ALACAĞIN KISMEN İKRARI VE ÖDENMESİ HALİNDE ZAMANAŞIMININ KESİLMESİ
Interruption Of The Statute Of Limitation In Case Of Partial Acknowledgement And Payment Of The Claim
Av.Hüseyin Şahin
31/05/2025
ÖZET
Kanunda öngörülen sebeplerden birinin ortaya çıkmasıyla o ana kadar işlemiş olan zamanaşımı ortadan kalkar (TBK m 154). Bu duruma zamanaşımının kesilmesi sonucu bağlanmaktadır. Zamanaşımını kesen sebeplerden biri de kanunda düzenlendiği üzere borçlunun borcunu ikrar etmesidir (TBK m 154/I). İkrardan sonra süre kural olarak yeni bir süre olarak başlar (TBK m 156/I). Borcun bir senetle ikrar edilmesi durumunda yeni sürenin her zaman 10 yıl olacağını düzenlemiştir (TBK m 156/II).
Senet, bir hukuki işlemi veya vakıayı belgelendirmek için yazılmış, resmi bir makam tarafından onaylanmış veya kendisine karşı delil oluşturan kimseler tarafından imza edilmiş yazılı belge olarak tarif edilmektedir. Buna göre senet bir belge iken her belge de bir senet değildir. Bir belgenin senet olarak kabulü için; cismani varlığının bulunması, yazılı olması, belli bir vakıa hakkında borçlunun irade beyanını içermesi ve altının borçlu tarafından imzalanması gerekmektedir.
İkrar kavramı ise; saklamayıp söylemek, itiraf etmek, dil ile söylemek, bildirmek, tasdik etmek, kabul etmek veya birinin, başka birinin kendisinden olan hakkını, alacağını haber vermesi gibi anlamlar olarak kabul edilmektedir. İkrarın zamanaşımını kesebilmesi için beyanın, kural olarak borçlu ya da yetkili temsilci tarafından alacaklı veya yetkili temsilcisine sunulması, verilmesi gerekmektedir. Bunun yanında bazı istisna hallerde üçüncü kişiye yönelmiş bir beyanın da ikrar niteliği taşıyacağı kabul edilmektedir. İkrar eylemi, şekle bağlı bir işlem değildir. Ancak senetle ikrar olarak kabul etmek için borçlunun borcunu yazılı olarak ikrar etmesi gerekmektedir.
İkrar eylemi, şekle bağlı bir işlem değildir. Ancak senetle ikrar olarak kabul etmek için borçlunun borcunu yazılı olarak ikrar etmesi gerekmektedir. İkrar sebebe bağlı olabileceği gibi soyut da olabilir. İkrar edilen miktarın belli olması şartıyla soyut ikrar da zamanaşımını kesmektedir. Zamanaşımını kesen ikrar tek taraflı bir irade beyanı olabileceği gibi bir sözleşme şeklinde de ortaya çıkabilir. Yargıtay kararlarında sözleşme içindeki beyanları senetle ikrar olarak kabul etmektedir.
Tadil sözleşmesi ile borç ilişkisinin içeriği değiştirilmektedir. Bu şekildeki sözleşme ile yapılan borç tanıma işlemi senetle ikrar niteliğinde kabul edilmektedir.
Sulh sözleşmesiyle çoğu zaman borç ortadan kaldırılmakta ise de borcun kısmının devam etmesi mümkündür. Yazılı bir sulh sözleşmesi ile borçlu bir miktar borcun varlığını ve devam etmekte olduğunu kabul etmişse zamanaşımı senetle kesilmiş sayılır ve yeni zamanaşımı süresi 10 yıl olarak kabul edilir.
İbra ile de borçlunun borcu sona erebilmektedir. Kısmı ibra da mümkün olduğundan kısmi ibra halinde ibraya konu olmayan kısım için borç devam eder. Borçlar Hukukunda ibra şekle bağlı olmamakla birlikte yazılı şekilde bir kısmi ibra sözleşmesi yapılması halinde borcun kalan kısmı için zamanaşımının kesildiğini ve yeni sürenin 10 yıl olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Yargıtay da pek çok işlemi borcun senetle ikrarı olarak kabul etmektedir. Borcun protokolle taahhüdü, hak ediş tutanağı düzenlenmesi, kesin hesap sözleşmesi yapılması, kat malikler kurulu kararının tüm kat maliklerince imzalanması gibi durumlarda yargıtay zamanaşımının senetle kesilmiş sayılacağına ve yeni başlayan zamanaşımı süresinin 10 yıl olacağına hükmetmiştir.
Anahtar Kelimeler: İkrar kavramı, Borcun ikrarı, senetle ikrar, zamanaşımı, tadil sözleşmesi, Sulh sözleşmesi, yazılı sulh sözleşmesi, ibra ve sulh sözleşmesi, değişen zamanaşımı süreleri
SUMMARY
The statute of limitations that has been in effect until that moment is terminated when one of the reasons stipulated in the law occurs (TBK article 154). This situation is attributed to the interruption of the statute of limitations. One of the reasons that interrupts the statute of limitations is the debtor’s acknowledgement of his debt, as regulated in the law (TBK article 154/I). After the acknowledgement, the period starts as a new period as a rule (TBK article 156/I). It has been regulated that if the debt is acknowledged with a promissory note, the new period will always be 10 years (TBK article 156/II). A promissory note is defined as a written document written to document a legal transaction or event, approved by an official authority or signed by persons who constitute evidence against it. Accordingly, while a promissory note is a document, not every document is a promissory note. In order for a document to be accepted as a promissory note; it must have physical existence, be in writing, contain the debtor’s declaration of intent regarding a certain event and be signed by the debtor.
The concept of confession is accepted as meanings such as not hiding but telling, confessing, verbally stating, informing, confirming, accepting or informing someone of someone else’s right or receivable. In order for confession to interrupt the statute of limitations, the declaration must be presented and given by the debtor or authorized representative to the creditor or authorized representative as a rule. In addition, it is accepted that a declaration directed to a third person will also be considered as an acknowledgement in some exceptional cases. The act of confession is not a transaction that is bound by form. However, in order to accept it as an acknowledgement by promissory note, the debtor must acknowledge his debt in writing. The act of confession is not a transaction that is bound by form. However, in order to accept it as an acknowledgement by promissory note, the debtor must acknowledge his debt in writing. The confession may be related to a reason or it may be abstract. Provided that the amount confessed is certain, an abstract confession also interrupts the statute of limitations. The confession that interrupts the statute of limitations may be a unilateral declaration of intent or it may occur in the form of a contract. In its decisions, the Supreme Court accepts the statements in the contract as an acknowledgement by promissory note.
The content of the debt relationship is changed with the amendment agreement. The debt recognition transaction made with this type of agreement is accepted as an acknowledgement by promissory note.
Although the debt is often eliminated with a settlement agreement, it is possible for a part of the debt to continue. If the debtor has accepted the existence and continuation of a certain amount of debt with a written settlement agreement, the statute of limitations is deemed to have been interrupted by the promissory note and the new statute of limitations is accepted as 10 years.
The debtor’s debt can also be terminated with a discharge. Since partial discharge is also possible, the debt continues for the part not subject to discharge in the case of partial discharge. Although discharge is not dependent on the form in the Law of Obligations, it should be accepted that if a partial discharge agreement is made in writing, the statute of limitations is interrupted for the remaining part of the debt and the new period is 10 years.
The Court of Cassation also accepts many transactions as an acknowledgement of debt by promissory note. In cases where the debt is committed with a protocol, a progress payment report is prepared, a final account contract is made, and the decision of the condominium owners’ council is signed by all condominium owners, the Supreme Court has ruled that the statute of limitations will be deemed to have been interrupted with a promissory note and the newly started statute of limitations will be 10 years.
Keywords: The concept of confession, confession of debt, confession by promissory note, statute of limitations, amendment contract, settlement contract, written settlement contract, discharge and settlement contract, changing limitation periods
İKRAR KAVRAMI, İKRARIN TARAFLARI, ŞEKLİ
İkrar kavram olarak saklamayıp söylemek, itiraf etmek, dil ile söylemek, bildirmek, tasdik etmek, kabul etmek, birinin, başka birinin kendisinden olan hakkını, alacağını haber vermesi gibi anlama gelmektedir[1].
Usul Hukuku anlamında ikrar, bir taraftan kendi aleyhine olan bir durumun varlığını mahkemenin huzurunda beyan etmesidir. Borçlar Hukuku anlamında ise borçlunun borcunu kabul ettiğini gösteren bir davranışta veya beyanda bulunmasıdır[2].
TBK’nda ikrar kavramı 84,154 ve 156.maddelerde geçmektedir. TBK m 84 hükmünde alacaklının kısmen ifayı kabul etmesi halinde borçlunun, borcun kendisi tarafından ikrar olunan kısmını ifadan kaçınamayacağı düzenlenmiştir.
TBK 154. Madde hükmünde ikrar, zamanaşımını kesen sebepler arasında sayılırken TBK madde 156 hükmünde borcun bir senetle ikrar edilmesi halinde yeni sürenin her zaman 10 yıl olacağı hükme bağlanmıştır[3].
