ÖNALIM HAKKINA SINIRLAMA KOYAN VEKALETİN KÖTÜYE KULLANILMASI OLGUSU (A Case Of Abuse Of Attorney Putting A Limitation On The Right Of Precautionary Precaution)
30/12/2023
Av.Hüseyin Şahin
Osmaniye Barosu
ÖZET
Önalım hakkı, hakkın konusu olan malın üçüncü bir kişiye satılması durumunda önalım hakkı sahibine bu malı satın alma yetkisi veren yenilik doğuran bir haktır. Önalım hakkı, kanundan doğan ve sözleşmeden doğan önalım hakkı olmak üzere ikiye ayrılır. Sözleşmesel önalım hakkı, sözleşme veya vasiyetnameyle iradi olarak tanınabilirken, yasal önalım hakkı, başta 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu olmak üzere çeşitli kanunlarda düzenlenmiş bir önalım hakkı türüdür.
TBK m 502/1 hükmünde; “Vekâlet sözleşmesi, vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.” Şeklinde düzenlenmiştir.
Vekalet görevinin kötüye kullanılması, vekilin vekalet sözleşmesi kapsamında sahip olduğu yükümlülüklerini, üstlenmiş olduğu işleri ve yapacağı edimlerini, kanunda düzenlenen yükümlülüklere aykırı bir şekilde yerine getirmesi ve vekalet vereni zarara uğratması anlamına gelen hukuki bir terimdir. Vekalet görevinin kötüye kullanılmasının birçok yaptırımı bulunmaktadır.
TBK m 506/2-3 hükmündeki düzenleme “Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” Şeklinde olup tam olarak vekaletin kapsamını ve yerine getirilmesindeki kuralı belirlemektedir.
Vekilin kendisini vekil tayin etmiş olan kişiye karşı en ağır sorumluluğu, hiç şüphesiz vekalet görevini sadakat ve özenle yerine getirme yükümlülüğüdür. Vekilin bu sorumluluğu, vekalet sözleşmesi gereğince üstlenmiş olduğu iş, işlem ve hizmetleri vekil edenin haklı menfaatlerini gözetmek suretiyle, sadakat ve özenle yerine getirmesini ve benzer iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranışları esas alarak hareket etmesini gerektirir. Vekalet sözleşmesinde açıkça vekalet görevine ilişkin olarak belirleme yapılmamışsa ya da vekalet görevine ilişkin olarak yazılı bir sözleşme düzenlenmemişse, vekalet görevinin kapsamı görülecek işin niteliğine göre belirlenir. Bu anlamda açılacak olan tapu iptali ve tescil davasında keşif ve bilirkişi raporları ile birlikte tanık beyanı, mesajlaşma ekran görüntüleri vb. birçok delil öne sürülebilir.
Hatta Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre malik tarafından vekilin söz konusu taşınmazın satışına ilişkin olarak dilediği bedelle ve dilediği kimselere satış yapabileceği ifadeleri yer alıyor olsa dahi, vekil Türk Medeni Kanunumuzun 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağına ve sadakat ile özen yükümlülüğüne aykırı hareket edemez ve makul sayılabilecek ölçüler dışına çıkmak suretiyle satış yapamaz. Aksi takdirde vekilin şahsi sorumluluğu gündeme gelebilir.
Önalım hakkı, hakkın konusu olan malın satılması veya satışa eşdeğer bir işleme konu olması durumunda dava açılarak kullanılır. Söz konusu işlemin önalım hakkı sahibine bildirilmesinden itibaren üç ay ve her halde işlemin üzerinden iki yıl geçmesiyle önalım hakkı düşer. Önalım hakkının kullanılmasına imkân veren satış ve satışa eşdeğer işlemlere önalım olayı denilmektedir.
Kanunda, önalım olayı olarak kabul edilecek işlemler, sınırlı olarak sayılmamıştır. Bu sebeple taşınmaz satış vaadi, alım sözleşmesi, trampa sözleşmesi gibi işlemlerin önalım olayı olarak kabul edilip edilemeyeceği tartışmalıdır. Bunun yanında, Yargıtay uygulaması ile, paylı mülkiyette fiili taksim bulunan hallerde yapılan satış sözleşmeleri ve eşe, akrabaya yapılan satış sözleşmelerinin önalım olayı olarak kabul edilemeyeceği ve bu durumlarda önalım hakkının kullanılamayacağı kabul edilmiştir.
Çalışmamızda öncelikle genel olarak önalım hakkının ve vekaletin kötüye kullanılması suretiyle satışların bu kapsama girip girmeyeceği üzerinde durulmuş, sonrasında hakkın kullanılmasına ilişkin şartlardan önalım olayının meydana gelmesi, hakkın dava yoluyla kullanılması ve hak düşürücü sürelerden bahsedilmiştir.
Çalışmamızın son bölümünde ise önalım hakkının kullanılamayacağı işlemlerden olan vekaletin kötüye kullanılması suretiyle yapılan taşınmaz satış işlemlerinde şufa hakkının kullanılmasına engel durumlar ve sonuçları, ayrıntılı olarak incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Önalım hakkı, yasal önalım hakkı, sözleşmesel önalım hakkı, önalım hakkının kullanılması, önalım hakkının kullanılamayacağı durumlar ve sınırlar.
