ve kovuşturulması bakımından karşılaşılan zorlukların ve ilgili mercilerin bu alanda uzmanlaşmaları gerekliliğinin sadece ekonomik suçlara özgü bir durum olmadığını düşünmekteyiz. Uygulamada vergi suçları, bankacılık suçları, basın suçları, kaçakçılık suçları, fikri ve sınai haklar aleyhine işlenen suçlar gibi pek çok farklı alanda ihtisas mahkemelerinin faaliyet gösteriyor olması da bu fikri desteklemektedir.

Ekonomik suç kavramının suçluluğun önlenmesi ve uzmanlaşma gerekliliği yönlerinden ele alınması isabetli değildir. Gerçekten de doktrinde ekonomik suçlar için aranan özel bilgi gerekliliğinin başka suçlar bakımından da aranabileceği belirtilmiş ve kavramın tanımı bakımından böyle bir ayrım yapılması eleştirilmiştir. Ekonomik suçların soruşturulmasında ve kovuşturulmasında zorluklarla karşılaşıldığı ve bu suçlara ilişkin yargılamanın sağlıklı yapılabilmesi için ilgili mercilerin ekonomik suçlar alanında uzmanlaşmaları gerekliliği somut bir gerçek olsa da, biz bu durumun ekonomik suç kavramı bakımından bir ölçüt değil, ekonomik suçların bir özelliği niteliğinde olduğu kanaatindeyiz[22]. Bu eleştirilere göre, uzmanlaşma gerekliliği, ekonomik suçun içeriğine, özüne ilişkin bir tanımı değil, suçla daha etkili mücadelenin sağlanmasına yarayabilecek bir durum olduğu isabetli olarak ifade edilmektedir. Kaldı ki doktrinde de, uzmanlaşma veya özel tekniklerin geliştirilmesinin ancak ekonomik suç kavramının içeriğinin tam olarak tespit edilebilmesiyle gerçek anlamda yapılabilecek bir husus olduğu ifade edilmektedir[23]. Bu noktada, ekonomik suç tanımına katkı sağlamamakla birlikte, hem ekonomik suçların önlenebilmesi hem de suçun işlenmesi ihtimalinde maddi gerçeğin ortaya çıkartılması bakımından soruşturma ve kovuşturma makamlarının bu alanda uzmanlaşmış olmaları gerektiğini ifade etmekte yarar bulunmaktadır. Bu nedenlerle, çalışmanın bu bölümünde, ekonomik suç kavramının tanımlanabilmesi bakımından kriminolojik- sosyolojik ve hukuki açılardan değerlendirme yapılacaktır[24].

  1. Kriminolojik ve Sosyolojik Açıdan Ekonomik Suçlar

Ekonomik suçların kriminolojik ve sosyolojik açıdan ele alınması düşüncesi esas itibariyle beyaz yaka suçlarına ilişkin fikirlere dayanmaktadır. Her ne kadar, beyaz yaka suçlarının ekonomik suçlarla sınırlı olmadığı belirtmişse de, faillerin yüksek sosyal statü sahibi olması ve suçların mesleki faaliyet sırasında işlenmesi unsurları önem taşımaktadır. Failin hem yüksek sosyal statüye hem de mesleki yetkinliğe sahip olmasının, ona duyulan güveni artırması kaçınılmazdır.

Faillerin özellikleri nedeniyle oluşan bu güven sonucunda bu türden suçların işlenmesi diğer suçlara kıyasla daha kolaydır[25]. Bunun yanı sıra, ekonomik suçların kriminolojik ve sosyolojik açıdan ele alınması bakımından iki önemli görüşün bulunduğunu belirtmek gerekmektedir[26]. Bunlardan ilki, ekonomik suçları, mesleki faaliyet sırasında işlenen suçlardan ibaret kabul ederler. Bu görüşe göre her meslek, bunları icra edenlerde bir mesleki bozukluğa ve buna bağlı olarak da sosyolojik değişikliğe neden olur. Bunun altında yatan en temel neden ise iş yaşantısında ne olursa olsun başarılı olma ve bunun en somut göstergesi olarak da para kazanma isteğidir. Doktrinde Tosun[27], bu konuda çarpıcı bir örnek vermiştir: “(…) mesleği icabı günü birinde fertleri ölmeye sevk edecek bir asker nasıl sert ve ciddi hareket etmek itiyadını kazanıyorsa, mesleği icabı madunlarına emir vermek mecburiyetinde olan bir idare adamı nasıl onlarla laubali olmamak gerekiyorsa, tüccar ve iş adamları da meslekleri icabı kazanç temin etmek itiyadını kazanmaktadırlar; en çok kazanan en iyi iş adamı ve tüccar olarak kabul edilmektedir.”[28]. Bu gibi düşünce, istek ve amaçlar, kişiyi mesleğin kendine özgü kurallarından ayrılmaya iter ve bu durumdaki bir kişi normal hayatta saygın bir kimse olarak bilinmesine rağmen mesleğin icrası sırasında, başarı kaygısıyla, farklı bir kişiliğe bürünür[29]. Görüldüğü üzere bu görüş, yukarıdaki paragrafta değinildiği üzere beyaz yaka suçluluğunun unsurları ile örtüşmekte ancak mesleğin icrasını esas alarak daha dar bir şekilde değerlendirme yapılmaktadır. Ekonomik suçları kriminolojik ve sosyolojik açıdan değerlendiren diğer görüşte ise ekonomik suçlar daha geniş olarak ele alınmaktadır. Bu görüşe göre, bir suçun ekonomik suç olarak kabul edilmesi için mesleğin icrası koşulu aranmamakta, ticaretin yapılması nedeniyle işlenen ve kazanç elde etme amacı güdülen bütün suçlar bu kapsamda kabul edilmektedir. Bu görüşün çıkış noktası ekonomik ve ticari ilişkilerdeki güvene dayanmaktadır ve bu nedenle bu görüşte ekonomik suçların daha geniş ele alınması gerektiği ileri sürülmektedir[30]. Ekonomik suçları kriminolojik ve sosyolojik açıdan ele alan görüşlerden ilkinin daha isabetli olduğu kanaatindeyiz. Ekonomik suçların kapsamını bir mesleğin icrası sırasında işlenmesi koşulunu aramayarak genişleten ikinci görüş hatalıdır ve eleştirilmektedir. Gerçekten de, bir mesleğin icrası sırasında işlenmeyen, ancak ticari yaşantıyı etkileyen ve kazanç gütme amacı taşıyan tüm eylemlerin ekonomik suç olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bunun kabulü halinde ortaya yağma, hırsızlık gibi malvarlığına karşı işlenen suçların da ekonomik suç kategorisine dâhil edilmesi sorunu ortaya çıkacaktır ki bu durum, ekonomik suç kavramı ile bağdaşmayacaktır. Nitekim böyle bir durumda, ekonomik suçların herkes tarafından işlenebileceği gibi bir sonuca ulaşılmakta ve kavramın fail açısından bir özellik taşımadığı gibi hatalı bir çıkarım yapılmaktadır. Bu nedenle kanaatimizce, ekonomik suçları daha dar ele alan birinci görüş isabetlidir. Kaldı ki, beyaz yaka suçluluğu kavramına yönelik eleştiriler de birinci görüşün doğruluğunu ortaya koymaktadır. Bu eleştiriler doğrultusunda da, mesleki faaliyetin icrası sırasında işlenmeyen bir suçun ekonomik suç olarak kabulü mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenlerle, ekonomik suçların -failin özellikleri yönüyle- adeta bir özgü suç niteliği taşıdığı ve belirli bir ticari ya da endüstriyel faaliyeti icra etmeyen bir kişinin ekonomik suç faili olamayacağı ifade edilmelidir. Bu görüşün aksine, İnceoğlu, önemli olan hususun ekonomik düzenin bozulması ya da tehlikeye düşmesi olduğunu, örneğin manipülasyon suçunu işleyen bir kimsenin bir aracı kurum çalışanı olması halinde ekonomik suç, sıradan bir kimse tarafından işlenmesi halinde ise ekonomik olmayan bir suç olarak kabul edilmesinin isabetli olmadığını belirtmektedir. Yazara göre ekonomik suçların genel olarak belirli meslek gruplarına dâhil kişiler tarafından işlenmesi ve bir kısım ekonomik suçların bu yönüyle özgü suç niteliği taşıması da bu hususu değiştirmemektedir[31].

  1. Hukuki Açıdan Ekonomik Suçlar

Ekonomik suçların, failin sahip olduğu özellikler ve suçun işlenmesinin altında yatan nedenler ile açıklanmasının yeterli olmadığı düşünüldüğünden, ekonomik suçlar hukuki açıdan da değerlendirilmektedir. Bu bağlamda yapılan değerlendirmelerde failin özellikleri, suçun işlenmesindeki amaç gibi kriminolojik unsurlar değil, ekonomik suçlar ile korunan hukuki değer (hukuksal yarar) ve ekonomik suçlarla ilgili, belirli nitelikteki hukuk kurallarına aykırılık gibi ölçütler esas alınmaktadır.

  1. Korunan Hukuki Değer Açısından; Ekonomik suçların hukuki açıdan da incelenmesindeki amaç, ekonomik suç kavramının çok yönlü olması nedeniyle, ekonomi alanında korunan hukuki değerleri, diğer hukuki değerlerden ayırt eden noktaların tespit edilmesidir[32].

Ekonomik suçların hukuki açıdan da incelenmesindeki amaç, ekonomik suç kavramının çok yönlü olması nedeniyle, ekonomi alanında korunan hukuki değerleri, diğer hukuki değerlerden ayırt eden noktaların tespit edilmesidir[33].  Ekonomik suçlarda korunan hukuki değerin öncelikle ekonomik düzen ve ekonomik menfaatler olduğu açıktır. Korunan hukuki değerden hareketle ekonomik suçların tanımının yapılması mümkündür. Buna göre, göz önünde bulundurulması gereken en önemli husus ekonomik suçların bir bütün olarak ekonomik düzeni koruma amacını gütmesidir. Nitekim ekonomik suçlarla birlikte bir taraftan ekonomik ve ticari faaliyetlerin olağan düzeninde işlemesini sağlamak, diğer taraftan da devletin gelir kaynaklarını korumak, ülke içinde edinilen servetin ve bu servetin oluşmasında katkıları olmayan başka ülkelerin ekonomilerini güçlendirmelerini önlemek olmak üzere iki ana menfaatin korunmasının amaçlandığı ifade edilmiştir[34]. Buna göre, ekonomik suçun, bir bütün olarak ya da tek tek mevcut ekonomik düzenin kurumlarına zarar veren ve bu yolla ekonomik düzenin bütünlüğünü, çalışma yöntemini zarara uğratan veya tehlikeye sokan, toplumsal ilişkilerdeki güven ilişkisini sarsan her türlü davranışlar olduğu ve bu türden eylemlere ceza hukukuna özgü yaptırımlar öngören hukuk alanının da ekonomi ceza hukuku olduğu söylenebilecektir[35]. Yine korunan hukuki değerden yola çıkılarak yapılan diğer bir tanıma göre ekonomik suçlar, “ticari – sınai bir işletmenin ticari işlemlerinin hukuka uygun tarzda cereyan etmesi ve bu menfaatlerin korunması amacıyla cezalandırılan ve sadece bu işletme mensuplarınca gerçekleştirilen eylemler” olarak ifade edilmiştir[36]. Erman tarafından yapılan bu tanımda fail yönünden getirilen “ticari işletme mensupları” sınırlandırması, kavramın kriminolojik açıdan da ele alındığını göstermekte ise de yapılan tanım esas olarak korunan hukuki değerden hareketle ortaya konulmuştur[37].

Ekonomik suçlarda korunan hukuki değerin öncelikle ekonomik düzen ve ekonomik menfaatler olduğu açıktır. Korunan hukuki değerden hareketle ekonomik suçların tanımının yapılması mümkündür. Buna göre, göz önünde bulundurulması gereken en önemli husus ekonomik suçların bir bütün olarak ekonomik düzeni koruma amacını gütmesidir. Nitekim ekonomik suçlarla birlikte bir taraftan ekonomik ve ticari faaliyetlerin olağan düzeninde işlemesini sağlamak, diğer taraftan da devletin gelir kaynaklarını korumak, ülke içinde edinilen servetin ve bu servetin oluşmasında katkıları olmayan başka ülkelerin ekonomilerini güçlendirmelerini önlemek olmak üzere iki ana menfaatin korunmasının amaçlandığı ifade edilmiştir[38]. Buna göre, ekonomik suçun, bir bütün olarak ya da tek tek mevcut ekonomik düzenin kurumlarına zarar veren ve bu yolla ekonomik düzenin bütünlüğünü, çalışma yöntemini zarara uğratan veya tehlikeye sokan, toplumsal ilişkilerdeki güven ilişkisini sarsan her türlü davranışlar olduğu ve bu türden eylemlere ceza hukukuna özgü yaptırımlar öngören hukuk alanının da ekonomi ceza hukuku olduğu söylenebilecektir[39]. Yine korunan hukuki değerden yola çıkılarak yapılan diğer bir tanıma göre ekonomik suçlar, “ticari – sınai bir işletmenin ticari işlemlerinin hukuka uygun tarzda cereyan etmesi ve bu menfaatlerin korunması amacıyla cezalandırılan ve sadece bu işletme mensuplarınca gerçekleştirilen eylemler” olarak ifade edilmiştir[40]. Erman tarafından yapılan bu tanımda fail yönünden getirilen “ticari işletme mensupları” sınırlandırması, kavramın kriminolojik açıdan da ele alındığını göstermekte ise de yapılan tanım esas olarak korunan hukuki değerden hareketle ortaya konulmuştur. Erman tarafından yapılan tanımda ekonomik suçların faillerine ilişkin getirilen sınırlandırmanın kriminolojik tanımları çağrıştırdığı, ancak bu sınırlandırmanın daha çok ekonomik suçların özgü suç niteliğini belirtmek için kullanıldığı ifade edilmektedir[41]. Bu yönüyle ekonomik suçların dar anlamda ele alındığı, bireysel malvarlığının kapsam dışında bırakıldığı ileri sürülebilecektir. Buna göre, ekonomik suçlar, dar anlamda tüm ekonomik düzenin işleyişine yönelik ve bu düzenin korunmasına ilişkin hukuk kurallarını ihlal eden eylemler olarak ifade edilmektedir. Bu düşünceye göre geniş anlamda ekonomik suçlar, dar anlamdaki ekonomik suçların yanında, suçun işlenişindeki yoğunluğun tüm ekonomik düzen açısından tehlike göstermesi halinde, bireysel malvarlığına yönelik suçları da kapsamaktadır[42]. Ancak bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, bireysel malvarlığı, ekonomik suçlarda ikincil olarak korunmakta, bu hukuki değerin ekonomik suçlar bağlamında korunması için gerçekleştirilen eylemin ekonomik düzeni önemli ölçüde etkileyecek yoğunlukta olması aranmaktadır. Bu durumda, ekonomik suçları dar anlamda tanımlayan görüşün daha isabetli olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Gerçekten de ekonomik suçları; ekonomik düzenin işleyişi, toplum tarafından bu işleyişe duyulan güveni, bu işleyişin sonucu olan toplumun ekonomik yararını ve bu düzenin sağlanması amacını taşıyan tüm hukuk kurallarını ihlal eden eylemler olarak tanımlamak mümkündür. Ekonomik suçların, korunan hukuki değer esas alınarak tanımlanması ceza hukukunun temel amacı ile de uyumlu olacaktır. Ceza hukukunun iki temel fonksiyonu bulunmaktadır. Bunlardan ilki, ceza hukukunun, bir suçun işlenmesi halinde yaptırım uygulayan niteliği, ikincisi ise cezalandırmanın yanında, kişilerin suç işlemekten sakınmaları gerektiğini de açıklayan koruyucu niteliğidir[43]. Suç, toplumsal düzenin devamı açısından korunması gereken hukuki değerlerin açık ve bilinçli bir ihlali veya en azından bu değerleri korumaya yönelik kurallara aykırılık niteliği taşıyan insan davranışları[44] olarak tanımlandığından, suç teşkil eden her eylemin aynı zamanda bir hukuki değeri ihlal ettiği kabul edilmelidir. Bu nedenle ekonomik suç kavramının tanımlanması bakımından ekonomik suçlarla korunan hukuki değerin esas alınmasının isabetli olduğunu belirtmek gerekmektedir[45].

