TACİR HAMİLİNE ÇEKLERİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Şahin hukuk blog

TACİR HAMİLİNE ÇEKLERİN HUKUKİ NİTELİĞİ

                                                                                                          Av.Hüseyin Şahin

                                                                                                         Osmaniye Barosu

                                                                                                              05/09/2024

I-GENEL OLARAK                                                                                                             

2024 yılı itibarıyla Türkiye’de hamiline yazılı çekler, ticari işlemler ve ödemelerde yaygın olarak kullanılır. Fakat bu tür çeklerin kullanımı sırasında bazı önemli yasal ve finansal riskler yer alır.

Gerçek ve tüzel kişilere, esnaf ve sanatkâr odasına kayıtlı esnaf ve sanatkârlara ticari ilişkiden doğan borçlarını ödemeleri için verilen çek defterlerine tacir çeki denir. Bu çeklerin matbu olarak hamiline basılmasına ise tacir hamiline çek denir.

Tacir hamiline çekte dikkat edilmesi gereken 3 nokta bulunmaktadır.

  • Çek defteri verilen kişinin tacir olması gerekmektedir.
  • Ticaret ilişkisinden doğan bir borç için tacir hamiline çek kullanılmalıdır. Tacir kişi kendi şahsi borçlarını bu çek ile ödeyemez.
  • Çek matbu olarak ‘Hamiline’ düzenlenmiş olmalıdır.

İbraz süreleri içinde takasa verilen bir çek ödenmez ise çek karşılıksız çıkmış olur ve çekin arkası yazdırılmalıdır. Karşılıksız çıkan çekin aslını banka tutacak ve müşterisine fotokopisini verecektir. Alacaklı bu karşılıksız çek fotokopisi ile icra müdürlüklerine başvurarak alacağı için icra takibi başlatmalıdır.

Türk Ticaret Kanunu’nda tacir çeki kavramına yer verilmediği gibi, bu Kanun açısından tür oluşturan çekler bakımından tacir çeki ile tacir olmayan kişilere ait çekler arasında bir fark da bulunmamaktadır. Tacir çeki kavramı ilk defa 5941 sayılı Çek Kanunu’nda düzenlenmiştir ve tacir çeki ile tacir olmayanlara ait çekler birbirinden ayırt edilmiştir. Esas itibariyle tacir çeki, çek hukukunda unsurları ve tabi olduğu hüküm ve sonuçları itibariyle tür oluşturan bir çek değildir[1]. Çekin türleri, devir şekilleri ve def’i sistemi bakımından nama, emre ve hamiline çekler olarak sayılabilir.

Tacir çeki ve tacir olmayan çeki bazı batı ülkelerinde kendiliğinden ayrılmıştır. Bu ayrımın sebebi o ülkelerde şirketlerin kendi çeklerini bastırabilme imkânına sahip olmalarıdır. Şirketler çeklerini, özellikle çekin üzerine koydukları logo ve amblemler sayesinde diğer şirketlerin çeklerinden ve tacir olmayan çekinden farklılaştırmaktadır. Çek Kanunu’na göre tacir çeki diğer çeklerden, çekin unsurları, devir şekli, def’i düzeni, ödenmemeye ilişkin hukuki rejim, karşılıksızlık durumunda yapılacak işlemler ve takip hukuku bakımından ayrılmamaktadır. Kanundaki ayrım, çek yaprağının küçük veya büyük olması, zemin rengi ve üzerinde yer alan ibareler ile gerçekleştirilmektedir. Bu sebeple tacir çeki, Cenevre ile Türkiye Birlik Kanunu ve TTK sistemi ile uyumludur[2].

Tacir çekinin düzenlenmesinin amacı, keşidecinin hukuka aykırılıkları, perdelemeleri, başkasının ardına gizlenmeleri ve özellikle ticaret şirketlerine ilişkin ödeme ve tahsil işlemlerinin, şirketle ilgili olan ve olmayan gerçek kişilerin hesapları üzerinden yürütülmesine engel olmak ve kayıt dışı ekonominin denetim altına alınması önlemlerine katkıda bulunmak, kara paranın aklanması ile terörün finansmanı önlemektir. Diğer taraftan tacir çekleri, lehtarda, cirantalarda, iştira, iskonto ve senet karşılığı rehin işlemlerinde kredi verende güven uyandıracağından, çekin bir ödeme ve garanti aracı olması fonksiyonunu kuvvetlendirmek amacına da hizmet etmektedir. Zira, tacirlerin finansal yönden daha güçlü olduklarına inanılır. Ayrıca tacirler iflasa tabi olduklarından ve defter tuttuklarından etkili bir şekilde takip edilebilecekleri ve ispat kolaylığı sağlayacağı kabul edilir. Bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için, 3167 sayılı Kanunun tüm çekler için getirdiği örnek yaprak düzeninden vazgeçilmiş ve her bir çek türü bakımından farklı şekillerde çek yaprakları basılması öngörülmüştür.

Tacirler hamiline yazılı çek kabul ederken çekin düzenlenme tarihine, ödeme vadesine ve çek üzerindeki imzalara dikkat etmelidir. Hamiline çek, üzerinde alacaklının adı yazılı olmayan, elinde bulunduran kişiye ödeme yapılmasını sağlayan bir çek türüdür. Bu nedenle çeki elinde bulunduran kişi hukuken yetkili sayılır ve ödeme talep edebilir. Dolayısıyla hamiline çeklerin çalınma veya kaybolma riski daha yüksektir. Bu riski azaltmak için çeklerin güvenli şekilde muhafaza edilmesi ve yalnızca güvenilir taraflarca kabul edilmesi önemlidir.

Tacirler ayrıca hamiline çeklerin yasal düzenlemelerine dikkat etmelidir. Türkiye’de hamiline yazılı çeklerin kullanımı 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile düzenlenmiştir. 2024 yılında bu kanun kapsamında yapılan güncellemeler ile hamiline çeklerin kaydının Merkezi Kayıt Kuruluşu’na (MKK) yapılması zorunluluğu getirilmiştir. Bu düzenleme hamiline çeklerin takibini ve güvenliğini artırmak amacıyla yürürlüğe konulmuştur. Tacirlerin, hamiline çekleri kabul ederken bu kayıt zorunluluğunu yerine getirmesi ve çeki teslim aldığında MKK’ya bildirimde bulunması gerekir. Aksi takdirde çekin geçersiz sayılması ve hukuki sorunlarla karşılaşılması mümkündür.

Tacir hamiline çek adından da anlaşılabileceği üzere tacir statüsü taşıyan taraf ya da kişilerin kullanabilmesi için düzenlenen çeke verilen isimdir. Esnaf ve sanatkâr odasında kaydı bulunan sanatkâr ve esnaflara, gerçek ve tüzel kişilere ödeme yapmak için kullanılır. Bu çek türünün kullanılabilmesi için söz konusu ödemenin ticari bir ya da birden fazla ilişkiden doğmuş olması gerekir. Tacir hamiline çeki şahsi ya da bağımsız bir ödeme için kullanmak mümkün değildir.

II-TACİR ÇEKİ DÜZENLEYEBİLMENİN ŞARTLARI VE TACİR ÇEKİ DÜZENLEMENİN ZORUNLU OLDUĞU HALLER

5941 sayılı Kanunun 2. maddesinin 6. bendi tacir olan kişilerle olmayan kişilerin düzenleyeceği çekleri farklılaştırmıştır. Bu hükme göre, tacir olan bir kişi “tacir sıfatıyla” ve “bir ticari ilişkisi sebebiyle” çek keşide ederse, bu çekin tacir çeki olarak düzenlenmesi gerekmektedir[3]. Dolayısıyla, tacir çekinin düzenlenmesinin zorunlu hale gelmesi için iki şartın birlikte gerçekleşmesi zorunludur.

Tacir çekinin düzenlenebilmesi için öncelikle kişinin tacir olması gerekmektedir. Tacir olmayan kişiler bir ticari ilişki içerisine girseler dahi tacir çeki düzenleyemezler.

-Tacir çeki düzenleyebilmenin ikinci şartı ise, tacirin bir ticari ilişkisi sebebiyle çek düzenliyor olması gerekmektedir.

