JUDY NORMAN OLAYI BAĞLAMAINDA KADINA ŞİDDET EYLEMİ SEBEBİYLE MEŞRU SAVUNMA VE TAHRİK HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASI
(Application Of Legal Defense And Propulsion Provisions Due To The Act Of Violence Against Women In The Connection With The Judy Norman Incident)
Av.Hüseyin Şahin
09/05/2025
GENEL OLARAK
Meşru savunma, hukuki bir fenomenden ziyade doğal bir olgudur. İnsan, tabiatı gereği kendisine yönelmiş saldırıya karşı koyar. Kişilerin, haksız saldırı karşısında yaşadıkları duygusal reaksiyonlar sebebiyle her zaman saldırıyla orantılı tepki vermeleri kendilerinden beklenemez. Failin hareketlerini yönlendirme yeteneğinin azalması veya ortadan kalkması anlamına gelen meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaş sebebiyle aşılmasında fail, hukuken izin verilen alanın dışına çıkmasına rağmen cezalandırılmamaktadır (TCK m.27/2). Fıkra metninde geçen mazur görülebilecek heyecan, korku ve paniğin mazur görülebilecek seviyede olup olmadığının belirlenmesinde ex ante bir inceleme yapılması gerekmektedir. 765 sayılı TCK’da mevcut olmayan meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaşla aşılması, Alman Ceza Kanunun (AlCK) 33.maddesinden esinlenilerek ihdas edilmiştir[1].
Meşru savunma hukukunda “yenilik” yapmak gerekmekte olup, bu ceza hukuku savunmasının kapsamını mevcut sınırlara kıyasla genişletmek ve daha kapsamlı güç kullanımını meşrulaştırmak olarak yorumlanmamalıdır. Ceza hukukunda meşru savunma, kişinin kendisine ya da üçüncü kişiye uygulanan şiddetin savunulmasında sık sık başvurulan bir kavramdır. Bu tip bir savunmanın kullanılması beraberinde birtakım belirsizlikleri de ortaya koyar ki bu belirsizlikler aynı zamanda bu kavramın niteliklerini ve sınırlarını oluşturmaktadır.
Meşru savunma kutsal kitaplar dâhil her zaman her yerde kabul edilmiş bir hukuka uygunluk nedenidir. Çağdaş ceza hukukunda da, meşru savunma durumunda bulunup da kanuni tipe uygun bir fiil işleyen kişinin bu eyleminin cezalandırılmayacağı konusunda kuşku yoktur. Meşru savunma yasal düzenlemelerden ve uygulamasından anlaşılacağı üzere belirsiz ve unsurlarının oluşup oluşmadığı açısından problemli bir kavramdır.
İstismarcı eşlerin kurbanları tarafından öldürüldüğü, saldırının gerçekleşmemesi veya gerçekleşmesinin kesin olmaması nedeniyle geleneksel anlamıyla meşru savunmanın çoğunlukla uygulanamayacağı olay tiplerini inceleyerek, bu olaylarda kötü muameleyi alışkanlık haline getirmiş olan kocanın (partnerin-saldırganın), pasif haldeyken öldürülmesi durumunda meşru savunma tespiti yapılıp yapılmayacağı meşru savunma hukukunun en problemli alanlarından biridir.
Mevcut bir saldırı olmadığında, meşru savunmada sınırın aşılmasından veya mazur görülebilecek bir heyecandan da söz edilemez. Aksini kabul etmek ölümcül kuvvet kullanılması sahasını son derece genişletir. Hukuka uygunluk nedeni olan meşru savunmanın koşullarından olan saldırının güncelliği kavramını geniş olarak kabul etmek, meşru savunmanın, meşru savunma durumuna sebebiyet vermemiş, haksız bir saldırısı mevcut olmayan ve olayın farkında bile olmayan aktörlere de merhametsizce genişletilmesine yol açabilir. Bu durum, meşru savunmanın hem kişisel hem de sosyal fonksiyonuna aykırılık oluşturacaktır. Meşru savunma hali dışında hiç kimse kasıtlı olarak devam eden suç teşkil eden eylemleri nedeniyle öldürülemez[2].
Yüzleşilemeyen “meşru savunma” cinayetlerinin ahlaken mazur görülebilecek olduğunu söylemek cezbedicidir.
Son yıllarda özellikle sayısal olarak da artan, şiddet görmüş kadın vakıaları ve bu kadınların savunucuları tarafından minimum başarı sağlanmış olmasına rağmen mahkemeler, yüzleşilmeyen durumlarda adam öldüren şiddet görmüş kadınların hukuka uygunluk nedeni olarak “meşru savunma” yapmasına izin verilmesine ikna edilmesine dair çok sayıda yorum ve değerlendirme bulunmaktadır.
Bu detayın savı, şiddet görmüş kadının pasif istismarcısını öldürmekteki haklı önermesi olup, iyi niyet taşısa da yanlış olmakla, meşru savunma hukukunun bu biçimdeki insan öldürmelere izin vermesini genişletmeye yönelik herhangi ciddi çaba sonucunda toplumu pişman edecek bir yeniden düzenleme henüz yapılmamıştır.
Her ne kadar meşru savunma hukukunu yeniden düzenleme ve genişletme için dahi bu vakıalar bir neden olsa da, meşru savunmanın pasif istismarcının öldürülmesini haklı kılacak biçimde kapsamına ilişkin yapılacak genişletmenin sonucu insan yaşamına dair ahlaki değerlerimizin kabalaşmasına ve hatta intikam duygusuyla işlenmiş cinayetlerin hoş görülmesi sonucuna neden olacak kaygısına takılmaktadır[3].
GENERALLY
Legitimate defense is a natural phenomenon rather than a legal one. Humans naturally resist attacks directed at them. Due to the emotional reactions they experience in the face of an unjust attack, it is not always expected of individuals to react proportionately to the attack. In legitimate defense, which means that the ability of the perpetrator to direct his actions is reduced or eliminated, the perpetrator is not punished despite exceeding the limit due to excusable excitement, fear or panic (TCK Art. 27/2). An ex ante examination should be conducted to determine whether the excusable excitement, fear and panic mentioned in the paragraph text are at an excusable level. Exceeding the limit due to excusable excitement, fear or panic in legitimate defense, which does not exist in TCK No. 765, was created by taking inspiration from Article 33 of the German Penal Code (AlCK).
There is a need to make “innovation” in the law of legitimate defense, and this should not be interpreted as expanding the scope of the criminal law defense compared to the current limits and legitimizing the use of more comprehensive force. In criminal law, legitimate defense is a concept frequently used in defense of violence against the person himself or a third person. The use of this type of defense also reveals certain uncertainties, which also constitute the characteristics and limits of this concept. Legitimate defense is a reason for legal compliance that has always been accepted everywhere, including the holy books. In contemporary criminal law, there is no doubt that a person who is in a state of legitimate defense and commits an act that complies with the legal type will not be punished for this act. As can be understood from the legal regulations and its application, legitimate defense is an ambiguous concept and problematic in terms of whether its elements are formed or not.
By examining the types of incidents where abusive spouses are killed by their victims, where traditional self-defense cannot be applied because the attack did not occur or it was not certain that it would occur, whether self-defense can be determined in cases where the husband (partner-aggressor), who has become a habit of abusing, is killed while passive, is one of the most problematic areas of self-defense law.
When there is no current attack, there can be no question of exceeding the limit in legitimate defense or excusable excitement. Accepting the contrary would greatly expand the field of using lethal force. Broadly accepting the concept of the actuality of the attack, which is one of the conditions of legitimate defense, which is a reason for legality, could lead to the merciless extension of legitimate defense to actors who have not caused a legitimate defense situation, who have no unjust attack, and who are not even aware of the incident. This would be contrary to both the personal and social functions of legitimate defense. No one can be killed for their intentional ongoing criminal acts outside of legitimate defense.
It is tempting to say that “legitimate defense” murders that cannot be confronted can be morally excused.
Despite the fact that the number of cases of women who have been subjected to violence, which has increased in recent years, and the advocates of these women have achieved minimal success, there are many comments and evaluations regarding the courts being persuaded to allow “legitimate defense” as a reason for legality for women who have killed people in situations that are not confronted.
The argument of this detail is that the woman who has been subjected to violence is justified in killing her passive abuser, and although it is well-intentioned but wrong, no serious effort has yet been made to expand the law of legitimate defense from allowing such killings, and no reorganization has been made that will make society regret it. Although these facts are a reason to reorganize and expand the law of legitimate defense, the result of the expansion of the scope of legitimate defense to justify the killing of the passive abuser is the concern that our moral values regarding human life will be coarsened and even the murders committed with a sense of revenge will be tolerated.
ŞİDDETE MARUZ KALMIŞ KADIN REAKSİYONUNUN MEŞRU SAVUNMA KAPSAMINDA ELE ALINMASINA YÖNELİK GÖRÜŞLER
Kötü muameleye maruz kalmış kadınların devam eden saldırılara karşı kendilerini savunması hareketinin meşru savunma kapsamında kabul edilmesi haksız saldırının güncelliğinin devam ettiğinin kabulü ile ilgilidir. “Saldırının güncelliği” kavramının Amerikan hukukundaki karşılığı “yakın tehlike” kavramı olup, bu kavramdan ne anlaşılması gerektiği, özellikle kadına karşı devamlı surette uygulanan kötü muamele olaylarında önem arz etmekte ve yapılan yorum, kötü muameleye maruz kalan kadının savunma hareketinin meşru savunma kapsamına girip girmediğini belirlemektedir.
Doktrinde yapılan tartışmalar, sürekli olarak saldırıya maruz kalan kişiler için meşru savunma kurumunun uygulanması gerektiği yönünde toplanmakta; ancak çıkış noktaları farklı dayanakları temel almaktadır.
Birinci görüşe göre, devamlı olarak eşinden şiddet görerek kötü muameleye maruz kalan bir kadının en son saldırıda kocasını öldürmesi halinde, kadına karşı hukuka uygunluk sebebini işleterek daha hoşgörülü davranılması gerekmektedir[4].
İkinci görüşe göre, devamlı kötü muamele saldırılarına katlanan kişinin kendini savunmasının haklılığının ceza hukuku bakımından ele alınması gerekmektedir[5].
Üçüncü görüşe göre, bir kişinin gerçekleştirdiği fiili meşru savunmaya dayandırabilmesi için, karşı karşıya kaldığı saldırının hayatına veya vücut bütünlüğüne bir zarar geleceğine dair yakın bir tehlike şeklinde ortaya çıkması gerekmektedir[6]. Kişinin meşru savunma sırasında kullandığı gücün haklılığı, yakın bir tehlikenin varlığına bağlıdır.
Dördüncü görüşe göre, kadınların eşit ve adil yargılanma hakkı kapsamında tartışılmalıdır. Kötü muameleye maruz kalmış kadının reaksiyonu tek ve özel olay şeklinde değil, cinsiyet temelli olarak ele alınmalıdır. Aksi düşünce, meşru savunma bakımından yasal standart tespiti, oran-sınır tartışması, kötü muamele konusunda uzman vb. sübjektif değerlendirmelere açıktır[7].
İstismar edilmiş kadın sendromunu bir kenara bırakıp, kötü muamelede bulunan kişiyi uyurken kendisine karşı yakın bir tehdit olmasa dahi öldürmeyi seçen kadının bu eyleminin ahlaki olarak meşruiyet kazandığını ve hukukun bu ahlaki karara yasal olarak izin vermesi gerektiğini savunan ve meşru savunmayı genişleten feminist ceza hukukçuları tarafından ileri sürülmektedir[8].
Çoğu feminist artık yaklaşımlarında daha fazla doğrudan ve nihayetinde çok daha akla yatkın taleplerde bulunmaktadırlar.
Meşru savunmada olması gereken “yakın tehdit” koşulunun kaldırılması gerektiğini ifade etmektedirler. Kavramsal olarak “yakın tehdit” koşulunun kişinin kendini korurken kullanacağı “cebrin” gerekliliği yönünden önem arz ettiğini belirtmektedirler.
Ancak hukuk, ölümcül güç kullanmanın gerekli olup olmadığının ispatını şart koşmaktadır; bu nedenle yakın tehdit koşulu gereksizdir. Daha kötüsü, argüman, yakın tehdit kuralının evde bulunan kadınlar için tehlike arz ettiği iddiasıyla devam etmektedir. Burada söz konusu olan barda veya sokakta bulunan iki erkeğin olayı değil; kendinden fiziksel olarak daha güçlü olan, sert bir eşle yaşayan ve kendini korumak zorunda olan bir kadındır. Yakın bir tehdit ve saldırı beklemek kadını savunmasız kılmak demektir. Kadının daha önce harekete geçmesi gerekir. Böylece yakın tehdit koşulu kadını hukuken korumasız bırakmaktadır. Bu nedenlerle bu kuralı kaldırın demektedirler. Hatta bazı feministler tüm maddi unsur engellerinin kaldırılmasını talep etmektedirler. Onlar “önleyici meşru savunma” kavramını savunmaktadırlar[9].
ŞİDDETE MARUZ KALAN KADIN SENDROMU
Ev içi şiddet bağlamında; dövme, evlilik içi tecavüz, ensest, aile fertleri tarafından fahişeliğe zorlanma, cinsiyet seçici kürtaj ve kadın sünnetidir[10].