  1. İlgili Hukuk Kuralları Açısından; Ekonomik suçların, korunan hukuki değer açısından irdelenmesinin ardından, bu başlıkta belirtilen ilgili hukuk kurallarından ekonomi ceza hukuku alanına giren -ekonomik düzene ilişkin suç ve cezaları içeren- hukuk kurallarının anlaşılacağını ifade etmek gerekmektedir. Bu noktada, ekonomik suç kavramı açıklanırken korunan hukuki değerin esas alınması isabetli olmakla birlikte hem korunan hukuki değerin hem de ekonomik düzene ilişkin kurallara aykırılık ölçütlerinin bir arada kullanıldığı tanımlara yer vermek gerekmektedir. Buna göre, “…ülkede geçerli ekonomi alt sisteminin kuralları çerçevesinde işlemesini ihlal edici nitelikte olan ve kanunların cezalandırdığı fiilleri ekonomik suçlar kategorisi içinde toplamak gerekir. Başka bir deyişle, toplumun himaye edilmesi gereken ekonomik yararlarına zarar veren veya bunları tehlikeye sokan ve bu sebeple yasaklanan eylemler…” ekonomik suçları oluşturmaktadır[46]. Nitekim korunan hukuki değer başlığı altında da ekonomik suçların ekonomik düzenin işleyişine yönelik olmasının yanı sıra bu düzenin korunmasına yönelik hukuk kurallarını ihlal eder nitelikte eylemler olduğu da ifade edilmiştir.

III-EKONOMİK SUÇLARDA KUSURLULUĞUN GÖSTERDİĞİ ÖZELLİKLER

Ekonomi ceza hukukunun ihlal edilmesi halinde öngörülen suç ve yaptırımların konusunun tespit edilebilmesi için öncelikle ekonomi hukukunun açıklanması gerekmektedir. Bu yönüyle denilebilir ki, ekonomi ceza hukuku ekonomi hukukuna dayanmaktadır[47]. Bu nedenle öncelikle ekonomi biliminin konusunu tespit etmek faydalı olacaktır. Buna göre, ekonomi bilimi, bütünüyle sürekli olarak değişen ve sayısı çoğalan sonsuz nitelikteki insan ihtiyaçlarının giderilebilmesi için üretilen mal ve hizmetler ile bunların mübadelesi ve bu faaliyetlerden doğan gelirlerin bölüşülmesi olarak tanımlanmaktadır[48]. Ekonomi hukuku ise “ekonomiye yön veren yürürlükteki yasalar ve bu alana ilişkin olarak alınan önlemlerin bir bütünü olarak karşımıza çıkmakta ve söz konusu yasa ve önlemlerle üretim, tüketim, bölüşüm ilişkileri devletçe belirlenmekte, başka bir ifadeyle, ekonomik düzen idare edilmektedir. Ülke ekonomisinin bir bütün halinde idaresini kurala bağlayan hukuksal alana da ekonomi hukuku denilmektedir.”[49]. Ekonomi ceza hukuku ise “üretim, tüketim ve bölüşüm olarak ortaya çıkan ekonomik işleyişe, bu işleyişi sağlayan ekonomik düzene veya onun kurumlarına zarar veren ya da bu yönde tehlike yaratan eylemleri ceza hukukuna özgü yaptırımlarla sonuçlayan alan” olarak tanımlanabilecektir[50]. Buna göre, ekonomik işleyiş kapsamında yer alan ticari ve mali düzenler ile bu düzenlere aykırılıktan doğan ticari ve mali ceza hukukunun da ekonomi ceza hukukunun birer alt kolu[51] olduklarını belirtmek gerekmektedir[52].

Ceza hukukunun konusunu, ihlal edilmeleri halinde ceza yaptırımının uygulanmasını gerektiren hukuk kuralları oluşturmaktadır[53]. Ceza hukuku, yaptırım gücünün özgürlüğü kısıtlayıcı olması yönüyle diğer hukuk dallarından ayrılmakta ve bu hukuk dallarındaki ilişki ve işlemlerin hukuka uygun bir biçimde gelişmesini sağlama amacını taşımaktadır[54].

Ekonomi ceza hukukunda temel sorun, ekonomik suçların genellikle tacirler tarafından işlenmiş olması karşısında ticaret hukukunda geçerli olan “basiretli bir tacir” gibi davranma yükümlülüğünün varlığıdır.

Ekonomik suçların kusurluluk konusunda belirli özellikler gösterdiği doktrinde kabul edilen bir görüştür. Bu suçların büyük çoğunluğu özel kastla işlenmektedir[55].

Özel kast, kanunun “genel kast” yanında suçun oluşması için ayrıca failin belli bir amaç uğruna hareket etmesini emrettiği halleri ifade eder. Doktrinde özel kast genel kast ayrımına gerek olmadığı, özel kastın aslında doğrudan kastın bir şekli olduğu savunulmaktadır[56].

Suç ve ceza politikası gereği olarak ancak gerçek kişiler suç faili olabilir ve sadece gerçek kişiler hakkında ceza yaptırımına hükmedilebilir. Bu husus Anayasada güvence altına alınan ceza sorumluluğunun şahsiliği kuralının bir gereğidir (Anayasa m. 38). Diğer yandan, işlenen bir suç sebebiyle tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbiri niteliğinde yatırımlara hükmedilmesi mümkün bulunmaktadır[57].

Suç ve ceza, hukukun özüyle ilgili kavramlardır[58]. Suç, hukuk kurallarının yasakladığı ve yapılması veya yapılmamasına cezai yaptırım bağladığı eylem olarak tanımlanmaktadır. Ceza; suç sayılan eylemleri gerçekleştirerek yasaları ihlal eden kişilere ceza mahkemeleri tarafından, özel bazı yargılama yöntemleri uygulanarak verilen ve yerine getirilmesi de yine bazı özellikler gösteren yaptırımdır[59]. Suçluluk ise, zamana ve mekâna bağlı olarak değişkenlik gösteren, öncesi ve sonrasız nitelikte, toplumsal bir olgu ve sorundur[60]. Toplumsal yapıdaki değişme ve gelişmeler, var olan suçlara yenilerinin eklenmesine yol açmakta, giderek karmaşıklaşan ilişkiler yeni suç tiplerine de beraberinde getirmektedir. Bu durum, yasa koyucuları suçlulukla mücadelede yeni ve etkili önlemler almaya sevk etmekte, yasa değişiklikleri yoluyla yeni suç tipleri ihdas edildiği gibi, var olan suçlar için öngörülen cezalarda artırıma gidilmektedir. Bazen de ceza sorumluluğunun kapsamı genişletilerek, istisnai olarak, suçluluğun önlenmesi ve toplumun suç sayılan eylemlerden korunması amacıyla, kusura dayanmayan objektif sorumluluğun kabul edilmesi, dikkat ve özen gösterme yükümlülüğünün ihlalinin ceza sorumluluğuna bağlanması ve tüzel kişilerin belli bazı koşullarda ve belli bazı suçlar için ceza sorumluluğuna dahil edilmesi gibi müesseseler ceza hukuku sistemine dahil edilmektedir.

Ekonomik suçlarda fail, dürüst bir ticari muameleden elde edebileceği kazancın dışında kalan fazladan bir kazancı kendisine veya bir başkasına sağlama amacı güder[61].

Özel kast, suç tiplerinin birbirinden ayrılmasına, suçun daha ağır veya hafif hallerinin belirlenmesine de yarayabilir ve suç tipinde özel olarak belirtilmesi gerekir. Diğer yandan ise özel kastın arandığı suçların olası kastla işlenebilmeleri mümkün değildir[62].

Tüzel kişi, kendi organlarının haksız eylemleri neticesinde ortaya çıkan zararı, aşağıda belirtilen koşulların varlığı durumunda gidermekle yükümlüdür.

  1. Haksız eylem tüzel kişi organları tarafından yapılmış olmalıdır.
  2. Haksız eylem tüzel kişi organının faaliyetleri çerçevesinde işlenmiş olmalıdır.
  3. Tüzel kişi organı kusurlu olmalı ve bu organın eylemi de hukuka aykırı olmalıdır.

Ekonomik suçlar, gayrimuayyen mağdurlu suçlar olma özelliğini gösterdiklerinden ilgilinin rızasına ilişkin hukuka uygunluk nedeni genel olarak uygulama alanı bulamaz. Bu nedenle ekonomik suçlarda, ilgilinin rızası çok istisnai olarak geçerli olabilir veya kanunda bu yönde hüküm bulunması gerekir[63]. Bu bağlamda TTK’ndaki bazı normların emredici nitelikte oldukları ve yükümlülük getirdiklerini eklemek gerekmektedir. Bu yükümlülüklere aykırılık ceza yaptırımına bağlanmıştır. Bu nedenle üzerinde herhangi bir tasarruf edebilecek haktan ve ilgilinin rızasından bahsetmek mümkün değildir. Örnek olarak TTK’nın 562. Maddesine ilgili fıkralarında düzenlenen borçlanma yasağının ihlali ve izinsiz para toplama fiilleri gösterilebilir[64].

Ekonomik suçlarda ilgilinin rızasının söz konusu olduğunda bazı ayrıksı örneklere de rastlamak mümkündür. Bu bağlamda örnek olarak işletme bilgi ve sırlarının ilgisiz kişilere verilmesi gösterilebilir (TTK m 562/7). Burada menfaat sahibinin açık veya örtülü rızası hukuka uygunluk nedenidir. Rızanın verilme anı ise suç fiilinden önce olmalıdır[65].

IV-EKONOMİK SUÇLARDA KORUNAN YARAR OLARAK EKONOMİK HAYATTA KULLANILAN ARAÇLAR

Ekonomi alanında kullanılan araçların, ceza hukukunun yaptırımları ile korunan hukuki menfaatler arasına alınması suretiyle, bu araçların ekonomi alanında suçlar işlemek suretiyle kötüye kullanılmasının önlenmesi amaçlanmaktadır. Burada kastedilen araçlar öncelikle defter tutma ve bilanço çıkarma, elektronik bilgi işlem, kredi kartları, çek ve bono dahil olmak üzere nakit olmayan ödeme için kullanılan diğer araçlardır.

Bu araçların iktisadi hayatta ve ekonomik suçlarla mücadelede ne kadar büyük bir rol oynadığını, Amerika’da 2000 yılında gerçekleşen milyarlarca dolar zarara neden olan bilanço sahteciliği olayları (Enron,Tcyo,WorldCom ve diğeri); (güncel ise Dilan Polat ve Seçil Erzan olayları) büyük zararlara ve iflaslara sebep olmuştur. Neticede Enron Enerji Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı (Jeffrey Skilling), telefon devi WorldCom yöneticisi (Bernhard Ebers) ve büyük karma holding Tcyo İnternational’ın başkanı (Dennis Kozlowski) Amerilan ceza adalet siteminin tipik bir uygulaması olan korkutma politikası kapsamında, 24, 25 ve 8 yıllık olağanüstü ağır cezalara çarptırılmıştır.

Ekonomik suçlarda sözü edilen kişisel olmayan hukuki menfaate ilişkin görüş ile ciddi çelişkiler bulunduğu tartışması doktrinde görülmektedir. Diğer taraftan, işletmeci tarafından yapılan kurumlar vergisi kaçakçılığı suçu (bireysel üstü korunan hukuki menfaat, özgü suç) veya tüketici aleyhine, tacir tarafından işlenen mal üzerindeki sahtecilik suçu örneklerinde olduğu gibi, çeşitli bakış açılarının birleştirilmesi de, ticari alanda işlenen suçların sağlam bir şekilde tasnif edilmesine katkı sağlayabilir[66].

V-EKONOMİ ALANINDAKİ CEZA KANUNLARININ ÖZELLİKLERİ VE İLKELER

Ekonomi alanındaki ceza kanunlarının görevi, ticari girişimcilerin yasaklanan davranışları ile izin verilen davranışları arasında kesin çizgilerle ayrım yapmaya elverişli ve ticaret özgürlüğü ile piyasa ekonomisine katılan aktörlerin yararlarını dengeleyen kurallar koymaktır. Bu özellikler doğrultusunda oluşturulan ekonomik ceza hukuku normlarının, bu nitelikleri malvarlığı aleyhinde işlenen suçlarda yapısal değişikliklere de neden olmuştur[67].

Ekonomik suçluluğa ilişkin tartışmaları başlatan beyaz yaka suçluluğu belirli bir failden hareketle ileri sürülmüştür[68].

1.Gerçek özgü Suçlar ve gerçek Olmayan Özgü Suçlar:

Ekonomi suç tiplerinin “gerçek özgü suç” olduğu, genellikle kabul edilir. Ekonomi ceza hukuku bir meslek ceza hukukudur. Bu yakın bağlantı, gerçek özgü suç tiplerinin koruduğu hukuki menfaat ile açıklanabilir.

Ekonomi suçları faile özgü bir suç olmayıp, sadece ekonomi veya sosyal hukuk ile ilgili ise “gerçek özgü suç” değildir. Ekonomi ceza hukuku kanun koyucusu, bazen de asıl failin kastının ispat edilemediği hallerde diğer suç ortaklarını fail gibi cezalandırabilmek için bilinçli olarak, özel suç tipi şeklinde bir düzenleme yapmaktan kaçınmıştır[69].

2.Beyaz Ceza Kanunlarındaki Suç Tipleri ve Atıflar:

Anayasa hukuku ve hukuk politikası açısından sakıncalı bulunmasına rağmen, ekonomi ceza hukuku alanında boş formüller şeklinde kanun yapma yöntemi, yurt dışında da yaygındır. Bu yöntemde, suçun tanımında veya idari yaptırım düzenlemesinde yasaklanan fiil açıkça yazılmamakta, fakat aynı kanunda düzenlenen maddelerine (gerçek olmayan beyaz kanun) veya başka kanunlardaki hükümlere veya idare tarafın yapılan diğer hukuki işlemlere yollamalar yapılmaktadır.

Hukuk devleti ilkeleri açısından sakıncalı olmayan “gerçek olmayan beyan kanun” iç atıf ve dış atıf yöntemine uygun olarak başka kanun hükümlerine dayanılmayı örnekleriyle göstermektedir. Davranış kurallarını belirleyen kanunları yapma görevi ile yaptırımı belirleme görevinin farklı makamlara verildiği hallerde bu kanun yapma tekniğinden kaçınmak mümkün değildir. Bu yöntem son zamanlarda yoğun bir şekilde kullanılmakta olup bu durum, cezaların belirliliği ilkesine uygun bulunmamaktadır.

  1. Soyut Tehlike Suçları:

Kanun koyucu ekonomik ceza hukukunu düzenlerken, genellikle bir neticenin gerçekleşmesi koşulunu aramaksızın, sadece belli davranışları tipiklik unsurunda göstererek cezalandırır. Bu yöntemin yararı, sadece muhakeme hukuku açısından ispat kolaylığı sağlamasında değildir. Ancak bireyler üstü hukuki menfaatleri koruduğu gibi, sosyal yararların kurumsallaşmasını da sağlar. Soyut tehlikeyi sadece bireysel mal varlığı ile sınırlı olarak anlayan ifade tarzı, kurumları ve kollektif yararları koruyan hukuki yararlar ihlal edildiği takdirde, işlenen suç ile korunan objeler üzerinde herhangi bir zarar veya somut bir tehlike meydana gelmediğini gözardı etmektedir. Bu nedenle soyut tehlike suçları ile korunan hukuki menfaat, arka planda kalmakta ve yükümlülüğün içeriği (fiilin değersizliği) vurgulanmaktadır.

Soyut tehlike suçlarının meşruiyeti açısından, suç tipinin dar yorumlanmasına gerek yoktur. Soyut tehlike suçlarında, kanun koyucunun cezalandırma sınırını doğru olarak (veya takdir yetkisinin sınırları içinde kalarak) belirlediği karinesi mevcuttur[70].    