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 17. Maddesinde “borcun sebebini ihtiva etmemiş olsa bile borç ikrarı muteberdir.” denilmektedir. İkrar kavramının belirlenmesinde ilk hareket noktası açısından bu hüküm önemlidir.
Bazı yazarlara göre borç ikrarı ve borç vaadi kavramları farklı olarak değerlendirilmiştir. Borç ikrarında ikrar ile birlikte yeni bir borç ilişkisi kurulmamaktadır[4].
İKRARIN TARAFLARI VE ŞEKİL
İkrar genelde tek taraflı bir irade beyanı şeklinde karşımıza çıkar. Böyle bir durumda beyanın sonuç doğurabilmesi için muhataba ulaşması gerekmektedir. İrade beyanının muhataba ulaşmasıyla birlikte zamanaşımı kesilir ve ertesi gün yeni bir süre işlemeye başlar[5].
Borç ikrarı borçlu ya da yetkili temsilcisi tarafından yapılmalıdır[6]. Borçlunun onay vermesi ile üçüncü kişi tarafından yapılan bir beyan ya da ikrar olarak anlaşılabilecek davranışların da zamanaşımını keseceği kabul edilmektedir[7].
Borçlunun beyanı doğrudan doğruya alacaklıya veya onun yetkili temsilcisine yönelik olmalıdır. Alacaklıya yönelmeyen, üçüncü kişiye hitaben yapılan ikrar zamanaşımını kesmez[8].Bununla birlikte doktrinde, borçlu bir üçüncü şahsa ikrarda bulunurken, bu ikrarın alacaklının bilgisine sunulacağını ciddi olarak öngörmüşse zamanaşımının kesileceği ifade edilmektedir[9].
Doktrindeki hakim görüşe göre borç ikrarı şekle bağlı bir işlem değildir[10].Ancak ispat hukuku açısından şekil önemli olabilir[11].Bunun yanında tarafların kendi aralarında anlaşarak bu işlemi adi ya da resmi şekle bağlı hale getirmeleri de mümkündür. Bu durumda borçlunun veya yetkili temsilcisinin açık veya örtülü bir şekilde alacaklıya borçlu olduğunu kabul etmesi halinde zamanaşımı kesilir. Bu beyandan, borçlunun kendisini hukuken o borçla bağlı hissettiğinin anlaşılması şarttır[12].Senetle ikrardan söz edebilmek için beyanın yazıya geçirilmesi gerekmektedir[13].İkrarın bağlayıcılığının sebebi, borçlunun kendisini borçla bağlı hissettiğini beyan etmesine ve alacaklının bu beyana güvenmesinden kaynaklanmaktadır. Borçlu bu iradesini açıkça ya da kanaat verici bir davranışla ortaya koymasına delalet eder. Açık bir irade beyanı olmasa da kanun, borçlunun bu tür davranışları nedeniyle zamanaşımının kesilmesine izin vermesinin nedeni, alacaklının borçlu tarafından açıklanan bu yöndeki beyana güvenmesi ve bu yüzden dava açmak için bir nedeninin olmadığını düşünmesidir[14].
İKRARIN HUKUKİ NİTELİĞİ
İrade açıklamaları hukuki işlemler ile hukuki işlem benzerlerinden ibaret olup irade beyanı belli bir hukuki sonuca yönelmektedir. Bu yönelmiş irade beyanı ise bağlayıcı bir sonuç olup beyan sahibi istese de istemese de bağlayıcıdır.
İkrarın, izah edilen yönü için ayrım içinde nereye yerleştirileceği, hangi hükümlerin nasıl uygulanacağını belirleyebilmek açısından önemlidir. Kanunun ikrara bağladığı sonuçlar düşünüldüğünde hukuki işlemlere uygulanan hükümleri uygulanması zarureti ortaya çıkar. Çünkü ikrara ağır sonuçlar bağlanmıştır. TBK m 18’de düzenlenen soyut borç tanıması (ikrarı)ile ise yeni bir borç ilişkisi kurulabilmektedir. TBK m 154 ve 156 da düzenlenen ikrar zamanaşımını kesmekte ve yeni bir süre başlatmaktadır. Kanunun ağır sonuçlar bağladığı ikrara ehliyet konusunda hukuki işlemlere uygulanan kuralların da uygulanmaması düşünülemez.
Doktrinde hukuka uygun fiiller, irade açıklamaları, düşünce açıklamaları ve duygu açıklamaları olarak üçe ayrılmakta ise de bu kavramlar arasındaki sınır yeterince belirgin değildir. İkrarı hukuki işlem benzeri değil, hukuki işlem olarak kabul etmek doğru olacaktır.
Borç ikrarı sebebe bağlı olabileceği gibi soyu da olabilir. Bir kimse hangi sebeple olursa olsun borçlu olduğunu bildirirse sebebe bağlı borç ikrarından bahsedilir. Sebep zikredilmezse soyut borç soyut borç ikrarından bahsedilir. İkisi arasındaki fark ikrarın sebebinin gösterilip gösterilmemesidir.
İkrarın zamanaşımını kesebilmesi için zamanaşımı süresinin dolmamış olmasının gerekir gerekmediği tartışmalı olsa da dolmuş olsa bile yeni bir sürenin işlemeye başlayacağı kabul edilmektedir. Ancak muaccel olmayan bir borç için ikrarın zamanaşımına etkisi bulunmamaktadır.
Zamanaşımını kesen ikrar genellikle tek taraflı irade beyanı olarak karşımıza çıkmaktadır. İki taraf olan alacaklı ve borçlunun imzalayarak oluşturdukları bir belgede yer alan beyanın ikrar sayılıp sayılmayacağı konusunda tereddütler bulunmaktadır.
İkrar kavramı ile akla genellikle tek taraflı irade açıklamaları gelse de ikrarın mutlaka tek taraflı olması şart olmayıp TBK m 18 anlamında soyut borç ikrarı hakim görüşe göre tek taraflı bir hukuki işlem değil, aksine bir sözleşmedir[15].
İkrar beyanının alacaklı ile borçlu arasında kurulan herhangi bir sözleşme içinde yer alabilir. Böyle bir durumda da ikrar hükmünü doğurur. Şu halde bir senedin veya sözleşmenin altında her iki tarafın da imzasının bulunması bu belgedeki beyanı borç ikrarı olmaktan çıkarmaz. Yargıtay kararlarında ve doktrinde bu tür her iki tarafın imzasını taşıyan belgeler senet olarak kabul edilmektedir.
TADİL SÖZLEŞMESİ VE BORÇ İKRARI
Tadil sözleşmesi TBK’nda düzenlenmemiştir. Doktrinde dar ve geniş olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Dar anlamda tadil sözleşmesinde sözleşmenin içeriği değiştirilmiş olmakta; geniş anlamda tadil ile de borç ilişkisinin taraflarının değişmesi veya kısmen ya da tamamen sona erdirilmesidir[16].Sözleşmenin tadilinin sona erdirilmesinden farklı bir kavram olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşten yola çıkıldığında yazılı şekle tabi olan bir sözleşmenin şartlarını hafifletmek bile yazılı şekilde yapılması gereken bir tadil sözleşmesi ile mümkün olduğu kabul edilmekte iken TBK m 13/1 ve eBK m 12/1 hükümlerine göre tarafların aralarındaki borç ilişkisi tamamen sona ermesi için ve yeni edim gerektiren borçlar doğmasını engelleyecek sona erdirme sözleşmesinin şekilsiz olarak yapılabilmesi kabul edilmez bulunmaktadır[17].
Doktrinde; tadil sözleşmesine geniş bir anlam yüklemek gerektiği önerilmektedir. Çünkü böyle bir durumda tadil sözleşmesinin yenileme, ibra ve bozma sözleşmesi gibi benzer sözleşmeler arasındaki farkı önemli ölçüde kaldıracağı kabul edilmektedir.
Tadil sözleşmesi dar anlamıyla ele alındığında içerik değişikliği kastedilmektedir. Bu durumda içerik değişse de borç sona ermez, varlığını korur. Mevcut borca ilişkin defiler ve savunmalar tadil sözleşmesi halinde de varlığını devam ettirir[18].Tadil sözleşmesi içeriği değiştir şekilde ve yazılı olarak yapılmışsa, borçlunun sözleşmeye yansıyan beyanını borcun bir senetle ikrarı olarak kabul etmek gerekir. Ancak senetten söz edebilmek için tek taraflı irade beyanı olmaması, her iki tarafın da imzasını taşıyan bir belge senet olarak kabul edilmelidir. Yargıtay kararlarında senetle yapılan tadil sözleşmelerini senetle borç ikrarı olarak kabul etmektedir. Borcu yenilememek kaydıyla, sonradan düzenlenen bir sözleşme içinde borç ikrarı varsa ve ikrar edilen rakam belli ise bu bir senetle borç ikrarı olarak kabul edilmelidir[19].