Kadının yaşamında baskın bir role sahip olan, kendisine karşı fiziksel ve psikolojik şiddete başvuran erkeğe, reaksiyon göstermesinin genel adına, “şiddete maruz kalmış kadın sendromu” adı verilmektedir[11]. Kadına karşı şiddetin en yaygın olanı aile içi şiddettir[12].
Bu yorumlama aile içi veya ev içi şiddete ilişkindir. Daha özellikli olarak, göz önünde bulundurulan konu şudur: aylar yahut yıllar boyunca istismara maruz kalıp, istismarcılarını (yoğunlukla erkek) öldüren şiddet mağdurlarını (yoğunlukla kadınlar) ceza hukuku ne biçimde ele almalıdır?
İstismar kurbanının istismarcısını uyurken veya maç izlerken veya yemek yerken öldürmesi gibi “yüzleşilmeyen cinayetler” kötü muameleye maruz kalmış kadın reaksiyonu alanına girmektedir[13].
Şiddete maruz kalmış kadın sendromunun babası Dr. Lenore Walker, ilişkide kötü muamelenin döngüsünü şöyle tarif etmiştir; Döngü, başlangıçta sakin, daha sonra ciddi bir şiddet eylemine dönüşecek olan küçük şiddet eylemleri, daha sonra şiddet eylemini gerçekleştiren kişinin çoğunlukla samimi pişmanlığını içerir ve döngü süreci böyle işlemeye devam eder.
Dr. Walker’ın iddiasına göre, sendromun bir parçası, şiddet mağdurunun psikolojik rahatsızlıklar yaşamaya başlaması ve böylece kötü muamelede bulunan kişiden ayrılamamasıdır[14].
Walker’a göre, kötü muameleye maruz kalma halinde, hangi evrenin ne kadar süreceği belli değildir ve evreler birbiri ardına döngü misali devam ederler. Kötü muameleye maruz kalmış kadın, sürekli olarak kendisini, her an gerçekleşebilecek bir saldırının içinde kabul eder. Ayrıca kadının savunması, saldırı ile orantılıdır. Çünkü geçmişte yaşanmış kötü muamele örnekleri, kadının şiddeti öngörebilme ve saldırıyı değerlendirebilme yeteneğini köreltmiştir[15].
Kötü muameleye maruz kalmış kadının saldırganı öldürmesi durumuna ilişkin örnekler olarak, saldırganın o an itibariyle kadına saldırmadığı, uykuda olduğu, televizyon izlediği veya diğer pasif, tehditkâr olmayan durumlar verilebilir. ABD’de yaşanan bir olayda, Judy Norman isimli kadının kocası (J. T)’nin[16] karısını, yıllarca sarhoş bir şekilde evdeyken fuhuşa teşvik etmiştir. Karısı eve yeterince para getirmediğinde veya sebepli sebepsiz devamlı olarak dövmüştür. Yıllarca karısını yumruklayarak, kırık bira şişesiyle, beyzbol sopasıyla veya başka suç aleti oluşturan objelerle yaralamıştır. Sonunda, polis koruması talebi olumsuz sonuçlandıktan sonra, Judy bir tabanca temin ederek kocası olan (J.T)’yi uyurken öldürmüştür[17].
ABD’de kendilerine kötü muamelede bulunulan kadınların eşlerini (partner) öldürmeleri, 1970’li yılların sonuna kadar meşru savunma kapsamında, değerlendirilmiyordu. Zira bu olaylarda mevcut bir saldırı olmadığı gibi savunma bakımından da bir zorunluluk ve ona bağlı bir alt unsur olarak orantılılığın bulunmadığı kabul ediliyordu[18]. Bu olayların tamamında kendisinin meşru savunma halinde olduğunu söyleyen eş, kaçarak saldırıdan kurtulma olanağı varken, reaksiyon göstermekteydi ve bu durum ise, partnerini öldüren kadın bakımından meşru savunmanın tespitini engelliyordu. Ancak davranışından dolayı suçlanmaması gerektiği düşünülen ve kendileriyle duygudaşlık kurulan bu kadınlar bakımından, ceza hukuku kuralları tam olarak (dar anlamda) uygulandığında, başvurulabilecek savunma araçlarının sınırlı olması, avukatları yeni çareler aramaya yöneltmiştir[19].
“Judy Norman” davası gibi davalar, bazı feminizme sempati ile yaklaşan bilim adamlarını eylemi meşru savunma kapsamında bir hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirme yönünde bir eğilim oluşturmuştur. Gerçekten de, şiddete uğrayan kadınların savunmacıları, neticeyi hâkimlerin somut olaya göre değerlendirme yapmalarına bırakmaktansa, bazı eyaletlerde kanuni düzenleme yapılmasını sağlayarak belirli durumlarda[20] istismara uğramış kadın sendromunu mahkemelerde kabul edilebilir kılmayı başarmışlardır[21].
KADINA ŞİDDET VE MEŞRU SAVUNMA İLİŞKİSİ
237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 1. Kitabının “Ceza Sorumluğunun Genel Esasları” başlıklı 2. Kısmının “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlıklı 2. Bölümünde 24 ilâ 34 maddeler arasında hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu kaldıran ve azaltan nedenler birlikte düzenlemiş, ancak hangi düzenlemelerin hukuka uygunluk nedenlerine ilişkin olduğu, hangi düzenlemelerin kusurluluğu kaldıran veya azaltan nedenlere ilişkin olduğu açıkça düzenlenmemiştir.
Bununla birlikte, meşru savunmanın bir hukuka uygunluk nedeni olduğu konusunda doktrinde ve uygulamada bir tartışma bulunmamaktadır. Hukuka uygunluk nedenlerinin hukuka aykırılığı ortadan kaldırması ve bu suretle fiilin suç teşkil etmemesi için, failin hukuk düzeninin tanıdığı sınırlar içerisinde kalması, sınırı ölçü yönünden aşmaması gerekir. Hukuka uygunluk nedenlerinin sınırının ölçü yönünden aşılması durumunda nasıl bir yol izleneceği TCK’nın 27. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddenin 1. fıkrasında hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması, 2. fıkrasında ise meşru savunmaya özgü bir sınır aşılması haline yer verilmiştir. Meşru savunmada saldırı ile savunma arasındaki ölçünün kast olmaksızın aşılması durumunda TCK’nın 27/1. maddesi uygulama alanı bulacaktır.
Kanun’da meşru savunma dışında kalan hukuka uygunluk nedenlerinin sınırının kasten aşılması durumunda failin kusurluluğunun ortan kalkacağına veya azalacağına dair bir düzenleme mevcut değilken, bu yöndeki bir düzenlemeye 27. maddenin 2. fıkrasında meşru savunma hali açısından yer verildiğini görmekteyiz. 27. maddedeki bu düzenlemelere neden ihtiyaç duyulduğu ve özellikle maddenin 2. fıkrasındaki düzenlemenin uygulanma şartları konularındaki hukuki tartışmalar nedeniyle, bu konuyu incelemenin faydalı olacağını değerlendirerek, çalışmamızı kaleme aldık. Kusurluluğa etki eden hal niteliğindeki 2. fıkradaki bu düzenlemeye göre, meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmeyecektir. Meşru savunmada sınırın bu şekilde aşılması haksızlık üzerinde değil, kusurluluk üzerinde etkilidir. Kendisine veya başkasına ait bir hakka yönelmiş saldırıyı defetmek üzere savunma hareketi yapan fail, başlangıçta hukuk düzeninin meşru saydığı zeminde iken, içinde bulunduğu ruh halinin doğurduğu heyecan, korku veya telaş nedeniyle savunmanın sınırını ölçü yönünden aştığı için meşru zemini terk etmektedir. Ancak, içinde bulunduğu bu psikolojik durum nedeniyle davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendiremeyen fail, hukuk düzenince mazur görülmekte ve aşkın kısmın oluşturduğu suçtan dolayı cezalandırılmamaktadır. Meşru savunmanın sınırının ölçü yönünden aşılmasına geçmeden önce, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için meşru savunmanın hukuki esası ve şartlarının genel hatlarıyla ortaya konulması gerekir. Bu kapsamda öncelikle belirttiğimiz çerçevede meşru savunma genel olarak ele alınacak, müteakiben meşru savunmada sınırın aşılması başlığı altında sınırın kast olmaksızın aşılması ile heyecan, korku veya telaşla sınırın aşılması incelenecektir.
YAKIN TEHLİKE ŞİDDET MAĞDURU KADININ MEŞRU SAVUNMA EYLEMİ
Şiddet mağduru bir kadının şiddet uygulayan partnerini öldürdüğü koşullar, genellikle yakın tehlikeye dair meşru savunma hukukundaki standart anlayışı yansıtmamaktadır. Çünkü bu vakalarda kadın, partneri uyurken, sırtı dönükken, dikkatsizken veya başka bir şekilde ortada devam eden şiddet olayı yokken, alkollü olduğu için bilinci yerinde değilken, dikkatini televizyona vermişken eylemini gerçekleştirebilmektedir[22]. Bu türden bir eylem, kadın o anda tehlike içinde olmadığından veya görünürde bir yakın tehlike olmadığından doğrudan akıl dışı olarak kategorize edilmektedir[23]. Çünkü, bu kavrayış, meşru savunma hükümlerinin sınırlı ataerkil yapısını yansıtmakta ve kadının eylemini ilk bakışta klasik meşru müdafaa savunma içerisine yerleştirememektedir.
Örneğin State v. Norman davasında Kuzey Karolina Yüksek Mahkemesi, yıllarca süren taciz ve şiddeti, öldürme tehditlerini ve öldürücü gücün kullanılmasından önceki saatlerde şiddetin belirgin bir şekilde tırmandığını gösteren savunma kanıtlarına rağmen sanığın suçun işlendiği sırada acil bir fiziksel tehdide ilişkin kanıt sunamaması nedeniyle meşru savunma iddiasının kabul edilmemesine ilişkin karar onanmıştır[24].
Karara göre yargıç ve jürinin sanığın kendisini yakın bir tehlike içinde olduğuna dürüst bir biçimde inandığı ve dolayısıyla partnerinin öldürülmesinin gerekli olduğu, sanığın bu doğrultudaki inancına temel oluşturan hallerin “makul bir kişinin” de zihninde böyle bir inancı oluşturmak için yeterli olduğu, sanığın kendisini büyük bir bedensel zarar veya ölümden korumak için gerektiği kadar güç kullandığı konularında ikna olması gerektiği anlaşılmaktadır[25]. Bu nedenle özellikle, partnerleri kendilerine fiziksel şiddetin uygulanmadığı esnada bir başka deyişle eşzamanlı olarak herhangi bir şiddet atağı yokken ve fakat yeni atakların beklendiği zaman diliminde savunma hareketinin yapıldığı ve öldürücü gücün kullanıldığı vakalar açısından meşru savunma tartışması önem arz etmektedir[26]. Ancak, yüzleşmeli vakalar bakımından da tehlike, öldürücü gücün orantılılığı bakımından göz önünde bulundurulacağından yakın tehlike koşulunun her iki meşru savunma türü açısından irdelenmesi gerekmektedir.
Anglo Sakson hukuk sisteminde saldırının yakınlık şartına yönelik muameleler de farklılık göstermektedir. Bazı yargı bölgeleri, çok yakında gerçekleşecek bir saldırının varlığını ararken bazıları “yakında” gerçekleşecek bir saldırı veya savunma hareketinin “derhal” yapılması gerekliliğini koşul olarak aramaktadır[27]. Bazı mahkemeler ve hukukçular, derhal saldırı yapılmasını şart koşan kuralların, savunan tarafından uygulanan gücün makul olmasının, onları darp edenlerle olan geçmişleri yüzünden şiddete uğrayan kadınlar veya genel olarak kadınlar için dezavantaj yarattığını; yakınlık koşulunun aksine derhal saldırı gerekliliğinin bu faktörlerin dikkate alınmasına izin vermediğini belirtmektedirler. Bu nedenle her ne kadar çoğu mahkeme iki kavramı değişken şekilde kullansa da bu görüşü savunanlar, derhal yerine yakınlık koşulunu savunmaktadırlar[28].
“Acil tehlike”, kişinin savunma gücü uyguladığı zaman ile zararın meydana gelmesini beklediği zaman arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Burada, savunma gücü kullanıldığında hukuka aykırı saldırganlığın o anda mevcut veya “eli kulağında, yakın” olması gerekmektedir. Buna karşılık, acil tehlike söz konusu olduğunda savunma gücünün uygulandığı zaman ile tehdit edilen zararı önlemek için kullanılması gereken zaman arasındaki ilişki ele alınır. Burada tehlike, acil tehlikede olduğu duruma göre daha uzak bir gelecekte meydana gelmektedir[29].