Soyut tehlike suçlarında, somut tehlikenin mevcut olmadığının hangi hallerde ispat edilebileceği veya usul hukuku açısından tehlike bulunmadığı sabit ise, somut olayda cezasızlık sebebi olarak bunun kullanılması hangi hallerde mümkün olacağı soruları temel problemi oluşturur. Korunan hukuki menfaatin tehlikeye girmediği belirlenmiş ise, Anayasal bir ilke olan ölçülülük ilkesi gereği ceza verilmemelidir. Davranış kurallarının ihlali durumunda tehlikenin doğmamış olduğunun ispatı kabul edilir, fakat şirket yönetimine ilişkin şekli kurallar bakımından tehlikesizlik ispatı söz konusu olmaz. Bununla birlikte ilgili bazı suç tiplerinde ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesine neden olabilecek bazı düzeltmeler yar almaktadır.

  1. Tedbirsizlik ve Özel Yükümlülükler:

Ekonomi ceza hukukuna has özellikle ve prensipler konusundaki tartışmalar, kanun koyucu tarafından bu tür suçların işlenmesine ağır taksirin dahil edilmesiyle tepe noktasını bulmuştur. Tedbirsizliğin cezalandırılmasındaki amacın, sadece muhakeme hukuku açısından ispat kolaylığı sağlamak, yani kastın ispatındaki zorlukları ortadan kaldırmak ve bunun hakkın kötüye kullanılması olduğu ileri sürülmüştü. Bu görüşe göre, malvarlığı aleyhindeki suçların taksirle işlenemeyeceği alışılmış bir uygulama olarak kabul edilir.

VI-EKONOMİK SUÇLAR SAHTECİLİK SUÇLARI İLİŞKİSİ

Tacirler, yaptığı işlerle ilgili mevzuatı ve ne yapması gerektiğini tacir olmayan şahıslardan daha iyi bilir ve bilmek zorundadır. Tacirin bilmek zorunda olduğu şeylerin başında ticari hayatı için gerekli olan kanun hükümleri, ticari hayatı için gerekli olan kanun hükümleri, ticari hayatın gerekleri ve teamüller ile ticari örf ve adet gelir. Çünkü tacir ticari hayatı ile ilgili olarak yapacağı tüm işlemlerde bunları dikkate almak zorundadır. Bu nedenle tacirden beklenen özen tacir olmayanlara kıyasla vasatın üstünde olmalıdır. Ancak bunun ölçüsü de tacirler arasındaki objektif özen ölçüsü, vasat bir tacirden beklenen kadar olmalıdır. Bu ölçüler kesin olmayıp her olaya göre ayrı ayrı belirlenmelidir. Böylece TTK m 20/2[71], TTK m 18/2[72] gereğince, objektif özen borcu tacirler için söz konusu olunca bunun ölçüsü de tacir aleyhine değişmektedir.

“Taraflar arasında tanzim edilen sözleşmenin esas amacının davalı şirketin üçüncü kişi yatırımcı şirket, fon ya da kişilere kısmen ya da tamamen satış ve devri olduğu, davalı tarafça, üçüncü kişi Karsusa A.Ş.’ye yapılan hisse satışı işlemi gerçekleştirildiği, davalı şirket kasasına bedel girmediğinden bahisle davacıya ödeme yapmaktan kaçınıldığı anlaşılmaktadır. Oysa ki davalı hissedarları tarafından yapılan bu hisse satışı işleminin sözleşmenin 4.1.6 maddesini bay-pass etmeye yönelik bir işlem olup, davacı şirketin hizmetleri sonucu gerçekleştiği anlaşılan bu satış nedeniyle davalının davacı şirkete sözleşmeye uygun komisyon bedeli ödemesi gerekmektedir.” [73]

“Tacirler arasında diğer tarafı temerrüde düşürmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarların noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılacağı öngörülmüştür. Davacı tarafından davalıya taahhütlü mektupla ihtarda bulunulduğu iddia edildiğine ve dosyaya bu konuda PTT belgesi sunulduğuna göre temerrüdün anılan yasa hükmü çerçevesinde değerlendirilip, takipte talep edilen faiz miktarını aşmayacak şekilde işlemiş faiz talebi yönünden bir hüküm kurulması gerekir.”[74]

“TTK’nun 20. maddeye göre tacir olan veya olmayan bir kimseye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacirin uygun bir ücret isteyebilir. Buna göre tacirin münasip ücret isteme hakkı sözleşme bulunmasına rağmen ücret hakkında açık bir hüküm bulunmaması, vekâleti olmaksızın başkası yararına iş görme ve sözleşme dışı ya da fazlası imalât olması şeklinde ve üç halde söz konusu olabilir.

Davalının, davacıya ait alt yapıyı kullanarak müşterilerine yurt dışı SMS hizmeti verip vermediği, taraflar arasındaki sözleşmede SMS’lerin yurt içinde gönderileceği belirtildiğinden yurt dışına gönderilen SMS’lerde kusur konusundaki taraf iddiaları, önceki bilirkişi raporları ve raporlara yapılan itirazlar değerlendirilmek ayrıca davacının yurt dışı operatörlere SMS’ler için ödediği miktarlarda gözetilerek, davacı alacağının bulunup bulunmadığı varsa miktarı konusunda rapor alınıp sonucuna göre hüküm tesisi gerekir.”[75]

“Davacı Şirket tacir olup davalıya ait alışveriş merkezinde proje hilafına yapılan değişiklikleri bilerek ve görerek kullanım sözleşmesi imzaladığı ve depoları kullanmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 20/2. maddesi ( 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 18/2. maddesi ) uyarınca her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir. Bu haliyle, davacının, basiretli bir tacir gibi davranarak, kullandığı iş yerinde binanın projesi hilafına yapılan değişiklikleri gözetmemesi, muhtemel su basması ve diğer olaylara maruz kalabileceğini düşünerek gerekli tedbirlerini almaması nedeniyle zararın tümünün davalı tarafa yüklenilmesi hakkaniyete uygun değildir.”[76]

Ekonomik suçların geniş anlamıyla sahtekarlık ve sahtecilik suçlarının içine girmeleri sebebiyle özel kastın varlığı kim hallerde suç tiplerinin birbirinden ayırt edilmesine de yardımcı olmaktadır[77].Ayrıca ekonomik suçla, ticari hayattaki sözleşme özgürlüğünün de sınırlarını oluşturduklarından bu sınırların, ticari veya sınai faaliyette bulunma hakkının kötüye kullanıldığı durumların tespitine de yardımcı olmaktadır. Örnek olarak; Türk Ceza Kanunu madde 241 hükmüyle düzenlenen tefecilik suçunda, başkasına ödünç para vermek kazanç elde etmek amacıyla yapıldığı için cezalandırılmaktadır. Bu bağlamda ekonomik suçların genel olarak failleri tarafından kazanç elde etmek amacıyla işlendikleri göz önüne alındığında bu amacın türevlerinin suç tipinde özel olarak belirtilmesi yerinde olacaktır[78].

VII-EKONMİK SUÇLAR HAREKET SUÇLARI İLİŞKİSİ

Ekonomik Suçlar, genel olarak hareket suçlarından oluşmaktadırlar. Bu nedenle hem suçların hem de suç faillerinin kasıtlarının tespiti çeşitli güçlükler arz edebilmektedir. Bu zorluk sebebiyle, bu suçlarda sadece hareketin iradi olarak gerçekleştirilmesinin yeterli olduğu savunulmuş ama bunun yerine ticari suçlarda bir kast karinesinin kabul edilmesi yönünde yaygın bir görüş oluşmuştur[79]. Türk ceza Hukukunun sistematiği içinde bir kast karinesi kabul etmek mümkün değildir. Bunun yanında Türk Ticaret Kanunundaki suçlar örneğinde ise kasten işlenebilecekleri kanunda özellikle belirtilmiştir[80].

Türk Ticaret Kanunu’nda bazı hükümlerde tipik fiil tanımında suçun özellikle “kasten” işlendiğinin belirtildiği vurgulanmalıdır. Gerçekten de ceza normu haline getirilmiş fiillerin işlenebilmelerinin kastın varlığına bağlı olmasına ve bu suç fiillerinin taksirli halleri bulunmamasına rağmen, maddede özel olarak bir defa daha fiilin kasten işlenmesine vurgu yapılmaktadır. Cezai sorumluluğun doğabilmesi için fiillerin kasten işlenmesinin gerektiğine özel olarak yapılan vurgu, ilgili hükümlerde özel hukuka aykırılık halinin varlığı sorusunu beraberinde getirmektedir.

İlgili suç tanımında, fiilin hukuka aykırılığına özellikle işaret edilmişse, bu suç ancak doğrudan kastla işlenebilir[81].TTK’daki hükümlerde özel hukuka aykırılık söz konusu olup olmadığı yönünde bir ayrım yapmak gerekir. Bu ayrım yapılırken, TTK’da düzenlenen ceza normlarının atıf normlarından oluştuğu göz önüne alınmalıdır. Eğer normun atıf hükmü kısmında kasten işlenebileceğinden bahsediliyorsa kanımızca özel hukuka aykırılık söz konusudur. Eğer ilgili ceza normunun atıfta bulunulan hüküm kısmında kast veya kusurdan bahsediliyorsa, hüküm kısmının aynı zamanda özel hukuk normu olarak düzenlenmiş bulunduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda; TTK’nın haksız rekabet suçlarını düzenleyen 62/1 fıkrasına a ve b bentlerindeki haksız rekabet halleri için kasta yapılan vurgu, TTK’daki şirket suçlarının düzenlendiği 562. Maddesinin 8.fıkrasında kasıtlı olarak gerçeğe aykırı kayıt yapılmasından bahsedilmesi 9. Fıkrasının 550/2 maddesi atfında “bilen ve onay verenler”in cezalandırılacağının özellikle belirtilmesi; deniz suçlarında olduğunda, Kanunun 951. Maddesinde ayrıca özel olarak 947-950 maddelerde düzenlene suç fiillerinden ceza sorumluluğunun doğabilmesinin kasten işlenmesine bağlı olduğunun vurgulanması özel hukuka aykırılık halinin söz konusu olduğunu gösterir[82].

Aldatıcı ve gerçeği değiştirici araçlar kullanılarak dolandırıcılık benzeri fiillerde bulunmak, dolandırıcılık kavramının yorumlanması açısından gerekli olabilir. Buna karşılık, suç tipinde aldatma kelimesinin açıkça kullanılması istenmemelidir.

Ticari işletmelerdeki kararlar genellikle gelecekteki gelişmelerin belirsizliği içinde ve zaman baskısı altında verilir. Bu sebeple, “Business Judgement Rule” kavramı kabul edilerek, şirketin yönetimi sırasında alınacak kararlar bakımından bir takdir yetkisi tanınmıştır; bu düzenleme, ceza hakiminin verilmiş olan kararın içeriğini değil, arkasında durabilen bir karar olup olmadığını denetlemesini gerektirir. Özellikle güveni kötüye kullanma, riskli işlemler ve iflasta ekonomik olmayan harcamalar açısından, içtihat ve doktrin tarafından oy birliği kabul edildiği gibi, sadece açıkça kura ihlali yapılan hallerde suçun tipiklik unsurunun gerçekleştiği kabul edilmektedir. Bilanço suçları ve meslek kurallarının ihlali halinde yapılan soruşturmalarda da aynı yöntem uygulanmaktadır[83].

Doktrinde yerinde bir görüş olarak kabul edilen bu görüş, Anayasa’nın 103. Maddesindeki hukuk garantisi ilkesini yansıtmakta olup, ticari işletmelerde karar alma sürecinin özelliklerini de nazara aldığı ve “hindsight bias” denilen “geçmişe dönük hataları” önlediği için, daha sonra verilen mahkeme kararlarına da yansımıştır. Bu yaklaşım, aynı zamanda, “gerçek normatif suç tipleri” ile , bunlarla kardeş olan “genel hükümler” arasında sınırlayıcı bir rol oynar[84].

Medeni Hukukta veya İdare Hukukunda söz konusu olan yönergeler (şirketler hukukundaki) veya  (dış ekonomi hukukundaki izin) gibi tek taraflı işlemlerin ceza hukuku açısından hangi sonuçlar doğuracağının belirlenmesi zor bir meseledir. Özellikle idari işlemler açısından ileri sürülen ağırlıklı görüş, ceza hakiminin idari işlemin hukuka aykırılığını göz önünde tutamayacağı yolundadır; zira ceza hakimi etki doğurma gücüne sahip bulunan bir idari işlemi kaldırmak yetkisi ile donatılmamıştır. Bununla birlikte işlemin hukuka aykırılığının denetlenmesi, onun ortadan kaldırılması anlamına gelmez[85].Uygulamada “Sözleşmeli doktor olarak çalışma izninin hile ile elde edilmesi durumunda, iznin geçerli olup olmadığının doktorun serbest muayenesindeki faaliyetinin devamı sırasında da mümkün olup olmadığı, halen karara bağlanmış değildir.”

VIII-EKONOMİK SUÇLARDA KUSURLULUĞU KALDIRAN NEDENLER

Bu koşul bakımından ekonomi ceza hukukundaki temel sorun ekonomik suçların genellikle tacirler tarafından işlenmiş olması karşısında ticaret hukukunda geçerli basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğünün burada öncelikle ele alınması gerekmektedir. Söz konusu kriter her tacirin, tüm ticari faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmek, sağduyu sahibi olmak, ileriyi düşünmek ve işlemlerini ona göre organize etmek zorunluluğu şeklinde anlaşılmalıdır.[86].

Zorunluluk halinin temel koşulu failin bilerek sebebiyet vermediği ağır ve kesin tehlikedir. “Bilerek sebebiyet vermek kavramı” kasten şeklinde anlaşılmalıdır. O halde taksirli hareketin tehlikeye sebebiyet vermiş olması durumunda zorunluluk halinin uygulanması mümkün olacaktır.

Kusurluluğu kaldıran nedenlerin ekonomik suçlara uygulanmasında diğer suçlara nazaran bir farklılık gözlemlenmez. Kusurluluğu kaldıran nedenleri, temelde beklenemezlik ilkesine dayandırdığı görülür[87]. Beklenemezlik ilkesi, kişiden içinde bulunduğu durumda yapmış olduğu davranıştan başka bir davranışta bulunmanın kişiden beklenememesini belirten, kusurluğu kaldıran genel bir nedendir[88]. Bu nedenle kusurluluğu kaldıran nedenler, zorunluluk hali dışında, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak ele alındığında, ekonomik suçlarda uygulama alanı bulabilirler. Buna rağmen iktisadi zorunluluklar açısından konuya bakıldığında, hukuk düzeninin her zaman özellikle de özel hukuk alanında, tehlikeden kaçınabilmesine yönelik hukuki çareler sunduğu bilinmelidir. Yalnız gerçekleştirilen fiil ekonomik düzene ağır bir zarar vermemeli ve tehlikenin uzaklaştırılması açısından elverişli bir araç olmalıdır. Aynı zamanda manevi cebrin de ekonomik suçlarda rahatlıkla uygulanması mümkündür.

Ekonomik suçlarda kusurluluğu kaldıran nedenler bahsinde hata kurumunu özel olarak ele almak gerekir. Hukuki hatanın ortaya koyabileceği sakıncalar, TCK’nın 30/4 maddesi hükmüyle getirilen haksızlık yanılgısı kurumu ile giderilmeye çalışılmaktadır. TCK’nın 30. Maddesinin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hata ve aynı maddenin dördüncü fıkrasında haksızlık yanılgısı düzenlenmiştir.