SUMMARY
The right of pre-emption is an innovative right that gives the owner of the right of pre-emption the authority to purchase this good in case the good that is the subject of the right is sold to a third party. The right of pre-emption is divided into two: the right of pre-emption arising from the law and the right of pre-emption arising from the contract. While contractual pre-emption right can be granted voluntarily by contract or will, legal pre-emption right is a type of pre-emption right regulated in various laws, especially the Turkish Civil Code No. 4721.
According to TBK article 502/1; “A power of attorney contract is a contract in which the agent undertakes to perform or carry out a task of the person giving the power of attorney.” It is arranged as follows.
Abuse of power of attorney is a legal term that means that the agent fulfills his/her obligations within the scope of the power of attorney contract, the works he/she has undertaken and the actions he/she will perform, in a way that is contrary to the obligations regulated by the law and causes damage to the proxy giver. There are many sanctions for abuse of power of attorney.
The regulation in Article 506/2-3 of the Turkish Code of Obligations states that “The attorney is obliged to carry out the work and services he undertakes with loyalty and care, taking into account the legitimate interests of the principal. In determining the liability of the attorney arising from the duty of care, the behavior that a prudent attorney who undertakes work and services in a similar field is taken as basis. ” It determines the exact scope of the power of attorney and the rules for its execution.
The most serious responsibility of the attorney towards the person who appointed him as proxy is undoubtedly the obligation to fulfill his duty of attorney with loyalty and care. This responsibility of the agent requires him to carry out the works, transactions and services he has undertaken in accordance with the power of attorney contract, with loyalty and care, by taking into account the justified interests of the principal, and to act based on the behaviors that a prudent agent who undertakes similar works and services should show. If the mandate contract does not explicitly specify the mandate or if a written contract regarding the mandate is not drawn up, the scope of the mandate is determined according to the nature of the work to be performed. In this sense, in the title deed cancellation and registration case to be filed, along with discovery and expert reports, witness statements, messaging screenshots, etc. Many pieces of evidence can be put forward.
Even if, according to the established jurisprudence of the Supreme Court of Appeals, the owner states that the attorney can sell the real estate in question for whatever price he wishes and to whomever he wishes, the attorney is bound by the rule of honesty and the prohibition of abuse of rights and the obligation of loyalty and care in Article 2 of our Turkish Civil Code. Cannot act contrary to the product and cannot make sales by going beyond what can be considered reasonable. Otherwise, the attorney’s personal liability may come to the fore.
The right of pre-emption is exercised by filing a lawsuit if the goods subject to the right are sold or subject to a transaction equivalent to sale. The pre-emption right lapses after three months have passed since the transaction in question was notified to the pre-emption right holder, and in any case, two years have passed since the transaction. Sales and sales-equivalent transactions that allow the exercise of the pre-emption right are called pre-emption events.
Transactions that will be considered as preemption events are not listed in a limited manner in the law. For this reason, it is controversial whether transactions such as real estate sales promises, purchase agreements, barter agreements can be considered as pre-emption events. In addition, with the practice of the Supreme Court, it has been accepted that sales contracts made in cases where there is an actual division of shared ownership and sales contracts made to spouses or relatives cannot be considered as pre-emption cases and the right of pre-emption cannot be exercised in these cases.
In our study, we first focused on whether sales by abusing the right of pre-emption and power of attorney would be included in this scope, and then the conditions for the use of the right, the occurrence of pre-emption, the use of the right through litigation and the limitation periods were mentioned.
In the last part of our study, the situations and consequences that prevent the use of the right of pre-emption in real estate sales transactions made through abuse of power of attorney, which is one of the transactions in which the right of pre-emption cannot be used, were examined in detail.
Key Words: Right of pre-emption, legal right of pre-emption, contractual right of pre-emption, exercise of the right of pre-emption, situations and limits in which the right of pre-emption cannot be used.
ÖNALIM HAKKINA SINIRLAMA KOYAN VEKALETİN KÖTÜYE KULLANILMASI OLGUSU
- GENEL OLARAK
Önalım hakkının kullanılması için önalım konusu malın satış veya ekonomik bakımdan satışa eşdeğer bir işleme konu olması gerekir. TBK’da ekonomik bakımdan satışa eşdeğer işlemlerin neler olduğu açıkça sayılmamıştır. Bu sebeple birçok işlem bakımından hangi işlemlerin önalım olayı sayılacağı konusunda doktrinde tartışma söz konusudur. Belirtmek gerekir ki, hangi işlemlerin bu kapsamda değerlendirilebileceği konusunda kesin bir sınırlandırma yapılamaz ve her somut olay için özel değerlendirme yapmak gerekir[1].
Doktrinde genel olarak, ekonomik bakımdan satışa eşdeğer işlemlerin, ivazlı, iradi ve cüz’i halefiyet yoluyla yapılan devir işlemlerini ifade ettiği kabul edilmektedir[2]. Önalım hakkına konu taşınmazın devrine ilişkin ilişkiler, bu çerçevede incelenerek önalım olayını oluşturup oluşturmadığına karar verilebilecektir. Bu konuda hâkime geniş bir takdir yetkisi tanındığı kabul edilmektedir[3].
TBK m.240’ın ikinci fıkrasında önalım olayını oluşturmayacağı belirtilen işlemler ile doktrin ve Yargıtay kararlarında önalım olayını oluşturmayacağı kabul edilmiş bazı durumlar ayrıntılı olarak incelenecektir. Taşınmazın mirasın paylaşımında mirasçılardan birine özgülenmesi, cebrî artırma yoluyla satış, kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi ve bunlara benzer amaçlarla edinilmesi durumlarında önalım hakkının kullanılamayacağı hususu, TBK’da sözleşmesel önalım hakkı açısından düzenlenmiş olsa da yasal önalım hakkı için de geçerlidir.