SULH SÖZLEŞMESİ VE BORÇ İKRARI
Tarafların karşılıklı tavizler vermek suretiyle aralarındaki anlaşmazlık veya şüpheli duruma son vermelerine sulh; bu amaçla yapılan sözleşmeye ise sulh sözleşmesi adı verilir. Sulh Sözleşmesi kanunda düzenlenmemiştir. Ancak sözleşme hürriyeti ilkesi gereğince, TBK m 27’ye aykırı olmamak kaydıyla taraflar diledikleri konuda sulh sözleşmesi yapabilirler[20].Sözleşme serbestisine rağmen tarafların üzerinde tasarruf edemeyecekleri bir konuda sulh sözleşmesi yapmaları durumunda yapılan sözleşme emredici hükümlere aykırı düşeceği için geçersiz olur[21].
Sulh sözleşmesi uygulamada mahkeme içi ve mahkeme dışı olmak üzere gruplandırılsa da inceleme konumuz yönünden mahkeme dışında yapılan sulh sözleşmelerini dikkate almamız gerekmektedir. Kanunda düzenlemesi olmayan bu sulh sözleşmesinin zorunlu bir şekli yoktur. Ancak ispat yönünden yazılı yapılması uygun olacaktır[22]. Uygulamada genel olarak yazılı şekil tercih edilmektedir[23].
Belge tanımının yapıldığı diğer mevzuatları incelemenin belgelerin sahip olması gereken özellikleri anlayabilmeye olumlu bir katkı yapacağı düşünülmektedir. Güvenli elektronik imzalı belgelerin senet hükmünde olduğunu belirten Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) da belge tanımı bulunmaktadır. Kanun’da, belgenin bir bilgi taşıyıcısı olduğu yönünde çok geniş bir tanım yapıldığı görülse de, belge hüviyeti taşımanın bir özelliğinin de uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli araç olması gerektiği anlaşılmaktadır (HMK, 2011). HMK’daki bu tanım, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nda da görülmektedir (Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, 2003). Belge tanımına tanık olunan bir diğer prosedür ise Damga Vergisi Kanunu’dur. Kanun’a göre, belgelerin yazılı olması, imza içermesi ve herhangi bir hususu ispat edebilmesi gerekmektedir (Damga Vergisi Kanunu, 1964). Bununla birlikte Yargıtay kararlarında da belgenin tanımı yapılmıştır. Belgenin, belirli bir düşünce, hukuki ilişki veya vakayı yansıtan, başka bir deyişle hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir irade beyanını içeren ve düzenleyicisinin kim olduğunu gösteren yazılı evrak olarak tanımlandığı görülmektedir[24].
Sulh Sözleşmesiyle çoğu zaman borçlunun borcu sona erer. Bu sözleşmenin TBK bakımından amacı, tarafların taleplerinden bazılarından vazgeçmeleri ile ortaya çıkmaktadır. Fakat sulh sözleşmesiyle sadece taraflardan biri yönünden vazgeçme olmayıp kısmi kabul, kısmi feragat şeklinde de ortaya çıkabilmektedir.
Sulh sözleşmesi ile borcun tamamı ortadan kaldırılmamışsa ve bir miktar borç-alacak ilişkisi devam ediyorsa sulh sözleşmesiyle ortaya konulan beyan ikrar niteliğinde bir beyan olarak kabul edilir ve zamanaşımını keser. Bu ikrar yazılı olarak beyan edilmiş ve sözleşmeye bağlanmışsa senetle ikrar edilmiş sayılarak TBK m 156/II ye göre yeni zamanaşımı süresi 10 yıl olur[25]. Fakat bu sonucun ortaya çıkabilmesi için sulh sözleşmesi kapsamında mevcut ilişkiden kaynaklanan bir borcun borçlu tarafından tanınmış olması gerekir[26].
Dava, işçilik alacağının tahsili istemine ilişkindir.
“Davaya konu işçilik alacakları niteliği itibariyle genel anlamda ücret niteliğinde olup bu hâliyle gerek İş Kanunu’nun 32. maddesinin son fıkrası gerekse de genel kanun niteliğinde olan TBK’nın 147. maddesinin 1. fıkrası gereği beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu açıktır. Milli Savunma Bakanı namına personel başkanı imzası ile yayımlanan ve Türk Harb-İş Sendikasına gönderilen “İntibaktan Kaynaklanan İşçi Alacakları” konulu yazı içeriğinde yargı yoluna başvurmayanlar için komisyon raporundaki derece tespitlerinin esas alınarak 18.01.2013 tarihinden geriye doğru son beş yıl için intibaka bağlı olarak ücret ve ücret dışı işçilik alacaklarının 659 Sayılı KHK kapsamında sulh sözleşmesi yapılarak gecikmeye mahal vermeden ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. 13.11.2014 tarihli yazı, 18.01.2013 tarihinden geriye doğru son beş yıl için 21.02.2012 tarihli protokol kapsamında oluşturulan intibak komisyonu tarafından belirlenen derece farklarının işçiye ödenmesi noktasında kesin bir kabul içermekle, anılan protokol öngörülen hakların ikrarı mahiyetindedir. Bu ikrar niteliğinde olan belgenin zamanaşımını kesen sebeplerden biri olduğu ve kesilen zamanaşımının da yeniden işlemeye başlaması gerektiği sabittir. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 156. maddesinde zamanaşımının kesilmesiyle yeni bir süre işlemeye başlayacağı kurala bağlanmıştır. Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmışsa yeni sürenin on yıl olduğu aynı maddenin 2. fıkrasında belirtilmiş ise de; dava konusu fark işçilik alacaklarının bir senetle ikrar edilmediği, mahkeme veya hakem kararına da bağlanmadığı dikkate alındığında, sözü edilen kuralın somut uyuşmazlıkta uygulanması mümkün değildir. Zira 13.11.2014 tarihli yazı ve 21.02.2012 tarihli protokol uyarınca oluşturulan komisyon kararına göre belirlenen intibak derecesi kapsamında davaya konu ücret ve ücret dışı alacaklar belirlenebilir mahiyette olsa da açıkça borç miktarı gösterilmemiştir. Açıkça borç miktarının yer almadığı belgenin Türk Borçlar Kanunu’nun 156. maddesinin 2. fıkrası anlamında senet olarak değerlendirilmesi mümkün olmaz. Bu durumda dava konusu alacaklar için yeni süre, işçilik alacakları için öngörülen beş yıllık süre olmalıdır. Sonuç itibariyle dava konusu fark işçilik alacaklarına uygulanması gereken zamanaşımı süresi beş yıl olup Milli Savunma Bakanlığının 13.11.2014 tarihli yazısı ikrar niteliğinde olduğundan zamanaşımı süresi bu yazı ile kesilmiş ve bu tarih itibariyle de yeni beş yıllık zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlamıştır. Eldeki dava açıldığında beş yıllık zamanaşımı süresi dolmamıştır. Bu durumda mahkemece işin esasına girilerek dava konusu alacaklar yönünden bir değerlendirme yapılmalıdır. Hâl böyle olunca direnme kararının bozulması gerekmiştir.”[27]
İBRA VE BORÇ İKRARI
Alacaklı ile borçlunun aralarındaki borcu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla yapmış oldukları sözleşmeye ibra sözleşmesi adı verilmektedir. İbra sözleşmesiyle alacaklı alacak hakkından vazgeçerken borçlu da bu irade beyanını kabul ederek borcundan kurtulmaktadır[28]. Tek taraflı olarak alacaklının alacağından vazgeçmesi ibra değildir[29].
İbra ile borç tamamen ortadan kaldırılmışsa zamanaşımı konusunda bir sorun kalmaz. Ancak kısmi ibra anlaşmasının da mümkün olması sebebiyle alacak kısmen ibra edildiği için borçlu edim sorumluluğundan kısmen kurtulsa da kalan alacak miktarı için zamanaşımı süresi devam eder[30].İbra bir sözleşme olduğundan bu sözleşmenin tamamlanması için borçlunun zımni de olsa bir kabul beyanının olması gerekir. İbra konusunda verilen ikrar irade beyanı da şekle tabi değildir. Ancak bu konuda verilen ikrar yazılı olarak bildirilmişse borcun kısmen kabulü beyanı[31] ikrar sayılarak ikrar irade beyanı ile yeniden başlayan zamanaşımı süresi 10 yıl olarak kabul edilmektedir[32].
Alacaklı ve borçlunun aralarında mevcut bir borcu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya ve bu suretle borçlunun borçtan kurtulmasına yönelik sözleşmeye “ibra sözleşmesi” denir. Bu özelliğiyle ibra, borcu sona erdiren sebeplerden birini oluşturur. İbra sözleşmesinin geçerli olması için, tarafların karşılıklı irade beyanlarının ibra sebebi üzerinde birbirine uygun olması gerekir. Bu sözleşmenin zorunlu içeriği, alacaklı ve borçlunun belirli bir alacağı ortadan kaldırma iradeleridir. İbra edilen borç bütün kapsamıyla kesin olarak belirtilmelidir. Genel sözlerle geçiştirilen, içeriği tam belli olmayan ibra sözleşmeleri dar yorumlanmalıdır[33].
