EKONOMİK SUÇLARDA BEYAZ NORMLAR
VE YANILMA TEORİSİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Av.Hüseyin Şahin
27/06/2024
ÖZET
Ceza normları kural olarak tipikliği belirleyen davranış ve tipikliğe aykırılığın müeyyidesini ortaya koyan yaptırım normlarından oluşmaktadır. Buna karşılık kanun koyucu özellikle yan ceza hukuku olarak adlandırılan özel ceza kanunlarında bu kuraldan ayrılmıştır. Bu hallerde kanun koyucu yaptırımı ortaya koymuş, tipikliğin unsurlarını ise tam olarak belirlemiştir.
Bu gibi durumlarda beyaz norm (çerçeve norm) kavramından bahsedilmektedir. Suç teşkil eden eylemin yaptırımını belirleyen buna karşın tipikliğin içeriğinin belirlenmesi hususunda tamamen veya kısmen başka hükümlere göndermede bulunan beyaz normların hata teorisi çerçevesinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği tartışmalıdır.
Beyaz normlarda göndermenin hedefi olan hukuk normunun varlığına ilişkin failin içine düştüğü hatanın, unsur yanılgısı mı yoksa yasak yanılgısı mı olarak değerlendirilmesi gerektiği incelemede dikkate alınacak önemli detay olarak algılanmalıdır.
Cezalandırma yoluna gidilebilmesi için suç işleyen kişinin haksızlık bilincine sahip olmasının gerekliliği, kusur ilkesinin bir sonucudur. Haksızlık bilinci, suç işleyen kişinin, işlediği fiilinin hukuk düzeni ile çatışma hâlinde olduğunu bilmesidir. Algılama yeteneğine sahip olan kişinin kural olarak haksızlık bilincine de sahip olduğu kabul edilmektedir. Bazı durumlarda fail, fiilinin hukuk düzeni tarafından tasvip edildiği hususunda hataya düşebilmektedir. Burada suçun maddi unsurları üzerinde bir hata söz konusu olmayıp, fiili hukuka aykırı kılan hukuk normu üzerinde hataya düşülmektedir. TCK m. 30/4, söz konusu hatanın kaçınılmaz olduğu durumları “haksızlık yanılgısı” adı altında kusurluluğu kaldıran bir sebep olarak düzenlemiştir.
Yasak normunda yanılma, failin haksızlık oluşturan maddi vakıaya ilişkin tam bir bilgiye sahip olduğu halde, gerçekleştirdiği eylemin yasak olduğunu bilmemesi olarak tanımlanmaktadır1. Tipte yanılmanın kapsamına suçun normatif unsurlarının da girdiğini hatırlayacak olursak, şu belirlemede bulunmak mümkündür: “Yasak normunda yanılmada gerçeklik (yalnız natüralist bakış açısından değil, normatif unsurlar da dahil olmak üzere), (…) yasak normunun dikkate alınmasını ve buna aykırı davranılmamasını mümkün kılacak mükemmel bir açıklıkla algılanmış olmalıdır”. Bu durumda, yasak yanılgısı ile tipte yanılmanın birbirinden ayrılması için gereken ölçüt şu şekilde belirlenmektedir: Tipte yanılma, yasal suç tipinin objektif unsurlarına ilişkinken, yasak yanılgısı, suç tipine ilişkin her türlü bilgiye sahip bulunulduğu halde, eylemin hukuka aykırı olduğunun bilinmemesidir. Yasak normunda yanılma ile haksızlık bilinci kavramları birbirlerini bütünleyen ve aslında aynı olgunun iki farklı görünüşü olarak da tanımlanabilecek kavramlardır. Gerçekten, yasak yanılgısının var sayılabilmesi için, failin eylemi gerçekleştirirken haksızlık bilincinden (Unrechtsbewusstsein) yoksun davranmış olması gereklidir. Yani fail, yaptığı eylemin, kendisine uygulanacak ceza hukuku normlarına göre suç olduğunu bilmemeli, yaptığını haklı bir davranış