Tacirin gerçek kişi veya tüzel kişi tacir olmasına göre Çek Kanunu m. 2/6 hükmünün uygulaması farklılaşmaktadır. Zira tacir gerçek kişi ise, gerçek kişi tacirlerin ticari işleri dışında özel işleri de olabileceğinden gerçek kişi tacir ancak, ticari işletmesi ile ilgili bir iş sebebiyle çek keşide ediyor ise, o durumda tacir çeki keşide etmek zorundadır. Gerçek kişi tacir örneğin, evine buzdolabı almak için bir çek keşide ediyorsa, yani ticari işletmesi ile ilgili olmayan adi bir işi sebebiyle çek düzenliyorsa, bu durumda tacir çeki keşide etmek zorunda değildir. Bu tespitin dayanağı TTK m. 21/1 hükmüdür. Bu maddeye göre, “Bir tacirin borçlarının ticari olması asıldır. Şu kadar ki; hakiki şahıs olan bir tacir, muameleyi yaptığı anda bunun ticari işletmesiyle ilgili olmadığını diğer tarafa açıkça bildirdiği veya muamele, fiil veya işin ticari sayılmasına halin icabı müsait bulunmadığı takdirde borç adi sayılır.” Bu düzenleme ile ticari iş karinesine gerçek kişi tacirler bakımından bir istisna getirilmiş ve gerçek kişi tacirin, yaptığı işin ticari işletmesi ile ilgili olmadığını karşı tarafa açıkça bildirdiği veya somut olayın özelliklerinin işin ticari sayılmasına müsait olmadığı durumlarda borcun adi sayılacağı belirtilmiştir. Bu istisnai durumun Çek Kanunu’nun uygulanmasında da dikkate alınması ve tacir çeki düzenleme zorunluluğu bakımından uygulanması gerekmektedir. Bu düzenlemenin gereği olarak gerçek kişi tacirler sadece ticari işletmeleri ile ilgili işlerde tacir çeki keşide etmek zorundadır.

TTK m. 21/1 hükmündeki istisnanın sadece gerçek kişi tacirler bakımından söz konusu olduğu madde metninde açıkça yer aldığından tüzel kişilerin tacirlerin bütün işlerinin ticari olduğu kabul edilir. Dolayısıyla, tüzel kişi tacirlerin özel olanları bulunmamaktadır. Özel alanları olmadığı için tüzel kişi tacirin keşide edeceği tüm çeklerin tacir çeki olması gerekmektedir.  Mevcut düzenlemede tacir olmayan bir kişinin veya gerçek kişi tacirin ticari işletmesi ilgili olmayan özel işleri ile ilgili olarak tacir çeki keşide edip edemeyeceği hususunda bir hüküm bulunmamaktadır. Yasal düzenleme sadece hangi hallerde tacir çekinin düzenlenmesinin zorunlu olduğunu belirlemekte, tacir çekinin keşide edilemeyeceği durumları düzenlememektedir. Tacir çekinin keşide edilemeyeceği hallere sadece madde gerekçesinde değinilmiştir. Kanun’un 2 maddesinin 6. fıkrasının gerekçesinde “Böylece tacir çeki, ancak kişinin tacir sıfatıyla bulunduğu bir ticari ilişki çerçevesinde düzenlenebilecektir. Tasarı’nın 7’nci maddesinin birinci fıkrası ile birlikte değerlendirildiğinde, tacir olmayan kişinin, kendi adına tacir çeki düzenleyememesi; keza tacir kişinin de, iştigal ettiği ticari faaliyet dışında bulunduğu ticari ilişkiler bağlamında tacir çeki düzenleyememesinin sağlanması amaçlanmıştır.” denmektedir. Gerekçeden de açıkça anlaşıldığı üzere, tacir olmayan kişiler tacir çeki düzenleyemezler. Ayrıca, tacir olmayan kişiler tacir kişilere özgü çek hesabı açtıramayacaklarından, fiilen tacir çeki alamamaları ve dolayısıyla düzenleyememeleri gerekmektedir. 5941 sayılı Kanun’un 7. maddesinin 2. fıkrasına göre, “Tacir olmayan kişiye tacir kişiye verilmesi gereken çek defteri evren banka görevlisi hakkında elli günden yüzeli güne kadar adli para cezasına hükmolunur.” Bu düzenleme de tacir olmayan kişinin eline tacir çeki geçmesini ve keşide etmesini engellemeyi amaçlayan bir düzenlemedir.  Aynı şekilde, gerçek kişi tacirler ticari işletmesi ile ilgili olmayan adi alanlarında tacir çeki keşide edemezler. Her ne kadar madde gerekçesinde bu ifadeler yer alsa da, aksinin gerçekleşmesi, yani tacir olan gerçek kişinin adi alanına ilişkin bir iş sebebiyle tacir çeki keşide etmesi durumunda bir yaptırım öngörülmemiştir. Hapis cezası sadece tacir çekinin keşide edilmesinin zorunlu olmasına rağmen, keşide edilmemesi durumuna ilişkin olarak düzenlenmiştir (Çek Kanunu m. 7/I)[4]. Dolayısıyla, 5941 sayılı Kanun’un 7. maddesinde düzenlenen ceza, gerçek kişi tacirin adi alanına ilişkin bir iş sebebiyle tacir çeki düzenlenmesi haline uygulanamaz.

5941 sayılı Çek Kanunu tacir hesabı açıldığının kabul edildiği özel bir hali düzenlemiştir. Kanunun 4. maddesinin 2. fıkrasına göre, “Tacir tüzel kişi veya onun faaliyetleri ile ilişkilendirilmek kaydıyla, tüzel kişinin gerçek kişi ortakları, ortakların ilgili bulunduğu veya tüzel kişinin veya ortaklarının etkisi altında bulundurduğu gerçek kişiler ile tüzel kişinin yönetim organında görev alan veya temsilcisi sıfatını taşıyan gerçek kişiler adına açılmış olan çek hesapları, tacir tüzel kişiye ait kabul edilir.” Maddede belirtilen hallerde gerçek kişi adına açılmış hesap, “kanuni karine” gereğince tüzel kişi tacir adına açılmış hesap olarak kabul edilmektedir[5]. Tüzel kişi tacirlerin özel alanı olmadığından, Çek Kanunu m. 4/2 hükmüne göre tüzel kişi adına açılmış kabul edilen hesap tacir çeki hesabı olacaktır.  Uygulamada tüzel kişi tacirler ödemelerini bir gerçek kişinin çeki ile yapabilmekte ve bu yolla işlemi karartarak işlemin kendi işlemi değilmiş süsü verebilmektedir. Bu durum ise vergi kayıplarına ve mali açıdan kayıt dışı işlem yapılmasına imkân vermektedir. Oysa tüzel kişi tacirin ticari işletmesi ile ilgili işlemelerde kendi çekini, gerçek kişinin ise kendi çekini vermesi gerekir. Uygulamada bunun tam tersi durum yoğun bir şekilde gerçekleşmeye başladığı için Çek Kanunu ile bu durum aksi ispat edilemeyen bir karine ile çözülmeye çalışılmış ve maddede belirtilen kişilerin hesabından bir ödeme yapıldığında, o hesap tüzel kişi tacire ait kabul edilmiştir[6]. Düzenleme sadece, tüzel kişi tacirin bir gerçek kişinin çek hesabından çekle ödeme yapılmasını suç saymakta, buna karşılık, bir tüzel kişi çekini kullanmasını veya bir gerçek kişi tacirin diğer bir gerçek kişi tacirin veya tacir olmayanın ya da tacir olmayan gerçek kişinin tacir olmayan başka bir gerçek kişinin çekini kullanmasını ise yasaklamamaktadır[7].  Bu maddedeki düzenleme çeşitli yönleriyle eleştirilmektedir. Öncelikle, madde metninde yer alan “tüzel kişinin veya ortaklarının etkisi altında bulundurduğu” ifadesi muğlâk bir ifadedir. Subjektif değerlendirmelere açık olan bu düzenleme uygulamada sorunların ortaya çıkmasına imkân verecek niteliktedir. Ayrıca, tüzel kişinin yönetim organında görev alan veya temsilcisi sıfatını taşıyan gerçek kişiler adına açılmış olan çek hesaplarının hiçbir sorgulamaya tabi tutmaksızın kesin olarak tacir tüzel kişiye ait olduğunu kabul etmenin kanunun amacını aştığı ifade edilmiştir. Bu görüşe göre, belirtilen kişiler gerçekten kendileri adına bir çek hesabı açtırmak istiyor olabilirler. Böyle bir durumda Kanun’un bu düzenlemesi sebebiyle, tüzel kişinin yönetim organında görev alan veya temsilcisi sıfatını taşıyan gerçek kişilerin kendi adlarına çek hesabı açtırmaları fiilen imkânsız hale gelmektedir[8].  Kanaatimizce ikinci eleştiri isabetli bir eleştiri değildir. Zira bu kişilerin hesaplarının tüzel kişiye ait olduğunun kabul edilebilmesi için, bu kişilerin tüzel kişi tacirin yapması gereken bir ödemeyi yapmış olması gerekmektedir. Örneğin, tüzel kişinin çalıştırdığı bir işçinin ücreti yönetim kurulu üyesi bir kişinin çek hesabından ödeniyor ise, bu hesap tüzel kişi tacire ait kabul edilir[9]. Bu sebeple, madde metninde sayılan kişilerin belirtilen pozisyonlarda olmaları, adlarına açtırdıkları hesapların bütün işlemler bakımından tüzel kişiye ait kabul edilebilmesi için yeterli değildir. Nitekim kanun metninde de “Tacir tüzel kişi veya onun faaliyetleri ile ilişkilendirilmek kaydıyla…” ifadesi yer almaktadır. Dolayısıyla belirtilen kişilerin çek hesaplarından yapılan ödemeler tacir tüzel kişinin faaliyetleri ile ilişkilendirilebildiği takdirde kanunun öngördüğü sonuç gerçekleşir. Ayrıca, söz konusu sonuç sadece o işleme ilişkin olarak gerçekleşir. Buna karşılık, bir yönetim kurulu üyesinin tüzel kişi tacirin yapması gereken bir ödemeyi yapmış olması durumunda, bu kişinin çekle yaptığı tüm ödemelerin tüzel kişi tacirin hesabından yapıldığı sonucuna varılamaz.