TBK madde 132[34] hükmüyle ibra sözleşmesi[35] kural olarak herhangi bir şekle tabi tutulmamışsa da aynı kanun 420[36]. Maddesinde hizmet sözleşmesi bakımından bu kurala bir istisna getirilmiştir.
İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ise 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinde öngörülmüştür[37]. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir[38].
Yazılı ibra sözleşmesini işçi alacaklı sıfatıyla imzalamışsa, ibraname başlıklı belgeye son paragraf olarak yazılı kısımda ise ibra edilen borç-alacak ilişkisi bütün kapsamıyla belirtilmediği durumlarda geçerli bir ibranameden söz edilemeyecektir. Bu durumda davaya konu edildiğinde mahkemece, tarafların tüm delilleri toplandıktan sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekir[39]. İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir[40].
Yazılı şekilde yapılan ancak TBK m 420 hükmünde belirlenen şartları taşımayan ve bu sebeple geçersiz kabul edilen işçi alacaklarına ilişkin ibranın zamanaşımını kesip kesmeyeceği konusunda işçi lehine yorum yapılarak geçersiz olan bu ibra sözleşmesinin zamanaşımını keseceği kabul edilmektedir[41]. Bunun temel gerekçesi ise işverenin borçlu olduğunu ve miktarını yazılı bir sözleşme ile ikrar etmiş olduğundan bu ikrar beyanı zamanaşımını keserek yeni bir zamanaşımı süresi başlayacağı ve bu sürenin de 10 yıl olacağı kabul edilmektedir. İşçi alacakları 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi olmasına rağmen iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren 1 aylık süre içinde bir ibraname imzalanması halinde ibraname kanuna göre geçersiz olsa da borcun bir senetle ikrarı söz konusu olacağından zamanaşımı kesilir ve 10 yıllık zamanaşımı süresi yeniden başlar. İşçi alacaklarında 5 yıl olan zamanaşımı süresi yazılı ve senede bağlanan ikrar sözleşmesi sebebiyle 10 yıla çıkmaktadır[42] (TBK m 147/I-b, 1; 457 S. İş Kanunu m 32/VIII).
Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp istenmesini, önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
İşte bundan dolayı, yasalarda öngörülen zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayabilmesi için öncelikle talep konusu hakkın istenebilir bir konuma, duruma gelmesi gerekmektedir. Yasalarda hakkın istenebilir konumuna, diğer bir anlatımla yerine getirilmesinin gerektiği güne, ödeme günü denmektedir. Bir hak, var olsa bile, o hakkın istenmesi için gerekli koşullar gerçekleşmedikçe istenemez.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan hâkim tarafından, yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur.
6098 Sayılı Kanun’un 149. maddesinde “Zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Alacağın muaccel olmasının bir bildirime bağlı olduğu hâllerde, zamanaşımı bu bildirimin yapılabileceği günden işlemeye başlar.” düzenlemesine yer verilmiştir. Aynı Kanun’un 117. maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez. 6098 Sayılı Kanun’un 147. Maddesinde ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağı belirtilmiştir[43].
YARGITAY TARAFINDAN BORÇ İKRARI OLARAK KABUL EDİLEN BAZI İŞLEMLER
Çalışmanın genelinde de bahsedildiği üzere, ikrar beyanı tek taraflı bir beyan olarak ileri sürülmesi şartı bulunmamaktadır. Çünkü uygulamada çoğu kez borçlu bir sözleşme içinde borcunu ikrar etmektedir. İkrar beyan eden için bir irade beyanı olup beyan edeni bağlayacaktır[44].
Yargıtay bazı kararlarında her iki tarafın birlikte imzaladıkları senet ve belgeleri TBK madde 156/II[45] anlamında borcun senetle ikrar edilmesi olarak kabul etmektedir[46].
Yargıtay bir kararında, hakem sözleşmesi yapılması halinde bunu bir borç ikrar sözleşmesi olarak kabul etmekle zamanaşımın 10 yıl olacağına hükmetmiştir[47].
Yargıtay 3. Hukuk dairesi bir kararında açıkça karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmeyi belgelendirmek amacıyla düzenlenen sözleşmeleri senet olarak kabul etmiş olduğunu ilama bağlamıştır[48].Resmi bir makam veya resmi memurun katılımı olmaksızın düzenlenen senetlere adi senet denir. Adi senet genellikle taraflarca düzenlenir. Senet metninin, senet kendisine karşı delil teşkil edecek kişi tarafından yazılmış olması gerekli olmasa da senedin o kişinin imzasını taşıması gerekir[49].
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bir kararında alacağın protokole bağlanmasını borcun senetle ikrar edilmesi olarak kabul etmiş ve zamanaşımının protokol tarihinden sonra 10 yıl olduğuna hükmetmiştir[50]. Yargıtay 6. Hukuk dairesi ise taraflar arasında imzalanan protokolü zamanaşımını kesen bir borç ikrarı olarak kabul etmemiştir[51].
Başka bir olayda Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, hakediş tutanağı düzenlenmesini borcun senetle ikrarı olarak değerlendirmiştir[52].
Aynı Yargıtay 15. Hukuk dairesi, kesin hesap sözleşmesini de borcun senetle ikrarı olarak kabul etmiş ve zamanaşımı süresinin ikrardan sonra 10 yıl olduğuna hükmetmiştir[53].
Yargıtay 15. Hukuk dairesi başka bir kararında tüm kat maliklerinin imzaladığı kat malikleri kurulu kararının zamanaşımı süresini kesen bir borç ikrarı olarak değerlendirmek suretiyle yeniden başlayan zamanaşımı süresinin 10 yıl olacağına karar vermiştir[54].
SONUÇ
Kanunda öngörülen sebeplerden birinin ortaya çıkmasıyla o ana kadar işlemiş olan zamanaşımı ortadan kalkar (TBK m 154). Bu duruma zamanaşımının kesilmesi sonucu bağlanmaktadır.
Zamanaşımını kesen sebeplerden biri de kanunda düzenlendiği üzere borçlunun borcunu ikrar etmesidir (TBK m 154/I). İkrardan sonra süre kural olarak yeni bir süre olarak başlar (TBK m 156/I). Bu yeniden başlayan süre kural olarak eski sürenin aynısıdır. Ancak kanun, borcun bir senetle ikrar edilmesi durumunda yeni sürenin her zaman 10 yıl olacağını düzenlemiştir (TBK m 156/II). Bu hüküm son derece açık olmakla beraber borcun ne zaman ve hangi şartlarla senetle ikrar edilmiş sayılacağı konusunda uygulamada tereddütler yaşansa da senet ve ikrar kavramlarına hukuki nitelik bağlanması konusundaki değerlendirmelerle soruna çözüm getirilmiştir.
Doktrinde kabul edildiği üzere senet, bir hukuki işlemi veya vakıayı belgelendirmek için yazılmış, resmi bir makam tarafından onaylanmış veya kendisine karşı delil oluşturan kimseler tarafından imza edilmiş yazılı belge olarak tarif edilmektedir. Buna göre senet bir belge iken her belge de bir senet değildir. Bir belgenin senet olarak kabulü için; cismani varlığının bulunması, yazılı olması, belli bir vakıa hakkında borçlunun irade beyanını içermesi ve altının borçlu tarafından imzalanması gerekmektedir.
EBYS’lerde kayıt altına alınan e-imzalı belgelerin delil değeri sorgulanırken e-imza oluşturma ve doğrulama araçları üzerinden hareket edilmektedir. E-imza sertifikalarının doğrulanamaması gibi bir ihtimal karşısında e-imzalı belgelerin delil olarak kullanılamaması riski ortaya çıkmaktadır. Bunu engellemek için bu belgelerin mevzuatta belirlenen diğer delil özelliklerine uyumlu üretilip üretilmediğini değerlendirme imkânı sunacak bir kontrol listesinden yararlanılabilir. TTK’nın 82. maddesinde tacirlerin, ticari faaliyetler sonucu oluşan belgeleri sınıflandırarak saklaması gerektiği belirtilmiş; e-belgelerin her an erişilebilir olması istenmiştir. Aynı şekilde, VUK da bir hakkın ispatında delil olarak kullanılabilecek belgelerin işlerinin icabına göre dosyasında muhafaza edilmesini gerekli kılmaktadır. Dosyalamaya ilişkin ifadelerin görüldüğü bir diğer mevzuat Türk Muhasebe Standartlarıdır. Buna göre bilgi anlaşılabilir olmalı; bunun için sınıflandırılmalı, tanımlanmalı ve sunulmalıdır. Usulüne uygun dosyalamanın e-imzalı belgelerin delil değerini güçlendirdiği bilinmektedir. Fakat, çeşitli çalışmalardan kurumlarda dosyalamaya yeteri kadar ehemmiyet verilmediği öğrenilmektedir.
İkrar kavramı ise; saklamayıp söylemek, itiraf etmek, dil ile söylemek, bildirmek, tasdik etmek, kabul etmek veya birinin, başka birinin kendisinden olan hakkını, alacağını haber vermesi gibi anlamlar olarak kabul edilmektedir.