Tacirlerin, basiretli davranma, özenli davranma yükümlülüğüne karşılık gelmektedir ki bunun ceza hukukundaki karşılığı taksirdir. O halde tacirin kasten hareket etmediği sürece sadece basiretli iş adamı gibi davranmadığından bahisle peşinen zorunluluk halinden yararlanamayacağını ileri sürmek doğru olmayacaktır[89].Değerler tartımı prensibine, özellikle Türk Hukuku gözardı edildiğinde (CMK m 223) hukuka uygunluk nedeni olan zorunluluk hali bağlamında başvurmak mümkündür[90].Öncelikle iktisadi düzenin, sözleşme özgürlüğünü kısıtlayan kurallarla sıkı sıkıya belirlendiğini, tacirlerin basiretli bir tacir gibi davranmaları gerektiğini ve zorunluluk halinden yararlanabilmek için kişilerin karşı karşıya kaldıkları tehlikeye kendilerinin neden olmaması zorunluluğunun bulunduğunu belirtmek gerekir. Bu nedenle iktisadi hayata ilişkin zorunluluklar zorunluluk hali kapsamında değerlendirilemez[91].

Ekonomik suçların, iktisadi düzenin işleyişine ilişkin değerleri tehlikeye düşürdüğü ve fiillerin bu suçlar vasıtasıyla iktisadi menfaatler sağladıkları gözden kaçırılmamalıdır. Maddi kazan kaybının hukuka uygunluk nedenleri bağlamında ele alınıp alınmayacağı son derece tartışmalıdır.

IX-EKONOMİK SUÇLARDA HATAYA DÜŞMEK

Ekonomik suçlar açısından özellik gösteren en önemli hukuka uygunluk nedeni hakkın kullanılmasıdır. Hak yasadan doğar ve yasa, tüzük, yönetmelik ve genelgeye dayanabilir, hukuken tanınmış ve düzenlenmiş olmak koşuluyla bir mesleğin yürütülmesinden doğabilir. Ekonomik suçlar açısından ticari veya sınai faaliyette bulunma hakkı önem taşır.

Ekonomik suçlarda klasik suçlardan farklı olarak fiili hataya düşmek çok daha olasıdır. Ekonomik suçlarda normun normatif unsurları çok daha fazladır, bu suçlar atıf hükümleriyle oluşturulmuş ve yollamada bulundukları hüküm, hukukun başka bir alanıyla ilgili ayrıntılı, ceza normu olarak hazırlanmamış düzenlemelerden oluşmaktadır[92]. Aslında merkezden yönetilen planlı ekonomik sistemlerde de dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma, rüşvet, tefecilik ve iflas suçları işlense de bu suçların ortaya çıkış biçimi farklıdır; rüşvet öncelikle devletin ekonomiyi yöneten görevlilerine verildiği için, bu suç planlı ticaretlerde ortaya çıkan tipik bir yan üründür; tefecilik suçları tipik bir şekilde karaborsada ortaya çıkar; dolandırıcılık ise, öncelikle kamu mallarına karşı işlenir; özel ticari işletmelerde hukuki açıdan çözülmesi zor problemleri barındıran güveni kötüye kullanma suçu ise, kural olarak, kamu parasının ve mallarının zimmete geçirilmesi veya bu paranın güveni kötüye kullanmanın konusunu oluşturması şeklinde işlenir.

X-EKONOMİK SİSTEME BAĞIMLI OLAN VE SİSTEMLE İLGİSİ BULUNMAYAN SUÇLAR

Günümüz piyasa ekonomisi sistemler ceza veya idari yaptırım yoluyla yönlendirilmektedir.

1-Şirket devir işlemi suretiyle şirket ortaklarının mağdur edilmesi: Limited şirketlerde ortaklar, hisse devrini içerir ortaklar kurulu kararını imzalamayabilir veya hisse devrini onaylamayabilir. Limited şirketlerde, aksi şirket esas sözleşmesinde yasaklanmadığı sürece hisse devri yapılabilmektedir. Yapılan bir hisse devrinin, ortaklar genel kurulu tarafından imzalanmasından veya hisse devrinin onaylanmasından imtina edilmesi halinde ortaya çıkan sorun ile hisse devri yapan ortağın, yapılan hisse devrini, ticaret siciline işlemesi için izleyeceği yöntem ele alınacaktır.

Türk Ticaret Kanunu Madde 595/2 uyarınca, şirket sözleşmesinde aksi öngörülmemişse, esas sermaye payının devri için, ortaklar genel kurulunun, onayı şarttır. Devir, bu onayla geçerli olabilmektedir. Ayrıca Türk Ticaret Kanunu Madde 595/3 uyarınca şirket esas sözleşmesinde başka türlü düzenlenmemişse, ortaklar genel kurulu sebep göstermeksizin onayı reddedebilmektedir. Ancak limited şirketlerde bir ortağın hisse devri yapması halinde, diğer ortak ve/veya ortaklar bu yöndeki ortaklar genel kurulu kararını imzalamaktan veya hisse devrini onaylamaktan imtina edebilmektedir. Ortaklar Kurulu Kararının imzalanmaması halinde ise hisse devri ticaret siciline bildirilemediğinden, bu durum; hisse devri yapan ortağın, hisse devrinden habersiz olan üçüncü kişilere karşı sorumluluğunu doğurabilmektedir.

Limited şirketlerde bir ortağın hisse devri yapması halinde diğer ortak ve/veya ortaklar yapılan hisse devrini onaylamayarak genel kurul kararı ile imza altına almaktan imtina ettiğinde, Türk Ticaret Kanunu Madde 595/7 uygulama alanı bulmaktadır. Şöyle ki; Türk Ticaret Kanunu Madde 595/7 uyarınca, hisse devri yapılmasından sonra şirkete yapılan başvurudan itibaren üç ay içinde, genel kurul, başvuruyu reddetmediği takdirde hisse devrine onay vermiş sayılmaktadır.

Özetle hisse devri yapan ortak, hisse devri yaptığına dair şirkete başvuru yaptıktan sonra üç ay içinde genel kurul hisse devrini reddetmez ise, şirket hisse devrine onay vermiş sayılmaktadır. Şirkete yapılan başvuru sonrası, hisse devri yapan ortak, şirkete başvuru yaptığını ve yapılan başvuru sonrası şirket tarafından başvurunun üç ay içerisinde reddedilmeyerek onay verildiğini, mahkemede ileri sürebilecek ve yapılan hisse devrinin ticaret siciline işlenmesini mahkeme aracılığı ile sağlayabilecektir.

“Uyuşmazlık, alacak istemine ilişkindir. Davacılar vekili, davalı şirket hisselerinin müvekkili … tarafından davalı şahıslara 25.01.2006 tarihli protokol ile devredildiğini, davalıların anılan protokol hükümleri gereğince üstlendikleri edimleri yerine getirmemeleri sebebiyle, müvekkillerinin birtakım ödemeler yapmak durumunda kaldıklarını ileri sürerek, ödenen tutarların davalılardan tahsili talep etmiş mahkemece yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş ise de, 25.01.2006 tarihli protokol kapsamı gereğince hisseyi devralanlar sözleşmenin 7. maddesiyle üstlendikleri ( leasing dahil ) tüm borçlardan sorumludurlar. Davacıların protokol kapsamında yapılan ödemeleri talep etme hakkı mevcut olup ödemelerin hangi tarihte yapıldığını bir önemi bulunmadığından mahkemece davacı ödemelerinin 16.03.2006 tarihinden sonra olduğundan hareketle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış kararın bozulması gerekmiştir.”[93]

“Dava, taraflar arasında akdedilen hisse devir vaadi sözleşmesiyle kararlaştırılan devir bedelinin tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Davacının sözleşme gereği olarak hisselerini devrettiği akabinde ise taksitler halinde ödenmesi öngörülen devir bedelinin ilk takdisinin ödenmediğinden bahisle sözleşmeyi feshettiği anlaşılmaktadır. Bölge adliye mahkemesince, TBK’nın 235/3 maddesine dayanılarak, davacının, sözleşmeyle, alıcının temerrüdü halinde sözleşmeden dönerek satılanı geri alma hakkını açıkça saklı tuttuğu, bu durumda satılanı geri almak yerine feshettiği sözleşmeyle öngörülen devir bedelini istemesinin uygun olmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Ancak 6102 Sayılı TTK’nın 595/1. maddesiyle, hisse devir vaadi sözleşmelerinin geçerli bir şekilde kurulabilmesi yazılı şekilde yapılmaları ve taraf imzalarının noterce onaylanması şartına bağlı tutulmuştur. TBK’nın 12/2 maddesinde Kanunun sözleşmeler için öngördüğü şeklin geçerlilik şekli olduğu belirtilerek, bu şekle uyulmadan akdedilen sözleşmelerin hüküm doğurmayacağı düzenleme altına alınmıştır. Taraflar arasındaki hisse devir vaadi sözleşmesinin yazılı şekilde yapıldığı ancak taraf imzalarının noterce onaylanmadığı anlaşıldığından Kanunun öngördüğü şekle riayet edilmeksizin akdedilen sözleşmenin geçersiz olduğunun kabulü zorunludur. Bu nedenle, mahkemece, geçersiz olan sözleşmede dönme hakkının saklı tutulduğundan bahisle hüküm tesisi yoluna gidilmesi doğru görülmemiştir.

Öte yandan, bir an için sözleşmenin geçerli olduğu kabul edilse dahi mahkeme gerekçesinin aksine, ne hisse devir vaadi sözleşmesinde ne de daha sonra noterde yapılan hisse devir sözleşmesinde, satıcının, alıcının temerrüdü sebebiyle sözleşmeden dönerek, satılanı geri alma hakkını açıkça saklı tuttuğu bir sözleşme hükmü bulunmamaktadır. Bu nedenle sözleşmenin yanlış yorumlanması suretiyle hüküm kurulması da doğru görülmemiştir. Bu itibarla, davacının edimini yerine getirerek hisselerini devrettiği, sözleşmede alıcının temerrüdü sebebiyle dönme hakkının açıkça saklı tutulmadığı, bu durumda davacının hisse devir bedelini talep edebileceği gözetilerek ve tarafların devir bedelinin ödenip ödenmediğine ilişkin iddia ve savunmaları da değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”[94]

“Dava, limited şirket hisse devir işleminin ticaret siciline tescil ve ilanı istemine ilişkindir. Davacı, dava dilekçesinde noterde devir işleminin yapıldığını, karar defterine işlendiğini ve fakat pay defterine devrin işlenmediğini bildirmiştir. Bu durumda devrin tamamlanması için gerekli işlemlerden biri eksik olduğundan pay devri gerçekleşmemiştir. Pay devri gerçekleşmediğinden bu devrin ticaret siciline tescil ve ilanı yapılamaz. Ayrıca devir 24.05.2010 günü yapılmış olduğundan 6102 Sayılı TTK’nın 595. maddesinin uygulanması hatalı olup, devrin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 6762 Sayılı TTK hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Bu nedenle, asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesi gerekirken, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”[95]

2-Şirketin borçtan arındırılmış olarak el değiştirilmesinin sağlanması: Sermayesiyle kanuni yedek akçeleri toplamının yarısı zararlarla kaybolan veya borca batık durumda bulunan bir şirket, kaybolan sermayeyi veya gerekiyorsa borca batıklık durumunu karşılayabilecek tutarda serbestçe tasarruf edilebilen özvarlığa sahip bulunan bir şirket ile birleşebilir.

Kaybolan sermayeyi veya gerekiyorsa borca batıklık durumunu karşılayabilecek tutarda serbestçe tasarruf edilebilen öz varlığa sahip bulunulduğunu ispatlayan belgelerin, devralan şirketin merkezinin bulunduğu yerin ticaret sicili müdürlüğüne sunulması şarttır.

Devrolunan şirketin ortaklarının, mevcut ortaklık paylarını ve haklarını karşılayacak değerde, devralan şirketin payları ve hakları üzerinde istemde bulunma hakları vardır. Bu istem hakkı, birleşmeye katılan şirketlerin malvarlıklarının değeri, oy haklarının dağılımı ve önem taşıyan diğer hususlar dikkate alınarak hesaplanır.

Ortaklık paylarının değişim oranları belirlenirken, devrolunan şirketin ortaklarına tahsis olunan ortaklık paylarının gerçek değerlerinin onda birini aşmaması şartıyla, bir denkleştirme ödenmesi öngörülebilir.

Devrolunan şirketin oydan yoksun paylarına sahip ortaklarına aynı değerde, oydan yoksun veya oy hakkını haiz paylar verilir.

Devrolunan şirkette mevcut bulunan paylara bağlı imtiyaz hakları karşılığında, devralan şirkette eş değerde haklar veya uygun bir karşılık verilir.

Devralan şirket, devrolunan şirketin intifa senedi sahiplerine, eş değerli haklar tanımak veya intifa senetlerini, birleşme sözleşmesinin yapıldığı tarihteki gerçek değeriyle satın almak zorundadır.

Birleşmeye katılan şirketler, birleşme sözleşmesinde, ortaklara, devralan şirkette, pay ve ortaklık haklarının iktisabı ile iktisap olunacak şirket paylarının gerçek değerine denk gelen bir ayrılma akçesi arasında seçim yapma hakkı tanıyabilirler. Birleşmeye katılan şirketler birleşme sözleşmesinde, sadece ayrılma akçesinin verilmesini öngörebilirler.

Devralma yoluyla birleşmede, devralan şirket, sermayesini, devrolunan şirketin ortaklarının haklarının korunabilmesi için gerekli olan düzeyde, artırmak zorundadır. Birleşmede, ayni sermaye konulmasına ilişkin düzenlemelerle, halka açık anonim şirketlerde, yeni payların halka arzına dair hükümler, Sermaye Piyasası Kurulu kaydına alınmasına ilişkin olanlar müstesna, uygulanmaz.

Devrolunan şirketin borçlarından birleşmeden önce sorumlu olan ortakların sorumlulukları birleşmeden sonra da devam eder. Şu şartla ki, bu borçlar birleşme kararının ilanından önce doğmuş olmalı veya borçları doğuran sebepler bu tarihten önce oluşmuş bulunmalıdır.

Devrolunan şirketin borçlarından doğan, ortakların kişisel sorumluluğuna ilişkin istemler, birleşme kararının ilanı tarihinden itibaren üç yıl geçince zamanaşımına uğrar. Alacak ilan tarihinden sonra muaccel olursa, zamanaşımı süresi muacceliyet tarihinden başlar. Bu sınırlama, devralan şirketin borçları dolayısıyla şahsen sorumlu olan ortakların sorumluluklarına uygulanmaz. Kamuya arz edilmiş olan tahvil ve diğer borç senetlerinde sorumluluk itfa tarihine kadar devam eder; meğerki, izahname başka bir düzenleme içersin.

Şirket birleşme ve devralmada hukuki süreçler uzun ve masraflı süreçlerdir. Şirket birleşme ve devralma kararı verilmeden devrolan ve devralan şirketlerin yetkili organlarınca; her iki şirketin finansal ve mali yapıları, mal varlıkları ve hukuki yapıları uzun incelemeler gerektirmektedir.

Birleşme sözleşmesinin imzalandığı tarih ile bilanço günü arasında altı aydan fazla zaman geçmişse veya son bilançonun çıkarılmasından sonra, birleşmeye katılan şirketlerin malvarlıklarında önemli değişiklikler meydana gelmişse, birleşmeye katılan şirketler bir ara bilanço çıkarmak zorundadır.

Ara bilanço için; Fizikî envanter çıkarılması gerekli olmayıp, son bilançoda kabul edilen değerlemeler, sadece ticari defterdeki hareketler ölçüsünde değiştirilir; amortismanlar, değer düzeltmeleri ve karşılıklar ile ticari defterlerden anlaşılmayan işletme için önemli değer değişiklikleri de dikkate alınır.