- ÖNALIM OLAYINI GERÇEKLEŞTİREN SATIM SÖZLEŞMESİNİN ÖZELLİKLERİ
- TAM VE GERÇEK BİR SATIM SÖZLEŞMESİ BULUNMALIDIR.
Önalım olayını gerçekleştiren satış sözleşmesi tam ve gerçek bir satış sözleşmesi olmalıdır[4]. Önalım olayını gerçekleştiren satış sözleşmesi tam ve gerçek bir satış sözleşmesi olmadığında önalım hakkı da kullanılamayacaktır. Bu konudaki bir yargıtay kararında;
“Dava, önalım nedeniyle tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Dava konusu taşınmazların ½ şer payı dava dışı kişi adına kayıtlı iken 05.10.2012 tarihli akitle davalıya satıldığı, dava konusu payları satan …’ın davalının kardeşi olduğu dosya içerisindeki nüfus kayıt örneklerinden anlaşıldığından; payları devredenin davalı ile yakın akrabalık bağı olduğu sabittir. 27.03.1957 tarihli ve 1956/12 Esas, 1957/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihatı Birleştirme Kararı ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kararları dikkate alındığında tarafların yakın akraba oldukları, yapılan satışın gerçekte satış olmadığı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekir.” (Yargıtay 14. Hukuk dairesi E. 2016/10930 K. 2019/498 T. 17.1.2019)
Başka bir yargıtay kararında;
“Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir. Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir. Somut olayda; dava konusu taşınmazların 57/80’er payı davalının amcası adına kayıtlı iken resmi senetle davalıya satıldığı, dosya içerisindeki nüfus kayıt örneklerinden satıcının davalının amcası olduğunun sabit olduğu anlaşılmaktadır. O halde temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalı ve ispatı halinde temlikle önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağı dikkate alınarak davanın reddine karar verilmeli, temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olduğunun ispatlanamaması halinde ise yasal ilkeler ışığında yargılama yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmesi isabetsiz bulunduğundan hükmün bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay 14. Hukuk dairesi E 2018/4238 K. 2018/8864 T. 11.12.2018)
Aynı şekilde bir paydaşın payını başka bir paydaşa sattığı halde satın alan paydaşa karşı önalım hakkının kullanılamayacağı, dolayısıyla önalım davasının koşullarının oluşmayacağını burada hatırlamak gerekmektedir.
Öğretide ve yargı kararlarında genel olarak kabul edildiği üzere, ortada bir karşı edimin veya irade özgürlüğünün olmadığı ya da edimin önalım hakkı sahibi tarafından karşılanmasının olanaksız olduğu durumlarda önalım hakkı kullanılamaz[5].
27.03.1957 tarihli Yargıtay İBK’na göre, şeklen satış sözleşmesi görünümünde olsa da müşterek mülkün paydaşı payını koca veya karıya, evlada yahut yakın akrabaya satması halinde gerçekte satıştan başka miras hakkına yönelik amaçların veya bağışlama gibi bir amacın olduğu durumlarda önalım hakkı kullanılamaz.
“Miras bırakanın, mirasçıların miras paylarını zedelemek (bertaraf etmek) amacı ile, bir taşınmazdaki payını satmış ise, bu durumda gerçek bir satış sözkonusu olmadığı için Şufa hakkı doğmaz.” (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1956/12 K. 1957/2 T. 27.3.1957)
- GEÇERLİ BİR SATIM SÖZLEŞMESİ OLMALIDIR.
Önalım olayını gerçekleştiren satış sözleşmesi ehliyetsizlik, şekle aykırılık olmamalıdır. Satış sözleşmesinin yapıldıktan sonra sona erdirilmesi veya kendine ait özelliklerle sona ermesi halinde önalım hakkı da kullanılamayacaktır. Gerçekten de satış veya eşdeğer işlem şekle aykırılık, başlangıçtaki imkansızlık, ehliyetsizlik veya hukuka aykırılık gibi bir nedenle baştan itibaren geçersiz ise, önalım hakkı kullanılamaz, kullanılırsa da geçersiz olur. Bu husus yasada açıkça düzenlenmemiş olsa da genel hükümlerden özellikle de dürüstlük kuralından çıkan sonuç bu şekildedir. Ancak şekle aykırı olsa da edimlerin ifa edilmiş olması halinde taraflar uzunca bir süre geçtiği halde geçersizliği ileri sürmüyorsa, önalım hakkının kullanılması mümkün olmalı, bu durumda satışın geçersizliğini ileri sürme hakkın kötüye kullanımı sayılarak önalım hakkına imkan sağlanmalıdır[6].
Üçüncü kişiye yapılan satışın veya eşdeğer işlemin geçerli olması yeterli olup, borçların ifa edilip edilmemesi önemli değildir. Bununla birlikte konusu taşınmaz olan önalım hakkında satışla birlikte tescil yapıldığından satıcının edimi satış sözleşmesinin yapılmasını takip eden çok kısa sürede ifa etmiş olmaktadır.
Geciktirici koşula bağlı satış sözleşmesinde ise, önalım hakkının kullanılabilmesinin, koşulun gerçekleşmesine bağlı olduğu kabul edilmektedir. Ancak taşınmaz satışında şart gerçekleşmeden tescil yapılamayacağı dikkate alınmalıdır (TBK m 243).