III-HAMİLİNE YAZILI ÇEK

Hamiline yazılı çekler yeni Çek Kanunu’nda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Ancak yeni düzenlemede hamiline yazılı çek, çek türü bakımından sahip olduğu tüm özellikleri korumakta, bu hususta hiçbir değişik veya istisnai hüküm içermemektedir[10]. Hamiline yazılı çekin Çek Kanunu açısından yeni işlevi diğer çeklerden kolayca ayırt edilebilmesini sağlamaktadır. Bunu da yeni zemin rengi ile gerçekleştirmektedir. Diğer çeklerden farklılaştırmanın amacı ise, kayıt dışı ekonominin kayı altına alınması, kara para aklanması ve terörün finansmanının önlenmesidir. Zira hamiline yazılı çekler en kolay devredilebilen çeklerdir. Herhangi bir ciroya dahi ihtiyaç kalmaksızın çek yaprağının teslimi ile el değiştirebilmektedir. Böylece, çekin devredildiği kişilerin kimler olduğunun tespiti imkânı kalmamaktadır. Bu durum ise, vergi denetiminde güçlükler yaratmakta ve kayıt dışı işlem sürecinin izlenmesini imkânsız kılarak kayıtlı dışı ekonominin işlemesine katkı sağlamaktadır[11].

Vergi inceleme denetimlerinde kolaylık sağlamak ve hamiline yazılı çeklerin sakıncalarını ortadan kaldırmak amacıyla, hamiline yazılı çeklerin renkleri ve boyutları farklılaştırılmış, hamiline yazılı çek defteri alabilmek için ayrı bir çek hesabı açtırılması zorunlu kılınmış, bankalara hamiline çek hesabı hareketlerini dönemsel olarak gelir idaresi başkanlığına bildirme yükümlülüğü getirilmiştir[12].  Hamiline yazılı çeki hem tacirler hem de tacir olmayan kişiler kullanabilir. Hamiline yazılı çek keşide edebilmenin şartı hamiline çek hesabı açtırmış olmaktır[13].

Eğer kişi tacir ise ve hamiline çek düzenlemek istiyorsa tacir hamiline çek hesabı açtırmak zorundadır. Hesap açtıracak kişi tacir değilse, sadece hamiline çek hesabı yeterlidir. Aynı şekilde eğer, tacir kişi adi işleri için hamiline çek kullanmak istiyorsa yine sadece hamiline çek hesabı açtırmak durumundadır. Dolayısıyla tacir bir kişi iki ayrı hamiline çek hesabı açtırmak zorunda kalabilir. 5941 sayılı Çek Kanunu ile, TTK’da yer alan, çekin kanunen emre yazılı olduğu yönündeki kural değiştirilmiştir. Zira yeni düzenlemeye göre çek, daha baştan kanunen “emre” veya “hamiline” yazılı olarak düzenlenmektedir[14]. 5941 sayılı Kanunun 2/6 ve Merkez Bankası’nın 2010/2 sayılı Tebliği’nin 3/d/2 ve 3/d/4 hükümlerinde keşide edilebilecek çekler arasında “Tacir”, “Tacir Hamiline”, “Tacir Olmayan” ve “Tacir Olmayan Hamiline” çekler açıkça birbirinden ayrılmış ve bu çeklerin rengi ve üzerinde yer alması zorunlu ibare belirlenmiştir. Dolayısıyla, bir tacir hamiline çek düzenlemek istiyorsa, farklı renkte bir çek yaprağı kullanmak ve üzerine açıkça “Tacir Hamiline” ibaresini yazmak zorunda olduğundan, bu çekin artık kanunen emre yazılı olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Bu durumda “ “Tacir Hamiline” ve “Tacir Olmayan Hamiline” çekler “kanunen hamiline yazılı çek” olarak kabul edilecektir. Buna karşılık matbu olarak “Tacir” ve “Tacir Olmayan” ibaresini içeren çekler ise kanunen emre yazılı çek olarak nitelendirilecektir. Yeni düzenleme bu haliyle, çekin şekline ve niteliğine ilişkin uluslararası kurallara aykırılık teşkil etmektedir[15].  5941 sayılı Kanun ve Merkez Bankası Tebliği’ndeki düzenlemeler sebebiyle TTK’nın 700/3 ve 697/I-3, 697/II, III hükümlerine göre çek düzenlenmesi imkanı fiilen kalmamıştır. Bu yeni düzenlemelere rağmen TTK’nın bu hükümlerine göre bir çek keşide edilmiş ise, bu çek geçersiz olmaz. Fakat çek geçerli olmakla birlikte, 5941 sayılı Kanun ve Merkez Bankası Tebliği’ndeki düzenlemelere uygun çek keşide etmeyen kişi 5941 sayılı Kanun’un 7. maddesinin 9. fıkrasına göre keşide ettiği her bir çek sebebiyle hapis cezası ile cezalandırılır. Kişiler bu hapis cezasını göze alarak söz konusu yeni düzenlemelere aykırı bir şekilde çek keşide etmesi söz konusu olmayacağından TTK’nın belirtilen hükümlerinin uygulanması fiilen imkânsız hale getirilmiştir[16].

5941 sayılı Kanun’da düzenlenen tacir çeki, çek hukukunda unsurları ve tabi olduğu hüküm ve sonuçları itibariyle tür oluşturan bir çek olmadığı gibi, devir şekilleri ve def’i sistemi bakımından nama, emre ve hamiline çeklerden farklı bir yapı da içermemektedir. Tacir çeki tacirlerin düzenlediği çekleri tacir olmayanların düzenlediği çeklerden ayırt etmek amacıyla ihdas edilmiş bir çek türüdür. Tacir çeki diğer çeklerden sadece çek yaprağının küçük veya büyük olması, zemin rengi ve üzerinde yer alan ibareler ile farklılaşmaktadır. Bu sebeple tacir çeki, Cenevre ile Türkiye Birlik Kanunu ve TTK sistemi ile uyumludur. Tacir çeki özellikle rengi ile diğer çeklerden farklılaşarak, keşidecinin hukuka aykırılıklarını, perdelemelerini, başkasının ardına gizlenmelerini ve özellikle ticaret şirketlerine ilişkin ödeme ve tahsil işlemlerinin şirketle ilgili olan ve olmayan gerçek kişilerin hesapları üzerinden yürütülmesine engel olmakta ve kayıt dışı ekonominin denetim altına alınması önlemlerine katkıda bulunarak, kara paranın aklanması ile terörün finansmanı önlemektedir.