3-Şirketin mal varlığının kasıtlı ve sistematik olarak el değiştirilmesi:

TTK 408/2(f) uyarınca genel kurulun alması gereken kararın kapsam ve içeriği konusunda uygulamada tereddütler oluşmaktadır. Özellikle genel kurul alacağı kararda sadece somut bir satışı mı onaylamalıdır yoksa genel kurul satış şartlarını genel olarak belirleyerek yönetim kurulunu yetkilendirebilecek midir? Böyle bir yetkilendirme veya ön izin halinde satıma ilişkin alıcı, bedel, ödeme şartları, teminat veya satışın zamanlaması gibi konuları yönetim kuruluna bırakabilir mi? Doktrinde satışa ilişkin takdir yetkisinin yönetim kuruluna bırakacak şekilde karar alınabileceği yönünde görüşler bulunmaktadır.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) 408’nci maddesi 2’nci fıkrası (f) bendi ile “önemli miktarda şirket varlığının toptan satışı” genel kurulun münhasır ve devredilemez görev ve yetkisi olarak düzenlenir. Bahsi geçen hüküm hem doktrinde hem de uygulamada birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Aşağıda hükme ilişkin doktrinde tartışılan konuları beş ana başlık altında özetlemek amaçlanmıştır.

Önemli Miktar, Şirket Varlığı ve Toptan Satış Kavramlarından Ne Anlaşılması Gerektiği

Önemli Miktar

Önemli miktarın ne olduğuna veya nasıl belirlenmesi gerektiğine ilişkin TTK’da bir düzenleme yer almaz. Yargıtay, 6762 sayılı eski Türk Ticaret Kanunu (“eTTK”) döneminde şirketin sahip olduğu tek malvarlığı bulunması halinde veya malvarlığının şirketin devamı için hayati önemde bulunması halinde temsile yetkili müdür yerine ortaklar kurulunun kararının alınması gerektiğini içtihat etmiştir. Doktrinde önemli miktara ilişkin özel bir ölçüt önerilmemekle birlikte ortaklığın malvarlığına dâhil menkul ve gayrimenkul malların, marka ve patent gibi sınai mülkiyet haklarının devrinin ortaklığın devamını imkansız hale getirebilecek nitelikte olduğu belirtilir. Halka açık anonim ortaklıklarda önemli işlemleri düzenleyen Sermaye Piyasası Kanunu madde 23’ün ve özellikle bu kapsamda Sermaye Piyasası Kurulu tarafından çıkarılan “Önemli Nitelikteki İşlemlere İlişkin Ortak Esaslar ve Ayrılma Hakkı Tebliği (II-23.1)” kriterlerin esas alınıp alınamayacağı tartışmalıdır. Önemli miktar tespitinin Türk Medeni Kanunu madde 4 çerçevesinde hakim tarafından halin özelliklerine göre takdir edileceği söylenebilir.

Şirket Varlığı

Şirketin tasfiyesine ilişkin TTK m. 538/2 “önemli miktardaki aktiflerin toptan satılabilmesi için genel kurul kararı” gerektiğini düzenlerken TTK m. 408/2(f)’de “şirket varlığından bahseder. Eski ticaret kanunu döneminde özellikle eTTK madde 443/II kapsamında “aktif” kavramının nasıl yorumlanması gerektiği doktrinde tartışmalıydı. Aktif kavramını dar yorumlamaktan yana olan görüş aktif olarak hemen tahsili mümkün olmayan hak ve alacaklarla, menkul ve gayrimenkulleri veya duran varlıkları sayarken geniş yorumlayan görüş aktif kavramının şirketin sahip olduğu aktif ve pasiflerle tüm malvarlığı olarak anlaşılması gerektiği kanaatindedir. Bahsi geçen tartışma yeni TTK altında da devam edecek niteliktedir.

Toptan Satış

Kanun koyucunun toptan satış ifadesini hangi anlamda kullandığı tartışmalıdır. Özellikle burada şirket mal varlığının teker teker satılmasına karşıt bir şekilde topluca ve indirimli bir fiyattan satışı anlamında mı yoksa önemli bir mal varlığının tek seferde satılması anlamında mı kullandığı tartışılabilir. Yargıtay eTTK altında ağırlaştırılmış nisap öngörülen gayrimenkulün toptan satışı yerine parsel parsel bölünerek satılması halini adi nisapla kararlaştırılabilecek bir husus olarak nitelemiştir. Doktrinde görüş birliği olan husus, yönetim kurulunun kanunu dolanmak ve genel kurul onayından kaçınmak amacıyla teker teker (toptan olmayan şekilde) ancak aynı kişiye satış yapması halinin geçersiz olacağı yönündedir.

Madde metninin sadece toptan satıştan bahsetmesine karşın önemli miktarda şirket varlığının el değiştirmesi sonucunu doğurabilecek rehin, kefalet, garanti, bağış, takas trampa, ödünç gibi diğer işlemlerin de madde kapsamında sayılıp sayılmayacağı tartışmalıdır. Doktrindeki bir kısım görüş TTK 408 hükmünün istisnai olduğu ve sadece satış işlemini kapsayacak şekilde dar yorumlanması gerektiği yönündedir. Doktrindeki bir diğer görüş ise hükmün konuluş amacı düşünüldüğünde maddenin kıyasen önemli miktardaki mal varlığının şirketin elinden çıkması sonucu doğurabilecek diğer hukuki işlemleri de kapsayacak şekilde uygulanması gerektiğini ileri sürmektedir.

Genel Kurul Kararının Tabi Olacağı Yetersayı

TTK m.408/2(f) önemli miktarda varlığın toptan satışını genel kurulun devredilemez kararına bağlamakla birlikte bahsi geçen karar için özel bir yetersayı düzenlemesinde bulunmamıştır. Buna karşın yukarıda bahsi geçen tasfiye döneminde yapılacak önemli aktif satışına ilişkin TTK m.538/2 ‘de TTK m. 421/3 ve 4 atfı yoluyla ağırlaştırılmış (%75) yetersayılar ile karar alınmasını öngörür. TTK’da bu konuya ilişkin açık hüküm bulunmamasına karşın Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Hazır Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelik m. 22/12 uyarınca önemli miktarda şirket aktiflerinin toptan satışı kararının ilk ve ikinci toplantıda en az %75 pay sahibinin olumlu oyuyla alınabileceğini düzenler. Bir kısım doktrin tasfiye halindeki şirket için öngörülen genel kurul nisaplarının TTK 408’e örneksenemeyeceği ve anılan yönetmelik hükmünün normlar hiyerarşisine aykırı olması nedeniyle eleştirmektedir. Bir kısım doktrin ise aynı konuda (önemli miktarda şirket aktifi/varlığının toptan satışı) alınacak genel kurul kararının tasfiyede olup olmamaya göre farklı nisaplara tabi olmasını tutarsız bularak TTK m. 538/2 ve m. 421/3 ve 4 ün kıyasen uygulanması gerektiğini savunmaktadır[96].

Genel Kurul Kararının Kapsam ve İçeriği

TTK 408/2(f) uyarınca genel kurulun alması gereken kararın kapsam ve içeriği konusunda uygulamada tereddütler oluşmaktadır. Özellikle genel kurul alacağı kararda sadece somut bir satışı mı onaylamalıdır yoksa genel kurul satış şartlarını genel olarak belirleyerek yönetim kurulunu yetkilendirebilecek midir? Böyle bir yetkilendirme veya ön izin halinde satıma ilişkin alıcı, bedel, ödeme şartları, teminat veya satışın zamanlaması gibi konuları yönetim kuruluna bırakabilir mi? Doktrinde[97] satışa ilişkin takdir yetkisinin yönetim kuruluna bırakacak şekilde karar alınabileceği yönünde görüşler bulunmaktadır.

TTK 408/2(f)’ye Aykırı Sözleşmelerin Akıbeti

Önemli miktarda şirket varlığının satışında genel kurul kararının mevcut olmaması halinde Yargıtay’ın eTTK döneminden bu yana görüşü satış sözleşmesinin batıl (geçersiz) olduğu şeklindendir. Doktrinde ise genel kurulun sonradan işleme icazet vermesinin mümkün olduğu aksi halde sözleşmenin baştan itibaren batıl olduğu, genel kurulun toptan satış yönündeki kararına aykırı gerçekleşen satış işlemi açısından ise iyiniyetli üçüncü kişiyi koruyan TTK m. 371/4’ün uygulanacağı ve satış işleminin geçerli kabul edilebileceği, genel kurul kararı bulunmaksızın imzalanan satış sözleşmesinin şirketi bağlamayacağı ve askıda hükümsüz olduğu sonradan işleme genel kurul tarafından icazet verilmesi halinde baştan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuracağı yönünde görüşler bulunmaktadır. Yargıtay’ın butlan görüşü doktrin tarafından özellikle satım sözleşmesinin tarafı iyiniyetli üçüncü kişinin korunması ve ticari hayatın ihtiyaç duyduğu hukuki güvenliğin tesisi ve şirketin iç işleyişine yönelik organlar arası bir yetki paylaşımı düzenlemesinin iyiniyetli üçüncü kişilerin menfaatlerini etkileyecek şekilde yorumlanması nedeniyle eleştirilmektedir.

4-Şirket mal varlığının el değiştirmesinin vergi açısından değiştirilmesi:

Vergiler, doğrudan vergi mükellefi olan kişiler ve şirketler açısından belli başlı vergiler şunlardır;

– Gelir vergisi,

– Giderler Vergisi

– Kurumlar Vergisi

– Taşınmaza İlişkin Vergiler

– Katma Değer Vergisi

Türk Ticaret Kanunu’nun Birleşme, Bölünme ve Malvarlığının devri sözleşmeleri ile ilgili 136 ila 194. maddeleri arasındaki hükümlerinde, vergilerle ilgili düzenlemeler yapılmamıştır. Bu durumda vergilerin mükellefleri, vergilerin tahakkuku, tahsili ve zamanaşımı konuları, Vergi Kanunlarına göre, belirlenecek, ettirilecek ve ödenecektir.

Malvarlığının devrinde de özel hukuk açısından, müstakil firmalarda, şirket yapısının değişmiş olması dışında, vergi tahakkuku ve ödenmesi birbirinden bağımsız olarak tespit edilmektedir.

5-Ticaret Sicil Yönetmeliğinin 7. Maddesine göre değerlendirilmesi: Görünüşe güven müessesi, ticaret hukuku mevzuatımızda özel bir hükümle ilk kez Türk Ticaret Kanunu (TTK)1 m. 37 ile birlikte düzenlenmiştir.2 Bu düzenleme, bir takım hukuki sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu sorunlardan birini de üçüncü kişilerin görünüşe güvene hangi zaman dilimden itibaren dayanabileceği hususu oluşturmaktadır. Ticaret sicilinde görünüşe güven müessesi, TTK m. 37’de “Tescil kaydı ile ilan edilen durum arasında aykırılık bulunması hâlinde, tescil edilmiş olan gerçek durumu bildikleri ispat edilmediği sürece, üçüncü kişilerin ilan edilen duruma güvenleri korunur” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, görünüşe güvenin korunması kanunda öngörülen bir takım şartların gerçekleşmesine bağlanmıştır. Ticaret sicili işlemleri bakımından oluşturulan görünüşte; tescil kayıtları değil, bu kayıtların ilanı esas alınmıştır. Bu düzenlemeyle gerçek durumdan habersiz olan üçüncü kişilerin ticaret sicili kaydına ilişkin ilanlara olan güvenleri korunmaktadır. Diğer taraftan, “Tescil ve ilanın üçüncü kişilere etkisi” kenar başlığı altında düzenlenen TTK m. 36/1’de ise; “Ticaret sicili kayıtları nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üçüncü kişiler hakkında, tescilin Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edildiği; ilanın tamamı aynı nüshada yayımlanmamış ise, son kısmının yayımlandığı günü izleyen iş gününden itibaren hukuki sonuçlarını doğurur” hükmüne yer verilmektedir.3 Bu hüküm, müteakip hüküm olan TTK m. 37 ile birlikte değerlendirildiğinde kafa karışıklığına yol açmaktadır. Zira üçüncü kişiler için ilanı izleyen iş gününe kadar hukuki sonuçların doğmadığı kabul edilirse, bu kişilerin doğmamış bir hakka dayanması da mümkün görünmemektedir. TTK m. 37’e göre ilan edilen duruma hangi zaman diliminden itibaren dayanabileceği önem arz etmektedir. Üçüncü kişilerin görünüşe güvene dayanabilmesi için ilanın yayımlanmasının yeterli mi olduğu yoksa ilanı izleyen iş gününün beklenilmesinin mi gerektiği bu çalışmanın konusu oluşturmaktadır. Kanun’da ilana ilişkin birden fazla durum düzenlenmiştir. İlk durum; ilanın aynı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi nüshasında yayımlanmasıdır. Bu halde; tescilin Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edildiği günü izleyen iş gününden itibaren üçüncü kişiler hakkında hukuki sonuçlarını doğuracağı düzenlenmiştir (m. 37/1). İkinci durum; ilanın tamamının Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nin aynı nüshasında yayımlanmamış olmasıdır. Tamamı aynı nüshada yayımlanmayan ilanlar için son kısmın yayımlandığı günü izleyen iş gününden itibaren hukuki sonuçların doğması öngörülmüştür (m. 37/1). Üçüncü durum ise; bir hususun tescil ile beraber derhâl üçüncü kişiler hakkında hukuki sonuç doğuracağına ilişkin özel hükümlerin mevcut olmasıdır (m. 37/2). Görünüşe güven müessesesine hangi zaman diliminden itibaren dayanılabileceğinin tespitinin pratik açıdan önemi; ilanın fiilen yapıldığı günü izleyen günün iş günü olmamasında ortaya çıkmaktadır. İş günü olarak değerlendirilemeyen günlerde, yanlış ilan edilen kişiyle hukuki işlem tesis eden üçüncü kişinin görünüşe güveninin hukuken korunup korunmayacağı bu çalışmada ele alınacaktır. Örneğin; (A) kişisi ticari temsilci olarak atanmak istenmiş ve (A) kişisi ticaret siciline tescil edilmiştir. Ancak ticari temsilci olarak hataen (B) kişisi ilan edilmiş olabilir. Bu halde, ticari temsilci olduğunu düşünerek (B) kişisi ile tatil gününde hukuki işlem tesis eden (C) kişisinin güveninin korunup korunmayacağı bu değerlendirmenin sonucuna bağlıdır. Eğer üçüncü kişi olduğundan bahisle üçüncü kişilere etki bakımından (C) kişisi TTK m. 36 hükmünün kapsamına dâhil edilirse, üçüncü kişiler için etkinin henüz ortaya çıkmaması sebebiyle (C) kişisinin görünüşe olan güveni hukuken korunmayacaktır. Buna karşın kanun koyucunun amacının ilanın fiilen yapılmasından itibaren görünüşe güveni korumak olduğu tespit edilirse, (C) kişisinin güveni ilanın yapılması anından itibaren hukuken korunacaktır.

Ticaret sicili işlemleri, tescil başvurusundan tescil kayıtlarının ilanına kadar devam eden bir süreçtir. Görünüşe güven müessesi ise, bu süreç içinde ticaret sicili kayıtlarına duyulan güveni değil, ilanın ortaya çıkarttığı güveni korumaktadır. Ticaret sicili işlemleri, dış dünyaya ilan yoluyla duyurulmaktadır. İlan gerçek duruma uygun olmasa da üçüncü kişiler üzerinde oluşturulan bir güven söz konusudur. Görünüşe güven müessesi; görünüşe güven teorisinin bir görünümüdür. Görünüşe güven teorisi ise; gerçekte hukuka uygun olmamasına rağmen oluşturulan dış görünüşün korunmasının haklılık kazandığı hallerde bu dış görünüşün korunmasını esas almaktadır.7 Ticaret hukuku mevzuatımızda bu teori, TTK m. 37’deki görünüşe güven müessesesi ile somutlaştırılmıştır.

Üçüncü kişiler, görünüşe güven müessesesine TTK m. 37’de öngörülen şartların mevcudiyeti halinde başvurabilir. Bunlar; bir ticaret sicili ilanının mevcudiyeti, ilanın gerçek duruma aykırılığı, dayanacak kişinin üçüncü kişi olması ve bu kişinin tescil edilen gerçek durumu bildiğinin ispat edilmemesidir. Görünüşe güvenin uygulanabilmesi bu şartların birlikte bulunmasına bağlıdır.