- KESİN HÜKÜMSÜZLÜK HALİ
Kesin hükümsüzlük halleri kanunda sayılmıştır. Buna göre irade beyanında bulunan kişinin ehliyetsizliği, sözleşmenin konusunun imkansız olması, kanunun emredici hükümlerine, genel ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olması, sözleşmenin sıhhati için aranan şekle uyulmaması ve muvazaa halinde sözleşme kesin hükümsüz olur.
- Genel Olarak
Bir sözleşmenin geçerli olabilmesi için tarafların sözleşme ehliyetinin olması, sözleşmenin şekle uygun olarak yapılması, kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı olmaması, konusunun imkânsız olmaması ve irade sakatlığının bulunmaması gerekir[7]. Bu unsurlarda eksiklik olması durumunda sözleşme geçersiz olacak ve borç doğmayacaktır. Önalım olayını oluşturan satım sözleşmesinin de geçerli olması gerekir.
Satım sözleşmesinin geçersiz olması halinde önalım hakkı kullanılamayacaktır[8]. Önalım hakkının meydana gelmemesi için satışın geçersiz olması yeterli olup borcun ifa edilip edilmemesi bu durumu etkilemeyecektir[9]. Bunun yanında, taşınmaz mülkiyetinin devrinde sebebe bağlılık prensibi kabul edildiğinden geçersiz bir satış sözleşmesine[10] dayanarak yapılan tescil de yolsuz olacaktır[11]. Keza TMK m. 1024/2’ye göre de; bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescilin yolsuz olacağı düzenlenmiştir[12]. Böyle yolsuz bir tescile karşı, TMK m.1025’e dayanılarak tescilin düzeltilmesi istenebilir[13].
Sözleşmedeki geçersizlik halleri, kesin hükümsüzlük ve iptal edilebilirlik halleri olmak üzere ikiye ayrılmaktadır[14]. Kesin hükümsüzlük halleri; irade beyanında bulunan kişinin ehliyetsiz olması, sözleşmenin geçerlilik şartına aykırılık, kamu düzenine, genel ahlaka, kanunun emredici hükümlerine, kişilik haklarına aykırılık, sözleşmenin konusunun imkânsız olması halleri ile sözleşmenin muvazaalı olması halleridir[15]. Kesin hükümsüzlük halleri, herkes tarafından her zaman ileri sürülebilen, dava açmaya gerek olmaksızın sözleşmeyi kendiliğinden hükümsüz kılan, hâkim tarafından da resen dikkate alınması gereken hallerdir[16]. İptal edilebilirlik halleri ise, taraf iradelerinin yanılma, aldatma, korkutma ve gabin sebepleriyle sakat olması halleridir. Bu hallerde sözleşme baştan itibaren geçersiz olmasına rağmen iptal hakkı sahibi süresi içerisinde iptal hakkını kullanmazsa sözleşme geçerli hale gelecektir[17]. İptal edilebilirlik halleri hâkim tarafından re’sen dikkate alınmadığı gibi, bu husus sadece iradesi sakatlanan taraf tarafından ileri sürülebilecektir.
- Kesin Hükümsüzlük Halleri
- Şekle Aykırılık
TBK m.12/1’de belirtildiği üzere “Sözleşmelerin geçerliliği, kanunda aksi öngörülmedikçe, hiçbir şekle bağlı değildir”. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere sözleşmeler açısından genel olarak şekil serbestisi kabul edilmektedir. Ancak aynı hükmün devamında, kanunda bir sözleşme için şekil şartı öngörülmüşse bu şekle uyulmaması durumunda sözleşmenin hüküm doğurmayacağı belirtilmiştir. TBK m.237 ve TMK m.706’da taşınmaz satışı resmi şekle tabi tutulmuştur. Taşınmaz satışı açısından resmi şekil, Tapu Kanunu m.26’ya göre tapu sicil memurları tarafından resmi senet düzenlenmesi suretiyle gerçekleştirilecektir. Böyle yapılmayan bir taşınmaz satış sözleşmesi kesin hükümsüz olacaktır[18]. Taraflar şekle aykırı bir satış sözleşmesine dayanarak karşı taraftan ifa talep edemeyecekleri gibi, sözleşmenin ifa edilmesi durumunda sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre ifa ettiklerini geri isteyebileceklerdir[19]. Şekle aykırı bir taşınmaz satış sözleşmesi, kesin hükümsüz olduğundan önalım olayını da oluşturmaz ve önalım hakkı sahibi şekle aykırı bir satış sözleşmesine dayanarak önalım hakkını kullanamaz. Ancak önalım hakkının kullanılması üzerinde, sırf bu hakkı bertaraf etmek için şekle aykırılığın ileri sürülmesi durumunda hakkın kötüye kullanılması söz konusu olur ve şekle aykırılık iddiası dinlenmez[20].
- Kanunun Emredici Hükümlerine, Ahlaka, Kamu Düzenine, Kişilik Haklarına Aykırılık
TBK m. 27 hükmünce kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı sözleşmeler kesin hükümsüzdür
Taşınmaz satış sözleşmelerinin, bu şekilde hükümsüz olması çok rastlanılan bir durum değildir. Bir taşınmaz satış sözleşmesinin ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olması pek mümkün olmasa da böyle bir durumda da satış sözleşmesi geçersiz olacak ve böyle geçersiz bir sözleşmeye karşı önalım hakkı kullanılamayacaktır.