IV-ÇEKİN ZIYAI HALİNDE ALINABİLECEK ÖNLEMLER

Çekin zıyaı halinde, çeki zayi eden hamil iki farklı şekilde çek bedelinin ödenmesine engel olabilir. Bunlardan birincisi TTK m. 730/20 atfı ile çeklerde de uygulama imkanı bulan TTK m. 669’a göre mahkeme tarafından verilen ödemeden men kararı; ikincisi ise, bizzat keşideci tarafından m. 711/3’e göre verilen ödemeden men talimatıdır. Bu her iki ödemeden men talimatı çekin muhatap tarafından ödenmemesi sonucunu doğurmakla birlikte, hukuki nitelikleri ile talimat aşamasından sonra izlenecek hukukî prosedürde farklılıklar söz konusudur. TTK m. 669’a Göre Verilen Ödemeden Men Kararı ve Hukukî Niteliği Bir davanın açılması, yargılamanın yürütülmesi ve sonuçlandırılması belirli bir zamanı alacaktır. Bu süre içinde, dava konusunun (müddeabihin) diğer tarafça başkasına devredilmesi ve karşı tarafın zarara uğraması söz konusu olabilir. Başka bir ifadeyle, dava kazanılmış olmasına rağmen, dava konusu elde edilemeyebilir. İşte, yargılamanın başlangıcından kesin hükme kadar, dava konusunu emniyet altına almak için “ihtiyatî tedbir” olarak ifade edilen müesseseye yer verilmiştir. İhtiyatî tedbir, yargılama boyunca, davacı veya davalının dava konusuyla ilgili olarak, hukukî durumunda meydana gelebilecek zararların önlenmesi için öngörülmüş ve geçici nitelikteki hukukî korumadır[17]. Bu yolla, dava konusu hak veya hukukî ilişki, taraflarca yargılama sonuçlanmadan ve hatta davadan önce güvence altına alınmaktadır. Kanun koyucu ise kıymetli evrakın zıyaı halinde senette mündemiç olan hakkın, iptal davası süresince koruma altına alınması için Türk Ticaret Kanunu m. 574, 669 ve 677’de özel düzenlemelerde bulunmuştur. Çekin zayi edilmesi halinde TTK m. 730/20 atfı nedeniyle m. 669 hükmüne göre alınacak olan ödeme yasağı, “ihtiyatî tedbir”in özel bir şeklidir. Çünkü burada da davacının davayı kazanması halinde, dava konusu çekin içerdiği hakka (alacak hakkı) kavuşmasını dava sırasında emniyet altına alma amacı bulunmaktadır. Zira bu önleyici tedbirler alınmaz ise, muhatabın şeklen hak sahibi olan hamile ifada bulunması ile asıl hak sahibi hamilin zarara uğraması söz konusu olacaktır. Türk Ticaret Kanunu m. 669’a göre alınacak ödemeden men talimatını sadece, çeki zayi eden hamil alabilir. Diğer taraftan mahkeme, ödemeyi meneden kararda muhataba, vadenin gelmesi üzerine poliçe (çek) bedelini tevdi etmeye müsaade ve tevdi yerini tayin eder (TTK m. 669/2). Bu hüküm poliçeye ait olduğundan çekin niteliğine uygun olarak uygulanması söz konusudur. Çünkü poliçede muhatap asıl borçlu durumunda iken çekte muhatap borçlu konumunda değildir. Bu nedenle mahkeme vereceği ödemeden men kararında, keşidecinin tasarrufuna engel olmak için muhatap bankanın ödemeden kaçınmasına karar vermesinin yanında, aynı zamanda çek hamilinin de haklı olabileceği ve bu nedenle korunması gerektiği düşüncesiyle karşılığı bulunan çek bedelini bloke bir hesaba almasını da emretmelidir. Keza, hak sahipliği tartışmalı bulunan ve bloke edilen çek bedelinin, banka veya hamilin talebi üzerine, mahkemece, diğer bir bankaya veya notere tevdi edilmesine karar verilebileceği gibi, hamilin yeterli teminat göstermesi karşılığında çek bedelinin hamile ödemesine dahi karar verilebilir (TTK m. 677). Ayrıca, mahkemenin verdiği ödemeden men yasağı kararının etkisini sürdürmesi kanunda belirtilen şartların gerçekleşmesine bağlıdır[18].

V-İPTAL KARARININ KARAR HAMİLİ (DAVACI) İLE SENET BORÇLUSU ARASINDAKİ İLİŞKİYE ETKİSİ

İptal kararı, iptal talebinde bulunan kimseye borçludan ifayı isteme hakkını verir. Karar hamili sadece kimliğini ispatlayarak ve iptal kararını ibraz ederek borçludan ifa isteminde bulunabilir[19]. Hatta senedin iptal edildiği borçluya bildirilmişse, iptal kararını içeren belgenin dahi borçluya ibrazına gerek yoktur[20]. Senet borçlusu da, karar hamilini meşru hak sahibi sayarak ona ödemede bulunabilir. Böylelikle iptal kararına dayanarak ödemede bulunan borçlu borcundan kurtulur (TTK m. 646/2)[21]. Ancak iptal kararı hamilinin gerçek hak sahibi olmadığını bilerek ödeme yapan yani ödemede hile ya da ağır kusuru bulunan borçlu borcundan kurtulamaz (TTK m. 646, b. 2; eTTK m. 558, f. 2). Yargıtay da, 10.05.1979 tarihli bir kararında, alınan iptal kararının ibrazı üzerine çek bedelini ödeyen keşideci (borçlu) kaybolduğu iddia edilen çekin sonradan yetkili hamil tarafından ibraz edilmesi halinde eTTK’nun 558/2 ve 599[22]. maddelerindeki şartların oluşması durumunda ödeme def’inde bulunamayacak ve çek bedelini ibraz eden hamile bir daha ödemek zorunda kalacaktır[23] demek suretiyle aynı görüşü paylaşmaktadır. Yargıtay 28.06.2004 tarihli bir diğer kararında, zayi nedeniyle iptaline karar verilen senedi elinde bulunduran senet zilyedinin senet bedelinin kendisine ödenmesi isteminde bulunması halinde, keşidecinin iptal kararıyla hükümden düşen senedi ödemekten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. Anılan kararın gerekçesi, “… Ticari senetlerin zayi nedeniyle iptaline dair verilen karar, davanın hasımsız olarak açılıp görülmesi nedeniyle maddi hukuk bakımından kesin hüküm sonuçları doğurmaz. Bu itibarla ne senedin keşidecisini ne de mahkemece yapılan ilana rağmen hamili olduğu ticari senedi her nasılsa dava dosyasına ibraz edememiş olan senet zilyedini bağlamaz. Ancak, iptal kararı ticari senedin teşhis fonksiyonunu ortadan kaldıracağından, artık zayi nedeniyle iptaline karar verilen senedi elinde bulunduran senet zilyedinin keşideciye müracaat ederek senet bedelinin kendisine ödenmesini istemesi mümkün olmadığı gibi, keşidecinin de iptal kararıyla hükümden düşen senedi ödemekten kaçınması gerekir. Ne var ki, senet zilyedinin senedin meşru hamili olduğunu iddia ederek, iptal kararının iptali istemi ile dava açıp, zayi nedeniyle verilen iptal kararını ortadan kaldırtıp senede dayalı haklarına kavuşması, bir başka deyişle senede dayanarak ödeme talebinde bulunması mümkün bulunmaktadır. Bu durumda, mahkemece, çeklerin asıllarını sunup, yasal hamil olduğunu iddia eden davacının, çeklerin zayi nedeniyle iptaline ilişkin kararın iptalini isteyebileceği ilke olarak kabul edilerek, bundan sonra husumete ve esasa ilişkin savunmaların incelenmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle böyle bir davanın ilke olarak görülemeyeceği sonucuna varılıp, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır”[24] şeklindedir.

Bir başka kararında Yargıtay, “… Doktrine ve yerleşik Yargıtay uygulamasına göre, kıymetli evrakların bu bağlamda çeklerin iptaline ilişkin davalar, hasımsız olarak açılır ve çekişmesiz yargıya dahil dava türlerindendir. Bu nedenle, iptal kararı aleyhine yasa yollarına başvurulsa dahi maddi anlamda kesin hüküm oluşturmaz ve dolayısıyla da hasımlı olarak açılacak bir iptal davası sonucunda verilecek kararla değiştirilebilir ya da ortadan kaldırılabilir. Bu itibarla, iptal ilamı, ne senedin zilyedinin yasal hamil olduğunu bilen, diğer anlatımla iptal ilamı hamilinin gerçek hak sahibi olmadığını bilen keşidecisini ve ne de mahkemece yapılan ilana rağmen hamili olduğu ticari senedi her nasılsa dava dosyasına ibraz edememiş olan senet zilyedini gerçekte ve kural olarak bağlamaz. Ancak, iptal kararı ticari senedin teşhis fonksiyonunu ortadan kaldıracağından dolayı, artık zayi nedeniyle iptaline karar verilen senedi elinde bulunduran senet zilyedinin, keşidecinin, iptal ilamı hamiline ödeme yapmadan önce, kambiyo senedini ibraz etmeden ya da ihtarnameye eklemeden, müracaat ederek senet bedelinin kendisine ödenmesini keşideciden istemesi halinde, keşidecinin, BK’nun 91. maddesine göre[25], çek bedelini tevdi etmesi uygun olur[26] Zira, bu durumda, keşideci, ciro gören kambiyo senedinin yasal hamilinin kim olduğunu bilebilecek durumda değildir. Ancak, iptal kararıyla hükümden düşen senedi, zilyet henüz başvurmadan, keşideci, iptal kararı hamiline iyiniyetle ödeme yapması halinde borcundan kurtulur (eTTK, m. 558/2; TTK m. 646/2). Nitekim eTTK’nun 564. (TTK m. 652) maddesi hükmüne göre, iptal kararı üzerine hak sahibi, hakkını senetsiz olarak da dermeyan veya yeni bir senet ihdasını talep edebilir. Başka bir ifade ile, iptal kararı üzerine ilam hamilinin kambiyo senedine dayalı hakları tamamen sona ermemekte, iptal kararı ile keşideciye müracaat hakkı elde etmektedir. Ne var ki, kendisi bakımından açıklanan bu olumsuz durumlarla karşılaşan ya da karşılaşacak olan ve senet bedelini henüz alamayan senet zilyedinin senedin meşru hamili olduğunu iddia ederek, iptal kararının iptali istemi ile dava açıp, zayi nedeniyle verilen iptal kararını ortadan kaldırtıp senede dayalı haklarına kavuşması, bundan sonra senede dayanarak ödeme talebinde bulunması mümkün bulunmaktadır. Senet zilyedi, bu suretle kendi hakkının üstün olduğunu, ilam hamiline karşı, hasımlı böyle bir davada, kanıtlarsa, senet bedelinin kendisine verilmesini bu ilam hamiline karşı gerçek anlamda hak kazanır. Yani, iptalin iptali davasının, sadece, iptal ilamı hamiline karşı açılması gerekmekte olup, bu davanın kazanılmasından sonra, zilyedin, keşideci o ana kadar iyiniyetle ilam hamiline ödeme yapmamış ise, keşideciye karşı da talep hakkı doğacaktır. Diğer anlatımla, iptalin iptali davası ile birlikte ne keşideciye ne de iptal davasının davacısına karşı, tahsil davası açılması için erken olup, esasen ilk iptal davasını açması yasa gereği mümkün olmayan keşideciye, böyle bir iptalin iptali davasında da husumet düşmez. Bu dava türünün amacı, eda davası türü olan tahsil davası açılmadan önce, gerçek hak sahipliğinin tespitinden ibaret olup, böyle bir tespit davasının muhatabı da, sadece, iptal kararının hamilidir …”[27] şeklinde görüş açıklamıştır.