İkrarın zamanaşımını kesebilmesi için beyanın, kural olarak borçlu ya da yetkili temsilci tarafından alacaklı veya yetkili temsilcisine sunulması, verilmesi gerekmektedir. Bunun yanında bazı istisna hallerde üçüncü kişiye yönelmiş bir beyanın da ikrar niteliği taşıyacağı kabul edilmektedir.
İkrar eylemi, şekle bağlı bir işlem değildir. Ancak senetle ikrar olarak kabul etmek için borçlunun borcunu yazılı olarak ikrar etmesi gerekmektedir.
İkrar, çok sayıda yazar ve hukukçu tarafından bir düşünce (tasavvur) açıklaması olarak kabul edilmektedir. Ancak bu görüşlerin ikrarın hukuki niteliği ile bağdaştırılması mümkün değildir. Oysa ikrar hukuki işlem benzeri ve hukuki sonuç doğuran bir fiildir. Bu sebeple hukuki işlemlere uygulanan kuralların ikrar fiiline de uygulanması gerekir.
İkrar sebebe bağlı olabileceği gibi soyut da olabilir. İkrar edilen miktarın belli olması şartıyla soyut ikrar da zamanaşımını kesmektedir.
Zamanaşımını kesen ikrar tek taraflı bir irade beyanı olabileceği gibi bir sözleşme şeklinde de ortaya çıkabilir. Yargıtay kararlarında sözleşme içindeki beyanları senetle ikrar olarak kabul etmektedir.
Borçlar Hukuku kavramları ve kurumları borç ikrarı ile karıştırılmaya müsait olsa da borcun yenilenmesi, yeni borç ilişkisi kurulması borçlu yönünden bir irade beyanı olarak kabul edilse de bu beyanların zamanaşımını kesen ikrar olarak kabulü mümkün olmamaktadır. Yenileme ile eski borçtan kaynaklanan def’iler sona ermekte yeni bir borç ilişkisi sözleşmeden ortaya çıktığı için kural olarak 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Fakat kanunda yeni borç ilişkisi için daha kısa bir süre öngörülmüşse bu durumda belirlenen bu süre uygulanmalıdır.
Tadil sözleşmesi ile borç ilişkisinin içeriği değiştirilmektedir. Bu şekildeki sözleşme ile yapılan borç tanıma işlemi senetle ikrar niteliğinde kabul edilmektedir.
Sulh sözleşmesiyle çoğu zaman borç ortadan kaldırılmakta ise de borcun kısmının devam etmesi mümkündür. Yazılı bir sulh sözleşmesi ile borçlu bir miktar borcun varlığını ve devam etmekte olduğunu kabul etmişse zamanaşımı senetle kesilmiş sayılır ve yeni zamanaşımı süresi 10 yıl olarak kabul edilir.
İbra ile de borçlunun borcu sona erebilmektedir. Kısmı ibra da mümkün olduğundan kısmi ibra halinde ibraya konu olmayan kısım için borç devam eder.
Borçlar Hukukunda ibra şekle bağlı olmamakla birlikte yazılı şekilde bir kısmi ibra sözleşmesi yapılması halinde borcun kalan kısmı için zamanaşımının kesildiğini ve yeni sürenin 10 yıl olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Yargıtay da pek çok işlemi borcun senetle ikrarı olarak kabul etmektedir. Borcun protokolle taahhüdü, hak ediş tutanağı düzenlenmesi, kesin hesap sözleşmesi yapılması, kat malikler kurulu kararının tüm kat maliklerince imzalanması gibi durumlarda yargıtay zamanaşımının senetle kesilmiş sayılacağına ve yeni başlayan zamanaşımı süresinin 10 yıl olacağına hükmetmiştir.
KAYNAKÇA
1- Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 26. Baskı, Aydın Kitabevi, 2010
2- Arat A Türk Borçlar Hukukunda Alacak Zamanaşımı, SÜHFD, 12(3-4),2004,
3- Akıncı Şahin, Borcun Bir Senetle İkrar Edilmesi Sebebiyle Zamanaşımının Kesilmesi ve Yeni Süre, Prof.Dr. İhsan Erdoğan’a Armağan,Adalet yayınevi, Ankara 2024,
4- Karlı, Ö., Sebebi Gösterilmeyen Borç tanıması, (Mücerret Borç İkrarı,Vedat Kitapçılık, 2008
5- Eren Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş 28. Baskı, Legem Yayıncılık,2023
6-Gümüş M.A, Türk İsviçre Borçlar Hukukunda İbra Sözleşmesi, Vedat Kitapçılık,2015,
7- Gümüş M.A; Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, Yetkin yayıncılık
8- Ayan S.,Zamanaşımının Durması ve Zamanaşımının Kesilmesi, Adalet yayınevi, 2020, s.83;
9-von Tuhr A./Escher,A.; Allgemeiner Teil des Schweizerischen, Band II, Zürich, Nachdruck, 1984, s.225
10- Tekinay S.S./Akman S./Burcuoğlu H./Altop A.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler,7.Baskı, Filiz Kitabevi, 1993, s.1053
11- Aslınur Ak, Zamanaşımı Savunması, Yüksek lisans tezi, 2020, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.120
12- Pierre Tercier/ Pascal Pichonnaz/ Murat Develioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Onikilevha yayınları, 2016, s.491
13- Kocayusufpaşaoğlu N.,Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Borçlar Hukukuna Giriş, Hukuki İşlem, Sözleşme,4. Baskı,Filiz Kitabevi,2008, s.120
14- Keren Öz, Tadil Sözleşmesi, Filiz Kitabevi, 2016, s.7-8
15-Arat A., Tüketici Kredileri ve Konut Finansmanında Yeniden Yapılandırmanın Yenileme (Tecdit, Novatio) ve Sözleşmede Değişiklik Yapılması (Sözleşmede Tadili) ile İlişkisi, Terazi Hukuk Dergisi, 14 (156) ,2019, s.1522-155, s.4
16- Özer Seliçi, Borçlar Kanunu’na Göre Sözleşmeden Doğan Sürekli Borç İlişkilerinin Sona Ermesi, İstanbul, 1977, s.108
17- Agah Kürşat Karauz, Sulh Sözleşmesi, Adalet yayınları, 2014, s.8-9;
18-Fatma Hızır,Sulh Sözleşmesi, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018, s.105-106
19- Güzel P, Sulh Sözleşmesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 2022, s.205
20- Akıncı Şahin, Borçlar Hukuku Bilgisi, Genel Hükümler,14. Baskı Sayram yayınları 2024, s.442
21- Gümüş M.Alper, Türk İsviçre Hukukunda İbra Sözleşmesi, Vedat Kitapçılık 2015, s.14
22-Turanboy K. Nuri, İbra Sözleşmesi, yetkin yayıncılık 1998, s.28
23- Çil Şahin, İş Hukukunda İbraname, 3. Baskı, Yetkin yayıncılık, 2013, s.17-18
24- Erturgut M. Medeni usul Hukukunda Elektronik İmzalı Belgelerin delil Olarak Değerlendirilmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 2004
25- Sağlık Özhan/ Çiçek Niyazi, Elektronik İmzalı Belgelerin Delil Değerinin Korunmasında Mevzuatta Öngörülen Delil Özelliklerinin İncelenmesi, Bilgi Yönetimi Dergisi Cilt: 3 Sayı: 2 Yıl: 2020
26- Acar, A. E. (2012). Medeni Muhakeme Hukukunda Elektronik İmzalı Belgelerin Delil Niteliği. İstanbul: On İki Levha Yayıncılık
27- Çiçek, N. (2016). Elektronik Belge Yönetimi Uygulamalarında Dosya Bütünlüğü Problemi. Kurumsal Belleklerin Geleceği: Dijitalleştirme-Elektronik Arşiv-Elektronik Belge Yönetimi. E-Beyas 2015 Sempozyumu, 21-22 Ekim 2015, Yayına Hazırlayanlar: Fahrettin Özdemirci, Nevzat Özel, Tolga Çakmak, Zeynep Akdoğan, Bahattin Yalçınkaya. Ankara: Ankara Üniversitesi, 163-172.
28- Kavak, Y. (2015). Borçlar Hukukunda Yazılı Şekil (Yayınlanmamış Doktora Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
29- Pekcanıtez, H., Atalay, O. ve Özekes, M. (2011). Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11. bs., Ankara: Yetkin Yayınları.
30- Özbek, M. S. (2016). Elektronik Ortamda Düzenlenen Noter Senetleri. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 22(3), 2213-2282.
[1] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 26. Baskı, Aydın Kitabevi, 2010
[2] Arat A Türk Borçlar Hukukunda Alacak Zamanaşımı, SÜHFD, 12(3-4), 2004, s.193-228
[3] Akıncı Şahin, Borcun Bir Senetle İkrar Edilmesi Sebebiyle Zamanaşımının Kesilmesi ve Yeni Süre, Prof.