olarak görmelidir ki, yasak yanılgısına düştüğü kabul edilebilsin. Haksızlık bilinci, yasak normuna ilişkin olumlu bir bilgiye karşılık gelmektedir. Nitekim, Alman Federal Mahkemesi’nin tanımına göre haksızlık bilinci, “failin yaptığı davranışın hukuken izin verilmiş değil, yasaklanmış bir eylem olduğunu bilmesi”dir. Bu koşul klasik Türk öğretisinde genel olarak “yanılmanın esaslı olması” olarak ifade edilen koşula denk gelmektedir. Buna göre, failin yanılgısının dikkate alınması için “yanılmamış olsaydı eyleminin hukuka uygun sayılması” gerekmektedir. Yasak normunda yanılma açısından, tipte yanılmada olduğu gibi bir “failin bilincindeki gerçeklik ile objektif gerçeklik” arasındaki bir tutarsızlıktan söz etmek mümkün değildir. Ancak, bir bütün olarak hukuk düzeninin de objektif gerçekliğin bir parçasını oluşturduğu düşünüldüğünde, koşut bir tanıma ulaşmak mümkündür. Gerçekten de yasak yanılgısına düşen fail yanılmamış olsaydı, eylemi yürürlükte bulunacak hukuk normlarına göre herhangi bir suç oluşturmayacaktır8. Yani, failin bilincinde geçerli olan farklı bir hukuk düzeninin, onu farklı kurallara bağlı tutması ve eylemin haksızlığının onun bilincinde bu şekilde ortadan kalkması söz konusudur. Bu durumda, “failin bilincinde geçerli olan ceza normları ile gerçekte yürürlükte bulunan ceza normları” arasında bir tutarsızlıktan söz edilir.
Böyle bir tutarsızlığın bulunması da, failin kendi davranışının haksızlık oluşturduğunu bilmemesi, yani haksızlık bilincinin bulunmaması sonucunu doğurur. Bu bakış açısından, yasak yanılgısı ile haksızlık bilinci kavramı arasındaki ilişki, tipte yanılma ve kast arasındaki ilişkiye denk gelir. Yani tipte (esaslı) yanılma nasıl kastı ortadan kaldıran bir neden ise, yasak normunda (esaslı) yanılma da haksızlık bilincini ortadan kaldırır9. Özetle, haksızlık bilinci, belirli bir eylem açısından, failin kendi eylemini hukuk düzenine ve toplumsal normlara aykırı olarak değerlendirmesi şeklinde ortaya çıkan bilişsel bir öğedir; bu öğenin yokluğu ise, yasak yanılgısının ceza sorumluluğunu etkilemesinin ilk koşuludur.
Anahtar Kelimeler: Hata, tipte hata, kastı kaldıran hata, yasak yanılgısı, haksızlık yanılgısı, kastı kaldırmayan hata
SUMMARY
Penal norms, as a rule, consist of behavior that determines typicality and sanction norms that reveal the sanctions of non-typicality. On the other hand, the legislator deviated from this rule, especially in special criminal laws called subsidiary criminal law. In these cases, the legislator has introduced the sanction and has fully determined the elements of typicality.
In such cases, the concept of white norm (frame norm) is mentioned. It is controversial how white norms, which determine the sanction of a criminal act but refer entirely or partially to other provisions in determining the content of typicality, should be evaluated within the framework of error theory.
Whether the error made by the perpetrator regarding the existence of the legal norm, which is the target of the reference in white norms, should be evaluated as an element error or a prohibition error should be perceived as an important detail to be taken into account in the examination.