VI-İPTAL KARARI HAMİLİNİN (DAVACININ) ALACAKLILIK SIFATINA KARŞI DEF’İLER

Borçlu iptal kararına dayanarak çekin içerdiği alacak hakkını talep eden kimseye karşı, aslında senet üzerinde hak sahibi olmadığı (mesela, iptal kararı alan davacının çeki çaldığı ya da bularak kullandığı veya çekte tahrifat yaparak kendini alacaklı olarak yazdığına dair defiler) veya hak sahipliği sıfatının sona erdiği (iptal kararından önce senedi devrettiğine dair) def’ilerini ileri sürebilir[28]. Zayi nedeniyle alınan iptal kararı kesin hüküm teşkil etmediğinden ilgilinin borçluluğunu saptamadığı gibi, iptal kararını elde eden şahsın da hak sahibi olduğunu kesin olarak göstermez. Bu nedenle borçlu, iptal kararı hamilinin hak sahibi olmadığını ileri sürebilir. Yargıtay HGK’nın bir kararında özetle “… Bu durumda ortada çeke dayalı iki ödeme talebi ortaya çıkmıştır. Bunlardan Yücel hamiline yazılı çeki süresinde bankaya ibraz ettiğinden ve çeki elinde bulundurduğundan yasa gereği meşru hamil durumundadır. Dava dışı Nadir ise mahkemeden aldığı ve aksi sabit oluncaya kadar geçerli olamayacağından öncelikle gerçek hak sahibinin tespiti gerekmektedir. O halde mahkemece yapılacak iş; davalı Yücel, Nadir’i hasım göstermek suretiyle bu şahsın aldığı çekin iptaline ilişkin ilamın iptalini talep etmek ve dolayısıyla meşru hamilin kim olduğunu açacağı bu dava ile kanıtlamak üzere önel verilmeli, açılacak dava bu dava ile birleştirilmeli ve hâsıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmelidir”[29] şeklinde görüş bildirilmiştir.

VII-HAKKIN NİTELİĞİNE VE VARLIĞINA KARŞI DEF’İLER

Borçlu kambiyo taahhüdünün varlığını kabul etmesine rağmen kendi kişiliğinden doğan sebeplerle temel ilişkiden bir alacak hakkı doğmadığı veya hükümsüz olduğu gerekçeleriyle kambiyo taahhüdünü yerine getirmekten kaçınabilir. Senedi düzenleyenin ehliyetsiz olması veya imzanın sahte olması, senedin yetkisiz temsilci tarafından düzenlenmiş olması, senette tahrifat yapılması kanuni geçersizlik def’ileri olarak adlandırılabilir[30]. Kambiyo senetlerinde soyutluk ilkesi uygulandığından, temel alacağın mevcut olmaması, geçersiz olması, senedi tüm ilgililer açısından geçersiz hale getirmez. TTK’dan kaynaklanan bu çeşit def’iler ancak ehliyetsiz veya imzası taklit edilen, yetkisiz temsilcinin temsil ettiği kimse, senedin tahrifata uğraması halinde ise, senedin eski metninden sorumlu olan kimse tarafından ileri sürülebilir[31]. Öğretide bu çeşit def’ilerin herkese karşı ileri sürülebileceği ifade edilmiştir[32]. Kambiyo taahhüdünün yokluğu da herkese karşı ileri sürülebilen mutlak bir def’idir. Örneğin senedin borçluya tehditle imzalatılmış olması, hamiline yazılı bir çekin çalınması gibi[33]. Kambiyo taahhüdünün geçersizliğine, temel ilişkide iradesi yanılma veya aldatma ile sakatlanan kişinin senet ilişkisine de girmesi, senedin aşırı yararlanma (gabin) ile sakatlanan temel ilişkiye dayanılarak düzenlenmesi, senedin dayandığı alt borç ilişkisinin ahlaka veya adaba aykırı olması, asıl borç ilişkisinin kumar veya bahse dayanması gibi haller sebep olmuşsa, bu çeşit def’iler iyiniyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez[34]. Sonuç olarak, iptal kararına konu olan çekin içerdiği hakkın aslında hiç doğmadığı veya doğmuş olmakla beraber ortadan kalktığı veya geçerli olmadığına dair def’ilerin borçlu tarafından iptal kararı hamiline karşı ileri sürülmesi mümkündür.

VIII-İPTAL KARARININ BORÇLU İLE SENET ZİLYEDİ OLAN ÜÇÜNCÜ KİŞİ ARASINDAKİ İLİŞKİYE ETKİSİ

Çekin iptali talebiyle açılan davada verilen iptal kararları davanın hasımsız olarak açılıp görülmesi nedeniyle maddi hukuk bakımından kesin hüküm oluşturmaz. Bu nedenle ne çekin keşidecisini ve ne de mahkemece yapılan ilana rağmen hamili olduğu çeki her nasılsa dava dosyasına ibraz edememiş olan senet zilyedini bağlamaz. Bu nedenle borçlu, iptal kararına rağmen iptal kararı hamilinin (davacının), hak sahibi olmadığını ileri sürebileceği gibi, çeki elinde bulunduran senet zilyedinin de ödeme talebini geri çevirebilir. Ödeme talebinin reddi borçlunun bu kişiye karşı sorumluluğuna yol açmaz[35]. İptal kararı hamilinin ödeme talebiyle karşılaşmadan önce, senede zilyet olan üçüncü kişinin senedi ibraz ederek ödeme talebiyle karşılaşan borçlu senet bedelini tevdi ederek (TBK m. 111) borcundan kurtulabilir[36]. Böylelikle hem çeke zilyet olmasına karşın yetkili hamil olmama ihtimali bulunan kişiye ödemede bulunmamış olacak hem de borcundan kurtulacaktır. Öte yandan senet zilyedinin senedin meşru hamili olduğu iddiasıyla iptal kararının iptali istemiyle dava açıp, zayi nedeniyle verilen iptal kararını ortadan kaldırtması ve senede dayalı haklarına kavuşması mümkündür. Yargıtay’ın konuyla ilgili yerleşik uygulamaları da bu yöndedir: “… İptal kararı, senedin teşhis fonksiyonunu ortadan kaldıracağından dolayı, artık zayi nedeniyle iptaline karar verilen senedi elinde bulunduran senet zilyedinin keşideciye müracaat ederek senet bedelinin kendisine ödenmesini istemesi mümkün olmadığı gibi, keşidecinin de iptal kararıyla hükümden düşen senedi ödemekten kaçınması gerekir. Ne var ki, senet zilyedinin senedin meşru hamili olduğunu iddia ederek, iptal kararının iptali istemi ile dava açıp, zayi nedeniyle verilen iptal kararını ortadan kaldırtıp senede dayalı haklarına kavuşması, bir başka deyişle senede dayanarak ödeme talebinde bulunması mümkün bulunmaktadır. …”[37] Senet borçlusu, iptal kararına rağmen (karar hamili ödeme talebinde bulunmadan önce) senede zilyet olan üçüncü kişiye ifada bulunduğunda borcundan kurtulacak mıdır? Çek zilyedi gerçekte hak sahibi değilse, borçlu borçtan kurtulamayacaktır (TTK m. 646, b.2; eTTK m. 558, f. 2). Nitekim, kendisine tebliğ edilmiş bir iptal kararının varlığına rağmen borçlunun çek zilyedine ödemede bulunması, ağır kusurla yapılan bir ödeme olarak değerlendirilmelidir[38]. Buna karşılık çek zilyedi senetteki hakkın da sahibiyse, borçlu, iptal kararı hamiline üçüncü kişinin hakkın gerçek sahibi olduğunu ispatlamak şartıyla bu kişiye yaptığı ödemeyle borçtan kurtulur[39]. Ancak borçlunun çek zilyedinin senetteki hakkın sahibi olduğunu ispatlamakta karşılaşacağı güçlük göz önünde bulundurulduğunda, sorunun çözümünde en kolay yol öğretide haklı olarak ifade edildiği üzere, yine senet bedelinin tevdi edilmesi olarak gözükmektedir[40]. Senet borçlusu iptal kararına güvenerek kararı alan şahsa iyiniyetle ödemede bulunursa borcundan kurtulur (TTK m. 646, b.2; eTTK m. 558, f. 2). Bu ihtimal gerçekleştiğinde senet zilyedi üçüncü kişi borçludan ödeme talebinde bulunduğunda ödeme def’i ile karşılaşabilir. Bu durumda üçüncü kişi, kendisine ifada bulunulan karar hamili aleyhine sebepsiz zenginleşme davası açabilir (TBK m. 77 vd.)[41]. Ancak iptal kararı hamilinin gerçek hak sahibi olmadığını bilerek ödeme yapan, yani ödemede hile ya da ağır kusuru bulunan borçlu borcundan kurtulamaz (TTK m. 646, b.2; eTTK m. 558, f. 2) ve senet zilyedi üçüncü kişinin ödeme talebinde bulunması halinde ödeme def’i öne sürerek ödeme talebini geri çeviremez. Bu durumda üçüncü kişi borçlunun ödemede ağır kusuru bulunduğunu ispatlayarak borçludan ikinci kez ifada bulunmasını talep edebilir. Öğretide senet zilyedi üçüncü kişinin borçluya karşı haksız fiil nedeniyle tazminat davası açabileceği de savunulmuştur[42].