XI-EKONOMİK SUÇLARDA CEZA SİYASETİNİN BELİRLENMESİNDE BİR YOL OLARAK İKTİSADİ ANALİZ

Ekonomik suça ekonomik ceza söyleminde de cezanın caydırıcı olması düşüncesi yatmaktadır ve bunun sağlanabilmesi için kişinin suçu işlemekle elde edeceği kazançtan daha fazlasını ödeyeceği düşüncesine sahip olması gerekir[98].Bu bağlamda, ekonomik suçlara uygulanacak ekonomik cezaların belirlenmesinde, en azından ceza siyasetine yön verilmesinde, veri elde etmek amacıyla iktisadi analizin kullanılabileceği ileri sürülebilir[99]. Suçun mikro ekonomik tekniklerle analizinin, suç ve suçla mücadele alanında nispeten yeni bir yaklaşım olduğu kabul edilmektedir.

Suçun iktisadi analizi yapılırken, suçun arz cephesinde suçlular yer almakta, suçun faydası getireceği gelir, doğrudan maliyetiyse kanunda öngörülen cezalar olmaktadır[100].

Failin manevi sorumluluğunun ve suçun objektif ağırlığının güvenlik tedbirleri üzerinde bir etkisi yoktur; failin tehlikelilik hali ve bu halin yoğunluğu esas alınır. Faile odaklanılması, beyaz yakalılar tarafından bu suçlarda failin tehlikeliliğinin giderilmesine yardımcı olabilir.  Böylelikle, ekonomik suçlar için objektif sorumluluk halinin söz konusu olmasını savunan ve hatta bu paralelde idari cezaların daha etkin olabileceğini savunan görüşler doğrultusunda güvenlik tedbirlerinin ceza hukukundaki rolü genişletilip devreye sokulabilir.

Şirket suçları söz konusu olduğunda, soruna iki açıdan bakılabilir. Birinci açıda; şirketlerin hem iç hem de buna bağlı olarak dış işlemlerinin, tüzel kişilikleri nedeniyle çok sayıda belge bir o kadar da delil içermesidir. Şirkete ait kayıt ve belgelerin yok edilmemesi de hem de suç ve hem de suçluların tespitinde büyük öneme sahiptir. Bu bağlamda TTK’ndaki suçlar göz önüne alındığında TTK’nın 562. Maddesinin dördün, altıncı ve sekizinci fıkraları göz önüne alındığında fazla sayıda belgenin suç konusu yapıldığı gözlemlenebilir[101].

Ekonomik suçların, adi suçlardan farkı, iktisadi hayata ilişkin, şiddet içermeyen ve dolayısıyla işlenişleri, asgari mesleki veya teknik bilgiyi gerektiren suçlar olmaları, bu nedenle de CMK’nın 63. Maddesi gereği, çözümü uzmanlığı ve teknik bilgiyi gerektiren fiiller içerdiklerinden bilirkişi atanmasını adeta fiilen zorunlu hale getirmeleridir. Gerçekten de ekonomik suçlar söz konusu olduğunda, TTK’daki suçlar örneğinde de görüleceği üzere, şirketlere ilişkin öğrenilmesi ve anlaşılması teknik bilgi gerektiren bilanço, döküm defteri vb birçok ticari defter ve belge söz konusu olabileceği gibi, haksız rekabet fiillerinin değerlendirilmesinde alanında uzman kişilerin görüşü gerekebilir.

XII-SONUCUN HUKUKA AYKIRILIĞI

Sonucun hukuka aykırılığı, en genel ifadeyle, bir mutlak hakkın ihlal edilmesi halinde söz konusu olmakta ve zarar verici davranışın ortaya çıkardığı mutlak hakkın ihlali sonucun hukuka aykırılık için başlı başına yeterli olduğu fikrine dayanmaktadır[102].O halde sonucun hukuka aykırılığı bakımından, hukuka aykırılığın söz konusu olması için mutlaka hak ihlalinin gerçekleşmesinden başka bir şey aranmamakta, diğer bir ifadeyle, ayrıca bir koruma normunun ihlal edilip edilmediğine bakılmamaktadır.

Türk-İsviçre Borçlar Kanunu’nda hangi hakların haksız fiil hukukunda mutlak olarak korunduğu tek tek sayılmıştır. Buna karşılık hangi hakların mutlak hak niteliği taşıdığı, medeni hukuka ilişkin mevzuatla sınırlı olmayan kanun hükümlerinden çıkarılmaktadır.

Sonucun hukuka aykırılığı görüşüne yöneltilen eleştirilerden biri, bu görüşün yalnızca aktif bir fiil ile mutlak hakkın doğrudan ihlal edildiği durumlarda uygulama alanı bulabilmesi, diğer durumlarda, dolaylı ihlal ve yapmama fiilleri bakımından yetersiz kalmasına ilişkindir. Dolaylı ihlal, zarara sebebiyet veren kişinin, doğrudan zarar gören kişinin mutlak hakkını ihlal etmeksizin, illiyet bağı bakımından daha uzak bir zararın gerçekleşmesi için bir ortak sebep haline geldiği durumlarda söz konusudur. Doğrudan ihlalde ise, zarara sebebiyet veren kişinin davranışıyla zarar gören kişinin zararı arasında herhangi başka bir sebep mevcut değildir.

Bir yapmama fiili nedeniyle bir kişinin mutlak hakkı zarar gördüğünde, bu sonuç doğrudan doğruya hukuka aykırılığın gerçekleştiği şeklinde değerlendirilmemelidir. Eğer bir kişi hukuk düzenine göre zorunlu olmadığı bir davranışta bulunmayı ihmal ederse, bu pasif davranış(hareketsizlik) bir başkasının mutlak hakkını ihlal ediyor olsa bile hukuka aykırı değildir[103].O halde, başkası lehine belli bir davranışta bulunma yükümlülüğünün söz konusu olması için, özel bir hukuki sebebin bulunması gerekmektedir. Doktrinde, bir yapmama fiilinin hukuka aykırı kabul edilmesi için, kanunda belli bir şekilde davranma yükümlülüğünün öngörülmüş olması veya yapmamanın açıkça cezalandırılmış olması ya da yapmamanın ahlaka aykırı kabul edilmiş olması gerektiği ileri sürülmektedir.

O halde yapmama fiilleri bakımından sonuç olarak şu tespiti yapmak mümkün olacaktır: Mutlak hakların bir yapmama fiiliyle ihlal edilmesi bakımından sonucun değil, davranışın hukuka aykırılığı görüşü geçerlidir. Hukuka aykırılığın gerçekleşmesi için zararlı bir sonucun ortaya çıkması yeterli olmayıp, bir yükümlülüğün ihlal edilmiş olması aranacaktır[104].

XIII-SALT MALVARLIĞI ZARARLARININ TAZMİNİ

Türk -İsviçre Hukuku’nda, salt malvarlığı zararlarının tazmininin bir problem haline gelmesinin sebebi, haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olması için gerçekleşmesi gereken hukuka aykırılık şartının katı bir şekilde algılanmasından kaynaklanmaktadır. Mutlak bir hakkın ihlalinin dolaylı sonucu olarak ortaya çıkmayan malvarlığı zararlarının, haksız fiil hukukuna göre tazmin edilmesi iki ihtimalle mümkün olacaktır.

-Zarar göreni bu zarara karşı korumayı hedefleyen özel bir koruma normunun bulunması,

-TBK m 49/2’nin ağır şartlarının sağlanması gerekmektedir. O halde, bu konuda özel bir koruma normu bulunmuyorsa, nisbi hakların ihlali sonucunda ortaya çıkan zararlardan dolayı tazminat sorumluluğu, ancak istisnai durumlarda söz konusu olacaktır.

4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun madde 57;Her kim bu Kanuna aykırı olan eylem, karar, sözleşme veya anlaşma ile rekabeti engeller, bozar ya da kısıtlarsa yahut belirli bir mal veya hizmet piyasasındaki hâkim durumunu kötüye kullanırsa, bundan zarar görenlerin her türlü zararını tazmine mecburdur. Zararın oluşması birden fazla kişinin davranışları sonucu ortaya çıkmış ise bunlar zarardan müteselsilen sorumludur.”

4054 sayılı RKHK m 58 hükmünde;

“Rekabetin engellenmesi, bozulması veya kısıtlanması sonucu bundan zarar görenler, ödedikleri bedelle, rekabet sınırlanmasaydı ödemekte olacakları bedel arasındaki farkı zarar olarak talep edebilirler.

Rekabetin sınırlanmasından etkilenen rakip teşebbüsler, bütün zararlarının tazminini rekabeti sınırlayan teşebbüs ya da teşebbüslerden talep edebilir. Zararın belirlenmesinde, zarar gören teşebbüslerin elde etmeyi umdukları bütün kârlar, geçmiş yıllara ait bilançolar da dikkate alınarak hesaplanır.

Ortaya çıkan zarar, tarafların anlaşması ya da kararı veya ağır ihmalinin olduğu hallerden kaynaklanmaktaysa, hâkim, zarar görenlerin talebi üzerine, uğranılan maddi zararın ya da zarara neden olanların elde ettiği veya elde etmesi muhtemel olan kârların üç katı oranında tazminata hükmedebilir.”

“Dava, 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun’un 57 ve 58. maddeleri uyarınca tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece, davalı kurumun rekabet mevzuatına aykırı ve haksız fiil teşkil eden eylemlerinin bulunduğu ancak davacı tarafça tazminat hesabı için yeterli bilgi ve belgenin sunulmaması nedeniyle zararın ve illiyet bağının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Somut olayda davacı tarafından, Rekabet Kurumu’na yapılan şikayet üzerine 4054 Sayılı Kanun’un 6. maddesinin davalı tarafından ihlal edildiği kabul edilerek Kurumun kararıyla idari para cezasına hükmedildiği, bu kararın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararı üzerine kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda davacı tarafça, her ne kadar 4054 Sayılı Kanun’un 57. ve 58. maddeleri kapsamında tüm zararların tazminine ilişkin talepte bulunulmuş ise de talep edilen tazminata esas zararların detaylı incelemeye elverişli bir şekilde hangi kalemlerden ibaret olduğu somut olarak belirtilmemiştir. Bu durumda mahkemece, davacı tarafça talep edilen zararın 4054 Sayılı Kanun’un 58. maddesi kapsamında hangi kalemlerden ibaret olduğu detaylı incelemeye uygun bir biçimde somutlaştırılıp, geçmiş yıl bilançoları, Rekabet Kurumunca davalı hakkında yapılan incelemenin detayları ile zararın kapsamının belirlenmesi açısından yardımcı olacak nitelikteki tespitler belirlenerek, varsa davalının dava konusu dönemde tekel olarak faaliyette bulunduğu güzergahlardaki fiyatlandırmaları ile davacının da faaliyette bulunduğu güzergahlardaki fiyatlandırmaları arasındaki fiyat farkları nazara alınıp, zararın belirlenmesinde uygulanan fark teorisi çerçevesinde tazminat hesabında kabul gören kıstas yöntemi, piyasa kaybı yöntemi, önce-sonra yöntemi veya bunlar dışında somut uyuşmazlığın nevine, olayın oluş şekline ve ihlalin boyutuna göre uygun olan tazminat hesap yöntemi tespit edilip, varsayımsal zararın belirlenmesi için yeni bir bilirkişi heyetinden rapor alınması, belirtilen tüm bu yöntemlerle dahi zararın tespitinin mümkün olmaması halinde ise 818 Sayılı BK’nın 42. maddesi (6098 Sayılı TBK madde 50 ) uyarınca davacıya ait zarar miktarının hakkaniyete uygun bir biçimde belirlenip bu kapsamda muhik bir tazminata hükmedilmesi gerekir.”(Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2020/696 K. 2021/90 T. 18.1.2021)

Türk-İsviçre Hukuku’nda yanlış ve yanıltıcı bilgi verilmesi nedeniyle zarara uğrayan kişinin bu zararlarının tazminini bilgi veren kişiden talep etmesi önündeki engel, doktrinde halen objektif hukuka aykırılık teorisinin benimsenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Türk-İsviçre Hukukunda kişilere doğru bilgi vermekle yükümlülüğü altına sokan özel bir norm bulunmadığı için, yanlış veya yanıltıcı bilgi verilmesi sonucunda bilgi alan kişinin malvarlığından dolayı uğradığı bir zararı söz konusu olduğunda, bu durum başlı başına hukuka aykırılık teşkil etmemektedir.

Doktrinde ve uygulamada yanlış veya yanıltıcı verme davranışlarından ortaya çıkan zararlar güven zararları olarak kabul edilmekte, bu zararların tazmini ise sözleşme ve haksız fiil sorumluluğu arasında yer alan güven sorumluluğuna göre tazmin edilmektedir.

XIV-SONUÇ

Ekonomik faaliyetlerin organizasyonu ve yürütülmesinde esaslı ve hatta kabul edilebilir bir yasallık sınırına ulaşmak oldukça iddialı bir hedef olduğu gibi ekonomik alana ait sorunlarla veya suçlarla mücadelenin de tek başına yasayla gerçekleşebilmesi mümkün değildir.

Ekonomik suçlar doktrinde de kabul edildiği üzere toplumun sosyal ve kültürel yapısıyla doğrudan bağlantılıdır. Bunun yanında ekonomik suçları işleyenler tüzel kişi veya ticari işletmelerin orta ve üst düzey çalışanları olup bu suçlar ya toplum tarafından olağan karşılanır yada çok sınırlı düzeyde toplumsal alarma, korkuya paniğe yol açarlar. Bu yüzden bu suçların soruşturmasında ve yargılamasında dikkatleri suçun işlenme şekline yöneltmek suretiyle yol açtığı zarar ve tehlikeler bakımından farkındalık oluşturmak gerekir. Bu inceleme yöntem ve teknikleri pek az suçlar bakımından söz konusu olmaktadır[105].

Suçları, öncelikle birbirinden ayırmak ve daha sonra benzerleriyle sınıflandırmak üzere kullanılan en yaygın ölçüt suçun hukuki konusudur. Sınıflandırmanın hem ceza hukuku bilimi hem de yasama tekniği bakımından kaçınılmaz olduğu kabul edilir[106].

Suçun nitelikli unsurlarının hem suç genel teorisinin temelini oluşturan pek çok konuyla etkileşim içerisinde olması hem de birçok suç tipinde nitelikli unsurlara yer verilmesi ceza hukuku içerisinde ele alınan hemen her konuda nitelikli unsurlarla karşılaşılmasına yol açmaktadır.

Ceza normları bireyleri bu normlar aracılığıyla korunan hukuki değerleri ihlal edecek hareketlerde bulunmaktan imtina etmeye yönlendirir. Bunlar salt müeyyidelendirici ve tamamlayıcı bir işleve sahip olmanın ötesinde, esasen asli ve özerk bir hüviyete sahip normlardır[107].

Suçun kim tarafından, kime karşı, kimlerin katkısı ile, ne gibi araçlarla, ne şekilde, ne zaman ve ne hakkında işlendiğinin adil bir hüküm tesisi için göz önünde bulundurulması gerektiği ödeten beri bilinen ve mümkün olduğunca riayet edilen temel bir hukuk ilkesidir[108].

Ekonomik suçların nitelikli ve yapısı ve yargılaması itibariyle farklılığına dikkate çekilmiştir. Nitelikli unsurlu suç tipinin içerisinde yer alan, ancak temel suç tipinde bulunmayan unsurlar nitelikli unsurlardır. Bunlar bu nitelikleri itibariyle, irtibatlandırıldıkları özel ceza çerçevesinin uygulanması ve bu ceza çerçevesinin ağırlığının tayini bakımından belirleyici önemi haiz olan unsurlardır[109].

Suçları, öncelikle birbirinden ayırmak ve daha sonra benzerleriyle sınıflandırmak üzere kullanılan en yaygın ölçüt suçun hukuki konusudur. Sınıflandırmanın hem ceza hukuku bilimi hem de yasama tekniği bakımından kaçınılmaz olduğu kabul edilir.

Kriminoloji, özellikle ekonomi ile suç ilişkisinde farklı alanlardan beslenir; yasal çerçeve, uygulayıcının yaklaşımı, elde edilen nicel ve nitel veriler, toplumun ekonomik suçluyu değerlendirmesi gibi ayrımları gerekli görmektedir.