The necessity of the person committing a crime to have awareness of injustice in order to be punished is a consequence of the principle of fault. Awareness of injustice is the person committing a crime knowing that his act is in conflict with the legal order. It is accepted that the person who has the ability to perceive, as a rule, also has the awareness of injustice. In some cases, the perpetrator may make a mistake that his act is approved by the legal order. Here, there is no mistake on the material elements of the crime, but a mistake is made on the legal norm that makes the act unlawful. TCK art. 30/4 regulates the situations in which the mistake in question is inevitable as a reason that removes fault under the name of “mistake of injustice”.
Error in the prohibition norm is defined as the perpetrator not knowing that the action he is performing is prohibited, even though he has full knowledge of the material fact that constitutes injustice. If we remember that the normative elements of the crime are also included in the scope of type error, it is possible to make the following determination: “Reality in making a mistake in the prohibition norm (not only from the naturalistic point of view, but also including the normative elements) makes it possible for the prohibition norm to be taken into account and not to act contrary to it.” It must be perceived with a perfect clarity that makes it possible.” In this case, the criterion required to distinguish between prohibition fallacy and typographical error is determined as follows: While typographical error is related to the objective elements of the legal crime type, prohibition fallacy is not knowing that the action is against the law despite having all kinds of information about the crime type. The concepts of error in the prohibition norm and awareness of injustice are concepts that complement each other and can actually be defined as two different aspects of the same phenomenon. Indeed, in order for the fallacy of prohibition to be assumed, the perpetrator must have acted without awareness of injustice (Unrechtsbewusstsein) while performing the action. In other words, the perpetrator should not know that the action he has committed is a crime according to the criminal law norms that will be applied to him, and should see what he has done as a justified behavior, so that it can be accepted that he has fallen into the mistake of prohibition. Consciousness of injustice corresponds to a positive knowledge of the norm of prohibition. As a matter of fact, according to the definition of the German Federal Court, awareness of injustice is “the knowledge that the perpetrator’s behavior is not legally permitted, but prohibited.”
This condition corresponds to the condition generally expressed as “essential error” in classical Turkish teaching. Accordingly, in order for the perpetrator’s mistake to be taken into account, “if he had not been mistaken, his action would have been considered lawful”. In terms of error in the prohibition norm, it is not possible to talk about an inconsistency between the “reality in the consciousness of the perpetrator and the objective reality” as in the type of error. However, considering that the legal order as a whole also forms a part of objective reality, it is possible to reach a parallel definition. Indeed, if the perpetrator who made the mistake of prohibition had not made a mistake, his action would not constitute any crime according to the legal norms in force8. In other words, a different legal order valid in the consciousness of the perpetrator binds him to different rules, and in this way the injustice of the action disappears in his consciousness. In this case, there is an inconsistency between “the criminal norms valid in the consciousness of the perpetrator and the criminal norms in effect in reality.”
Such an inconsistency The existence of such an inconsistency results in the perpetrator not knowing that his own behavior constitutes injustice, that is, lacking awareness of injustice. From this point of view, the relationship between the fallacy of prohibition and the concept of consciousness of injustice corresponds to the relationship between type fallacy and intent. In other words, just as a (fundamental) mistake in type is a reason that eliminates intent, a (fundamental) mistake in the prohibition norm eliminates the consciousness of injustice9. In summary, consciousness of injustice is a cognitive element that emerges in terms of a specific action, as the perpetrator evaluates his own action as contrary to the legal order and social norms; The absence of this element is the first condition for the prohibition error to affect criminal responsibility.
Key Words: Error, type error, error that negates intent, error of prohibition, error of injustice, error that does not negate intent.
I-GİRİŞ
Hatanın ceza sorumluluğuna nasıl etki edeceği, ceza hukukçularını oldukça uzun bir zamandan bu yana meşgul eden bir konudur. Çünkü failin içinde düştüğü yanılgının hukuki sonuçlarının belirlenebilmesi hususu, suç genel teorisinin iki temel konusu olan haksızlık ve kusur kavramları ile yakından ilgilidir.