IX-İPTAL KARARININ İYİNİYETLİ ZİLYET İLE İPTAL KARARI HAMİLİ ARASINDAKİ İLİŞKİYE ETKİSİ

Zayi olan çeki iyiniyetle iktisap eden üçüncü kişinin hakkı iptal kararına rağmen korunacak mıdır? Senet zilyedi çeki iptal kararından önce iyiniyetle elde etmişse kararın üçüncü kişinin durumunda herhangi bir değişiklik yaratmaması gerekir. Şöyle ki, iptal kararı davacının hak sahipliği sıfatını tespit eder nitelikte değil senedin zayi olduğunu gösteren nitelikte bir karardır. Senedi elinde bulunduran üçüncü kişi senedi iyiniyetle iktisap etmişse, iptal kararı senet zilyedinin durumunda bir değişiklik yaratmaz[43]. İptal davası kapsamında yapılan ilanlara rağmen (TTK m. 760 – 762; eTTK m. 672 – 674) senedin mahkemeye getirilmemesi hamilin iyiniyetini ortadan kaldırır mı? Öğretide bu konuda hâkim olan görüş, iptal kararının iyiniyetin korunması esasını (MK. m. 3) ortadan kaldırmadığı yönündedir[44].

Senedin iptaline karar verildikten sonra iyiniyetle iktisabı mümkün müdür? Bu konu öğretide tartışmalıdır. Karayalçın, iptal kararı senetteki hak ve maddi hukukla ilgili bulunmadığı için bunun mümkün olduğunu ancak iptal kararından önce poliçe bedelinin ödenmesi için bu şahıs lehine hükmedilmesi gereken teminatın karardan sonra iyiniyetle gerçekleşecek iktisaplarda söz konusu olamayacağını belirtmektedir[45]. Kınacıoğlu, aynı yönde, senedin iptaline karar verildikten sonra dahi gerçekleşecek iyiniyetli iktisabın korunması gereğini, bu durumda senedi iyiniyetle iktisap eden hamilin, hakkını elde edebilmesi için, iptal kararı hamilinden karardan doğan hakların dava yoluyla devrini; borçlu karar hamiline ödemede bulunmuşsa ödenen meblağın sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesini talep edebilir şeklinde görüş açıklamaktadır[46]. Öztan’da, iyiniyetin korunması esasının iptal kararı ile sınırlandırılmadığını, iyiniyetli hamilin hakkının iptal kararından sonra da korunacağını ifade ederek bu durumda iyiniyetli senet hamilinin, sadece, iptal kararına dayanarak senet bedelini tahsil etmiş olan şahsı dava521[47] edebileceğini belirtmektedir[48]. Öztürk (Dirikkan)’a göre, zayi eden hamil ile iyiniyetli üçüncü kişilerin menfaatlerinin çatışması söz konusu olduğunda Kanun’da aksine bir düzenleme yoksa, iyiniyet tercih edilmeli ve böyle bir iktisap mümkün sayılmalıdır. Bu nedenle, iyiniyetli üçüncü kişi, iptale ilişkin masrafları tazmin ederek, iptal kararından doğan hakların kendisine devri veya borçlunun karar hamiline ifada bulunmuş olması halinde, bunun iadesini isteyebilir[49]. Aksi yönde görüş açıklayan yazarlardan Poroy/Tekinalp’de, iptal kararının senedin kıymetli evrak niteliğini ortadan kaldırdığını, bu nedenle karardan sonraki devirlerde iyiniyetle iktisabın mümkün olmadığını; bu durumda senet hamilinin, iptal kararı hamiline karşı, karardan sonra yeni bir senet düzenlenerek verilmesi durumunda istihkak, yeni senet düzenlenmemişse ifanın kendisine yapılması, ifa gerçekleşmişse ifa muhatabına karşı sebepsiz zenginleşme davası açabileceğini ifade etmektedir[50]. Pulaşlı ise, mahkeme kararıyla iptal edilmiş ve kıymetli evrak niteliğini kaybetmiş olan senedin, artık iyiniyetli iktisabın konusu olamayacağını bu nedenle, senet borçlusunun, iptal kararından sonra, kendisine senedi değil iptale ilişkin mahkeme kararını ibraz edene ödeme yaparak borcundan kurtulacağını, bu durumda, iyiniyetli müktesibin, ödeme yapılması halinde, ödeme yapılana karşı TBK m. 77 vd. hükümleri uyarınca bir sebepsiz zenginleşme davası açabileceğini henüz ödeme yapılmamışsa, önce ödemenin yasaklanmasına ilişkin mahkemeden bir tedbir kararı alarak bunu borçluya bildirip, bu kararın iptalini (iptalin iptali) dava edebileceği görüşünü savunmaktadır[51]. Sonuç olarak, iptal kararının, senedin kıymetli evrak niteliğini ortadan kaldırması nedeniyle iptal kararından sonra iyiniyetle iktisabının mümkün olmadığını savunan veya iptal kararından sonra da iyiniyetle senedin iktisabını mümkün sayan yazarlar meselenin çözümü konusunda birleşmişlerdir. Öğretide çekin iptali halinde iyiniyetin korunmayacağı ifade edilmiştir[52]. Bu konuda ileri sürülen gerekçe; çekin ibraz süresi içinde muhataba ibraz edilmemesi halinde hamilin çeke dayalı talep hakkını kaybedeceğidir. Çek ancak ibraz süresi geçtikten sonra iptal edilebileceğine göre, iptalden sonra ortaya çıkacak zilyet iyiniyetli de olsa çek tutarını talep edemez. Aslında bu sonucun iptal kararıyla bir ilgisi olmayıp ibraz süresi içinde muhataba ibrazda bulunmayan hamilin müracaat hakkını kaybetmesine ilişkin yasal düzenlemeyle ilgilidir[53].

KAYNAKÇA

1-Aker, Yeşim, Çekten Cayma ve Ödeme Yasağı, İstanbul 2006.

2-Akipek, Jale G. – Akıntürk, Turgut, Eşya Hukuku, İstanbul 2009.

3-Alangoya H. Yavuz, Medeni Usul Hukuku Esasları-I, İstanbul 2000.

4-Alangoya, Yavuz – Yıldırım, M. Kâmil – Deren, Yıldırım Nevhis, Medeni Usul Hukuku     Esasları, (7. Bası), İstanbul 2009, (Medeni Usul).

5-Albay, Hatemi, Eşya Hukuku, İstanbul 2010.

6-Bahtiyar, Mehmet, “Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın Dili İle Bazı Hükümlerinin Değerlendirilmesi”, TBB Dergisi, S. 61, Eylül 2005, 47–106, (Makale IV), “Yargıtay Kararları Işığında Kambiyo Senetlerinde Keşide Tarihi ve İmkânsızlığı”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, S. 1, Haziran 1999, 41 – 51, (Makale I), 5941 Sayılı Çek Kanunu Açısından İleri Tarihli Çek, Makaleler III, İstanbul 2014, 373–391, (Makale III), İleri Tarihli Çekten Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk, Makaleler I, İstanbul 2008, 43–57, (Makale II), Kıymetli Evrak Hukuku, Ders Notları – Soru Örnekleri, (Gözden Geçirilmiş 6. Bası), İstanbul 2009, (Kıymetli Evrak I), Kıymetli Evrak Hukuku, Ders Notları – Soru Örnekleri, Yeni TTK’ya Uyarlanmış, (Kıymetli Evrak Ders Notları), 11. Bası, İstanbul 2013, (Kıymetli Evrak II).

7-Bilgen, Mahmut, Uygulamada Kambiyo Senetleri (Poliçe, Bono, Çek) ve 5941 Sayılı Yeni Çek Kanununun Değerlendirilmesi, (1. Baskı), Ankara 2010.