Dr. İhsan Erdoğan’a Armağan,Adalet yayınevi, Ankara 2024, s.37
[4] Karlı, Ö., Sebebi Gösterilmeyen Borç tanıması, (Mücerret Borç İkrarı) ,Vedat Kitapçılık, 2008 s.7
[5] Gümüş M.A; Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, yetkin yayıncılık s.1232
[6] Eren Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş 28. Baskı, Legem Yayıncılık,2023,
s.1465; Gümüş M.A, Türk İsviçre Borçlar Hukukunda İbra Sözleşmesi, Vedat Kitapçılık,2015, s.1232
[7] Oğuzman M. K/Öz M.T.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.I,21. Baskı, Vedat Kitapçılık, 2023, s.631;
Gümüş M.A, Türk İsviçre Borçlar Hukukunda İbra Sözleşmesi, s.1232
[8] Eren, s.1465; Oğuzman/Öz, s.631; Ayan S. Zamanaşımının Durması ve Zamanaşımının Kesilmesi, Adalet
yayınevi,2020, s.83; von Tuhr A./Escher,A.Allgemeiner Teil des Schweizerischen, Band II, Zürich, Nachdruck, 1984, s.225
[9] Tekinay S.S./Akman S./Burcuoğlu H./Altop A.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler,7.Baskı, Filiz Kitabevi,
1993, s.1053; Ayan, s.83.Yargıtaya göre de işverenin şikayet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser. (Yargıtay 9. HD E.2018/7321K.2018/16807, T.27.09.2018
[10] Ayan, s.85;” Borçlunun ikrarı yazılı veya sözlü olabilir. Ayrıca açık veya zımni ikrar da geçerlidir.
Kanunda örnek olarak verilen faiz ödemek, kısmi ödemede bulunmak, rehin vermek, kefil göstermek borçlunun borcunu ikrar ettiğini gösteren davranışlar olup zımni ikrardır. Bunlar haricinde borçlunun alacaklının varlığını iddia ettiği alacağından çıkabilecek uyuşmazlıklar hakkında tahkim sözleşmesi, yetki veya delil sözleşmesi yapması ikrar anlamına gelmektedir.”Aslınur Ak, Zamanaşımı Savunması, Yüksek lisans tezi, 2020, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.120
[11] Eren, s. 204; Tekinay/Akman/Burcuğlu/Altop, s. 142; Karlı Ö,Sebebi Gösterilmeyen Borç Tanıması
(Mücerret Borç İkrarı), Vedat Kitapçılık, 2008, s.39-43
Pierre Tercier/ Pascal Pichonnaz/ Murat Develioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Onikilevha yayınları, 2016, s.491
[13] Akıncı Şahin, Borcun Bir Senetle İkrar Edilmesi Sebebiyle Zamanaşımının Kesilmesi ve Yeni Süre, s.40
[14] von Tuhr A./Escher,A.Allgemeiner Teil des Schweizerischen, Band II, s.225
[15] Kocayusufpaşaoğlu N.,Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Borçlar Hukukuna Giriş, Hukuki İşlem,
Sözleşme,4. Baskı,Filiz Kitabevi,2008, s.120; Eren.s.203; Tekinay/Akmak/Burcuoğlu/Altop, s.137
[16] Keren Öz, Tadil Sözleşmesi, Filiz Kitabevi, 2016, s.7-8; Arat A., Tüketici Kredileri ve Konut
Finansmanında Yeniden Yapılandırmanın Yenileme(Tecdit, Novatio) ve Sözleşmede Değişiklik Yapılması(Sözleşmede Tadili) ile İlişkisi, Terazi Hukuk Dergisi, 14 (156) ,2019, s.1522-155, s.4
[17] Özer Seliçi, Borçlar Kanunu’na Göre Sözleşmeden Doğan Sürekli Borç İlişkilerinin Sona ermesi, İstanbul
1977, s.108
[18] Arat A., Tüketici Kredileri ve Konut Finansmanında Yeniden Yapılandırmanın Yenileme (Tecdit, Novatio)
ve Sözleşmede Değişiklik Yapılması (Sözleşmede Tadili) ile İlişkisi, s.5-6
[19] Akıncı Şahin, Borcun Bir Senetle İkrar Edilmesi Sebebiyle Zamanaşımının Kesilmesi ve Yeni Süre, s.47
[20] Agah Kürşat Karauz, Sulh Sözleşmesi, Adalet yayınları, 2014, s.8-9; Fatma Hızır, Sulh Sözleşmesi,
Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,2018, s.105-106
[21] Güzel P, Sulh Sözleşmesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 2022, s.205
[22] Agah Kürşat Karauz, Sulh Sözleşmesi, s.16-24-87; Fatma Hızır, Sulh Sözleşmesi, s.114-115
[23] Erturgut M. Medeni usul Hukukunda Elektronik İmzalı Belgelerin delil Olarak değerlendirilmesi, Dokuz
Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 2004; Acar, A. E. (2012). Medeni Muhakeme
Hukukunda Elektronik İmzalı Belgelerin Delil Niteliği. İstanbul: On İki Levha Yayıncılık.
[24] Sağlık Özhan/ Çiçek Niyazi, Elektronik İmzalı Belgelerin Delil Değerinin Korunmasında Mevzuatta
Öngörülen Delil Özelliklerinin İncelenmesi, Bilgi Yönetimi Dergisi Cilt: 3 Sayı: 2 Yıl: 2020
[25] Fatma Hızır, Sulh Sözleşmesi, s.138-139; Güzel P, Sulh Sözleşmesi, s.281-282
[26] Güzel P, Sulh Sözleşmesi, s.281-282. Yargıtaya göre de alacak belirlenebilir mahiyette olsa bile sulh
sözleşmesinde miktar gösterilmemişse zamanaşımı kesilmez. (Yargıtay HGK E.2022/9-707, K.2022/174, T.22.02.2022
[27] Yargıtay HGK E.2022/9-707, K.2022/174, T.22.02.2022 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)
[28] Akıncı Şahin, Borçlar Hukuku Bilgisi, Genel Hükümler,14. Baskı Sayram yayınları 2024, s.442
[29] Gümüş M.Alper, Türk İsviçre Hukukunda İbra Sözleşmesi, Vedat Kitapçılık 2015,s.14; Turanboy K. Nuri,
İbra Sözleşmesi, yetkin yayıncılık 1998, s.28; Çil Şahin, İş Hukukunda İbraname, 3. Baskı, Yetkin yayıncılık, 2013, s.17-18
[30] Gümüş M.Alper, Türk İsviçre Hukukunda İbra Sözleşmesi, s.197-198
[31] Yargıtay 7. Hukuk dairesi E. 2021/5312 K. 2022/5422 T. 22.9.2022;”İbraname Başlıklı Belgeye Son
Paragraf Olarak Yazılı Kısımda İse İbra Edilen Borç-Alacak İlişkisi Bütün Kapsamıyla Belirtilmediğinden Geçerli Bir İbranameden Söz Edilemeyeceği”
[32] Akıncı Şahin, Borcun Bir Senetle İkrar Edilmesi Sebebiyle Zamanaşımının Kesilmesi ve Yeni Süre, s.50
[33] Eren, F., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2020, s. 1407 vd.
[34] TBK “İbra” MADDE 132– Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş
olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir.
[35] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2022/6070 K. 2022/7499 T. 10.10.2022;“Taraflar arasında düzenlenen
protokolde yer alan ibranın geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Protokol maddesinde yer alan “Taraflar birbirlerini ödeme bittikten sonra borçluların hissesi oranında gayrikabili rücu ibra edeceklerdir.” şeklinde düzenlenmenin ibra olarak nitelendirilemeyeceği, doğmamış bir haktan önceden yazılı ibraname ile feragat edilmiş olmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, davacı ve davalı arasında geçerli ibra bulunmadığı değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir.”
[36] TBK “Ceza koşulu ve ibra” MADDE 420– Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza
koşulu geçersizdir. İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur. İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır.