Geleneksel kriminoloji kural olarak temel bir yaklaşımdan hareket eder. Pozitivistlerde ise suç, süjenin özgür ve iradi tercihinin sonucu olarak değil, antropolojik, fiziksel ve sosyal neden veya nedenlerin sonucu olarak ortaya çıkar. Bu yaklaşımın sonucu olarak ceza hukukunun merkezi, soyut suçluda, somut suçlunun kişiliğine; gerçek suçluluktan failin sosyal tehlikeliliğine kaymıştır. Failin, belirli nedenler söz konusu olduğunda suç işlemek dışında alternatifi yoktur. Hal böyle olunca da suç yoksunluk/yoksulluk durumlarında ve sonuç olarak sadece özellikle en dezavantajlı halk kesimlerinde bir anlamda tehlikeli sınıflar da yaygınlaşabilir.

Ekonomik suçların karanlık alan teorileri ile açıklanıp açıklanmayacağı önemli bir değerlendirme içerir. Bir fiili, suç olarak kabul etme tercihlerinden itibaren karanlık alan tartışması yapılması gerektiği ifade edilmektedir. Karanlık alan gerçek suçluluk ile resmi organlar tarafından tespit edilen ancak kayıt altına alınmayan suçlar arasındaki farka işaret eder[110]. Karanlık alan, kendi içinde; işlenmiş olmakla birlikte herhangi bir kimse tarafından suçluluk olarak değerlendirilmeyen veya hatırlanmayan suçlar (mutlak karanlık alan) mağdur tarafından suçluluk olarak değil de özel alana ait olduğu kabul edilen(çifte karanlık alan) olarak gruplandırılır.

Ekonomik alanda işlenen haksızlıkların pek çoğu, esasında, korunan hak veya menfaat /korunan hukuksal değer olarak ceza kanunlarının kapsamında ele alınması gerekirken, idari organizasyonlara ve özel hukuk alanına bırakılmıştır. Hal böyle olunca da söz konusu hukuka aykırılıkların (bir anlamda faillerinin) davaları, ceza istatistiklerine dahil edilmezler. Sonuç olarak da eksik olan genel suçlu teorisi kapsamında değerlendirilmezler. Bu durumda fiil suç değilse kriminolojinin ilgilenmesine gerek olmadığı görüşü de öne çıkmaktadır.

Ekonomi ile suç arasındaki ilişkiye gelince, genel olarak dört grupta incelemek gerekir. Bunlardan ilki mikroekonomik teori’yi esas almasıdır. Bu yaklaşıma göre fail rasyonel bir yatırımcı/tacir gibi hareket eder.

Ceza hukuku haklı olarak hukukun ve ekonominin ana alanı olma iddiasında bulunabilir. Bentham’dan Becker’e kadar hiçbir hukuk alanı ekonomik mantığın ışıltısıyla bu kadar parlak bir şekilde aydınlatılmamıştır.

Hukukun başka hiçbir alanında ekonomi ile sıradan ahlaki duyarlılıklar arasındaki çatışmanın bu kadar keskin algılanmaması tesadüf değildir. Cezanın nasıl paylaştırılacağına karar verirken içgüdümüz geriye bakmaktır: Yanlış yapanlar, eylemlerinin kınanması oranında kınanmalıdır. Cezanın doğrudan bu sezgilerden kaynaklanması gerektiği görüşünü içsel değer intikamcılığı olarak adlandıracağım. Ekonomi ise bunun aksine ileriye dönük caydırıcılık deyimini kullanır: ceza, arzu edilen durumu ürettiği takdirde ve bu ölçüde meşrulaştırılır; eğer bu şekilde türetilen en uygun ceza derecesi, belirli bir suçun kınanabilirliği hakkındaki sezgilerle uyumsuzsa, bu sezgiler için çok daha kötü olur.

İktisat teorisi zorunlu olarak bize ceza yoluyla hangi durumları en üst düzeye çıkarmaya çalıştığımızı söyleyen bir değer teorisini varsayar. Bu teoriyi oluşturmak için bir topluluğun üyelerinin ortak sezgilerine başvurmaları gerekir. Bununla birlikte, bu şekilde türetilmiş bir değer teorisi caydırıcılık teorisine bağlandığında, sonuçlar, içkin değer cezalandırmacılığı tarafından açık bir şekilde bilgilendirildiğinde yasanın üreteceği sonuçlardan herhangi bir maddi açıdan farklı olmayacaktır. Değer teorisi ikilemi adını vereceğim bu iddiayı üç alt iddiaya indirgeyebiliriz. Birincisi, ceza hukukunun ekonomik analizinin dışarıdan belirlenmiş bir değer teorisine bağlı olmasıdır; Hukukun hangi durumu en üst düzeye çıkarmaya çalıştığına ilişkin bir açıklama yapılmadan, sonucu garanti eden caydırıcılık mantığı hayata geçemez. İkincisi, bu değer teorisi esasen politiktir; yani, demokratik bir siyasi topluluğun yasal kurumlarının kararlarında zımni olarak yer alan değerlemelerin dikkate alınmamasını haklı çıkaracak ekonomik yaklaşıma özgü hiçbir şey yoktur ve dolayısıyla herhangi bir değer teorisinin siyasi savunulmasını yasaklayan ekonomiye ait hiçbir şey yoktur. Üçüncü ve son alt iddia ise, politik olarak türetilen bu değerlendirmelerin, pratik ve kavramsal bir konu olarak, ekonomik caydırıcılık teorisinin ayırt edici normatif bileşenlerine her zaman hakim olacağıdır.

Bir araya getirildiğinde, iddialarım ceza hukukunun ekonomik analizinin içsel değer intikamcılığını eleştirme gücünden yoksun olduğunu gösteriyor. Değer teorisi olmadan en uygun caydırıcılık kararlarını veremeyiz. Değer teorileri her zaman politik olarak tartışmalıdır; Neyin başka bir şeyden daha kötü olduğuna dair herhangi bir argüman adil bir şekilde ileri sürülebilir ve uğruna mücadele edilebilir. Karar verici her zaman kendi değer teorisi hakkında optimal caydırıcılıkla ilgili diğer hususlara göre daha fazla bilgiye sahip olacağından, onun değer teorisi her zaman analizine hakim olacaktır. Dolayısıyla, bundan sonra caydırıcılık açısından vardığı sonuçları yeniden yapılandırması mümkün olsa da, bu sonuçlar aslında karar vericilerin hangi suçların diğerlerinden daha kınanması gerektiği konusundaki sezgilerinden türetilecektir. Dolayısıyla neyin daha kınanması gereken bir şey olduğu hakkında konuşsak iyi olur, yani içsel değer intikamcılığından konuşsak iyi olur.

Ekonomik caydırıcılık anlayışı iki tür belirlemeyi gerektirir. Birincisi, çeşitli büyüklükteki cezaların suç olaylarını nasıl etkilediğidir; Bu “cezaya yanıt verebilirlik” tespiti, (diğer hususların yanı sıra) çeşitli sınıftaki suçluların belirli bir suç türünden elde ettiği kazanca ve bu tür bir suç işleyen kişilerin yakalanıp mahkum edilme ihtimaline bağlıdır. İkinci tespit ise ne kadar kötü olduğudur. Çeşitli suçlar vardır. Daha önce de belirttiğim gibi, bu değer teorisi belirlemesi, belirli bir cezayla ilişkili caydırıcılık kazanımlarının, bu cezayı uygulama maliyetine değip değmeyeceğini ve sınırlı ceza kaynaklarının suçlar arasında nasıl tahsis edilmesi gerektiğini değerlendirmek için gereklidir.

Ancak bu karar verme stratejisi bireylere ilgili ve güvenilir bilgilerle ne yapacaklarını söylerken, onlara bilgiyi ne zaman ilgili ve güvenilir olarak değerlendirmeleri gerektiğini söylemez. Sonsuz gerilemeyi önlemek için bireyler, rasyonel karar teorisinden bağımsız olarak, hangi bilgilerin rasyonel karar verme algoritmasına dahil edilmeyi hak ettiğini belirlemelidir. Buna göre, içsel kınanmaya ilişkin kanaatleriyle tutarlı olduklarında ceza duyarlılığı verilerini kredilendirme ve uymadıklarında ise onları itibarsızlaştırma eğiliminde olan bir karar verici, rasyonel bir seçim ekonomistinin itiraz edebileceği hiçbir şey yapmıyor demektir. Aslında, eğer bu onu en iyi “hissettiren” bilgi filtreleme biçimiyse (örneğin, bilişsel uyumsuzluğu en aza indirdiği veya kendisini özdeşleştiği diğer kişilerle en rahat şekilde aynı hizaya getirdiği için) o zaman muhtemelen tam olarak bunu en üst düzeye çıkarmak için yapması gereken şeyi yapıyordur.

 

 

KAYNAKÇA

  • Veli Özer Özbek, Ekonomi Ceza Hukuku, Birinci Kitap Genel Hükümler, Seçkin yayınevi, Ankara 2020,
  • Sahir Erman, Şirketler ceza Hukuku, Ticari Ceza Hukuku VII, İstanbul 1993
  • Zeki Hafızoğlu/Muharrem Özen, Tük ceza Hukukunda Genel Hükümler, Ankara 2014,
  • Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Ankara: Savaş Yayınevi, 1998,
  • Yücel T. Yücel, Suç ve Ceza Anatomisi, Ankara, Yarı Açık Cezaevi Matbaası, 1973,
  • Ejder, Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Ankara: Seçkin Kitapevi, 1985,
  • Veli Özer Özbek/Mehmet Nihat Kambur/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuk Genel Hükümler, seçkin yayınevi, Ankara 2011,
  • Özgür Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar Bağlamında Türk Ticaret Kanunu’nda Düzenlenen Suçlar ve Cezalar, Seçkin yayınevi, Ankara 2018
  • Sahir Erman, özel kanunlar açısından ticari ceza hukuku, c.1 genel kısım, 2. Bası, İstanbul 1984,
  • İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara 2012
  • Serkan Meraklı, Mazeret Nedenlerinin TCK Bakımından Değerlendirilmesi, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl 5, sayı 12 2010
  • Zeynel Kangal, Ceza Hukukunda Zorunluluk Durumu, Seçkin yayınevi, Ankara 2010,
  • Klaus Tıedemann/Ayşe Nuhoğlu, Ekonomi Ceza Hukuku, Seçkin yayınevi, Ankara 2017,
  • Ayşe Nuhoğlu, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda Düzenlenen Suç ve Cezalar, Ticaret Hukukuna Hukukun Diğer İlgili Alanlarıyla Birlikte Bakış Sempozyumu, DAÜ Basımevi, Gazimağusa, 2015(ss.186-190),
  • Mustafa Ünver/İbrahim Bakırtaş, Suçun Ekonomik Analizi; Genel Bir Değerlendirme, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı.20, Nisan 2008,(ss35-56),
  • Mustafa Kemal Oğuzman/M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.II, İstanbul 2012,
  • Erdem Büyüksağiş, Yeni Sosyo-Ekonomik Boyutuyla Maddi Zarar Kavramı, İstanbul 2007,
  • Haluk Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, Akit Dışı ve Akdi Mesuliyet, İstanbul 2010,
  • Pınar Çağlayan Aksoy, Hukuka ve Ahlaka Aykırılık Unsurları Çerçevesinde Salt Malvarlığı Zararlarının Tazmini, Onikilevha, İstanbul 2016
  • Kendigelen, Abuzer: Türk Ticaret Kanunu, Değişiklikler, Yenilikler ve İlk Tespitler, 3. Bası, İstanbul, 2016, s. 309
  • Ayoğlu, Tolga: “Önemli Miktarda Şirket Varlığının Satışında Genel Kurul Kararının Hukuki Niteliği” Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 1, 2013, s. 93-104.
  • Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım, C: I, Beta Yayıncılık, İstanbul, 1994, s.7.
  • Sahir Erman, Ticari Ceza Hukuku, Genel Kısım, Matematik Araştırma Enstitüsü Baskı Atölyesi, İstanbul,1976, s. 1.
  • Kerem Can Sanlı, Hukuk ve Ekonomi Perspektifinden Sözleşme Hukuku ve Sözleşme Yaptırımlarının Ekonomik Analizi, XII Levha, İstanbul 2015, s.485

[1]              Veli Özer Özbek, Ekonomi Ceza Hukuku, Birinci Kitap Genel Hükümler, Seçkin yayınevi, Ankara 2020,

s.113

[2]              Cezalandırılabilmede kusurun gerekliliği hakkında bkz.: HIRSCH, Hans Joachim; Kusur ilkesi ve Ceza     Hukukundaki Fonksiyonu, , in: Türk Ceza Kanunu Tasarısı İçin Müzakereler (Dıskussıonsbeıtrage Zum             Entwurf Des Türkıschen Strafgesetzbuchs), (çev.Dr.Yener ÜNVER), Konya 1998, s.124.; Kusur ilkesi   ve ceza hukukundaki Fonksiyonu için bkz.: HIRSCH, s.297. Ayrıca kusurla ilgili bkz. İÇEL,Kayıhan-         A.Hakan EVİK; İçel Ceza Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2007, s.169.; VİDAL VİDAL, Georges-                MAGNOL, Josephe; Ceza Hukuku, Ankara 1946, (çev.Şinasi Z.DEVRİN),, s.124 vd.

[3]              Dönmezer – Erman, C.II, n.904.

[4]              Öztürk, Bahri – Erdem, Mustafa Ruhan – Özbek, Veli Özer; Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet

Tedbirleri Hukuku, 5.bası, Ankara 2001, s.246.

[5]              Artuk, Mehmet Emin – Gökcen, Ahmet – Yenidünya, A.Caner; 5237 Sayılı Yeni TCK.’ya göre

Hazırlanmış Ceza Hukuku Genel Hükümler I, Yeniden Gözden Geçirilmiş 2. Bası, Ankara 2006, s.617      Özgenç, İzzet, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi (Genel Hükümler), Ankara, 2005, s.245 vd.

[6]              Centel, Nur – Zafer, Hamide – Çakmut, Özlem; Türk Ceza Hukukuna Giriş, Dördüncü Bası, İstanbul,

2006, s.342.

[7]              İçel-Evik, s.167.

[8]              Koca, Mahmut; YTCK’da Hukuka Uygunluk Sebepleri, Ceza hukuku Dergisi, (CHD), Y.1, S.1, s.119.

[9]              Özbek, Veli Özer; CMK İzmir Şerhi, Ankara 2005, s.274.

[10]            Konuyla ilgili teori ve görüşler için bkz.:Erem, Faruk; Ümanist Doktrin Açısından Türk Ceza Hukuku,

Onüçüncü Baskı, Ankara 1995, C.1, s.487 vd.; Vidalmagnol, s.124.

[11]            Dönmezer-Erman, C.2, n.917, s.256.

[12]            Artuk-Gökcen-Yenidünya, s.622.; Özgenç, Gazi Şerhi, s.247 vd.

[13]            Dönmezer-Erman, C.2, n.904 vd., s.241.

[14]            Veli Özer Özbek, Ekonomi Ceza Hukuku, s.113

[15]            Veli Özer Özbek, Ekonomi Ceza Hukuku, s.113

[16]            Kerem Can Sanlı, Hukuk ve Ekonomi Perspektifinden Sözleşme Hukuku ve Sözleşme Yaptırımlarının

Ekonomik Analizi, XII Levha, İstanbul 2015, s.485

[17]            Kerem Can Sanlı, Hukuk ve Ekonomi Perspektifinden Sözleşme Hukuku ve Sözleşme Yaptırımlarının

Ekonomik Analizi, s.497

[18]            Aynı yönde bkz. Güner, Uğur, Ekonomik Suçlar ve Ekonomi Ceza Hukukuna İlişkin Yasal Düzenlemeler,

Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Durmuş Tezcan’a Armağan, C.21, Özel         Sayı, 2019, s.1420. Erman’a göre, ekonomik suçun tarifinde değilse de bu tür suçların tasnifinde, ilgili            suç tipinin düzenlendiği kanun nazara alınabilir. (Bkz. Erman, Sahir, Ticari Ceza Hukuku, C.1, Genel                Kısım, 3. Bası, İstanbul, 1992, s.57.)