Beklenen hukuka aykırı saldırının yakın veya derhal olması yerine savunma gücünün “derhal gerekli” olmasını şart koşan Model Ceza Kanunu, her iki duruma da uyum sağlamakta ve savunma gücünün kullanıldığı zaman ile saldırı zamanı arasındaki ilişkiyi ele alan bir standart benimseyerek savunma gücünün kullanıldığı anda gücün hukuka aykırı zararın önlenmesi için kullanılmasının zorunlu olmasını temel almaktadır[30]. Bununla birlikte bazı yazarlar, gereklilik şartı temel alındığında yakınlık kavramının adeta gereklilik şartı için bir ihtiyaç niteliğinde veya onun bir faktörü şeklinde ele alındığını ancak bazı gereklilik hallerinde yakınlık şartının sağlanmadığını belirtmektedirler. Bu bahsedilen son hallerde yakınlık gerekliliğe ayrılmaz bir unsuru olarak hizmet etmemektedir[31]. Buna karşılık, savunma gücünün yalnızca yakın bir zararı engellemek için kullanılmasına izin veren bir standardın kabulü de yakın zararı, savunma hareketinin gerekli olması ve hukuka aykırı zararın “hemen” ortaya çıkmasını gerektireceği için bu kavramı bağımsız bir gereklilik gibi ele almaktadır. Bu nedenle böyle bir standardın kabulü halinde, mevcut durumdaki savunma gücü, zararı önlemek için son fırsatı temsil etse bile, gecikmeli hukuka aykırı saldırıyı önlemek için gerekli savunma gücüne izin vermeyecektir[32].
Schopp ve arkadaşları, örselenmiş kadınlar açısından da geçerli olmak üzere tüm meşru savunma vakaları için “derhal gereklilik” ölçütünün kabul edilmesi gerektiğini ortaya koymuşlardır. Bu yoruma göre, örselenmiş kadın sanıklar, karşılaşmanın olmadığı vakalarda savunma hareketinin gelecekteki bir saldırıyı engellemek için derhal gerekli olduğunu doğru bir şekilde algıladıklarını ortaya koyabildikleri takdirde hareketleri hukuka uygun kabul edilmelidir. Yazarlara göre örselenmiş kadınların durumuna en uygun düşen zamansal yorumu “derhal gereklilik” şartı sağlamakta; kadınlar bu şarta uyum sağladıklarını ise ancak Örselenmiş Kadın Sendromu’na ilişkin uzman tanıklığı ile ortaya koyabilmektedirler[33].
Rosen, “zorunluluk kavramından bağımsız bir yakınlık kavramının önemi olmadığı” sonucuna varmıştır. Yazar, yakınlık çok uzun yıllardır meşru savunmanın ayrılmaz bir parçası olduğu için başarılması oldukça zor görünse de yakınlık ve zorunluluk çatıştığında yakınlığın, zorunluluğa alan bırakarak ortadan kalkması gerektiğini dahası zorunluluğun mantıksal açıdan yakınlık ile muhakkak ilintili olmadığını belirtmektedir[34].
Zorunluluk, araç sonuç ilişkisini temel alarak “belirli bir amacın gerçekleştirilmesinde vazgeçilemeyecek bir şey” anlamını ihtiva etmektedir. Saldırgan sanık, kendisine karşı savunmada bulunmadan sanığı her zaman öldürebilir ve ona ciddi bedensel zarar verebilir. Dolayısıyla zorunluluk, korunmak istenen çıkarla bağlantılıdır, yani, meşru savunma bağlamında, kaçınılması istenen zararın savunma eylemi olmadan meydana geleceği ölçüde bir eylem gereklidir[35].
Walker, örselenmiş kadınlar tekrarlayan biçimde şiddete uğramamış bir kimseye göre genellikle yaklaşan tehlike ipuçlarına karşı aşırı tetikte olduklarından ve durumun ciddiyetini algılayabildiklerinden meşru savunma iddiaları açısından yakınlık ve aciliyet ayrımının kritik olduğunu belirtmektedir[36]. Ona göre örneğin, partner uykusundan uyanıp fiziksel veya cinsel şiddet uygulamaya devam edebileceğinden veya aralarında çıkan küçük bir problem şiddetin sürekli olduğu bir ilişkide bir anda hayati bir noktaya ulaşabileceğinden, ev içi şiddet olaylarında yakın tehlike normal bir kavgada olduğundan farklı ve yeni bir anlam kazanmaktadır[37].
Mihajlovich, örselenmiş kadın sendromunun ve sendroma dair uzman tanıklığının yüzleşmesiz meşru savunma davalarında savunma hareketi esnasında kullanılan öldürücü gücün orantılılığı ve örselenmiş kadının yaklaşan tehlikeyi algılamasının makullüğü konularında meşru savunma koşullarının yok sayılarak bunlarla kurumun etkisizleştirildiğini; kadının hareketinin hukuka uygun olup olmadığı yerine durumun ne kadar kötü olduğuna odaklanıldığını belirtmektedir[38]. Anderson ve Anderson mahkemelerin, meşru savunma için yakınlık şartının “seyreltilmesine” ilişkin asıl korkunun örselenmiş kadınların kendi kendilerini koruyarak ihkak-ı hakta bulunmaları olduğunu iddia etmektedirler. Ancak onlara göre “yakınlık” standardını ve “makullük” gerekliliklerini dar yorumlayan mahkemeler, bu şekilde kadın sanıkların anayasal savunma haklarını reddetmektedirler[39].
Dahası, bazıları meşru savunma ilkelerinin sulandırılarak yakınlıktan ziyade zorunluluk şeklinde değerlendirilmesinin insanlara kendilerini koruma durumu gündeme geldiğinde öldürme yetkisi vereceğinden korkmaktadırlar. Ancak bunun olacağına inanmak, hata ilkesini göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, meşru savunma iddiasının değerlendirilmesinde, karşılık verilmesi gereken saldırının karşı tarafın eylemlerinden kaynaklanması esastır. Bu nedenle yakın tehlike yerine zorunda kalınan bir durumun temel alınması, meşru savunma dışına çıkılmasına neden olacaktır. Çünkü fail, savunmayı gerekli kılan durumu yaratmaktan sorumlu değildir[40].
Uykusunda bir insanın neden ve nasıl tehlikeli olabileceğini veya ufak bir uyuşmazlığın nasıl ölümcül boyutlara gelebileceğini anlamak şiddet ve istismarın hüküm sürmediği bir ev için zor görünse de şiddetin süregeldiği bir ilişkide kadının, daha önceki dayak olaylarından, partnerinin belli bir bakışından, bir kelimesinden, şiddet içeren bir kavgada sıradan sayılabilecek bir itme, tekmeleme veya tokattan daha kötüsünün henüz gelmediğini anlayabileceği belirtilmektedir[41].
Partnerinin tehditleri, ses tonundaki en ufak bir değişiklik ve gelecekte gerçekleştireceği şiddete ilişkin söylemleri, dayak ilişkisinin bağlamı dışında değerlendirildiğinde yaklaşan şiddet, yakın tehlikenin meşru savunma bağlamındaki yasal tanımından çok uzak olarak görülebilir[42]. Ancak, kadın geçmiş deneyimlerinden de hareketle partnerindeki bu değişikliklerden veya onun söylemlerinden başına ne geleceğini anlayabilmektedir. Bu doğrultuda yakınlık kavramının, kadınların ev içi şiddete tepki olarak giriştikleri savunma eylemleri açısından tamamen uygunsuz olduğu iddia edilmiştir.
1987’de Zecevic v. DPP davasında Avustralya Yüksek Mahkemesi, meşru savunma yasasını yeniden formüle etmiş ve savunma eylemi açısından saldırının “yakın” olup olmadığı değil gerekli olup olmadığı konusunda araştırma yapılmasına karar vermiştir[43].
Zanker v. Vartokas davasında, gelecekte belirsiz bir zamanda gerçekleşecek olan bir saldırının, eğer kaçınılmazsa “yakın” olduğuna, yani bu durumlarda kurbanın bunu engellemek için başka makul hiçbir yolunun bulunmadığına karar verilmiştir[44].
State v. Leidholm davasında sanık, eşini uyurken bıçakladığında mahkeme kadının kendisini olası hukuka aykırı zararlara karşı korumak için öldürücü gücün gerekli olup olmadığına inandığına dair sübjektif bir standart kabul etmiştir[45].
State v. Gallegos davasında uzun süreli fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet öyküsü bulunan kadın sanık, olay günü de partneri tarafından ağır fiziksel ve psikolojik şiddete uğramış, cinsel birlikteliğe zorlanmıştır. Saldırgan, çiftin çocuklarından birini de kemerle dövmüş ve gece silahını çıkararak şayet kadın ondan ayrılmaya kalkarsa kadını öldürmekle tehdit etmiştir. Sonrasında daha önceleri çok defa oldukça ağır ve ciddi şiddet olaylarının yaşandığı yatak odasına gelmesini emretmiş, kadın da o gece partnerini o yatakta yatarken öldürmüştür. Mahkeme sanığın meşru savunma iddiasında bulunabilmesi için görünen veya acil ve ağır bir bedensel zarar veya ölüm tehlikesinden korktuğunu göstermesi gerektiğini; ancak sanığın mutlaka o esnada tehlike olduğunu kanıtlamasına gerek olmadığını ifade etmiştir.
Savunmanın aciliyetin kilit mesele olduğu bu davada New Mexico Temyiz mahkemesi sanığın tehlike korkusu açısından objektif ve sübjektif unsurlardan oluşan karma bir standart benimsemiş; sanığın zarar tehdidi algısının ve benzer durumlarda makul bir kişinin de meşru müdafaa içinde hareket edip etmeyeceğinin birlikte dikkate alınması gerektiğini ortaya koymuştur.
Bu tür bir ilişkide kadın sürekli bir “kümülatif dehşet” içinde yaşadığından devamlı olarak ev içi şiddete maruz kalan bir kişinin öznel algıları, meşru savunma eylemlerinin makul olup olmadığının belirlenmesi açısından özel önem arz etmektedir. Tehdit edici davranış veya taraflar arasındaki iletişim, tehlikenin yakınlığına ilişkin kadının algısının altını doldurabilecektir. Mahkeme, ev içi şiddet olaylarının kadın açısından yanılma payına mahal bırakmadan öngörülebilir kalıpları takip etme eğiliminde olduğunu; sarhoşluk veya kıskançlık gibi yinelenen uyaranların, erkeğin öfke patlamalarını kışkırttığını vurgulamıştır.
Dışarıdan bakan biri için anlamsız olan söz veya jestlerin, şiddet veya istismara uğrayan kişi için yaklaşmakta olan fiziksel şiddeti gösterebildiği ifade edilmektedir. Bu nedenlerle, mahkemeye göre örselenmiş kadınların kendini savunmak için harekete geçmeden önce açık ve belirgin ölümcül bir saldırıyı beklemesini istemek, yalnızca gerçeği görmezden gelmeye neden olacaktır.
Sonuç olarak mahkeme, geçmişteki şiddet olaylarına ilişkin kanıtların “tehlikenin görünürdeki yakınlığıyla doğrudan ilgili olduğuna” ve savunma hareketinin yapıldığı anda taraflar arasından çatışma olmayan durumlarda da meşru savunmanın mümkün olduğuna karar vermiştir[46].
State v. Hundley davasında mahkeme, aciliyet teriminin kişinin derhal harekete geçmesini gerektirecek bir duruma gereksiz biçimde vurgu yaptığını ve uzun bir süre boyunca sanığa yönelen sistematik korku ve dehşet birikiminin doğasını göz ardı ettiğini tespit etmiştir[47].
Meşru savunma yasaları genellikle bar kavgası gibi yüzleşmeye dayalı kavgalara dayandığından saldırının yakın olması koşulunu aramak, kişinin zamanından önce eyleme geçmemesini sağlamak için mantıklı olabilirken mağdurun şiddetin ne zaman tekrarlayabileceğini tahmin edebileceği “döngüsel şiddet ilişkileri” bağlamında mantıklı değildir.
Doktrin, meşru savunma düzenlemelerini “erkek tipi kavga” standardına dayandırdığından kadınların tekrarlanan şiddet ve istismara tepkilerini meşru müdafaa kapsamında ele alamamaktadır[48]. Bu yasalar, meşru savunma için kullanılan gücün karşılıklı çatışmanın ortasında uygulanacağı varsayımını taşımaktadır[49].
Örselenmiş kadın sendromu da yakınlık konusunda katı bir görüşün, tekrar eden şiddet durumlarına uygulanamayabileceğini öne sürerek yakınlık şartının yeniden değerlendirilmesi yönünde özellikle Anglo Sakson hukukunda mesafe kat etmiştir[50]. Aralarındaki şiddet deneyimlerinin derecesinin sürekli arttığını gören kadın, partnerinin onu bir gün öldüreceğine dair “sürekli bir korku halinde” yaşamaktadır[51]. Kadın, eski deneyimlerinden ötürü partnerini terk etmeyi veya yardım aramayı denerse partnerinin neler yapabileceğini bilmektedir. Dolayısıyla, o anda bir fiziksel atak yaşamıyor olsa da hayatının tehlikede olduğunun farkındadır[52]. Çünkü onun durumunda tehlikenin yakınlığı “süreklidir”[53].
Bahsedildiği üzere Avustralya’da Zecevic v. DPP davası meşru savunma düzenlemesine ilişkin uygulamayı yeniden formüle etmiş ve saldırının “yakınlığını” artık teknik bir gereklilik olmaktan çıkarmıştır. Bu bağlamda, bir sanığın meşru savunma iddiasında başarılı olması için yakın bir saldırı tehlikesinin bulunduğunu ortaya koyması değil savunma eyleminin “gerekli” olduğunu göstermesi gerekmektedir[54]. Ancak her durumda, örselenmiş kadın, genellikle partnerini öldürmeden hemen önceki şiddet atağının veya son şiddet döngüsünün taraflar arasında herhangi bir diğer şiddet olayından öldürücü güç kullanılmasına neden olacak kadar farklı olduğunu ifade etmek zorunluluğu ile karşılaşmaktadır[55].