- Konusu İmkânsız Olan Sözleşmeler
TBK m. 27 hükmünce konusu imkânsız olan sözleşmeler de kesin hükümsüzdür. Örneğin bir kimse arazisinin elli metrekarelik bölümünü satmak istemiş, fakat imar mevzuatına göre bu yüz metrekareden küçük parsele izin verilmiyorsa, sözleşmenin konusu imkânsız sayılır[21]. Önalım hakkına konu taşınmaz ya da payın da böyle imar mevzuatına aykırı bir sözleşmeye konu olması durumunda, hukuki imkânsızlıktan dolayı sözleşme geçersiz olacak ve önalım hakkı kullanılamayacaktır. Yine, önalım hakkının konusu olan taşınmaz ya da paylı mülkiyet payının satım sözleşmesinin yapıldığı sırada kamu malı haline gelmiş olması durumunda satım sözleşmesi hükümsüz olur[22].
- Taraf Ehliyetinin Olmaması
Bir sözleşmenin geçerli olabilmesi için sözleşmenin taraflarının fiil ehliyetine de sahip olması gerekir. TMK m.14’e göre ayırt etme gücüne sahip olmayan, küçük ve kısıtlıların fiil ehliyeti bulunmamaktadır[23]. Dolayısı ile böyle kişilerin yaptıkları sözleşmeler de geçersiz olacaktır. Önalım konusu malın, ehliyetsiz bir kişi tarafından satılması da satış sözleşmesini geçersiz kılar ve önalım olayı oluşmaz. Bunun yanında TMK m.16 gereği ayırt etme gücüne sahip kısıtlı ya da küçük, yasal temsilcisinin rızası ile kendisini borç altına sokan sözleşmeyi yapabilecektir.
- Muvazaa
Muvazaa, tarafların görünürdeki sözleşmenin hiç hüküm doğurmaması ya da bu sözleşme yerine başka gizli bir sözleşmenin hüküm doğurmasını kararlaştırmaları durumunda ortaya çıkar. Tarafların yaptıkları sözleşmenin hiç hüküm doğurmamasını kararlaştırdıkları durumda mutlak muvazaa söz konusu olur. Ancak görünürdeki sözleşme yerine gizli bir sözleşmenin hüküm doğurması yönünde iradelerinin olması durumunda nispi muvazaadan söz edilecektir[24]. Muvazaa halinde de sözleşme hükümsüz olarak doğar. Önalım hakkına konu olan bir taşınmaza ya da paya ilişkin satış sözleşmesinde muvazaa olması halinde de satış sözleşmesi geçersiz sayılacaktır.
- Mutlak Muvazaa
Böyle bir satış sözleşmesinde mutlak muvazaa genellikle önalım hakkı sahibini taşınmazı alması yönünde harekete geçirmek amacıyla söz konusu olmaktadır. Taşınmaz maliki bu amaçla gerçekte bir satış sözleşmesi yapmamış olmasına rağmen, görünürde hüküm doğurmayacak bir satış sözleşmesi yaparak önalım hakkı sahibi tarafından taşınmazın alınmasını sağlamaya çalışabilir[25]. Hatta önalım hakkı sahibinin hakkın konusu olan taşınmaz ya da payı alacağından emin olan bir önalım borçlusu, yüksek bir bedelle satış sözleşmesi yapılmış gibi de gösterebilir. Bu durumlarda önalım hakkı sahibinin muvazaayı öğrenme zamanına göre durum değişecektir. Öncelikle önalım hakkını kullanmadan ya da önalım davası devam ederken muvazaayı öğrenen hak sahibi, hakkını kullanmayabilir veya davasından feragat edebilir. Ayrıca kesin hükümsüzlük halleri herkes tarafından her zaman ileri sürülebileceğinden satışın hükümsüzlüğünü ve sicilin terkinini de talep edebilecektir.
Önalım hakkı sahibinin önalım hakkını kullanıp bedeli ödemesi ve taşınmazın mülkiyetini kazanmasından sonra muvazaayı öğrenmesi durumu ise daha karmaşıktır. Böyle bir durumda önalım hakkı sahibinin hakkını kullanması sonucu oluşan satış sözleşmesinin hükümsüzlüğünü istemesi ve bu doğrultuda ödediği bedelin iadesini istemesi gerekecektir. Bu talebinde ise aldatma ya da yanılma hükümlerine dayanarak muvazaayı öğrenmesinden sonra bir yıl içinde önalım borçlusu ile yaptığı satış sözleşmesinin iptalini ve bedelin iadesini isteyebilir[26].