Bu kavramlara ceza hukuku okulları çerçevesinde farklı yaklaşılması hata kavramına ilişkin birçok teorinin ortaya çıkmış olmasına neden olmuştur[1].
Hatta suçun yapısal unsurlarına aynı öğreti çerçevesinde yaklaşan yazarların dahi, söz konusu, hata doktrini olduğunda, benzer olaylarda farklı sonuçlara ulaşması hiç de istisna değildir. Bu durum TCK’nın 30. Maddesinin hata kavramına yer vermesi sonrasında da değişmemiştir.
TCK m 30 kusur teorisi çerçevesinde kastı kaldıran hata ve kastı kaldırmayan hata ayrımını kabul etmiş ise de, failin içine düştüğü hatanın unsur hatası mı yasak hatası mı kabul edilmesi gerektiği bazı noktalarda halen belirsizdir. Bu belirsizliğin sürdüğü alanlardan biri ekonomi , ekonomik veya ticari ceza ve kabahatler hukukunda çok önemli bir yer teşkil eden beyaz normlardır.
II-ÇERÇEVE NORMLAR VE ÇERÇEVE UNSURLAR
Temel ceza hukuku normları ile yan ceza hukukunun birbirine yaklaştığı önemli bir alan, çerçeve normlardır. Çerçeve normların varlığı konusunda öğretide görüş birliği bulunmasına karşın, bunların kesin bir şekilde tanımlanması ve diğer normlardan, özellikle de normatif unsurların ağırlıkta bulunduğu suç tiplerinden ayırt edilmesi her zaman kolay olmamaktadır.
Ceza normlarında kural olarak iki ana bileşen bulunmaktadır: Davranış normu ve yaptırım normu. Özellikle temel ceza hukuku alanında her bir suç tipi kural olarak bu iki bileşeni de birlikte içerirler. Bununla birlikte, özellikle yan ceza hukukundaki bazı suç tiplerinde ceza yaptırımı belirlenmekle birlikte, suç tipinin unsurlarının sınırları tam olarak çizilmiş değildir. İşte en dar anlamıyla çerçeve norm, suç teşkil eden eylemin yalnızca yaptırımını belirleyen ve suç tipinin içeriği için kısmen veya tamamen normun dışındaki başka kaynaklara göndermede bulunan bir normdur. Suç tipinin unsurları ise, göndermenin hedefi olan bu kaynaklarda belirlenir. Söz konusu hukuk kaynakları yasalar veya idarenin tüzük ve yönetmelik gibi genel düzenleyici veya birel koşul işlemleri olabilecektir. Çerçevesi ceza normunda belirlenen bu suç tipinin içeriği, başka hukuk kaynakları tarafından doldurulduğundan, bu normlara beyaza norm veya bizim tercih ettiğimiz terimle çerçeve norm adı verilmektedir (Blankettnormen).
Çerçeve normlar, salt yaptırım normu dışında bazı belirlemelere de yer vererek, suçun unsurlarından birinin veya birkaçının doldurulmasını genel olarak yasa dışında yer alan mevzuata bırakabilirler. Burada dar anlamda çerçeve norm söz konusu olmasa da, içi yasalar dışında doldurulacak unsurlar açısından “çerçeve unsur” terimi kullanılmaktadır (Blankettmerkmal). Buna göre, bir suç tipinde, başka yerde düzenlenen yükümlülüklere açık bir göndermede bulunulduğu her durumda, bir çerçeve unsurdan söz edilir. Ceza normunun anlamına tam olarak ulaşabilmek için, ceza yasalarında düzenlenen suç tipinin, göndermede bulunulan norm ile birlikte, bir bütün olarak dikkate alınması gerekir.