People v. Garcia davasında iki erkek, sanık Garcia’ya nitelikli cinsel istismarda bulunup onu darp etmelerinin ardından geri dönüp tekrar saldırmakla tehdit etmiş, Garcia eve giderek bir silah almış ve saldırganların peşine düşmüş, sonrasında onlardan birini bulup öldürmüştür. Mahkeme sonunda Garcia’yı meşru savunmadan yararlandırarak beraat ettirmiş ve bu dava kadınların meşru savunma davaları açısından bir dönüm noktası haline gelerek meşru savunma düzenlemesinin yorumunu önemli ölçüde değiştirmiştir[56].
Kaldı ki gelecekteki tehlikenin doğası, bu davadaki gibi yabancılar arasında değil, yakın partner ilişkisinin bulunduğu ve sürekli döngüsel şiddetin hüküm sürdüğü bir ilişkide çok daha fark edilebilirdir.
Walker ve arkadaşları, bu tür ilişkilerde kadının durumunu bir uçurumun kenarından itilmek üzere olan bir insana benzetmektedirler. Yakın teriminin, “olmak üzere” anlamını yansıtacak şekilde yeniden tanımlanması gerektiğini belirtmişlerdir. Onlara göre kadın, uçurumdan aşağı itilmeden önce kendini savunmalıdır; yoksa bu, onu zarar görmekten korumada yararsız olacaktır.
Faillerin çoğu, özellikle aynı evde yaşıyorlarsa, kadını nasıl bulacaklarını ve ona zarar verme ya da öldürme tehditlerini nasıl değerlendireceklerini bildiklerinden tehlikenin yakınlığı kavramının ev içi şiddet durumları için yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir[57].Bu bağlamda Mather, benzer şekilde örselenmiş kadınların partnerlerinin kendilerine ağır ve ciddi şiddet uyguladığı bir olay esnasında veya olayın ardından kendilerine çok daha şiddetli bir dayak veya ölüm tehdidinde bulunmasından sonra onları öldürdüklerini belirtmektedir. Örselenmiş kadın, saldırganının davranışlarında bir şeylerin bu defa “farklı” olduğunu algılamakta ve tehditlerini yerine getireceğine inanmakta; bu nedenle o uyuduğunda veya arkasını döndüğünde harekete geçmektedir[58].
Bir şiddet atağının da “devam etkisinin” bulunması mümkün olmakla birlikte, örselenmiş kadınların tekrar eden ve ciddi bir şiddet döngüsüyle mücadele etmesi gerekmekte; bu nedenle kadınlar şiddetin kümülatif etkilerine karşı daha duyarlı hale gelmektedirler[59].
Dahası, Horder’a göre saldırı ve savunma hareketi arasındaki zamansal gecikmenin kabul edilmemesi ile ilgili sorun, yasanın savunma hareketi için kişide hem öz denetim kaybı hem de anlık bir öfke patlaması olacağını varsaymasıdır. Buradaki anlık öfke patlamasıyla kişi savunma hareketini yaparak kendisine saldıran kişiye karşı adaleti sağlamaya çalışmaktadır. Ancak bahsedilen tarihsel varsayım, bütün meşru savunma eylemlerini içine alamayan kısır bir anlayışın ürünüdür. Ona göre bu anlayış, savunma hareketi yapan kişinin sakince eylemini gerçekleştirdiği durumları dikkate almamaktadır[60]. Dolayısıyla, örselenmiş kadın dayak yediği anlardan birinde canına tak ettiğinde öfke patlaması yaşayarak partnerini öldürmeyip ertesi gün o uyurken onu öldürse de meşru savunma şartlarını sağlayabilecektir. Ancak bununla beraber Horder, müşterek hukukta hareket ile buna verilen tepki arasında bir gecikme olamayacağına, bu olay özelinde erkeğin hareketi üzerine kadının öldürme hareketinin ani olması gerektiğine dair hiçbir zaman hukuki bir koşul bulunmadığını iddia etmektedir[61].
Dolayısıyla böyle bir hukuki koşul da bulunmadığından ona göre, şiddetin süregeldiği bir ilişkide kadın bir kavga ve dayak olayından sonra örneğin partneri uyurken veya olayın ertesi günü partnerini öldürürse de sendrom kapsamında meşru savunma sınırları içinde kalabilecektir. Bu noktada bu görüşün de, kadının gördüğü şiddeti parçalara ayırdığını belirtmek gerekmektedir. Bu nedenle son şiddet atağı veya şiddet tehdidi tek başına ele alındığında bu atağın veya tehdidin üzerinden zaman geçtikten sonra savunma hareketi yapıldığında standart meşru savunma koşulları sağlanamayacaktır. Bize göre, erkeğin uzun yıllar kadına uyguladığı fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet kümülatiftir.
Örselenmiş kadınların pek çoğunun erkek sarhoşken, uykudayken verdiği “gecikmiş” kabul edilen tepki aslında bardağı taşıran son damla olarak kabul edilen ve tepkiyle nedensel bağı olan son şiddet atağının üzerine verilmiştir[62]. Ancak bu şiddet atağı da şiddet döngüsünden tamamen bağımsız ve ayrık bir olay olarak değerlendirilmemeli, atağın sürekli şiddet halinin yalnızca bir bölümünü oluşturduğu dikkate alınmalıdır.
Bununla birlikte, örselenen kadınların çoğu partnerleri tam da onlara şiddet uyguladığı sırada en azından bir defa onlara karşılık vermiş ancak böyle bir durumda çok daha ciddi şekilde zarar görmüşlerdir[63].
Dahası Thyfault, fiziksel güç eşitsizlikleri nedeniyle, kadının bir saldırı başlayana ve saldırganla göğüs göğüse mücadele etmesi gerekene kadar beklemesinin akıllıca olmayacağını ifade etmiştir[64].
Örselenmiş Kadın Sendromu’nun bulunduğu vakalarda kadının öldürücü güç kullandığı durumlardan biri de ağır şiddet olayının yaşandığı ikinci fazdaki kadar ciddi bir fiziksel şiddetin olmadığı, gerilimin tırmandığı birinci fazdır[65]. Çünkü kadının fiziksel şiddetin en ciddi ve ağır olduğu aşamada partnerine karşı koyması pek mümkün olmayabilir. Şiddet döngüsünün içinde fiziksel şiddetin en ağır olduğu aşamanın tekrar edeceğinden emin olan kadının, partnerinin sakin olduğu, barışmaya çalıştığı veya uyuduğu, daha pasif ve hazırlıksız olduğu bir anda öldürücü güç kullanarak kendini savunması daha mantıklıdır.
State v. Stewart davasında mahkeme bu görüşe paralel olarak, geleneksel meşru savunma hükümlerinin uzun süreli şiddete maruz kalan mağdurların durumuna uymayacağını vurguladıktan sonra kadının şiddet geçmişi ve partneriyle arasındaki fiziksel güç eşitsizlikleri nedeniyle “şiddete ara verildiği” bir anda savunma hareketini uygulaması gerekebileceğini ifade etmiştir[66].
Sonuç olarak “yakın tehlike koşulu” geleneksel olarak olaydan hemen önceki veya olay sırasındaki koşullara odaklanmaktadır. Koşul, tekrarlanan şiddet hallerini veya geçmişteki ve gelecekteki tehditleri, bu şiddet biçiminin kümülatif zararlarını ve etkilerini dikkate almamaktadır. Bu nedenle söz konusu geleneksel yorum, şiddet içeren bir olaydan sonraki bir noktada veya şiddet içeren olaydan önceki tehdit döneminde savunma hareketi gerçekleştiren kadının meşru savunma iddiaları bakımından olumsuz sonuçlara neden olmaktadır[67].
Kadınların kendilerine şiddet gösteren partnerlerini öldürdükleri vakalarda ilişki içinde daha yüksek oranda ölüm riski içinde oldukları ve hatta yaşanan ilk şiddet olayının dahi ölüm veya ciddi yaralanma tehdidi içerdiği belirtilmektedir[68]. Kendisine saldıran partnerini öldüren kadın neden diğer zamanlarda şiddet gördüğünde eyleme geçmediğini ve kurtulduğunu ancak bu defa kendisi için yakın bir tehlike görerek eyleme geçtiğini açıklamak zorunda bırakılmaktadır[69]. Ev içi şiddete dair kamusal kabulün ve görünmezliğin, kadının şiddet öyküsünü gölgeleme ve şimdiye kadar gördüğü şiddetten “sağ çıktığına” göre tehlikede olmadığına dair algı yaratma tehlikesi bulunmaktadır[70]. Ancak, hukuk kişiden ne şiddete tahammül göstermek zorunluluğunu ne de fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet görülen bir ilişkide kişinin ölmediğine tamah etmesini bekleyebilir.
Örselenmiş Kadın Sendromu’na maruz kalan bir kadın, ölüm veya ciddi yaralanma tehdidi altında olduğuna dair makul bir inanca sahip olsa da öldürücü güç kullanımının da makul olduğunu mahkemede açıklamadığı müddetçe partnerini öldürmesi meşru savunma kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu ek koşul nedeniyle ölüm veya ciddi yaralanma tehdidine dair korkusunu makul bir şekilde açıklayan koşullar, kadının kendisini korumak için niçin öldürücü güç kullanmayı gerekli bulduğunu açıklamadığı için meşru savunma iddiası sekteye uğrayabilmektedir[71].
Uzun süre şiddet gören kadınların, partnerlerine karşı harekete geçmelerine sebep olan kırılma anı farklılık gösterebilmektedir. Bu dönüm noktası genellikle partnerlerinden gelen tehditlerin sıklaşması, bunların ciddiyetinin artması, gördükleri şiddetin sıklığının ve derecesinin artması veya örneğin şiddetin artık yakınları veya arkadaşlarının yanında görünür bir biçimde meydana gelmesi olabilmektedir[72].
TCK uygulaması yönünden; Meşru müdafaa, diğer bir deyişle meşru savunma, kendisine veya başkasına yönelmiş haksız bir saldırıya karşı o anki durum ve imkanlarla saldırı ile orantılı bir şekilde saldırıyı engellemek için işlenen fiildir. Ceza hukukunda meşru savunma, bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmektedir (TCK m.25). Saldırıyı defetmek için orantılı karşı güç kullanan kimse, meşru müdafaa hükümleri gereği cezalandırılmaktan kurtulur. Maruz kaldığı haksız saldırının etkisi altında, “heyecan, korku ve paniğe” kapılarak meşru müdafaa sınırlarının aşılması halinde dahi faile ceza verilmez (TCK m.27).
Zorunluluk hali; kendisinin veya başkasının bir hakkına yönelik ağır ve muhakkak bir tehlikeye karşı başka suretle korunma olanağı bulunmaması şartıyla tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu altında işlenen fiilleri ifade eder (TCK m.25/2).
Failin eylemi meşru müdafaa şartları içinde gerçekleşmişse, fail cezalandırılamaz. Ancak failin eylemi meşru savunma sınırlarını aşmakla birlikte haksız bir tahrikin neden olduğu hiddet ve elemin etkisi altında vuku bulmuşsa, bu durumda haksız tahrik hükümleri gereği failin cezasından ceza indirimi yapılır.
Meşru müdafaada failin kendisine veya başkasına yöneltilmiş bir “haksız saldırı”, zorunluluk halinde ise failin kendisine veya başkasına yöneltilmiş “ağır ve muhakkak bir tehlike” söz konusudur. Fail, tehlikeden kurtulma veya başkasını kurtarma zorunluluğu altında hareket etmektedir.
Madde gerekçesine göre; TCK m.25/2’de kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak zorunluluk (zaruret, ıztırar) hâli düzenlenmiştir. Zorunluluk halinde, kişinin, kendisinin veya başkasının sahip bulunduğu bir hakka yönelik bir tehlikeyi gidermek amacıyla gerçekleştirdiği davranış dolayısıyla, ceza sorumluluğu yoktur. Meşru savunmadan farklı olarak, zorunluluk hâlinde bir saldırı değil tehlike söz konusudur. Zorunluluk hâlinin kabulü için, kişinin tehlikeye bilerek neden olmaması, tehlikeden suç olan bir harekete başvurmadan kurtulmanın olanaklı bulunmaması ve tehlikenin ağır ve muhakkak olması da araştırılacaktır. Ayrıca, maddede tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan araç arasında “orantılılık ilkesi” kabul edilmiştir.
Yerleşik Yargıtay kararlarında zorunluluk halinin varlığının kabul edilebilmesi için “tehlikeye ve korunmaya ilişkin” şu şartların birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır:
- “Zorunluluk hali” kapsamında tehlikeye ilişkin şartlar şunlardır;
- a) Devam eden ağır ve muhakkak bir tehlike olmalıdır.
- b) Tehlike bir hakka yönelik olmalıdır.
- c) Tehlikeye bilerek neden olunmamalıdır.
- “Zorunluk hali” kapsamında korunmaya ilişkin şartlar şunlardır;
- a) Tehlikeden başka türlü kurtulma imkanı bulunmamalıdır.
- b) Tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmalıdır.
- c) Failin tehlikeye karşı koyma görevi bulunmamalıdır.