[37] Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 2019/4990 K. 2021/2589 T. 27.1.2021; İbraname savunması, hakkı ortadan
Kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir.Somut uyuşmazlıkta; davalı tarafça cevap dilekçesi ekine davacının imzasını içerir 07.09.2015 tarihli “FERAGAT VE İBRANAME” başlıklı belge ile “İBRANAME” başlıklı ibra eki niteliğinde belge sunulmuş olup; 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için gerekli yasal koşulları içermediğinden geçerli bir ibra mahiyetinde değil ise de, “İBRANAME” başlıklı belgede belirtilen net 3.014,73 TL’lik kıdem tazminatı ödemesi davacının kıdem tazminatı alacağından mahsup edilmiş olup; davacının buna itirazı bulunmadığı gibi; “FERAGAT VE İBRANAME” başlıklı belgede ibra ekinde yer alan ödeme tablosundaki toplam 4.766,23 TL’nin davacının hesabına yatırıldığı davacı tarafından beyan edildiğinden, söz konusu banka kaydı getirtilmek suretiyle “İBRANAME” başlıklı belgede yer alan net 500,64 TL’lik yıllık izin tahakkukunun ödenip ödenmediği tespit edilerek, ödendiğinin sabit olması halinde yıllık izin ücreti alacağından mahsubu gerekirken eksik değerlendirme ile hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
[38] Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 2024/10147 K. 2024/13332 T. 10.10.2024; 10.10.2020 ve 30.04.2021 Tarihli
Anlaşma Belgelerinin Geçerli Bir Arabuluculuk Anlaşma Belgesi Niteliğinde Olmadığı Anlaşıldığından Söz Konusu Belgeler Yönünden 6098 Sayılı Kanun’un 420. Maddesindeki Koşullara veya İfaya İlişkin Hükümlere Göre Değerlendirme Yapılarak Oluşacak Sonuca Göre Bir Karar Verilmesi Gerektiği;
Dava konusu tazminat ve alacaklar yönünden arabuluculuk süreci başlamadan önce taraflar arasında uyuşmazlık bulunduğuna yönelik dosyada herhangi bir delil mevcut değildir. Aksine, davacı tarafından verildiği iddia edilen istifa dilekçelerinin ve dilekçelerdeki beyanların geçerli olup olmadığı bir tarafa bırakılırsa, mevcut belgelere göre taraflar arasında arabuluculuk faaliyeti başlamadan önce herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Kaldı ki 10.10.2020 tarihinde davacının iş sözleşmesinin sona ermediği ve çalışmasının devam ettiği görülmektedir. Bu durumda gerçekte bir fesih söz konusu olmadığı hâlde işçiye ihbar ve kıdem tazminatı adı altında bir ödemenin arabulucu önünde yapılan anlaşma ile kararlaştırılmış olması, ödemenin avans niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde iş sözleşmesi sona ermediği hâlde yıllık ücretli izin hakkının arabuluculuk anlaşma belgesi ile paraya tahvil edilmesi de kabul edilemez. Açıklanan sebeplerle; 10.10.2020 ve 30.04.2021 tarihli anlaşma belgelerinin geçerli bir arabuluculuk anlaşma belgesi niteliğinde olmadığı anlaşıldığından, söz konusu belgeler yönünden, 6098 Sayılı Kanun’un 420. maddesindeki koşullara veya ifaya ilişkin hükümlere göre değerlendirme yapılarak, oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
[39] Yargıtay 7. Hukuk Dairesi E. 2021/5312 K. 2022/5422 T. 22.9.2022; İbraname Başlıklı Belgeye Son
Paragraf Olarak Yazılı Kısımda İse İbra Edilen Borç-Alacak İlişkisi Bütün Kapsamıyla Belirtilmediğinden Geçerli Bir İbranameden Söz Edilemeyeceği
[40] Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 2019/4990 K. 2021/2589 T. 27.1.2021(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)
[41] Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 2022/436 K. 2022/1380 T. 7.2.2022; Mahkemece, arabulucu önünde yapılan
anlaşmanın ibra niteliğinde olduğu, ibraya ilişkin hükmün emredici nitelikte bulunduğu ve 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununn 1. maddesi uyarınca tarafların ancak üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri konuda arabulucuya gidebilecekleri hususun düzenlendiği, ibra niteliğinde belge üzerinde tarafların serbestçe tasarruf edebilecekleri bir durum söz konusu olmadığı, gerekçesiyle dava kabul edilmiştir. Arabulucu önünde yapılan anlaşmada ibraya ilişkin 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinin uygulanması mümkün değildir. Aksi kabulde arabulucu önünde tarafların anlaşması imkansız hale gelir. Nitekim 6325 Sayılı Kanun’un 18/5 madde hükmünde arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamayacağı öngörülmüş olup, buna göre ibraya ilişkin düzenlemelerden hareketle arabuluculuk anlaşma tutanağının geçerliliği değerlendirilemez.
[42] Akıncı Şahin, Borcun Bir Senetle İkrar Edilmesi Sebebiyle Zamanaşımının Kesilmesi ve Yeni Süre, s.50
[43] Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 2024/8322 K. 2024/10578 T. 4.7.2024(Kazancı içtihat Bilgi Bankası)
[44] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi E. 2018/3111 K. 2020/4864 T. 17.7.2020; Dava iş yeri sigorta poliçesinden
kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Kısmi davada, zamanaşımı yalnızca dava açılan kısım için kesildiğinden ve geriye kalan meblağ için işlemeye devam ettiğinden, ek dava ile talep edilecek ya da ıslahla artırılacak kısım yönünden miktar için de zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Ancak rizikonun gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte olan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 154/1. maddesinde (818 Sayılı BK’nun 133/1. maddesi) borçlunun ödemede bulunması zamanaşımını kesen sebepler arasında sayılmıştır. Aynı Kanun’un 156. maddesinde ise (818 Sayılı BK’nun 135. maddesi) zamanaşımının kesilmesi halinde, kesilmeden itibaren yeni bir sürenin işlemeye başlayacağı ve borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir hükümle sabit olmuş ise yeni sürenin daima 10 yıl olacağı düzenlenmiştir. Bu durumda mahkemece, davalı sigorta şirketinden hasar dosyasının eksiksiz getirtilerek davacı sigortalı ile davalı arasında ödemeye konu anlaşma, ibraname vb. sözleşme düzenlenip düzenlenmediği Borçlar Kanunu kapsamında ve yasal düzenlemeler çerçevesinde irdelenip tetkik edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmamıştır.
[45] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2020/9-707 K. 2022/174 T. 22.2.2022; 6098 Sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun 156. maddesinde zamanaşımının kesilmesiyle yeni bir süre işlemeye başlayacağı kurala bağlanmıştır. Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmışsa yeni sürenin on yıl olduğu aynı maddenin 2. fıkrasında belirtilmiş ise de; dava konusu fark işçilik alacaklarının bir senetle ikrar edilmediği, mahkeme veya hakem kararına da bağlanmadığı dikkate alındığında, sözü edilen kuralın somut uyuşmazlıkta uygulanması mümkün değildir. Zira 13.11.2014 tarihli yazı ve 21.02.2012 tarihli protokol uyarınca oluşturulan komisyon kararına göre belirlenen intibak derecesi kapsamında davaya konu ücret ve ücret dışı alacaklar belirlenebilir mahiyette olsa da açıkça borç miktarı gösterilmemiştir. Açıkça borç miktarının yer almadığı belgenin Türk Borçlar Kanunu’nun 156. maddesinin 2. fıkrası anlamında senet olarak değerlendirilmesi mümkün olmaz. Bu durumda dava konusu alacaklar için yeni süre, işçilik alacakları için öngörülen beş yıllık süre olmalıdır. Sonuç itibariyle dava konusu fark işçilik alacaklarına uygulanması gereken zamanaşımı süresi beş yıl olup Milli Savunma Bakanlığının 13.11.2014 tarihli yazısı ikrar niteliğinde olduğundan zamanaşımı süresi bu yazı ile kesilmiş ve bu tarih itibariyle de yeni beş yıllık zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlamıştır. Eldeki dava açıldığında beş yıllık zamanaşımı süresi dolmamıştır. Bu durumda mahkemece işin esasına girilerek dava konusu alacaklar yönünden bir değerlendirme yapılmalıdır.
[46] Akıncı Şahin, Borcun Bir Senetle İkrar Edilmesi Sebebiyle Zamanaşımının Kesilmesi ve Yeni Süre, s.51
[47] Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 1975/2208 K. 1976/314 T. 23.1.1976; Borçlar Kanunu’nun 133. maddesi
hükmü uyarınca Borçlu, borcu ikrar ettiği takdirde zamanaşımı kesilmiş olur. Bu ikrar borçlunun açıkça veya bazı işlemleri ile borcun halen var olduğunu belirtmesi olup, bu nevi işlemlerin yapılması yeterlidir. İnceleme konusu olayda davalıların miras bırakanı tarafından davacıya birçok mektup gönderildiği ve en son mektup tarihinin 1965 olduğu ileri sürülmüş ve bu mektuplar dosyaya ibraz edilmiştir. Öte yandan uyuşmazlığın çözümlenmesi için bir hakem sözleşmesinden bahsedilmiş ve 30.7.1967 günlü bir hakem sözleşmesi ibraz edilmiştir. Alacak sözleşmeden doğmuştur ve on yıllık zamanaşımına tabidir. Mektuplar ve hakem sözleşmesinden davanın açıldığı 1972 gününe kadar on yıllık zamanaşımı süresi geçmemiştir. O halde mahkemece mektuplar ve hakem sözleşmesi üzerinde durulmak ve sonucuna göre karar verilmek gerekir. Karar yerinde bunlardan söz edilmeksizin mücerret sözleşme gününden itibaren on yıl geçtiği gerekçesi ile zamanaşımı yönünden davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirir.