Çerçeve unsurların tanımına bakıldığında, normatif unsurlarla gösterdikleri koşutluk hemen ortaya çıkmaktadır. Gerçekten, normatif unsurların da tam olarak anlaşılabilmesi ve doğru bir şekilde yorumlanabilmesi için, suç tipinin dışında kalan hukuk kaynaklarının dikkate alınması gerekmektedir. Bununla birlikte, bu iki unsur türü arasında bir nitelik farkı bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçekten çerçeve unsurlarda göndermede bulunan hukuk kaynakları, haksızlığın konusunu oluşturan eylemi yalnızca şekli koşulları ile değil, maddi içeriği ile de tanımlamaktadır.
Çerçeve unsurların normatif unsurlardan ayrıldığı bir başka nokta ise, bunlarda yasak normunun ilgili suç tipi yolu ile tamamlanmasının farklı bir merci tarafından ve farklı bir zamanda gerçekleşmesi”dir. Yani yasa koyucu çerçeve normu düzenlerken, göndermenin hedefi olan normun ileride kendi iradesinden bağımsız bir şekilde değiştirilebileceğini ve bu değişikliğin yasak normunun bir parçası olacağını öngörmüş ve hatta tam olarak bu sonucu hedeflemiştir. Normatif unsurlarda ise, ilgili unsurun yorumu açısından geçerli olan hukuksal normlar ileride değişebilecek olsa dahi, yasağın ve iznin kapsamının belirlenmesi, bu kaynağı düzenleyecek mercie bırakılmış değildir. Normatif unsurların klasik örneği olan, hırsızlık suçundaki taşınır malın “başkasına ait olması” unsurunu ele alacak olursak, taşınır mal mülkiyetinin koşulları Medeni Kanun tarafından belirlenmektedir, fakat hırsızlık suçu açısından tipik eylemi oluşturacak davranış normuna ilişkin bir belirleme yer almadığından, bir çerçeve unsur söz konusu değildir.
Kısacası, salt normatif bir unsurdan değil de, bir çerçeve normdan söz edilebilmesi için, suçun konusunu oluşturan davranışın, çerçevenin içini dolduran hedef norm tarafından belirlenmesi gerekir. Fakat yakın zamanda, bu ayırımın daha da belirginleştirilmesi ve maddi ölçütlere dayandırılması gerektiği iddia edilmektedir.
Normatif unsurların betimleyici unsurlardan ayırt edilmesine ilişkin olarak açıkladığımız görüşler, burada çerçeve normlar açısından yansımasını bulmaktadır.
Kanımızca, normatif unsurların betimleyici unsurlardan ayırt edilmesi açısından kabul ettiğimiz ölçütler burada da genel olarak uygulanmalıdır. İki normun koruduğu hukuksal değerin örtüşmesi, fakat bir normun diğerini içine alacak şekilde unsurlarından bazılarını bu normun içeriği ile doldurulacağını öngörmesi durumunda çerçeve normdan söz etmek gerekir.
Çerçeve unsurlar, eylemin genelini değerlendiren unsurlardan da ayrılmaktadır. eylemin genelini değerlendiren unsurlar, suç tipinin maddi unsurları arasında bulunan ve fakat haksızlığın temelini oluşturan tipe uygun eylemi tanımlayan kendine özgü bir tanım içermemekte, buna karşılık eylemin bir bütün olarak hukuka uygun veya aykırı olduğu noktasında bir belirlemede bulunmaktadırlar; bu nedenle de aslen tipin bir parçası olarak sayılmazlar. Çerçeve unsurlar ise, her durumda hukuka aykırılığa değil, tipe uygun eyleme ilişkindir, yalnızca tipi bütün hatları ile belirlemezler.
III-KAVRAMSAL OLARAK BEYAZ NORM
Ceza normunun öngördüğü eylemin haksızlık teşkil ettiği bazen kendiliğinden ortadadır. “Delicta mala per se” olarak adlandırılan ve insan öldürme suçunun örnek olarak verildiği durumlarda, eylemin hangi toplumsal yaşam şekli kabul edilirse edilsin ceza ile müeyyide altına alındığı, ceza kanununun ilgili maddesine bakıldığı an anlaşılmaktadır.