8-Bilgili, Fatih, “Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun Bonoda Ciro Edilemez Kaydına İlişkin 2007/202 No’lu Kararı Üzerine Bir Değerlendirme”, TBB Dergisi, S. 78. (Değerlendirme).

 9-Bilgili, Fatih – Demirkapı, Ertan, Kıymetli Evrak Hukuku, Bursa 2010.

10- Bozer, Ali – Göle, Celal, Kıymetli Evrak Hukuku, (2. Basıdan Tıpkı Basım), Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, X, Ankara 2010, (Kıymetli Evrak II). ———-, Kıymetli Evrak Hukuku, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, X, Ankara 2004.

11-Bozkurt, Tamer, Ticaret Hukuku – Cilt III Kıymetli Evrak Hukuku, (Güncellenmiş 6. Baskı), İstanbul 2012.

12-Can, Mertol, Kıymetli Evrak Hukuku (Ders Kitabı), Ankara 2012.

13-Çeker, Mustafa, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununa Göre Ticaret Hukuku (6335 Sayılı Kanuna Göre Yenilenmiş 5. Baskı), Adana 2012.

14-Çoşkun, M. Kürşak, “İçtihatların Birleştirilmesi”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı: 1, 2001, 87–146.

15-Domaniç, Hayri, Kıymetli Evrak Hukuku, İstanbul 1975. ———-, TTK Şerhi IV, TTK m. 557 – 772, Kıymetli Evrak Hukuku, İstanbul 1990, (Şerh).

16-Ercan, İsmail, Medeni Usul Hukuku, (6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Yasası’na Göre Gözden Geçirilmiş 8. Baskı), İstanbul 2012.

17-Eriş, Gönen, Açıklamalı – İçtihatlı Uygulamalı Çek Hukuku, Ankara 2004.

18-Ertaş, Şeref, Eşya Hukuku, (Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 10. Baskı), İzmir 2012.

19-Ertekin, Erol – Karataş, İzzet, Uygulamada Ticari Senetler Hukuku, Ankara 1992.

20- Esenkar, Burhanettin, Çekin Ziyaı Özellikle Çalınma Hali, Ankara 2007.

21-Gültekin, Özkan, “Kıymetli Evrakın Zıyaı Nedeniyle İptalinde İptal Kararı Hamilinin (Davacının) Borçlularına Rücu Sorunu”, Terazi Hukuk Dergisi, Haziran 2007, S. 10, s. 59–69, (Rücu Sorunu). ———-, Kıymetli Evrakın Ziyaı ve İptali, Ankara 2009.

22-Günay, Erhan, Uygulamalı Çek Rehberi, Ankara 2009.

23-Gürbüz, A. Hulusi, Yargıtay Uygulaması Işığında Ticari Senetlerin İptali Davaları ve Ticari Senetlere Özgü Sorunlar, İstanbul 1984.

24- Gürühan, Caner, Çekin Zayi Olması ve İptali, Ankara 2011.

25- İmregün, Oğuz, Kıymetli Evrak Hukuku, İstanbul 1998.

26-Kaçak, Nazif, Açıklamalı – İçtihatlı Tüm Yönleriyle Bono, Poliçe, Çek, 14.12.2009 Tarih   ve 5941 sayılı Çek Kanunu Değişiklikleriyle Yenilenmiş, (Güncellenmiş 5. Baskı), Ankara 2010.

227-Kahyaoğlu, Emin Cem, “5941 Sayılı Çek Kanunu İle İlgili Bazı Tespitler”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, Sayı: 67-68, Mart – Nisan 2010, 140–148.

28-Karahan, Sami – Arı, Zekeriyya – Bozgeyik, Hayri – Saraç, Tahir – Ünal, Mücahit, Kıymetli Evrak Hukuku, Konya 2013.

29-Karayalçın, Yaşar, Ticaret Hukuku III. Ticari Senetler Kambiyo Senetleri, (4. Baskı), Ankara 1970.

30-Karslı, Abdurrahim, Medeni Muhakeme Hukuku, (6100 Sayılı HMK Hükümlerine Göre Yargıtay Kararları İşlenmiş ve Gözde Geçirilmiş 3. Baskı), İstanbul 2012.

31-Kayar, İsmail, Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2013.

32-Kendigelen, Abuzer, Çek Hukuku, (Güncelleştirilmiş 4. Bası), İstanbul 2007.

33-Kılıçoğlu, M. Ahmet, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, (Yeni Borçlar Kanunu’na Göre Hazırlanmış Genişletilmiş 17. Bası), Ankara 2013.

34-Kınacıoğlu, Naci, Kıymetli Evrak Hukuku, (5. Baskı), Ankara 1999.

35-Kuru, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, (VI. Baskı), C. IV, İstanbul 2001. ———-, Nizasız Kaza, İstanbul 1961, (Nizasız Kaza).

36-Kuru, Baki – Arslan, Ramazan – Yılmaz, Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı,  (6110 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 23. Baskı), Ankara 2012.

37-Kuru, Baki – Budak, Ali Cem, “Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler”, İstanbul Barosu Dergisi, 85(5), Yıl: 2011.

38-Narbay, Şafak, “5941 Sayılı Çek Kanununun Getirdiği Bazı Yenilikler ve Bunların Değerlendirilmesi”, Terazi Hukuk Dergisi, Mart 2010, Y. 5, S. 43, 65–97. (ÇekK) ———–, “Çekte İbraz Sürelerinin Hesaplanmasında Ölçü Alınan “Yer” Kavramına “De Lege Lata” ve “De Lege Ferenda” Çözüm Önerisi”, Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal Tekinalp’e Armağan, C. I, İstanbul 2003, (Çekte İbraz Süreleri). ———–, “Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nda Kıymetli Evrak Hukuku Kitabında Yapılan Düzenlemeler ve Değişiklik Önerilerimiz”, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı, Konferans – Bildiriler – Tartışmalar (13 – 14 Mayıs 2005), Ankara 2005, 185 – 212, (Bildiri). 1———–, “Türkiye Büyük Millet Başkanlığı’na Sunulan Yeni Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ile İlk Tasarının “Kıymetli Evrak Kitabı” Açısından Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1(1), 2006,  243–261, (İnceleme). ———–, Çekten Cayma ve Ödeme Yasağı, (2. Bası), İstanbul 1999. (Ödeme                                     Yasağı).

39-Oğuzman M. Kemal – Seliçi Özer- Oktay, Özdemir Saibe, Eşya Hukuku, (Yenilenmiş ve Mevzuata Uyarlanmış 15. Bası), İstanbul 2012.

40-Oğuzoğlu, Abdullah Çetin – Oğuzoğlu, Özkan, Çek Kanunu (Açıklamalı, İçtihatlı, Örnekli), Ankara 2010.

41-Öztan, Fırat, Kıymetli Evrak Hukuku, (Güncelleştirilmiş 16. Bası), Ankara 2009. ———–, Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 1997, (Kıymetli Evrak).

42-Öztürk, (Dirikkan) Hanife, Kıymetli Evrakın Ziyaı ve İptali, Ankara 1990.

43-Pekcanıtez, Hakan – Atalay, Oğuz – Özekes, Muhammet, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, Ankara 2012. ———–, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku Temel Bilgiler, Ankara 2012, (Temel Bilgiler). Poroy, Reha – Tekinalp, Ünal, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, (Güncelleştirilmiş 12. Bası), İstanbul 1995. (Kıymetli Evrak I). ———–, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, (Güncelleştirilmiş 20. Bası), İstanbul 2010. (Kıymetli Evrak II).

44-Poroy, Tekinalp, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları Çek Kanununun Yorumu İle, (Gözden Geçirilmiş 21. Bası), İstanbul 2013, (Kıymetli Evrak III).

45-Pulaşlı, Hasan, Kıymetli Evrak Hukuku, (Yenilenmiş 9. Bası), Ankara 2009, (Kıymetli Evrak). ———–, Yeni Çek Hukuku ve İlgili Mevzuat, Ankara 2010, (Çek Hukuku). ———–, Yeni Türk Ticaret Kanununa Göre ve 6273 Sayılı Kanunla Değişik Çek Kanunu’nun Yorumu ile Kıymetli Evrak Hukukunun Esasları, (Genişletilmiş ve Güncellenmiş 3. Baskı), Ankara 2013, s. 256–257, (Kıymetli Evrak Hukukunun Esasları).

[1]              Poroy Reha/Tekinalp Ünal, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 5941 Sayılı Çek Kanununun Yorumu ile,

İstanbul 2010, N. 503.

[2]              Poroy/Tekinalp, s. 503a

[3]              Narbay Şafak, 5941 Sayılı Çek Kanununun Getirdiği Bazı Yenilikler ve Bunların Değerlendirilmesi,

Terazi Hukuk Dergisi, Mart 2010, S. 43, s. 75.