Yukarıda açıklanan, failin kendine yönelik tehlikeden kurtulmak için gösterdiği zorunluluk hali içinde işlenen fiilin bağlı olduğu şartlar, üçüncü kişi lehine zorunluluk hali bakımından da aynen geçerlidir (Yargıtay 8. CD-K.2022/3403).
5237 sayılı TCK’da zorunluluk hali bir hukuka uygunluk sebebi şeklinde değil, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep olarak düzenlenmiştir. Yani, zorunluluk hali kapsamından işlenen fiil kasten işlendiğinden suç meydana gelir, ancak fail kusurlu kabul edilmediği için kendisine ceza verilmez.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 223/3-b maddesine göre, zorunluluk hali altında suç işleyen fail hakkında “beraat” değil, TCK’nun 25/2 maddesi gereğince “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilmelidir.
Uluslararası literatür ve doktrin görüşleri işle yabancı mahkeme kararlarında uygulanan yakın tehlike unsurunun Türk hukukunda hem meşru savunma hem de zorunluluk unsurunu birlikte taşıyan bir durum olabileceği, yakın tehlikenin bu anlamda TCK madde 25 ve 27 hükümleri yönünden uygulanabilir bir durum olduğu yargıtay uygulamaları ile de ortaya konulmuştur.
Özellikle kadına şiddetin yoğunlaştığı son dönemde yakınları tarafından öldürülen kadın sayılarının artması bu tür olaylarda “göğüs göğüse çarpışma ve kavga etme etme yetisi ve gücü” bulunmayan kadınların toplum içinde çok rahat öldürüldükleri dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu yüzden uygulamanın genişletilmesi ez azından karşı koyma cesareti gösteren kadınların eyleminin hukuka uygunluk sayılarak cezalandırılmaması gerekecektir.
SONUÇ
Hukuka uygunluk nedeni olan meşru savunmanın varlığı halinde hukuka aykırılık ve buna bağlı olarak fiilin haksızlığı ortadan kalktığı halde, bir mazeret nedeninin var olduğu hallerde, failin içinde bulunduğu haller gözetilerek failin kusurluluğu ortadan kalkar. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” hukuka aykırılığı ortadan kaldırmayıp, fiilin haksızlık ve kusur içeriğini önemli oranda azaltan ve bu nedenle kanun koyucunun faili cezalandırmaktan kaçınması sonucunu doğuran bir mazeret nedenidir. Şiddet uygulayan saldırganı pasif olduğu uyku, sarhoşluk, uyuşturucu içmiş olması vesaire kendisini koruyamayacağı haller dâhilinde öldüren kadınının eylemini meşru savunma olarak kabul etmek, ölümcül güç uygulanmasının hukuki sınırlar içerisinde kullanımını toplum için tehlikeli olacak bir noktaya kadar haksız biçimde genişletecek ve insan yaşamı ile toplumsal gelişmeye büyük zararlar verebilecektir. Ancak özellikle eşleri veya erkek arkadaşları tarafından tekrarlanarak devam eden saldırılara maruz kalan kadınlar açısından, ölüm tehdidiyle birlikte eşleri veya erkek arkadaşları tarafından yaralanan, cinsel saldırıya uğrayan veya kötü muamele gören kadınların, eşlerini veya erkek arkadaşlarını uyurken, sarhoşken, uyuşturucu içmiş haldeyken veya başka bir iş yaparken öldürmeleri veya yaralamaları hallerinde, bu durumun yasada özel olarak düzenlenmek suretiyle mazeret nedeni olarak sayılması gerekmektedir.
Meşru savunma tehlikeli insanlara karşı kullanmak için değil, yalnızca kişinin kendisini veya üçüncü şahısları gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak haksız bir saldırıdan korumak için kullandığı içgüdüsel bir güç ve haktır. Yasaları bilen, genel olarak ceza hukuku bilincine sahip vatandaşların olması, düzgünce sınırlandırılmış bir meşru savunma hakkının kullanılması için çok önemlidir. Özellikle kadına yönelik şiddetin hızla arttığı çağımızda şiddete maruz kalan kadınların ve yakınlarının meşru savunma kavramının kapsam konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Hukuk yorumcuları arasında, yakın zamanda özellikle Amerikan hukukunda ilgi odağı olan, şiddete maruz kalan kadınların eşlerini veya erkek arkadaşlarını öldürme olaylarının meşru savunma kapsamına alınması yönünde vurgu yapılmakta ve bir yeniden değerlendirme ihtiyacı olduğu ileri sürülmektedir.
Meşru savunma bir hukuka uygunluk nedenidir. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” hali ise bir mazeret nedenidir. Mazeret nedenlerinin bulunması halinde fiilin haksızlığı ortadan kalkmadığı gibi, failin içinde bulunduğu haller gözetilerek failin kusurluluğu ortadan kalkmaktadır. Hukuka uygunluk eyleme odaklanır, oysa mazeret nedenleri hukuka uygunluk sebebi ile ilgili olup faille ve failin içinde bulunduğu objektif ve sübjektif şartlarla ilgilidir. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” hali failin akli/ ruhsal durumunu öne çıkarır, eylemi değil. Kötü muameleye maruz kalan faile diğerlerinden farklı davranmayı gerekren ve niçin onu aynı suçu işleyen diğerlerini suçlamak gerektiğini açıklar ve mazeret nedenini gerekçelendirir. “Şiddete maruz kalan kadın sendromu” konusunda yasal bir düzenleme yapılması ihtiyacı aslında kadınları korumaya yönelik hem hukuki hem de ahlaki bir düzenleme olarak düşünülmelidir.
“Şiddete maruz kalan kadın sendromu” şiddete maruz kalan kadınların yaşadığı bir çaresizlik olup, yasal düzenlemeler yapılarak toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik farkındalık yaratabilecek kurumların oluşturulması gerekmektedir. Kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik “kadın polisi” şeklinde diğer kolluk görevlilerinden ayrı olarak kadınlara yönelik işlenen suçlar konusunda uzman ve duyarlı kolluk görevlilerinin yasal düzenlemelerle hayata geçirilmesi şarttır. Kadına karşı şiddetle mücadelenin hızlı, etkin, sağlıklı ve tarafları koruyucu yöntemlerle gerçekleştirilmesi gerekir. Toplumun gelişmesi ve kadınların özgürce yaşayabilmeleri için şiddete maruz kalan kadının maddi ve manevi olarak desteklenmesi ve içinde bulunduğu koşullar gözetilerek ceza tehdidi ile karşılaşmamaları bireysel ve toplumsal gelişmeyle birlikte hukuk güvenliğini de artıracaktır.
“Şiddete maruz kalan kadın sendromu” şiddete maruz kalan kadınların yaşadığı bir çaresizlik olup, kadına karşı şiddetle mücadele konusunda devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmesi şarttır. Çünkü yaşam hakkı devletin teminatı altındadır. Kadına karşı şiddetle mücadelede devletin sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal, eğitsel ve yargısal yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekmektedir.
“Şiddete maruz kalan kadın sendromu” olaylarında kadının şiddete maruz kaldığı durumlarda, devlete başvurma bilincinin artırılması konusunda farkındalık çalışmaları yapılmalıdır. Devletin ise şikayet ya da ihbar üzerine yaşam hakkını önceleyen politikalar doğrultusunda önleyici/koruyucu tedbirleri almakta etkin, hızlı ve kararlı bir tutum sergilemesi gerekir.
Soruşturmaların, yargılamaların ve güvenlik önlemlerinin yeterince etkili olmadığı, kadının maddi ve manevi olarak korunamadığı açıktır. Özellikle kadına karşı işlenen suçlar konusunda devletin etkin kolluk ve Cumhuriyet savcılığı teşkilatları oluşturması ileride yaşanması olası insan öldürme ve yaralama suçlarını önlemede yardımcı olacaktır.
765 sayılı TCK’nın 49. maddesinin 2. fıkrasında saldırının gerçekleştiği anda savunma hareketinin yapılması gerektiğini ifade etmek üzere “…haksız bir taarruzu filhal defi zaruretinin bais olduğu mecburiyetle…” işlenen fiillerden dolayı failin cezalandırılmayacağı düzenlenmiş olmakla birlikte, doktrinde[73] ve Yargıtay kararlarında[74] mevcut saldırının geniş yorumlanması gerektiği, başlayacağı muhakkak olan saldırıyı başlamış, tekrarı muhakkak olan saldırıyı da henüz sona ermemiş olarak kabul etmek gerektiği ifade edilmekte idi. 5237 sayılı TCK’nın 25. maddesinin 1. fıkrasında “…gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırı…” ifadesi kullanılarak doktrin ve uygulamadaki bu kabul madde metnine yansıtılmıştır[75]. Başlamış ve devam eden saldırı “mevcut saldırı” olarak değerlendirilir. Saldırının başlamış olup olmadığı yöneldiği hukuki değer göz önünde bulundurularak tespit edilmelidir[76]; yöneldiği hukuki değeri ihlal etme tehlikesi doğuran saldırıları mevcut saldırı olarak kabul etmek gerekir[77]. Henüz başlamamış olmakla birlikte başlaması muhtemel olan saldırılar da meşru savunma kapsamında değerlendirilemez; zira kural olarak saldırıları önleme yükümlülüğü devlete aittir ve muhtemel saldırılar devletin ilgili birimlerine bildirilerek engellenmelidir[78]. Bununla birlikte, henüz başlamamış olmakla birlikte, gerçekleşmesi muhakkak olan saldırılara karşı yapılan savunma hareketleri meşru savunma kapsamında değerlendirilir. Çünkü, başlaması muhakkak olan bir saldırı, başladıktan sonra savunmayı imkânsız veya çok güç hale getirebilir; bu nedenle, başlamasına kesin gözüyle bakılan saldırılara karşı yapılan savunma hareketleri de meşrudur[79]. Saldırının mevcut olması şartı zorunluluk haline göre zaman itibariyle daha dar yorumlanmalıdır. Zorunluluk halinde devam eden ve müteakip zararları doğuracak olan tehlike de dikkate alınırken, meşru savunma bakımından saldırının (ya da gerçeklemesi muhakkak bir saldırının) mevcut (güncel, gegenwärtig) olması gerekmektedir[80]. Bu noktada önleyici savunma ile muhtemel saldırı arasındaki ayrıma dikkat edilmesi gerekmektedir. Önleyici savunma (Präventivnotwehr), muhtemel saldırının (antizipierte Notwehr) aksine hukuken kabul edilebilir değildir[81]. Burada güncel bir saldırının (die Gegenwärtigkeit des Angriffs) yokluğu söz konusudur. Örneğin gece yarısında kendisini öldüreceğini söyleyen, evde kendisine sürekli baskı ve şiddet uygulayan kişinin karısı tarafından öldürülmesi halinde meşru savunma hükümleri uygulanamaz[82]. Failin meşru savunma hükümlerinden faydalanabilmesi için gerçekleşmesi ya da tekrarı muhakkak bir haksız saldırının bulunması gerekmektedir[83]. Saldırı gerçekleştikten sonra fail olay yerini terk etmemiş ve saldırının tekrarı muhakkaksa bu durumda saldırının tekrarını önlemek için yapılan savunma hareketleri de meşru savunma kapsamında değerlendirilir. Aksi durumda ise meşru savunmanın varlığından söz etmek mümkün değildir. Yargıtay da konuya ilişkin olarak verdiği bir kararında[84]; “…maktulün yaşı ve otopsi raporunda belirlenen üstün fiziki yapısı da göz önüne alındığında, sanığın iddia ettiği şekilde yaşamına ve cinsel bütünlüğüne yönelik sürmekte olan bir saldırı bulunmadığı gibi önceki tarihlerde vuku bulmuş saldırının o an için tekrarının da muhakkak olmadığı, bu itibarla sanık açısından meşru savunma şartlarının oluşmadığı anlaşıldığından, sanığın meşru savunma şartları altında hareket ettiği yönündeki dosyada bulunan tutanak ve bilimsel raporlarla örtüşmeyen, cezadan kurtulmaya yönelik soyut savunmalarına itibar edilemeyeceği ve sanığın (sabaha karşı aldığı alkolün tesiriyle sızan maktulün bulunduğu odaya gelen sanığın başörtüsünü maktulün boynuna birkaç kez dolayıp sıkıca bağlamak suretiyle boğarak öldürdüğü) eşi maktulü yoğun tahrik altında kasten öldürdüğü” nün kabul edilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Saldırıdan sonra kaçmakta olan kişiye karşı yapılan hareketler, saldırıyı sonlandırmaya yönelik olmadığından meşru savunma kapsamında değerlendirilmez. Zira böyle bir durumda kendini savunma değil, öç alma saiki ile hareket etme söz konusudur[85]. Fail açısından haksız saldırı karşısında kapıldığı öfke nedeniyle irade yeteneğinin etkilenmesi söz konusudur; kusurluluğunu azaltan bu hal nedeniyle işlediği suçtan dolayı verilecek cezadan şartları mevcutsa haksız tahrik hükmü uyarınca indirim yapılabilir[86]. Yargıtay da konuya ilişkin bir kararında; “…sanık Ergün’ün alacağını istediği mağdur sanık Turgut’un kürekle kendisine vurarak olay yerinden uzaklaşmaya başladığı sırada Turgut’a kürekle vurması şeklinde gelişen eyleminde meşru müdafaanın unsurlarının oluşmadığı sanık lehine haksız tahrik hükümlerinin uygulanabileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi” nedeniyle ilk derece mahkemesince verilen beraat hükmünü bozmuştur[87]. Saldırının mevcut olması, aynı zamanda saldırının gerçek olmasını ifade eder. Saldırı failin tasavvuruna göre değil, gerçekten var olmak zorundadır[88]. Gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırı mevcut olmadığı halde, fail böyle bir saldırının var olduğu noktasında yanılmış ise -aşağıda “mefruz meşru savunmada sınırın aşılması” başlığı altında izah edileceği üzere- bu hukuki mesele hata hükümlerine göre çözümlenmelidir[89].