- Nispi Muvazaa
Bunun yanında önalım hakkına konu taşınmaz ya da paylı mülkiyet payı sahibi, önalım hakkının kullanılmasını engellemek amacıyla esasen satış sözleşmesi yapılmasına rağmen görünüşte bağışlama sözleşmesi gibi önalım olayını oluşturmayan bir sözleşme türü olarak gösterebilir. Önalım hakkına ilişkin olarak uygulamada en çok rastlanılan muvazaa tarzı, satış sözleşmesinin bağışlama sözleşmesi olarak gösterilmesidir. Böyle bir muvazaada, görünürdeki bağışlama sözleşmesi, TBK m.19 gereği muvazaa sebebiyle; gizlenen satış sözleşmesi ise şekle aykırılıktan dolayı hükümsüz olacaktır[27]. Dolayısı ile hükümsüz bir satış sözleşmesine dayanarak önalım hakkının kullanılamaması gerekir[28]. Fakat böyle bir kabul önalım borçlusunun yaptığı hukuka aykırı işlemin amacına ulaşmasını sağlayacak ve hakkaniyete aykırı olacaktır. Bu sebeple önalım hakkı sahibi, muvazaa iddiasında bulunarak asıl sözleşmenin satış yönünde olduğunu tanık başta olmak üzere her türlü delille ispatlayarak[29] önalım hakkını kullanabilir[30]. Muvazaa iddiasında bulunan, muvazaalı sözleşmenin tarafları olursa yalnız yazılı delille ispatlayabilir[31]. Ancak sözleşmenin tarafının muvazaa iddiası ile sözleşmenin geçersiz olduğunu ve önalım hakkının kullanılamayacağını ileri sürmesinin hakkın kötüye kullanılması sayılacağı doktrinde ve Yargıtay uygulamalarında kabul edilmektedir[32]. Bir başka muvazaa tarzı ise bağışlama sözleşmesinin satış sözleşmesi gibi gösterilmesidir. Genellikle bir mirasçısına taşınmazını bağışlamak isteyen miras bırakan, diğer saklı paylı mirasçılarının tenkis davası açma ihtimaline karşı yaptığı bağışlamayı satış olarak gösterir. Bu taşınmazın üzerinde önalım hakkı olması durumunda, önalım hakkı sahibinin satış sözleşmesine dayanarak hakkını kullanmasına zemin hazırlanmış olur. Ancak asıl amacı bağışlama olan bu muvazaalı satış sözleşmesine karşı önalım hakkı kullanılabilecek midir? Öncelikle burada muvazaa iddiasını ileri sürmesi beklenen kişi, muvazaalı sözleşmenin taraflarıdır. Fakat doktrinde, kişinin kendi hukuka aykırı davranışından menfaat elde etmemesi gerektiği ve burada önalım borçlusu ya da yeni malikin kendi yaptığı muvazaaya dayanarak görünürdeki satış sözleşmesinin hükümsüzlüğünü ileri sürerek önalım hakkının kullanımını engelleyememesi gerektiği belirtilmektedir[33]. Bizim de katıldığımız bu görüşe göre böyle bir satış sözleşmesi durumunda da önalım hakkı kullanılabilir. Buna karşılık Yargıtay, 27.3.1957 tarih ve 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında[34] eş, evlat ve akrabaya yapılan satımların, hibe veya miras hukukuna ilişkin amaçlar taşıması halinde, önalım hakkının kullanılamayacağına hükmetmiştir. Yukarıda açıkladığımız muvazaa türleri, sözleşmenin niteliğinde muvazaadır. Bunun yanında tarafların tapudaki masrafları düşürmek amacıyla bedeli düşük göstermek veya önalım hakkı sahibinin hakkını kullanmasını önlemek amacıyla bedeli yüksek göstermek gibi şekillerde bedelde muvazaa yani sözleşmenin şartlarında muvazaa yapmaları da mümkündür[35]. Öncelikle yukarıda da belirttiğimiz gibi önalım yükümlüsü ile yeni malikin, satış sözleşmesindeki bedel muvazaasını ileri sürerek sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürmeleri, hakkın kötüye kullanılması sayılacağından sözleşmenin taraflarının bu nedene dayanamayacaklarını tekrar belirtmek gerekir. Bunun üzerine iki çeşit bedel muvazaasını sırasıyla inceleyecek olursak; Önalım olayını oluşturan satım sözleşmesinde, taraflar, önalım hakkının kullanılmasını engellemek amacıyla bedeli çok yüksek göstermiş olabilirler. Böyle bir durum elbette bedelin önalım sözleşmesinde düzenlendiği nitelikli sözleşmesel önalım hakkı açısından sorun teşkil etmeyecektir. Fakat bedele ilişkin herhangi bir ek sözleşme yapılmamışsa, bu durum, yasal önalım hakkı ve adi sözleşmesel önalım hakkı bakımından, önalım hakkı sahiplerini zor duruma sokacaktır. Bedelin yüksek gösterildiği böyle bir bedel muvazaasında, önalım hakkı sahibi, muvazaayı ispatlayabilirse önalım hakkını gerçek değer üzerinden kullanabilir[36]. Davacı önalım hakkı sahibi, muvazaaya konu sözleşmenin tarafı olmadığından muvazaayı her türlü delille ispatlayabilir[37]. Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre davacı muvazaa iddiasını ispatlayamazsa kendisine resmi senetteki bedel üzerinden hakkını kullanıp kullanmayacağı sorulur ve bunun sonucuna göre karar verilir[38]. İkinci ihtimale yani satış bedelinin düşük gösterilmesi ihtimaline gelecek olursak, bu konuda çeşitli görüşler yer almaktadır. Öncelikle bir kişinin hukuka aykırı davranışına dayanmasının hakkın kötüye kullanılması teşkil edeceği ve dolayısı ile davalının bedelde muvazaa olduğunu, bedelin normalden düşük gösterildiğini ve önalım hakkının taşınmazın gerçek değeri üzerinden kullanılması gerektiğini ileri süremeyeceği, bazı yazarlarca ve yakın tarihli Yargıtay kararlarında kabul edilmektedir[39]. Bunun yanında önalım hakkının tapudaki düşük bedel üzerinden kullanılmasının, davacının sebepsiz zenginleşmesine ve haksız kazanç elde etmesine sebep olacağı, taşınmazın önalım hakkının kullanıldığı tarihteki değeri üzerinden hakkın kullanılması gerektiğini belirten yazarlar[40] ve kararlar[41] da bulunmaktadır. Kanaatimizce de önalım hakkı tapudaki düşük bedel üzerinden kullanılmamalıdır. Davalı malik ile satıcının böyle bir uygulamaya gitmesinin amacının önalım hakkı sahibine yönelik olmadığı ortadadır. Sadece vergi ve harcı azaltmak için bedeli düşük göstermelerinin, önalım hakkı sahibinin tapudaki düşük bedel ile taşınmaza sahip olmasına yol açması, davalı tarafı cezalandırma niteliğinde olacaktır. Ayrıca aksi yönde kabul, önalım hakkı sahibinin bu durumu kötüye kullanmasına, hakkını kullanmayacak olsa bile sırf düşük bir bedelle taşınmaza sahip olmak gayesiyle hakkını kullanmaya itebilecektir. Dolayısı ile önalım hakkının, taşınmazın gerçek değeri üzerinden kullanılması hakkaniyete daha uygun olacaktır.