[4]              Narbay bu durumu tespit etmiş ve m. 7/I hükmünün yeniden kaleme alınmasını önermiştir (Narbay, s.

75).

[5]              Pulaşlı Hasan, Çek Hukuku ve İlgili Mevzuat, Ankara 2010, s. 30.

[6]              Poroy Reha/Tekinalp Ünal, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 5941 Sayılı Çek Kanununun Yorumu ile,

İstanbul 2010, S. 505

[7]              Poroy/Tekinalp, N. 505.

[8]              Resioğlu Seza, Yeni Çek Kanunu ve Hukuki Sorunlar, s. 3.

[9]              Poroy/Tekinalp, N. 505

[10]            Poroy/Tekinalp, N. 504.

[11]            Genel Gerekçe, s. 4, N. 23.

[12]            Genel Gerekçe, s. 4, N. 24.

[13]            5941 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesinin 3. fıkrasına göre, “Bankaların müşterilerine verdikleri eski

çek defterleriyle ilgili olarak, 3167 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” Bu

düzenleme gereğince, elinde eski çek defteri olan kişi, ayrıca hamiline çek hesabı açtırmadan hamiline yazılı çek keşide edebilecektir.  Kırca, nama yazılı çekler için ayrı bir hesap açtırmaya gerek bulunmadığını, bu tür çeklerin emre yazılı çek hesabından işlem göreceğini ve emre yazılı çek yaprağı kullanılarak keşide edileceğini ifade etmektedir (Bkz. Kırca, s. 9)

[14]            Pulaşlı, Çek Hukuku, s. 24.

[15]            Pulaşlı, Çek Hukuku, s. 25.

[16]            Pulaşlı, Çek Hukuku, s. 24.

[17]            Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet, Medenî Usûl Hukuku, 5. Bası, Ankara 2006, s.

618, s. 618-619; Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder, Medenî Usul Hukuku, 15. Bası, Ankara 2004, s. 700, s. 700; Deren-Yıldırım, Nevhis, Haksız Rekabet ve Fikri ve Sınai Mülkiyet Hukukunda İhtiyati Tedbirler, İstanbul 1999, s. 2, s. 4; ; Berkin, M. Necmeddin, Tatbikatçılara Medeni Usul Hukuku Rehberi, İstanbul 1981, s. 506, s. 506.

[18]            TTK m. 670’e göre, “Poliçeyi [Çeki] eline geçiren kimse malum olduğu takdirde, mahkeme, dilekçe

sahibine istirdat davası açması için münasip bir mühlet verir. Dilekçe sahibi, tayin olunan mühlet içinde davayı açmazsa, mahkeme, muhatap hakkındaki ödeme yasağını kaldırır.” TTK m. 675’e göre, “Elden çıkan poliçe [Çek] getirilirse mahkeme, istirdat davası açmak üzere dilekçe sahibine münasip bir mühlet verir. Dilekçe sahibi bu mühlet içinde dava açmazsa, mahkeme, poliçeyi [çeki] mahkemeye getirmiş olana geri verir, muhatap hakkındaki ödeme yasağını kaldırır.” Çek hamili, çek üzerinde yazılı keşide tarihine göre hesaplanacak ibraz süreleri içinde, çeki bankaya ibraz etmek durumundadır. Bu ibraz süreleri içinde çek bankaya ibraz edilmez ise, hamil keşideci de dahil olmak üzere müracaat hakkını kaybettiği gibi karşılıksız çek keşide etmek suçu da oluşmayacaktır (Çek Kanunu m. 16). Bu nedenle şikayet hakkını kullanan hamilin sonuç alabilmesi süresi içinde elindeki çeki bankaya ibraz etmiş olması ön şartına bağlıdır.

[19]            Öztan, Kıymetli Evrak, s. 134; Pulaşlı, Kıymetli Evrak Hukukunun Esasları, § 10, N. 52.

[20]            Öztürk, (Dirikkan) Hanife, Kıymetli Evrakın Ziyaı ve İptali, Ankara 1990, s. 87.

[21]            Öztan, Kıymetli Evrak, s. 134.

[22]            6102 sayılı TTK m. 646/2 ve m. 687.

[23]            Y. 11. HD., 10.05.1979 gün , E. 1979/480, K. 1979/2529 (KİBB).

[24]            Y. 11. HD., 28.06.2004 gün, E. 2003/13049, K. 2004/7128 (yayımlanmamış); aynı yönde bkz.Y. 11. HD.,

05.11.2001 gün, E. 2001/5674, K. 2001/8724 (KİBB).

[25]            6098 sayılı TBK m. 107.

[26]            F. Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 1997, 2. Bası, Sh. 283.

[27]            Y. 11. HD., 16.11.2005 gün, E. 2005/11194, K. 2005/11094 (yayımlanmamış); ayrıca bkz. “… Çek iptali

kararı kesin değildir ve maddi hukuk anlamında sonuç doğurmaz. Ayrıca, çek iptalinin ortadan kaldırılması istemi, çek iptaline ilişkin dosya üzerinden yürütülmüş olup, ayrı bir esas ve karar numarası verilmemiştir. Bu itibarla mahkemece, çek iptalinin iptali istemiyle açılan davanın ayrı bir esasa kaydedilerek taraf delilleri toplandıktan sonra sonucuna göre karar vermek gerekirken yazılı olduğu şekilde çek iptali dosyasının esası üzerinden yürütülüp, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.” Y. 11. HD., 18.07.2005 gün, E. 2005/10350, K. 2005/7785 (yayımlanmamış).

[28]            Öztan, Kıymetli Evrak, s. 135; Kınacıoğlu, s. 60; Öztürk (Dirikkan), s. 89; Gültekin, s. 136.

[29]            Y. HGK, 05.06.2002 gün, E. 2002/19-443, K. 2002/474 (KİBB).

[30]            Poroy, Tekinalp, Kıymetli Evrak III, s. 105 – 106.

[31]            Poroy, Tekinalp, Kıymetli Evrak III, N. 106; Kendigelen vd., N. 213

[32]            Karayalçın, s. 31; Poroy, Tekinalp, Kıymetli Evrak III, N. 106; Kendigelen vd., N. 213; Öztan, s. 48.

[33]            Poroy, Tekinalp, Kıymetli Evrak III, s. 107; Öztan, s. 48.

[34]            Öztan, s. 49.

[35]            Öztan, Kıymetli Evrak, s. 136; Öztürk (Dirikkan), s. 94

[36]            Öztan, Kıymetli Evrak, s. 136; Kınacıoğlu, s. 69.

[37]            Y. 11. HD., 28.06.2004 gün, E. 2003/1304, K. 2004/7128 (KİBB); ayrıca bkz. Y. 11. HD., 16.11.2005

gün, E. 2004/11194, K. 2005/11094 (KİBB); Y. 11. HD., 18.07.2005 gün, E. 2004/10350, K. 2005/7785 (KİBB); Y. 11. HD., 26.02.2001 gün, E. 2000/1315, K. 2001/154 (KİBB).

[38]            Gürbüz, s. 797; Öztürk (Dirikkan), s. 95.

[39]            Öztan, Kıymetli Evrak, s. 137; Kınacıoğlu, s. 69; Öztürk (Dirikkan), s. 95; Gültekin, s. 145.

[40]            Öztan, Kıymetli Evrak, s. 137; Gürbüz, s. 797.

[41]            Öztan, Kıymetli Evrak, s. 136; Karayalçın, s. 372; Öztürk (Dirikkan), s. 94; Kendigelen (Ülgen/

Helvacı/Kaya), N. 163; Gültekin, s. 145.

[42]            Öztürk (Dirikkan), s. 94, dn. 42; Gültekin, s. 145

[43]            Karayalçın, s. 372; Kınacıoğlu, s. 70; Öztan, Kıymetli Evrak, s. 137; Öztan, s. 137; Öztürk (Dirikkan), s.

95

[44]            Karayalçın, s. 372; Öztan, s. 137.

[45]            Karayalçın, s. 372.

[46]            Kınacıoğlu, s. 61-62.

[47]            “… Senet hamili, iptal kararı hamiline ödeme yapıldıktan sonra borçluya başvurmuşsa, sebepsiz iktisap

kurallarına dayanarak, ödenen meblağın kendisine verilmesini isteyebilir” (Öztan, s. 61).

[48]            Öztan, Kıymetli Evrak, s. 137 – 138.

[49]            Öztürk (Dirikkan), s. 96.

[50]            Poroy, Tekinalp, Kıymetli Evrak III, N. 136b.

[51]            Pulaşlı, Kıymetli Evrak Hukukunun Esasları, § 10, N. 51.

[52]            Gürbüz, s. 797; Gültekin, s. 148 – 149.

[53]            Gürbüz, s. 797; Gültekin, s. 148 – 149.

Şahin hukuk bürosu osmaniye

1998 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra Osmaniye Barosunda stajımı tamamlayarak aynı ilde ofisimi açtım..

Poyraz İşhanı A Blok K:4 No:14 Merkez/ Osmaniye
0(505) 624 96 03