KAYNAKÇA
1-Ertuğrul Ünal, Heyecan, Korku Veya Telaş Sebebiyle Meşru Savunmada Sınırın Aşılmasının Türk Ve Alman Hukukundaki Uygulaması (Excessıve Defence Due To Excıtement, Fear Or Panıc In Turkısh And German Jurısprudenc), İnÜHFD 12(2): 671-684 (2021)
2-Cengiz Apaydın, Şiddete Maruz Kalan Kadın Sendromunun Meşru Savunma Açısından Değerlendirilmesi,
3-Joshua, “Battered Women and Sleeping Abusers: Some Critical Reflections”, Ohio State Journalof Criminal Law, 2006, s. 457-458,
4-Bakırcıoğlu, Önder, “The Contours Of The Right To Self- Defence: Is The Requirement Of Imminence Merely A Translator For The Concept Of Necessity?”, The Journal of Criminal Law, 72 CL, 2008, s. 162.
5-Zıpursky, B.C, Self-Defence And Relations Of Domination: Moral And Legal Perspectives On Battered Women Who Kill: Self-Defence, Domination, And The Social Contract, 57 U Pitt L Rev, 1996, s. 580.
6-Nourse, V.F., Self- Defense And Subjectivity, The University of Chicago Law Review, Fall 2001, 68, 4, s. 1239.
7-Schneider, Elizabeth M, Battered Women and Feminist Lawmaking, Yale Universit Press, New Haven CT 2000, s. 112 vd.
8-Dressler, Feminist (or “Feminist”) Reform Of Self- Defense Law: Some Critical Reflections, s. 1488.
9-Dressler, Feminist (or “Feminist”) Reform Of Self- Defense Law: Some Critical Reflections, s.1488-1499.
10-Öncü, Gülay Arslan, “Avrupa İnsan Hakları Kararlarında Kadına Karşı Aile İçi Şiddet Olgusu ve Bununla Mücadele Yaklaşımları”, Ceza Hukukunda Kadının Şiddete Karşı Korunması”, XII Levha Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 45.
11-Turk, Elizabeth L, “Abuses and Syndromes” Excuses or Jurisfictions” , Whittier Law Rewiew, Vol,18,1996-1997, s. 907.
12-Dressler, Joshua, “Battered Women and Sleeping Abusers: Some Critical Reflections”, Ohio State Journalof Criminal Law, 2006, s. 457
13-Walker, Lenore E, Battered Women Sendrome, Springer Publishing Company 3rd edition, New York 2009, s. 98.
14-Walker, s. 94. Walker’ a göre, üç aşamalı şiddet döngüsü tipik istismarcı ilişkiyi tanımlar. İlk aşama olan “gerginlik inşası’’ aşamasında, istismara uğrayanın durumun yinelenmesinden kaçınmak maksadıyla istismarcıyı sakinleştirme çabalarının olduğu ufak istismar olayları vardır. Bu çabalar sonuç vermez, gerginlik yükselir, istismar yoğunlaşır. İkinci aşama önceki gerginlik sonucu istismarcının patlayışıyla, şiddetli bir istismar olayı içerir. Bu aşamayı sakin, şiddetin olmadığı istismarcının pişmanlık gösterdiği, af dilediği ve yaptıklarını telafiye söz verdiği aşama takip eder. Fakat nihayetinde, döngü yeniden başlar. Zamanla, döngü kendini tekrar ettikçe, mağdur duygusal olarak ‘’öğrenilmiş çaresizlik’’ durumuna çekilir. İstismara maruz kalan kadın psikolojik olarak kapana kısılmış hisseder, psikolojik olarak istismarcı ilişkiyi bırakmaya muktedir olamaz. Walker’ a göre, ‘’diğerlerine göre kaçış mümkün görünse de, istismara maruz kalan kadın istismarcı ilişkiyi terk etmeyi denemez”.
15-State v. Norman, 366 S.E.2d 586, 587 (N.C. Ct. App. 1988), rev’d, 378 S.E.2d 8, 9 (N.C. 1989). Birkaç tanık vasıtasıyla sunulan sanığın (Judy Norman) kanıtları, maktulün (J.T. Norman) sanığa uyguladığı fiziksel ve sözel istismara ilişkin uzun bir geçmişi açığa çıkardı. Norman’ın öldüğü sırada, sanık ve maktul yirmi beş yıldır evliydiler. Norman bir alkolikti. Norman evliliklerinin 5.Yılından sonra içmeye ve sanığı dövmeye başlamıştı. Çiftin dördü hala sağ, beş çocuğu vardı. Sanık en küçük çocuğuna hamileyken, Norman onu dövmüş, merdivenlerden aşağı tekmelemiş ve ertesi gün bebeğin erken doğmasına sebep olmuştu. Norman, ölümünden birkaç ay önce bir günlüğüne çalışmış ancak bunun dışında tanıklar Norman’ ın çalıştığı herhangi bir zamanı hatırlayamadı. Yıllar boyunca ve ölüm zamanına kadar, Norman sanığı kendisine destek sağlaması için her gün hayat kadınlığına zorladı. Sanık, işi yapmamak için kendisine yalvarırsa, Norman onu tokatladı. Norman sanığa günlük en az yüz dolar getirmesi koşulunu getirdi; eğer bu parayı getirmeyi beceremezse sanığı dövdü. Norman genellikle Judy’ e ‘’kaltak’’ ve ‘’orospu’’ diyor ve onu bir kopek olarak tanımlıyordu. Norman, özellikle sarhoşken ve etrafta insanlar varken, gösteriş için sanığı hemen her gün dövüyordu. Norman elinin altında ne varsa sanığı onunla dövüyordu – yumrukla, sineklik, beyzbol sopasıyla, ayakkabıyla veya şişeyle; sanığın üzerinde sigara söndürerek; yüzüne yemek ve içecek atarak, bir keresinde günlerce yemek yemesine izin vermedi; bardak, kül tablası ve bira şişesi atarak, bir keresinde yüzünde bardak parçalayarak- Norman çoğunlukla sanığı kopek gibi havlatır, eğer reddederse onu döverdi. Çoğunlukla sanığı evlerindeki beton yerde yatmaya zorlar ve çeşitli durumlarda onu kedi veya köpek mama tabağından kedi veya kopek maması yemeye zorlardı. Norman dönem dönem sanığa ve diğerlerine, sanığı öldüreceğini söyledi. Ayrıca, tanığı kalbini çıkarmakla tehdit etti. Norman’ ın yaşamının son saatlerinde ise şunlar yaşandı: 10 Haziran 1985 gününe girerken, Norman sanığı para kazanması için Interstate 85 yolu üzerindeki tır durağına gidip hayat kadınlığı yapması için zorladı. Aynı günün ilerleyen saatlerinde Norman sarhoş olarak tır durağına gitti ve sanığın yüzünü yumruklamaya ve aracının kapısını sanığın üzerine vurmaya başladı. Ayrıca sanığa sıcak kahve attı. Eve dönüş yoluna, Norman’ ın aracı polis tarafından durduruldu ve Norman madde etkisi altında araç kullanmaktan tutuklandı. Norman serbest bırakıldığında…..fazlasıyla öfkeliydi ve sanığı dövdü….. sanığın ifadesine göre, Norman’ ın serbest bırakıldığı gün boyunca Judy Norman’ ın yakınlarında iken Norman kendisini tokatlıyor, uzağında olduğunda ise Norman bardak, bira şişesi ve kül tablası atıyordu. Norman sanıktan sandviç yapmasını istemiş, sanık sandviçi yapıp götürdüğünde ise, Norman sandviçi yere atarak yenisini yapmasını istemiştir. Sanık Norman’ a ikinci bir sandviç hazırlayıp götürdüğünde, Norman sandviçi tekrar yere atmış ve sanığa ellerine herhangi bir şey geçirmesini çünkü Judy’ nin ekmeğe elini sürmesini istemediğini söylemiştir. Sanık Norman’ a kâğıt havlu kullanarak üçüncü bir sandviç yapmış, Norman ise üçüncü sandviçi Judy’ nin yüzüne sıvamıştır. 11 Haziran 1985 akşamı saat 8.00 – 8.30 civarı, Norman’ ların evinde şiddete ilişkin bir ihbar yapıldı. Ihbarı cevaplandıran polis memuru, ifadesinde sanığın morlukları olduğunu ve ağladığını ayrıca, kocasının kendisini gün boyunca dövdüğünü ve bunu daha fazla kaldıramayacağını söylediğini belirtti. Polis memuru, sanığa kocası için yakalama emir çıkarmasını önermiş ancak, sanık eğer böyle bir şey yaparsa, kocasının onu öldüreceğini söylemiştir. Bir sure sonra polis memuru Norman’ ların evine tekrar yollandı. Polis memuru gittiğinde sanığın fazla dozda sinir hapı aldığını, sanığı tedavi etmeye çalışan acil personeline ise Norman’ ın müdahale ettiğini öğrendi. Norman sarhoştu ve ‘’eğer ölmek istiyorsan, ölmeyi hak ediyorsun. Sana daha fazla hap vereceğim’’ ve ‘’kaltağın ölmesine müsaade edin… o köpekten başka bir şey değil. Yaşamayı hak etmiyor’’ gibi söylemlerde bulunuyordu. Sanık Rutherford Hastanesine götürüldü. Hastanede sanıkla ilgilenen terapist sanığın öfkeli ve depresyonda olduğunu ve durumunun umutsuz olduğunu düşündüğünü belirtti. Terapistin tavsiyesiyle sanık o gece evine dönmedi ve geceyi büyükannesinin evinde geçirdi. Ertesi gün, …..Norman’ ın ölüm günü, Norman sanığa her zamankinden daha öfkeli ve vahşiydi. Tanıklara göre, Norman sanığı gün boyunca dövmüş, …………..(daha sonra) Norman sanık araba kullanırken kafasını tekmelemiş ve ‘’göğsünü kesip münasip bir yerine sokacağını’’ söylemişti. Aynı gün daha sonra, Norman’ların kızlarından biri …… büyükannesine babasının yine annesini dövdüğünü bildirdi. Sanığın annesi polisi aradı fakat, bu kez herhangi bir yardım gitmedi. Tanıkların belirttiğine göre, Norman sanığı boğazını kesmekle, öldürmekle ve göğsünü kesmekle tehdit emişti. Norman ayrıca, sanığın yüzünde çörek parçalamış ve göğsünde sigara söndürmüştü. Akşamüzeri, Norman kestirmek istedi. Yatak odasındaki iki yataktan geniş olana uzandı. Sanık, daha küçük yatağa yattı ancak Norman ‘’hayır kaltak… köpekler yatakta yatmaz, yerde yatar’’ dedi. Akabinde, Norman’ ların kızlarından biri ….odaya geldi ve sanığa, bebeğine bakıp bakamayacağını sordu. Norman onay verdi. Bebek ağlamaya başlayınca, sanık, bebeğin Norman’ ı rahatsız etmesinden korkarak, bebeği annesinin evine götürdü. Sanık annesinin evinde bir silah buldu. Sanık silahı alıp eve götürüp, evde Norman’ı öldürdü. Bkz. Dressler “Battered Women and Sleeping Abusers: Some Critical Reflections”, s. 459-460.
16-Dressler, Feminist (or “Feminist”) Reform Of Self- Defense Law: Some Critical Reflections, s. 1485-
1486.
17-Taşkın, Ozan Ercan, “Kötü Muameleye Maruz Kalmış Kadın Reaksiyonu Meşru Savunma Mı, Mazeret Nedeni Mi”, Ceza Hukuku Dergisi, Seçkin Yayıncılık, Nisan 2013, S: 21, s. 106.
18-Cutler, Jeffrey M, “ Criminal Law- Battered Woman Syndrome: The Killing of a Passive Victim- A Perfect Crime?- State v. Norman” Campell Law Review, Volume 11, 1989, s. 268.
19-Fernandez, Lauren K, Battered Woman Syndrome, Criminal Law Chapter of the Eighth Annual Review of Gender and Sexuality Law, 8 Geo. J. Gender & L. 235, 239 & n. 26.
20-Dressler, Feminist (or “Feminist”) Reform Of Self- Defense Law: Some Critical Reflections, s. 1486-1487.
21-Allard Sharon Angella: “Rethinking Battered Woman Syndrome: A Black Feminist Perspective”, UCLA Women’s Law Journal, C.1, S. 191, 1991, s. 191-207.”, s. 268.
22-Russell Brenda L.: Battered Woman Syndrome As a Legal Defense: History, Effectiveness and Implications, McFarland & Company, Inc. Publishers, North Carolina 2010. s. 119.