Ceza kanun hükümlerinde bazı eylemler cezalandırılmaktadır. Müeyyide altına alınan haksızlığın ne olduğu, yalnızca ilgili ceza normuna bakılarak anlaşılamamaktadır. Müeyyide altına alınan haksızlığın sınırı, kanun koyucunun diğer hukuk dalları ile ilgili olarak ortaya koyduğu normların da anlaşılması, bunlara da dikkat edilmesi sonucu belirlenebilmektedir. Kanun koyucu en temel suç tiplerinde dahi, tipikliğin sınırlarını çizerken başka bazı kanunlara göndermelerde bulunmaktadır.
Her ne kadar ceza normları kural olarak davranış ve yaptırım normlarından oluşmakta ise de hukuk uygulayıcılarının fail tarafından yapılan eylemin madde metninde yer alan tipikliği gerçekleştirmediğini ve gerçekleştirmiş ise de buna uygulanacak yaptırımın türünü ve miktarını belirlemesi için yalnızca kanunun ilgili maddesine bakması yeterli olmaktadır. Ancak bunun her zaman genel geçer bir olgu olmadığı ortadadır. Çünkü kanun koyucu çoğu zaman suç tipinin sınırlarını tam olarak belirlememektedir. Normda ele alınan eylemin haksızlık oluşturup oluşturmadığının belirlenmesinde, ceza hukuku dışındaki diğer hukuk dallarına göndermeler yapılmaktadır[2].
Bir ceza normunun tipikliği belirlenirken, diğer normlara atıf yapılması genelde iki şekilde olur. Kanun koyucu ya tipiklikte normatif unsurlara yer verir yada ilgili maddeyi doğrudan beyaz norm olarak düzenler.
1-Suçun maddi unsurları deskriptif (betimleyici, tanımlanabilir) ne normatif (değerlendirilebilir) şeklinde ikili bir ayrıma tabi tutulmaktadır.
2-Beyaz normlar da aynen normatif unsurlar gibi, kanun koyucunun başka normlara atıf yaparken kullandığı bir yöntemdir. Ancak bu iki yöntem arasında bazı farklılıkların olduğu kabul edilmektedir. Kanun koyucu normatif unsurun ne olduğunu ceza normunun kendisinde yer vermekte; ancak bu unsurun içeriğinin nasıl doldurulması gerektiği noktasında ceza hukuku dışındaki düzenlemelere yollama yapmaktadır.
3- Normatif unsurlar ile beyaz normların birbirinden ayrılması TTK m 62 örneğinde olduğu gibi beyaz normun yalnızca yaptırımı belirlemesi halinde kolaydır. Hem beyaz norm hem de normatif unsurlara yer veren norm özelliği gösteren melez düzenlemelerin nasıl sınıflandırılması gerektiği tartışmaları da beraberinde getirmektedir.
KAYNAKÇA
- Reşit Karahasan, Beyaz normların Yanılma Teorisi Açısından Değerlendirilmesi,
Karşılaştırmalı Hukukta Ekonomik Suçlar Uluslararası Sempozyumu Tebliğler, Editörler: İzzet Özgenç/Cumhur Şahin/Faruk Turhan, Seçkin Yayınevi, Ankara 2020, s.161
- Ragıp Barış Erman, Yanılmanın Ceza Sorumluluğuna Etkisi, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Doktora Tezi, İstanbul 2006
[1] Reşit Karahasan, Beyaz normların Yanılma Teorisi Açısından Değerlendirilmesi, Karşılaştırmalı Hukukta
Ekonomik Suçlar Uluslararası Sempozyumu Tebliğler, Editörler: İzzet Özgenç/Cumhur Şahin/Faruk
Turhan, Seçkin Yayınevi, Ankara 2020, s.161
[2] Ragıp Barış Erman, Yanılmanın Ceza Sorumluluğuna Etkisi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Doktora Tezi, İstanbul 2006