[48] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2021/8813 K. 2022/6433 T. 13.9.2022; Bölge Adliye Mahkemesince, davalı
tarafın imza inkarında bulunmadığı ve bu nedenle davaya konu kartvizitin senet sayılacağı kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmiş ise de; davalı tarafın süresinde yazı ve imza incelemesi talep ettiği ve aynı zamanda davacının da imza incelemesi talebinde bulunduğu görülmekle, 26/10/2015 tarihli kartvizitteki imzanın aidiyeti konusunda imza incelemesi yapılarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekir; davalının imzasını içeren belge yazılı delil başlangıcı olmayıp senet niteliğinde olduğu, davacının iddiasını ispat için yeterli olduğunun kabulü gerekeceği. Aynı yönde Yargıtay 3. HD E.2022/4652, K.6443, T.13.09.2022(Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)
[49] Yargıtay 3. HD E.2022/4652, K.6443, T.13.09.2022(Kazancı İçtihat Bilgi bankası)
[50] Yargıtay 11 HD E.2016/15101, K.2018/3481, T.14.05.2018 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)
[51] Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E. 2022/1646 K. 2023/1502 T. 26.4.2023; “…takip dayanağı tahsilat fişi yazılı
delil başlangıcı niteliğinde olup, tanık olarak bir diğer şirket yetkilisinin dinlenebileceğinin yanı sıra davacı tarafın bildirdiği tanıkların dinlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E. 2023/971 K. 2023/1573 T. 2.5.2023; “Kural olarak belli bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini, tarafların ispat etmesi gerekir. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ( TMK ) 6. maddesi ve aynı yöndeki HMK’nın 190. maddesinin birinci fıkrasına göre ispat yükü, ispatı gereken vakıalara dayanan tarafa ait olup, herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Yazılı delille ( senetle ) ispatı gereken hususlar, istisnalar dışında takdiri delillerle ve bu kapsamdaki tanık delili ile ispatlanamaz ise de, bu hususların senet dışındaki yemin, ikrar ve ticari defterler gibi diğer kesin delillerle kanıtlanması mümkündür. Yemin, taraflardan birinin davanın çözümünü ilgilendiren bir olayın doğru olup olmadığı konusunu, kanunda belirtilen usule uyarak, mahkeme önünde, kutsal sayılan değerlerle teyit eden ve kesin delil vasfı yüklenmiş sözlü açıklamalardır ( 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı YİBK ). Bir ispat vasıtası olan yeminin konusu HMK’nın 225. maddesine göre davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır.
[52] Yargıtay 15. Hukuk Dairesi E. 2013/6624 K. 2014/3511 T. 23.5.2014; Dava, eser sözleşmesinin feshine
rağmen ödenmeyen hak ediş alacağının tahsili istemine ilişkindir. Somut olayda davalı yüklenicinin fesih ihtarı davacı taşerona tebliğ edildiğinden sözleşme ilişkisi feshin ulaştığı tarihte sona ermiş ve sözleşmeyle feshe bağlı alacaklar bu tarih itibariyle muaccel hale gelmiş ve zamanaşımı işlemeye başlamıştır. Bu tarihten dava tarihine kadar 5 yıl zamanaşımı süresi geçmiştir. Ancak hak ediş tutanağının sol alt kısmında, not ibaresi yanında “davacı şirketin yetkilisinin 7 nolu tutanakta belirtmiş olduğumuz gibi 431 adet tokuzu sahada teslim alınmış olup kendisine ödenecektir” yazılarak tarihte atılmak suretiyle davalı yüklenici şirketin yetkili proje müdürü tarafından imzalanmıştır. Söz konusu yazılı beyan ihtiva ettiği miktar itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 135. maddesinin ikinci fıkrasında ifade edilen senetle ikrar edilmiş borç mahiyetindedir. Bu belge tarihinden dava tarihine kadar da aynı fıkrada belirtilen 10 yıllık zamanaşımı süresi geçmemiştir. Bu durumda mahkemece kabul ve ikrar edilen bedel üzerinden temerrüt durumu araştırılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerekir.
[53] Yargıtay 15. Hukuk Dairesi E. 2012/7000 K. 2013/6335 T. 28.11.2013; Yargıtay 15. Hukuk Dairesi E.
2013/6236 K. 2014/213 T. 13.1.2014; Dava, yükleniciye yapılan fazla ödemelerin istirdaden tahsili istemine dair olup, mahkemece davanın zamanaşımı sebebiyle reddine dair verilen karar, davacı iş sahibi ve onun yanında fer’i müdahil vekillerince temyiz edilmiştir. Somut olayda, kesin hak ediş raporunun 27.12.2002 tarihinde, kesin kabul tutanağının ise 16.10.2003 tarihinde onaylandığı anlaşılmaktadır. Esasen, idarece onaylanan kesin hak ediş raporu, işin kesin hesabının çıkarılmasından ibaret olup, sözleşme eki Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi’nin 41. maddesinde gösterilen prosedürün ilk aşamasıdır. Başlığın hatalı yazılmış olması, bu belgeyi kesin hak ediş haline getirmez. Bu durumda, kesin hakediş düzenlenmediğinden kesin kabulün onay tarihi olan 16.10.2003 tarihi itibariyle zamanaşımı süresi başlatıldığında, davanın açıldığı 25.4.2008 tarihinde olaya uygulanması gereken 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 126/IV maddesinde gösterilen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır. Davanın esasının incelenerek karara bağlanması gerekirken, zamanaşımı sebebiyle reddi doğru olmamıştır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi E. 2013/6172 K. 2014/461 T. 22.1.2014; Mahkemece yapılacak iş, H.M.K.nın 169 vd. maddeleri uyarınca, “tutanak” başlıklı ibra niteliğindeki belgenin ne amaçla düzenlendiği, kapsamının ne olduğu, sözleşmeden kaynaklanan hak ve borçlardan hangilerini kapsayıp hangilerini kapsamadığı, takip konusu alacağın ibra kapsamında kalıp kalmadığı, kalıyorsa ödemenin kime ne şekilde yapıldığı konularında davacı ve davalı tüzel kişiler adına yetkili temsilcilerini isticvap etmek, isticvapla çekişmenin giderilememesi halinde ispat yükünün davacıda olduğunu gözeterek ve taraflarca gösterilen tüm delillerin toplanıp değerlendirilerek takip konusu alacağın ibra kapsamında kalıp kalmadığını açıklığa kavuşturmak, takip konusu alacağın ibra kapsamında kalmadığı sonucuna ulaşılırsa davanın kısmen kabul edilerek asıl alacağa takip tarihinden itibaren %18 ve değişen oranlarda avans faizi uygulanmak suretiyle itirazın iptaliyle takibin devamına karar vermek. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi E. 2013/351 K. 2014/620 T. 3.2.2014; Taraflar arasında imzalanan sözleşmede “Eğer yüklenicinin, hak ediş raporunun imzalanmasından sonra tahakkuk işlemi yapılıncaya kadar yetkililer tarafından hak ediş raporunda yapılabilecek düzeltmelere bir itirazı olursa hak edişin kendisine ödendiği tarihten başlamak üzere en çok 10 gün içinde bu itirazını dilekçeyle idareye bildirmek zorundadır. Yüklenici itirazını bu şekilde bildirmediği takdirde hak edişi olduğu gibi kabul etmiş sayılır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Somut olayda kesintinin yapıldığı hak ediş yüklenici tarafından itirazsız, son hak ediş itiraz dilekçesi ve tarihinden bahsedilmeksizin sadece “itiraz hakkım saklıdır” şerhi yazılmak suretiyle imzalanmıştır. Bu haliyle ilk hak edişin itirazsız imzalandığı son hak edişteki itirazın da usulüne uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece itiraz edilmemek ve usulüne uygun itiraz şerhi konulmamak suretiyle kesintilerin yapıldığı hak edişler kesinleştiğinden davanın tümden reddi gerekir. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi E. 2013/543 K. 2014/681 T. 4.2.2014; Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan bakiye alacağın tahsili istemiyle girişilen icra takibine itirazın iptali davasıdır. Davalı akdi ilişkiyi inkar etmiştir. Akdi ilişkinin varlığını ispat yükü davacı yüklenicidedir. Davacı akdi ilişkinin varlığını yazılı belgeyle usulen kanıtlayabilmiş değildir. Fatura düzenlenmesi tek başına akdi ilişkinin varlığını kabule elverişli olmayıp davanın reddine karar verilmesi gerekir.
[54] Yargıtay 15.Hukuk Dairesi E. 2005/896 K. 2005/4448 T. 21.07.2005; BK’nın ilgili maddesine göre, bir
binanın ayıplı olmasından doğan ve tekeffüle dayanan davalar, mülkiyetin devrinden 5 sene geçmekle zamanaşımına uğrar. Ancak borçlu borcunu ikrar ettiği ve özellikle borca mahsup olarak bir miktar ödeme yaptığı, rehin veya kefalet verdiği takdirde zamanaşımının kesileceği ve zamanaşımını kesildikten sonra, kesilmeden itibaren yeni bir süre başlayacağı ve borcun ikrar edilmiş olması halinde bu süre on sene olacaktır. Söz konusu olayda, kat malikleri kurulu kararı ile apartmanda güçlendirme çalışmalarının yapılması, masrafların yarısının davalı yarısının da öteki kat maliklerince karşılanması kabul edilmiştir. Borç ikrarı ve kısmi ifa nedeniyle belgenin düzenlendiği tarih itibarı ile zamanaşımı kesilmiş ve yeni on yıllık süre işlemeye başlamıştır. Kat Malikleri Kurulu Kararı İle Çalışma Yapılması – Binanın Ayıplı Olmasından Doğan Davalarda Zamanaşımı Süresinin Belirlenmesi – On Yıllık Zamanaşımı Süresinin Kesilmesi