23-Schopp Robert F.- Sturgis Barbara J.- Sullivan Megan: “Battered Woman Syndrome, Expert Testimony, and the Distinction Between Justification and Excuse”, University of Illinois Law Review, C. 1994, S. 1, 1994, s. 45-113.s. 45-46;
24-Richard A. Rosen, “On Self-Defense, Imminence, and Women Who Kill Their Batterers”, North Carolina Law Review, C, 71, S. 2, 1993, s. 380 vd.
25-Murdoch Jeffrey B.: “Is Imminence Really Necessity? Reconciling Traditional Self-defense Doctrine with The Battered Woman Syndrome”, Northern Illinois University Law Review, C. 20, S.1, 2000, s. 191-218., s. 194, 195.
26-Walker Lenore E. A.: The Battered Woman Syndrome, Springer Publishing Company, B. 4, New York 2017.”, s. 324
27-Mihajlovich Mira: “Does Plight Make Right: The Battered Woman Syndrome, Expert Testimony and the Law of Self-Defense”, Indiana Law Journal, C. 62, S. 4, 1987, s. 1253-1282., s. 1271
28-Erich D. Andersen-Anne Read Andersen, “Constitutional Dimensions of the Battered Woman Syndrome”, Ohio State Law Journal, C. 53, S. 2, 1992, s. 404.
29-Bates Jeanne-Marie: “Expert Testimony on the Battered Woman Syndrome in Maryland”, Maryland Law Review, C. 50, S. 3, 1991, s. 920-944., s. 931.
30-Stubbs Julie – Tolmie Julia Rowenna, “Race, gender and the Battered Woman Syndrome: an Australian Case Study”, Canadian Journal of Women and the law, C. 8, S.1, 1995, s. 143, 144
31-Cheryl Regehr- Graham Glancy, “Battered Woman Syndrome Defense in Canadian Courts”, The Canadian Journal of Psychiatry, C. 40, S. 3, 1995, s. 130.
32-Lenore E. Walker-Amanda E. Temares- Brandi N. Diaz- Giselle Gaviria, “Psychological Evaluation of Battered Women Who Kill in Self-Defense: A Review of 34 Cases”, Journal of Aggression, Maltreatment & Trauma, 2022, s. 2.
33-Jacqueline R. Castel, “Discerning Justice for Battered Woman Who Kill”, University of Toronto Faculty of Law Review, C. 48, S. 2, 1990, s. 237 vd.
34-Dönmezer S / Erman S, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım, C. II, 11. Baskı, Beta Yayınevi, 1997., s. 113
35-Özbek V. Ö / Doğan K / Bacaksız P, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 13. Baskı, Seçkin Yayınevi, 2022, s. 313.
36-Önder A, Ceza Hukuku Dersleri, Filiz Kitabevi, 1992, s. 243-244.
37-Özen M, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, Seçkin Yayınevi, 1995., s. 74.
38-Koca M /Üzülmez İ, “Hukuka Uygunluk Sebeplerinde Sınırın Aşılması”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 11(1-2), 2007, s. 283.
39-Artuk M. E/ Gökcen A/ Alşahin M/ Çakır K, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 14. Bası, Adalet Yayınevi,2018, s. 447
40-Hilgendorf/Valerius, s. 121, 135; Karl Lackner/Kristian Kühl, Strafgesetzbuch Kommentar, 16. Auflage, Verlag, C.H. Beck, 2007 § 32, Rn. 4; Thomas Fischer, Strafgesetzbuch und Nebengesetze, 16. Auflage, Verlag, C.H. Beck, 2009 § 32, Rn. 16; Walter Gropp, Strafrecht Allgemeiner Teil, 2. Auflage, Springer Verlag, 2001§ 32, Rn. 65, 67, 77.
41-Yargıtay CGK 18.9.2018, E. 2015/1-424, K. 2018/399, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.
42-Demirbaş T, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 17. Baskı, Seçkin Yayınevi, 2022, s. 315.
43-Yargıtay 2.CD, 6.3.2006, E. 2005/5230, K. 2006/3845 Kazancı İçtihat Bilgi Bankası, Erişim Tarihi 10 Ocak 2023.
[1] Ertuğrul Ünal, Heyecan, Korku Veya Telaş Sebebiyle Meşru Savunmada Sınırın Aşılmasının Türk Ve
Alman Hukukundaki Uygulaması (Excessıve Defence Due To Excıtement, Fear Or Panıc In Turkısh And German Jurısprudenc), İnÜHFD 12(2): 671-684 (2021)
[2] Cengiz Apaydın, Şiddete Maruz Kalan Kadın Sendromunun Meşru Savunma Açısından Değerlendirilmesi
[3] Joshua, “Battered Women and Sleeping Abusers: Some Critical Reflections”, Ohio State Journalof
Criminal Law, 2006, s. 457-458,
[4] Bakırcıoğlu, Önder, “The Contours Of The Right To Self- Defence: Is The Requirement Of Imminence
Merely A Translator For The Concept Of Necessity?”, The Journal of Criminal Law, 72 CL, 2008, s. 162.
[5] Zıpursky, B.C, Self-Defence And Relations Of Domination: Moral And Legal Perspectives On Battered
Women Who Kill: Self-Defence, Domination, And The Social Contract, 57 U Pitt L Rev, 1996, s. 580.
[6] Nourse, V.F., Self- Defense And Subjectivity, The University of Chicago Law Review, Fall 2001, 68, 4,
- 1239.
[7] Schneider, Elizabeth M, Battered Women and Feminist Lawmaking, Yale Universit Press, New Haven
CT 2000, s. 112 vd.
[8] Dressler, Feminist (or “Feminist”) Reform Of Self- Defense Law: Some Critical Reflections, s. 1488.
[9] Dressler, Feminist (or “Feminist”) Reform Of Self- Defense Law: Some Critical Reflections, s.1488-
1499.
[10] Öncü, Gülay Arslan, “Avrupa İnsan Hakları Kararlarında Kadına Karşı Aile İçi Şiddet Olgusu ve Bununla
Mücadele Yaklaşımları”, Ceza Hukukunda Kadının Şiddete Karşı Korunması”, XII Levha Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 45.
[11] Turk, Elizabeth L, “Abuses and Syndromes” Excuses or Jurisfictions” , Whittier Law Rewiew, Vol
18,1996-1997, s. 907.
[12] Öncü, s. 39.
[13] Dressler, Joshua, “Battered Women and Sleeping Abusers: Some Critical Reflections”, Ohio State
Journalof Criminal Law, 2006, s. 457
[14] Walker, Lenore E, Battered Women Sendrome, Springer Publishing Company 3rd edition, New York
2009, s. 98.
[15] Walker, s. 94. Walker’ a göre, üç aşamalı şiddet döngüsü tipik istismarcı ilişkiyi tanımlar. İlk aşama olan
‘’gerginlik inşası’’ aşamasında, istismara uğrayanın durumun yinelenmesinden kaçınmak maksadıyla istismarcıyı sakinleştirme çabalarının olduğu ufak istismar olayları vardır. Bu çabalar sonuç vermez, gerginlik yükselir, istismar yoğunlaşır. İkinci aşama önceki gerginlik sonucu istismarcının patlayışıyla, şiddetli bir istismar olayı içerir. Bu aşamayı sakin, şiddetin olmadığı istismarcının pişmanlık gösterdiği, af dilediği ve yaptıklarını telafiye söz verdiği aşama takip eder. Fakat nihayetinde, döngü yeniden başlar. Zamanla, döngü kendini tekrar ettikçe, mağdur duygusal olarak ‘’öğrenilmiş çaresizlik’’ durumuna çekilir. İstismara maruz kalan kadın psikolojik olarak kapana kısılmış hisseder, psikolojik olarak istismarcı ilişkiyi bırakmaya muktedir olamaz. Walker’ a göre, ‘’diğerlerine göre kaçış mümkün görünse de, istismara maruz kalan kadın istismarcı ilişkiyi terk etmeyi denemez”.
[16] State v. Norman, 366 S.E.2d 586, 587 (N.C. Ct. App. 1988), rev’d, 378 S.E.2d 8, 9 (N.C. 1989). Birkaç
tanık vasıtasıyla sunulan sanığın (Judy Norman) kanıtları, maktulün (J.T. Norman) sanığa uyguladığı fiziksel ve sözel istismara ilişkin uzun bir geçmişi açığa çıkardı. Norman’ın öldüğü sırada, sanık ve maktul yirmi beş yıldır evliydiler. Norman bir alkolikti. Norman evliliklerinin 5.Yılından sonra içmeye ve sanığı dövmeye başlamıştı. Çiftin dördü hala sağ, beş çocuğu vardı. Sanık en küçük çocuğuna hamileyken, Norman onu dövmüş, merdivenlerden aşağı tekmelemiş ve ertesi gün bebeğin erken doğmasına sebep olmuştu. Norman, ölümünden birkaç ay önce bir günlüğüne çalışmış ancak bunun dışında tanıklar Norman’ ın çalıştığı herhangi bir zamanı hatırlayamadı. Yıllar boyunca ve ölüm zamanına kadar, Norman sanığı kendisine destek sağlaması için her gün hayat kadınlığına zorladı. Sanık, işi yapmamak için kendisine yalvarırsa, Norman onu tokatladı. Norman sanığa günlük en az yüz dolar getirmesi koşulunu getirdi; eğer bu parayı getirmeyi beceremezse sanığı dövdü. Norman genellikle Judy’ e ‘’kaltak’’ ve ‘’orospu’’ diyor ve onu bir kopek olarak tanımlıyordu. Norman, özellikle sarhoşken ve etrafta insanlar varken, gösteriş için sanığı hemen her gün dövüyordu. Norman elinin altında ne varsa sanığı onunla dövüyordu – yumrukla, sineklik, beyzbol sopasıyla, ayakkabıyla veya şişeyle; sanığın üzerinde sigara söndürerek; yüzüne yemek ve içecek atarak, bir keresinde günlerce yemek yemesine izin vermedi; bardak, kül tablası ve bira şişesi atarak, bir keresinde yüzünde bardak parçalayarak- Norman çoğunlukla sanığı kopek gibi havlatır, eğer reddederse onu döverdi. Çoğunlukla sanığı evlerindeki beton yerde yatmaya zorlar ve çeşitli durumlarda onu kedi veya köpek mama tabağından kedi veya kopek maması yemeye zorlardı. Norman dönem dönem sanığa ve diğerlerine, sanığı öldüreceğini söyledi. Ayrıca, tanığı kalbini çıkarmakla tehdit etti. Norman’ ın yaşamının son saatlerinde ise şunlar yaşandı: 10 Haziran 1985 gününe girerken, Norman sanığı para kazanması için Interstate 85 yolu üzerindeki tır durağına gidip hayat kadınlığı yapması için zorladı. Aynı günün ilerleyen saatlerinde Norman sarhoş olarak tır durağına gitti ve sanığın yüzünü yumruklamaya ve aracının kapısını sanığın üzerine vurmaya başladı. Ayrıca sanığa sıcak kahve attı. Eve dönüş yoluna, Norman’ ın aracı polis tarafından durduruldu ve Norman madde etkisi altında araç kullanmaktan tutuklandı. Norman serbest bırakıldığında…..fazlasıyla öfkeliydi ve sanığı dövdü….. sanığın ifadesine göre, Norman’ ın serbest bırakıldığı gün boyunca Judy Norman’ ın yakınlarında iken Norman kendisini tokatlıyor, uzağında olduğunda ise Norman bardak, bira şişesi ve kül tablası atıyordu. Norman sanıktan sandviç yapmasını istemiş, sanık sandviçi yapıp götürdüğünde ise, Norman sandviçi yere atarak yenisini yapmasını istemiştir. Sanık Norman’ a ikinci bir sandviç hazırlayıp götürdüğünde, Norman sandviçi tekrar yere atmış ve sanığa ellerine herhangi bir şey geçirmesini çünkü Judy’ nin ekmeğe elini sürmesini istemediğini söylemiştir. Sanık Norman’ a kâğıt havlu kullanarak üçüncü bir sandviç yapmış, Norman ise üçüncü sandviçi Judy’ nin yüzüne sıvamıştır. 11 Haziran 1985 akşamı saat 8.00 – 8.30 civarı, Norman’ ların evinde şiddete ilişkin bir ihbar yapıldı. Ihbarı cevaplandıran polis memuru, ifadesinde sanığın morlukları olduğunu ve ağladığını ayrıca, kocasının kendisini gün boyunca dövdüğünü ve bunu daha fazla kaldıramayacağını söylediğini belirtti. Polis memuru, sanığa kocası için yakalama emir çıkarmasını önermiş ancak, sanık eğer böyle bir şey yaparsa, kocasının onu öldüreceğini söylemiştir. Bir sure sonra polis memuru Norman’ ların evine tekrar yollandı. Polis memuru gittiğinde sanığın fazla dozda sinir hapı aldığını, sanığı tedavi etmeye çalışan acil personeline ise Norman’ ın müdahale ettiğini öğrendi. Norman sarhoştu ve ‘’eğer ölmek istiyorsan, ölmeyi hak ediyorsun. Sana daha fazla hap vereceğim’’ ve ‘’kaltağın ölmesine müsaade edin… o köpekten başka bir şey değil. Yaşamayı hak etmiyor’’ gibi söylemlerde bulunuyordu. Sanık Rutherford Hastanesine götürüldü. Hastanede sanıkla ilgilenen terapist sanığın öfkeli ve depresyonda olduğunu ve durumunun umutsuz olduğunu düşündüğünü belirtti. Terapistin tavsiyesiyle sanık o gece evine dönmedi ve geceyi büyükannesinin evinde geçirdi. Ertesi gün, …..Norman’ ın ölüm günü, Norman sanığa her zamankinden daha öfkeli ve vahşiydi. Tanıklara göre, Norman sanığı gün boyunca dövmüş, …………..(daha sonra) Norman sanık araba kullanırken kafasını tekmelemiş ve ‘’göğsünü kesip münasip bir yerine sokacağını’’ söylemişti. Aynı gün daha sonra, Norman’ların kızlarından biri …… büyükannesine babasının yine annesini dövdüğünü bildirdi. Sanığın annesi polisi aradı fakat, bu kez herhangi bir yardım gitmedi. Tanıkların belirttiğine göre, Norman sanığı boğazını kesmekle, öldürmekle ve göğsünü kesmekle tehdit emişti. Norman ayrıca, sanığın yüzünde çörek parçalamış ve göğsünde sigara söndürmüştü. Akşamüzeri, Norman kestirmek istedi. Yatak odasındaki iki yataktan geniş olana uzandı. Sanık, daha küçük yatağa yattı ancak Norman ‘’hayır kaltak… köpekler yatakta yatmaz, yerde yatar’’ dedi. Akabinde, Norman’ ların kızlarından biri ….odaya geldi ve sanığa, bebeğine bakıp bakamayacağını sordu. Norman onay verdi. Bebek ağlamaya başlayınca, sanık, bebeğin Norman’ ı rahatsız etmesinden korkarak, bebeği annesinin evine götürdü. Sanık annesinin evinde bir silah buldu. Sanık silahı alıp eve götürüp, evde Norman’ı öldürdü. Bkz. Dressler “Battered Women and Sleeping Abusers: Some Critical Reflections”, s. 459-460.