III. İptal Edilebilirlik Halleri
Sözleşmenin geçersizliği sonucunu doğuran bir diğer durumsa iptal edilebilirlik halleridir. Bu durumda sözleşme baştan sakat olarak doğmakta, iptal sebeplerine dayanılarak sözleşmenin iptal edilmesi halinde ise baştan itibaren kesin hükümsüz hale gelir[42]. İptal edilebilirlik hallerinde iptal hakkı daha çok tarafların yararını korumak için koyulmuş olup sadece taraflarca ileri sürülebilir[43]. TBK m.30-35 arasında düzenlenen yanılma, TBK m.36’da düzenlenmiş olan aldatma, TBK m.37 ile m.38’de düzenlenmiş olan korkutma ve TBKm.28’de yer alan aşırı yararlanma halleri bu hallere maruz kalan taraf tarafından sözleşmenin iptal edilmesine sebep olabilir. İptal edilebilirlik hallerine maruz kalarak iradesi sakatlanan taraf, aldatma veya yanılmayı öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde, korkutmanın etkisinin kalktığı andan itibaren bir yıl içinde iptal hakkını kullanmalıdır. Aksi halde sözleşmeyi onamış sayılır ve sakat olarak doğan sözleşme baştan itibaren geçerli hale gelir ve iptal edilme olasılığı kalmaz[44]. Aşırı yararlanma durumunda ise zarar gören iptal hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl içinde ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanmalıdır. Önalım olayının konusunu oluşturan satış sözleşmesinde de bu iptal edilebilirlik hallerinden birisinin bulunması ve iradesi sakatlanan tarafça sözleşmenin iptal edilmesi halinde önalım hakkı kullanılamayacaktır[45]. Zira böyle bir durumda geçerli bir satış akdi olmayacağından önalım olayı da gerçekleşmemiş sayılacaktır. Bunun yanında TBK m. 241/2 hükmünde önalım hakkı kullanıldıktan sonra satış akdinin ortadan kaldırılmasının önalım hakkı sahibine karşı kullanılamayacağı belirtilmiştir. Dolayısı ile önalım hakkı kullanıldıktan sonra satış sözleşmesinin iptal edilmesi sözleşmesel önalım hakkının kullanılmasını etkilemeyecektir[46].
- ÜÇÜNCÜ KİŞİ İLE YAPILAN SÖZLEŞMELERDE ŞEKLE AYKIRILIĞIN ÖNALIM OLGUSUNA ETKİSİ
Önalım hakkını kuran sözleşmenin borçlu tarafının üçüncü kişi ile yaptığı sözleşmenin şekle aykırılık sebebiyle hükümsüz olduğu ihtimale göre devrin sebebini teşkil eden ve satışa ilişkin objektif ve sübjektif esaslı noktaları içeren sözleşmenin geçerli olmasına ve tapu memurunca yapılacak tescile bağlıdır. Geçerli tescil yoksa taşınmazın devri de mümkün olmayıp devir işlemi kesin olarak hükümsüzdür.
Payını satan paydaş ile üçüncü kişi arasındaki sözleşmenin yanılma, aldatma, korkutma veya gabin sebebiyle iptal edilebilir olması halinde önalım hakkı kullanılamayacaktır.