[19]            Benzer tanım için bkz. Mahmutoğlu, s.34. Ekonomik suçları sosyolojik açıdan değerlendiren bu

yaklaşımın, faili esas alarak suçun değerlendirilmesinin suçun yarattığı haksızlığı ortaya koymuyor            olması dolayısıyla eleştiriye açık olduğu hususunda ayrıca bkz. Dursun (Gizem), s.856.

[20]            Asuman Aytekin İnceoğlu, Bankacılık Kanunu’nda Yer Alan Suçlar, Yayımlanmamış Doktora Tezi,

İstanbul, 2006, s. 6-7, dn. 12).

[21]            Ozan Sercan Taşkın, Beyaz Yaka Suçları Bağlamında Ekonomi ve Suç İlişkisi Üzerine Kriminolojik Bir

Değerlendirme, İzmir Ekonomi üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Günleri-II, Editör Veli Özer    Özbek, Seçkin yayınevi, Ankara 2023, s.132

[22]            Mahmutoğlu Fatih Selami, Ekonomik Suçlar Bağlamında Kredi Hukukundan Kaynaklanan Suç ve İdari

Suçlar, s. 32;

[23]            Dursun, Selman: Ekonomik Suçlar ve Bankacılık Suçları Bağlamında Bankacılık Düzenine Karşı İşlenen

Suçlar, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2006  . s. 37.

[24]            Erman, a.g.e. s. 2.

[25]            Mahmutoğlu, a.g.e. s. 30.

[26]            Cin Şensoy, Şehnaz: “Ekonomik Suç Kavramı ve Ekonomik Suçların Kriminolojik Özellikleri”, Çetin

Özek Armağanı, İstanbul, 2004.. s.830).

[27]            Tosun, Öztekin: “Türkiye’de İktisadi Suçlar”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C:

XXVI, S: 1-4, İstanbul, 1961

[28]            Öztekin Tosun, “Türkiye’de İktisadi Suçlar”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C: XXVI,                S: 1-4, İstanbul, 1961, s. 14.

[29]            Sahir Erman, Ticari Ceza Hukuku I- Genel Kısım, İ.Ü. Basımevi ve Film Merkezi, İstanbul, 1992, s. 3.

[30]            Erman, Ticari Ceza Hukuku, s. 3.

[31]            İnceoğlu, Asuman Aytekin: Bankacılık Kanunu’nda Yer Alan Suçlar, Yayımlanmamış Doktora Tezi,         İstanbul, 2006, s. 10; Erman, Sahir: Ticari Ceza Hukuku I- Genel Kısım, İ.Ü. Basımevi ve Film Merkezi, İstanbul, 1992, s. 4; Dursun, Selman: Ekonomik Suçlar ve Bankacılık Suçları Bağlamında Bankacılık            Düzenine Karşı İşlenen Suçlar, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 34;

[32]            Mahmutoğlu, a.g.e, s. 33.

[33]            Mahmutoğlu, a.g.e, s. 33.

[34]            Erman, Ekonomik Suçların Tesbitinde Suç Siyaseti, s. 18-19.

[35]            Mahmutoğlu, a.g.e. s. 34; Cin Şensoy, a.g.m. s. 834.

[36]            Erman, Ticari Ceza Hukuku, s. 4.

[37]            Erman tarafından yapılan tanımda ekonomik suçların faillerine ilişkin getirilen sınırlandırmanın

kriminolojik tanımları çağrıştırdığı, ancak bu sınırlandırmanın daha çok ekonomik suçların özgü suç          niteliğini belirtmek için kullanıldığı ifade edilmektedir. (Bkz. Dursun, a.g.e. s. 35, dn. 32).

[38]            Erman, Ekonomik Suçların Tesbitinde Suç Siyaseti, s. 18-19.

[39]            Mahmutoğlu, a.g.e. s. 34; Cin Şensoy, a.g.m. s. 834.

[40]            Erman, Ticari Ceza Hukuku, s. 4.

[41]            Dursun, a.g.e. s. 35, dn. 32).

[42]            Fatih Selami Mahmutoğlu, “Bankacılık Suçları Bağlamında Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri”, Türkiye’de

Organize Suçlarla Mücadelenin Avrupa Birliği’ne Uyum Süreci Çerçevesinde Değerlendirilmesi, Panel    5 Ekim 2001, Bildiriler ve Tartışmalar, Yönetici: Kayıhan İçel, Yayına Hazırlayan: Yener Ünver,         İÜHFCHKAUM, İstanbul, 2002, s. 94.

[43]            Ayhan Önder, Ceza Hukuku Dersleri, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1992, s. 3.

[44]            İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi (Genel Hükümler), Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2005, s. 199.

[45]            Dursun, a.g.e. s. 37.

[46]            Sulhi Dönmezer, “Öntasarı Hakkında Genel Bilgi”, Ekonomik Suçlar ve Ceza Kanunu Öntasarısı               Sempozyumu, 17-18 Nisan 1987, İstanbul Ticaret Odası Yayını, İstanbul, 1987, s. 20.

[47]            Dursun, a.g.e. s. 44.

[48]            Fatih Selami Mahmutoğlu, “Ekonomi Hukuku – Ekonomik Suçlar ve Ekonomi Ceza Hukuku”, Güncel

Hukuk Dergisi, S: 23, Kasım 2005, s. 18.

[49]            Mahmutoğlu, a.g.m. s. 18.

[50]            Mahmutoğlu, a.g.m. s. 18.

[51]            Erman, ticari ceza hukuku kavramını, ticaret hayatı ile bir suretle ilişkisi olup da, ceza yaptırımı ile            korunan bütün hukuk kurallarının ifade edildiğini belirtmiştir. Ancak yazar, kavram olarak ticari ceza   hukukunun tercih edilmesini şu şekilde açıklamıştır: “(…) özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında ve               bundan sonra ceza müeyyidesine başvuran bu hukuk branşları öylesine çoğalmıştır ki, adeta bu branşlar

sayısınca ceza hukukunun özel bir takım kısımlarının ortaya çıktığından bile bahsedilmeye başlanmıştır.

Böylece Mali veya Vergi Ceza Hukuku, Sosyal ve Çalışma Ceza Hukuku, İktisadi ya da Ticari Ceza          Hukuku diye bölünmeler vücuda gelmiş, hatta daha da özelleştirmek suretiyle, Ticari Şirketler Ceza   Hukuku gibi alt bölünmelerden bile söz edilmiştir. Biz, bu kadar bölünme ve dağılma karşısında, inceleme        ve araştırma alanımızı sınırlamakla işe başlamayı sadece uygun değil, ayrıca zorunlu bulmaktayız.” (Bkz.        Erman, a.g.e. s. 1). Bu noktada belirtmek gerekir ki, Erman, hukuki bir kurum olarak inceleme   yapıldığında ticari suç, kriminolojik bir olay olarak ele alındığında ise ekonomik suç ifadelerini   kullanmanın uygun olduğunu belirtmiş ise de kanaatimizce bu yönde yapılacak ayrımdan da öte ekonomi        ve ticaret kavramlarının kapsamlarından da görüleceği üzere ekonomi ceza hukuku, ticari ceza hukukunu             kapsayıcı, üst bir alan niteliğindedir. (Bkz. Erman, a.g.e. s. 2, dn. 6).

[52]            Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler ya da Genel Hükümler şeklindeki kullanım yerine Özel Ceza Hukuku

veya Genel Ceza Hukuku ifadelerinin kullanılması daha doğru olacaktır. Nitekim hüküm kelimesi, yargı   anlamına gelmektedir ve doğru bir kullanım değildir. Fransız hukukunda “Droit Penal Spécial” (Özel          Ceza Hukuku), Alman hukukunda ise “Strafrecht Besondere Teil” (Ceza Hukuku Özel Kısım) ifadelerinin              kullanılmasından da bu durum görülmektedir. (Doktrinde, Özel Ceza Hukuku şeklindeki kullanımın              örneği için bkz. Köksal Bayraktar/Vesile Sonay Evik/Gülşah Kurt, Özel Ceza Hukuku Uluslararası      Suçlar, C: I, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2016, s. 1 vd.).

[53]            Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım, C: I, Beta Yayıncılık, İstanbul, 1994, s.

7.

[54]            Sahir Erman, Ticari Ceza Hukuku, Genel Kısım, Matematik Araştırma Enstitüsü Baskı Atölyesi, İstanbul,

1976, s. 1.

[55]            Sahir Erman, Şirketler Ceza Hukuku, Ticari Ceza Hukuku VII, İstanbul 1993, s.120

[56]            Zeki Hafızoğlu/Muharrem Özen, Tük ceza Hukukunda Genel Hükümler, Ankara 2014, s.260

[57]            Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Ankara: Savaş Yayınevi, 1998, s. 6.

[58]            Yücel T. Yücel, Suç ve Ceza Anatomisi, Ankara, Yarı Açık Cezaevi Matbaası, 1973, s. 11.

[59]            Ejder, Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Ankara: Seçkin Kitapevi, 1985, s. 134, 665.

[60]            Yücel, s. 11.

[61]            Erman, age, s.120

[62]            Veli Özer Özbek/Mehmet Nihat Kambur/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuk

Genel Hükümler, seçkin yayınevi, Ankara 2011, s.144

[63]            Sahir Erman, Şirketler Ceza Hukuku, s.50; Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.132

[64]            Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.132

[65]            Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.133

[66]            Klaus Tıedemann/Ayşe Nuhoğlu, Ekonomi Ceza Hukuku, Seçkin yayınevi, Ankara 2017, s.66-67

[67]            Klaus Tıedemann/Ayşe Nuhoğlu, Ekonomi Ceza Hukuku, s.129

[68]            Fatih Selami Mahmutoğlu, Ekonomik Suçlar Bağlamında Kredi Hukukundan Kaynaklanan Suç ve İdari

Suçlar, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2003, s. 29.

[69]            Klaus Tıedemann/Ayşe Nuhoğlu, Ekonomi Ceza Hukuku,s.129-130

[70]            Klaus Tıedemann/Ayşe Nuhoğlu, Ekonomi Ceza Hukuku,s.133

[71]            MADDE 20– (1) Tacir olan veya olmayan bir kişiye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş      olan tacir, uygun bir ücret isteyebilir. Ayrıca, tacir, verdiği avanslar ve yaptığı giderler için, ödeme          tarihinden itibaren faize hak kazanır.

[72]            MADDE 18(2) Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket

                etmesi gerekir.

[73]            Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E. 2021/1371 K. 2022/3129 T. 7.6.2022(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[74]            Yargıtay 19. Hukuk Dairesi E. 2014/11194 K. 2015/8133 T. 2.6.2015(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[75]            İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi E. 2018/182 K. 2020/1776 T. 24.9.2020(Kazancı

İçtihat Bilgi Bankası)

[76]            Yargıtay 4. Hukuk Dairesi E. 2018/4243 K. 2019/1396 T. 12.3.2019(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[77]            Özgür Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar Bağlamında Türk Ticaret Kanunu’nda Düzenlenen Suçlar ve

Cezalar, Seçkin yayınevi, Ankara 2018, s.134

[78]            Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.134

[79]            Sahir Erman, özel kanunlar açısından ticari ceza hukuku, c.1 genel kısım, 2. Bası, İstanbul 1984, s.103-     104

[80]            Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.134

[81]            İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara 2012, s.285

[82]            Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.134

[83]            Klaus Tıedemann/Ayşe Nuhoğlu, Ekonomi Ceza Hukuku,s.122-123

[84]            Klaus Tıedemann/Ayşe Nuhoğlu, Ekonomi Ceza Hukuku,s.123

[85]            Klaus Tıedemann/Ayşe Nuhoğlu, Ekonomi Ceza Hukuku,s.127

[86]            Veli Özer Özbek, Ekonomi Ceza Hukuku, s.114

[87]            Serkan Meraklı, Mazeret Nedenlerinin TCK Bakımından Değerlendirilmesi, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl

5, sayı 12 2010, s.262

[88]            Hafızoğulları/Özen, Genel (2014), s.303

[89]            Aksi görüş Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.130

[90]            Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s. 130; Zeynel Kangal, Ceza Hukukunda Zorunluluk Durumu, Seçkin

yayınevi, Ankara 2010, s.48

[91]            Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.130-131

[92]            Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.137

 

[93]            Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2022/653 K. 2023/4496 T. 13.7.2023(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[94]            Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2020/1478 K. 2021/620 T. 1.2.2021(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

[95]            Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2016/1848 K. 2017/4574 T. 20.9.2017(kazancı İçtihat Bilgi Bankası)

 

[96]            Kendigelen, Abuzer: Türk Ticaret Kanunu, Değişiklikler, Yenilikler ve İlk Tespitler, 3. Bası, İstanbul,

2016, s. 309

[97]            Ayoğlu, Tolga: “Önemli Miktarda Şirket Varlığının Satışında Genel Kurul Kararının Hukuki Niteliği”

Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 1, 2013, s. 93-104.

[98]            Ayşe Nuhoğlu, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda Düzenlenen Suç ve Cezalar, Ticaret Hukukuna

Hukukun Diğer İlgili Alanlarıyla Birlikte Bakış Sempozyumu, DAÜ Basımevi, Gazimağusa,       2015(ss.186-190), s.187

[99]            Klaus Tıedemann/Ayşe Nuhoğlu, Ekonomi Ceza Hukuku, s.46

[100]          Mustafa Ünver/İbrahim Bakırtaş, Suçun Ekonomik Analizi; Genel Bir Değerlendirme, Dumlupınar

Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı.20, Nisan 2008,(ss35-56), s.38

[101]           Küçüktaşdemir, Ekonomik Suçlar, s.183

[102]          Mustafa Kemal Oğuzman/M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C.II, İstanbul 2012, s.15;

Erdem Büyüksağiş, Yeni Sosyo-Ekonomik Boyutuyla Maddi Zarar Kavramı, İstanbul 2007, s.102; Haluk                 Tandoğan, Türk Mesliyet Hukuku, Akit Dışı ve Akdi Mesuliyet, İstanbul 2010, s.21

[103]           Pınar Çağlayan Aksoy, Hukuka ve Ahlaka Aykırılık Unsurları Çerçevesinde Salt Malvarlığı Zararlarının

Tazmini, Onikilevha, İstanbul 2016, s.164

[104]           Pınar Çağlayan Aksoy, Hukuka ve Ahlaka Aykırılık Unsurları Çerçevesinde…,s.165

[105]           Ozan Sercan Taşkın, Beyaz Yaka Suçları Bağlamında Ekonomi ve Suç İlişkisi Üzerine Kriminolojik Bir

Değerlendirme, İzmir Ekonomi üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Günleri-II, Editör Veli Özer    Özbek, Seçkin yayınevi, Ankara 2023, s.125

[106]          Toroslu Nevzat, Cürümlerin Tasnifi Bakımından Suçun Hukuki Konusu, Ankara Üniversitesi Hukuk

Fakültesi yayınları, No:273, Sevinç Matbaası, Ankara 1970, s.125

[107]          Yağız Yavuz, Suçun Nitelikli Unsurları, Onikilevha İstanbul Arşivi 2023,s.9

[108]          Dönmezer/S. Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım C.II, s.339

[109]           Yağız Yavuz, Suçun Nitelikli Unsurları, Onikilevha İstanbul Arşivi 2023,s.54-55

[110]          Artuk: M :Emin/ Alşahin, M. Emin, Kriminoloji, Güncelenmiş ve Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, Adalet

yayınevi, Ankara 2022, s.138; Demirbaş Timur, Kriminoloji, Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, Seçkin               yayınevi, Ankara 2020, s.96; Sokollu Akıncı, Füsun, Kriminoloji, 12. Baskı, Beta, İstanbul 2016, s.810

Şahin hukuk bürosu osmaniye

1998 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra Osmaniye Barosunda stajımı tamamlayarak aynı ilde ofisimi açtım..

Poyraz İşhanı A Blok K:4 No:14 Merkez/ Osmaniye
0(505) 624 96 03