[17] Dressler, Feminist (or “Feminist”) Reform Of Self- Defense Law: Some Critical Reflections, s. 1485-
1486.
[18] Taşkın, Ozan Ercan, “Kötü Muameleye Maruz Kalmış Kadın Reaksiyonu Meşru Savunma Mı, Mazeret
Nedeni Mi”, Ceza Hukuku Dergisi, Seçkin Yayıncılık, Nisan 2013, S: 21, s. 106.
[19] Cutler, Jeffrey M, “ Criminal Law- Battered Woman Syndrome: The Killing of a Passive Victim- A
Perfect Crime?- State v. Norman” Campell Law Review, Volume 11, 1989, s. 268.
[20] Fernandez, Lauren K, Battered Woman Syndrome, Criminal Law Chapter of the Eighth Annual Review
of Gender and Sexuality Law, 8 Geo. J. Gender & L. 235, 239 & n. 26.
[21] Dressler, Feminist (or “Feminist”) Reform Of Self- Defense Law: Some Critical Reflections, s. 1486-
1487.
[22] Allard, s. 193; Stubbs, “Battered Woman Syndrome”, s. 268.
[23] Allard, s. 193.
[24] State v. Norman, 89 N.C. App. 384, 366 S.E.2d 586, 1988.
[25] Russell, s. 119.
[26] Schopp- Sturgis- Sullivan, s. 45-46; Çalışma boyunca, “imminent” kavramı “yakın”, “immediate”
kavramı değişimli olarak kullanılmak üzere “acil, derhal” olarak çevrilmiştir.
[27] Schopp- Sturgis- Sullivan, s. 50.
[28] Schopp- Sturgis- Sullivan, s. 64, 65.
[29] Schopp- Sturgis- Sullivan, s. 66.
[30] Schopp- Sturgis- Sullivan, s. 67.
[31] Schopp- Sturgis- Sullivan, s. 67.
[32] Schopp- Sturgis- Sullivan, s. 67, 68.
[33] Schopp- Sturgis- Sullivan, s. 69.
[34] Richard A. Rosen, “On Self-Defense, Imminence, and Women Who Kill Their Batterers”, North Carolina
Law Review, C, 71, S. 2, 1993, s. 380 vd.
[35] Yazar zorunluluğun ikinci bir özelliği daha bulunduğunu belirtmektedir. İstenen sonuca ulaşmak için
mevcut olan tek seçenek savunmadır. Dahası, zorunluluk tanımının kendisinde olmayan bir doğal sonuç olarak, savunma gücü kullanılmasını gerektiren durumun, savunmanın yapıldığı kişi tarafından yaratılmış olması gerektiğidir. Bkz. Murdoch, s. 194, 195.
[36] Walker, “Battered Women Syndrome and Self-Defence”, s. 324
[37] Walker, “Battered Women Syndrome and Self-Defence”, s. 324.
[38] Mihajlovich, s. 1271
[39] Erich D. Andersen-Anne Read Andersen, “Constitutional Dimensions of the Battered Woman Syndrome”,
Ohio State Law Journal, C. 53, S. 2, 1992, s. 404.
[40] Murdoch, s. 216, 217.
[41] Walker, “Battered Women Syndrome and Self-Defence”, s. 325, 326.
[42] Bates, s. 931.
[43] Zecevic v. Director of Public Prosecutions,162 CLR 645, 1987.
[44] Stubbs- Rowenna Tolmie, s. 143, 144.
[45] State v. Leidholm, 334 N.W.2d 811, 1983
[46] State v. Gallegos, 65 Wn. App. 230, 828 P.2d 37, 1992.
[47] State v. Hundley, 236 Kan. 461, 693 P.2d 475, 1985.
[48] Shaffer, s. 7; Stubbs, “Battered Woman Syndrome”, s. 267; Hatcher, s. 37; O’Donovan, s. 429.
[49] Cheryl Regehr- Graham Glancy, “Battered Woman Syndrome Defense in Canadian Courts”, The
Canadian Journal of Psychiatry, C. 40, S. 3, 1995, s. 130.
[50] Shaffer, s. 8.
[51] Easteal, s. 221.
[52] Thyfault, s. 493, 494.
[53] Easteal, s. 221.
[54] Stubbs-Tolmie, “Falling Short of the Challenge?”, s. 733.
[55] Griffith, s. 182.
[56] Mather, s. 565, 566.
[57] Lenore E. Walker-Amanda E. Temares- Brandi N. Diaz- Giselle Gaviria, “Psychological Evaluation of
Battered Women Who Kill in Self-Defense: A Review of 34 Cases”, Journal of Aggression, Maltreatment & Trauma, 2022, s. 2.
[58] Mather, s. 565, 566.
[59] Russell, s. 112.
[60] Wells, s. 272.
[61] Wells, s. 271.
[62] Wells, s. 271, 272.
[63] Walker, “Battered Women Syndrome and Self-Defence”, s. 325.
[64] Sheely- Stubbs- Tolmie, s. 373.
[65] Thyfault, s. 494.
[66] State v. Stewart, 663 A.2d 912, 1995.
[67] Jacqueline R. Castel, “Discerning Justice for Battered Woman Who Kill”, University of Toronto Faculty
of Law Review, C. 48, S. 2, 1990, s. 237 vd.
[68] Ewing, Battered Woman Who Kill, s. 35.
[69] Mangum, s. 603, 604.
[70] Wells, s. 272.
[71] Ewing, Battered Woman Who Kill, s. 49.
[72] Ewing, Battered Woman Who Kill, s. 65.
[73] Dönmezer S / Erman S, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım, C. II, 11. Baskı, Beta Yayınevi,
1997., s. 113İçel K / Özgenç İ / Sözüer A / Mahmutoğlu F. S / Ünver Y, Suç Teorisi, Sebat Yayıncılık, 1999, s. 151; Özen, s. 7275.
[74] “…Savunmada bulunmak, her canlının ve bu arada insanın, kendisini koruma tepkisinin bir sonucudur.
Ceza Genel Kurulu’nun uyum gösteren içtihatlarına göre, saldırının varlığını geniş manada anlamak ve başlayacağı artık muhakkak olan bir saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da, henüz sona ermemiş saymak zorunludur. Saldırının bilfiil başlaması beklenecek olursa, bir çok halde savunma etkisini kaybetmiş olur. Bu nedenle 1931 tarihli İtalyan Ceza Yasası “saldırının değil, ondan doğan tehlikelerin halen var olmasından” söz etmiştir. Henüz başlamamış bir saldırı da tehlike teşkil edebilir. Zaruret sınırının aşılması konusunda da, failin içinde bulunduğu ruh hali adil bir tarzda gözönünde tutulmalıdır. Yukarıda açıklanan olaylar zinciri içinde, özellikle sanığın yaşı, hamile olması nedeniyle maktulle mücadeleye kalkışmasının güç oluşu, olay yeri ve saati, yardımdan yoksun bulunuşunun feryadına rağmen etraftan kimsenin gelmemesiyle eylemli olarak saptanmış olması da gözönünde tutulduğunda, sanığın meşru müdafaa şartları içinde hareket ettiği ve savunmada aşırılığa kaçmasının da sözkonusu olmadığının kabulünde zorunluluk bulunduğu halde, yazılı şekilde sanığın mahkumiyetine karar verilmesi, Yasaya aykırı olduğundan…hükmün bozulmasına…” (Y. 1. CD, 26.11.1991, E. 1991/2556, K. 1991/2846, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası, Erişim Tarihi 10 Ocak 2023).
[75] Özbek V. Ö / Doğan K / Bacaksız P, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 13. Baskı, Seçkin Yayınevi,
2022, s. 313.
[76] Önder A, Ceza Hukuku Dersleri, Filiz Kitabevi, 1992, s. 243-244.
[77] Özen M, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, Seçkin Yayınevi, 1995., s. 74.
[78] Koca M /Üzülmez İ, “Hukuka Uygunluk Sebeplerinde Sınırın Aşılması”, Erciyes Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, 11(1-2), 2007, s. 283.
[79] Artuk M. E/ Gökcen A/ Alşahin M/ Çakır K, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 14. Bası, Adalet Yayınevi,
2018, s. 447
[80] Hilgendorf/Valerius, s. 121, 135; Karl Lackner/Kristian Kühl, Strafgesetzbuch Kommentar, 16. Auflage,
Verlag, C.H. Beck, 2007 § 32, Rn. 4; Thomas Fischer, Strafgesetzbuch und Nebengesetze, 16. Auflage,
Verlag, C.H. Beck, 2009 § 32, Rn. 16; Walter Gropp, Strafrecht Allgemeiner Teil, 2. Auflage, Springer
Verlag, 2001§ 32, Rn. 65, 67, 77.
[81] Hilgendorf/Valerius, s. 121.
[82] Hilgendorf/Valerius, s. 121, 135. Önleyici savunmada, savunmada bulunulmadığı takdirde ileride savuma
imkanının önemli ölçüde kötüleşeceği yönünde bir beklenti olsa da kabul edilebilir değildir (Heinrich, AT I, s. 226).
[83] “…maktulün, her zaman yaptığı gibi, gece tekrar taciz ve tecavüz için gelebileceği ve ertesi gün annesini
ve kız kardeşini evden uzaklaştırdıktan sonra kendisine silah tehdidi ile tecavüz edeceği endişesiyle korkuya kapılan sanığın, maktule ait silahı yerinden alıp yastığının altına koyduğu, sabah saat 07.30 sıralarında annesinin mutfakta olması nedeni ile babasının yalnız olarak uyumakta olduğu odaya girip, çaresizlikten kaynaklanan korku ve panikle ona ikisi enseye ve bir adedi sırt bölgesine olmak üzere 3 el ateş etmek suretiyle öldürdüğü olayda; açıklanan olaylar zinciri içinde ırzına yönelik ısrarlı saldırılardan maktulün vazgeçmeyeceği ve o an için son verilen saldırıların tekrarının muhakkak olduğu inancına kapılarak, meşru savunma koşulları içinde, ancak mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile sınırı aşarak maktulü öldüren sanık hakkında TCK’nın 27/2 ve CMK’nın 223/2-c maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi yerine delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek TCK’nın 82/1-d, 29, 62 maddeleri ile hüküm kurulması bozmayı gerektirmiş,…. (Yargıtay 1. CD, 13.7.2011, E. 2011/1267, K. 2011/4491, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası,).
[84] Yargıtay CGK 18.9.2018, E. 2015/1-424, K. 2018/399, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.
[85] Dönmezer/Erman, II, s. 113; Özen, s. 77.
[86] Özen, s. 78; Demirbaş T, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 17. Baskı, Seçkin Yayınevi, 2022, s. 315.
[87] Yargıtay 2.CD, 6.3.2006, E. 2005/5230, K. 2006/3845 Kazancı İçtihat Bilgi Bankası, Erişim Tarihi 10
Ocak 2023.
[88] Heinrich, AT I, s. 217-218.
[89] Dönmezer/Erman, II, s. 115; Demirbaş, s. 317. Kanaatimizce; bu hukuki meselenin çözümü için 5237
sayılı TCK’nın 30. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde değerlendirme yapılması gerekir. Bu kapsamda, meşru savunmanın maddi şartlarından biri olan saldırının varlığı konusunda failin düştüğü hata kaçınılmaz ise, failin bu hatası kastını ortadan kaldıracak ve meşru savunma hukuka uygunluk nedeni varmış gibi değerlendirme yapılması gerekecektir.