Kanundan doğan önalım hakkı; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun, “Devir Hakkının Kısıtlamaları” başlığını taşıyan 732’nci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre “Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler”. Görüldüğü üzere, kanun koyucu paylı mülkiyet (müşterek mülkiyet) ile bir mala malik olan paydaşlardan birinin taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde diğer paydaşların bir haklarını ileri sürerek taşınmazın satıldığı kişiden bu taşınmazın satışa konu olan kısmını (bütününü veya bir kısmını) almasını bir kısıtlama olarak görmüştür. Ancak bu aşamada öncelikle “kısıtlama” kavramının yerindeliği üzerinde durulmak gerekmektedir[47]. Paylı mülkiyette kanuni önalım hakkının bir kısıtlama olup olmadığı hususunda doktrinde EREN; “Yasal önalım hakkı, Türk Medeni Kanunu’nun 732’nci maddesinin kenar başlığının ‘Devir hakkının kısıtlamaları’ adını taşımasına rağmen, gerçekte paydaşın, önalım hakkına konu olan taşınmazdaki paylı mülkiyet hakkının devri serbestisini doğrudan doğruya kısıtlamamaktadır. Gerçekten de, önalım hakkı kullanılmadığı müddetçe mülkiyet hakkının kısıtlanması sözkonusu değildir. Bu nedenle, kısıtlama ancak önalım hakkının kullanılmasıyla birlikte ortaya çıkar.” demek suretiyle kısıtlama olması bakımından çekincelerini ortaya koymuş ancak yine de neticeten bunun bir kısıtlama olduğuna kanaat getirmiştir[48]. Yine doktrinde SAYIMLAR; “Yasal önalım hakkının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu içerisindeki düzenlemesi ‘Devir Hakkının Kısıtlanması’ başlığını taşısa da bu kısıtlama hakkın kullanılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Önalım hakkı kullanılmadığı sürece mülki yet hakkında doğrudan bir kısıtlanma sözkonusu değildir. Dolayısıyla paydaş veya paydaşlar bu hakkını kullanmadığı sürece üçüncü kişiye yapılan satış geçerliliğini korur.” şeklinde bir açıklama getirmek suretiyle bu kısıtlamanın tam bir kısıtlama olmadığı yönünde görüş bildirmiştir[49]. Bu görüşlerin aksine doktrinde SİRMEN; “…kanun gereği özel bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan doğruya taşınmazı satma yükümlülüğü doğurduğundan, bir doğrudan mülkiyetin kısıtlanmasıdır” demek suretiyle önalım hakkı kullanımının doğrudan bir kısıtlama olduğunun altını çizmiştir[50]. Nihayet ARPACI; “Kanuni önalım hakkının bir sınırlama olmasından bahsedilebilmek için, paydaşın müşterek mülkiyete tabi payını satamaması, o gayrimenkul üzerindeki tasarruf işlemini özgürce yapamaması gerekmektedir. Sınırlamanın anlamı budur. Oysaki müşterek mülkiyetteki paydaş payını dilediği gibi satabilmektedir. Bu sebeple bu duruma sınırlama demek mümkün değildir.” demektedir[51]. Kanaatimizce bu hususta lafzi bakımdan da bir inceleme yapılmak gerekmektedir. Kısıtlama; Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlük’ünde; “Önceden verilmiş olan hak ve hürriyetlerin sınırlarını daraltmak, tahdit etmek işi” olarak tanımlanmıştır[52]. Belirtildiği üzere bir husustan kısıtlama olarak bahsedilebilmesi için verilmiş olan bir hakkın sınırlarının daraltılması gerekmektedir. Oysa kanuni önalım hakkının varlığı, müşterek mülkiyette taşınmazı bulunan malikin payını satmasına engel olmamaktadır. Hatta bir adım daha ileriye gidilir ise; müşterek mülkiyetteki paydaş payını sattıktan sonra diğer paydaşlar kanundan doğan bu haklarını kullanmadıkça ya da süresinde kullanmadıkça satım ile ilgili hiçbir mesele ortaya çıkmayacak satış geçerliliğini koruyacaktır. Bu sebeple kanuni önalım hakkına bir sınırlama demek kanaatimizce de yerinde değildir. Kanundan doğan önalım hakkının niteliği üzerinde durulduktan sonra tanımına geçilir ise; gerek 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu, gerek 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi döneminde kanunlarımızda önalım hakkının bir tanımı bulunmamaktadır. Bir diğer yandan mehaz kanun olan İsviçre Borçlar Kanunu’nda da yine bir tanım olmadığı görülmektedir[53]. Ancak yine de bir tanımı yapılmak gerekir ise; yasal önalım hakkı, “Paylı mülkiyette bir paydaşın, taşınmaz maldaki payını tamamen veya kısmen üçüncü bir kişiye satması – veya ekonomik bakımdan satışa eşdeğer bir işlem ile devretmesi- halinde, açacakları dava üzerine verilen kararla diğer paydaş veya paydaşlara aynı şartlarla bu payı öncelikle satın alma ve mülkiyetini kazanma imkânı veren, kanundan doğan, eşyaya bağlı, yenilik doğuran (inşai) bir dava11 ile kullanılan bir hak ”[54] olarak tanımlanabilir[55].
- ALICI İLE SATICININ ANLAŞIP SATIŞ SÖZLEŞMESİNİ BOZMALARI
- Önalım Hakkının Kullanılmasından Önce
Önalım hakkının kullanılması ve bu beyanın muhatabına ulaşması ile birlikte, önalım hakkı sahibi ile alıcı arasında (daha önce alıcı ile satıcı arasında yapılan satım sözleşmesi ile şartları aynı olan) yeni bir satım ilişkisi doğar[56]. Önalım hakkı kullanılmadan önce alıcı ile satıcı aralarındaki satım sözleşmesini feshederlerse ortada geçerli bir satım sözleşmesi kalmaz. Mâlik değişikliğinden söz edilemeyeceği için de bu hâlde önalım hakkı kullanılamaz[57].
- Önalım Hakkının Kullanılmasından Sonra
Önalım hakkının kullanılması ve bu beyanın muhatabına ulaşması ile birlikte, önalım hakkı sahibi ile alıcı arasında yeni satım ilişkisi kendiliğinden başka hiçbir işleme gerek kalmadan doğduğuna göre, bu aşamadan sonra alıcı ile satıcının aralarındaki satım sözleşmesini iradi olarak ortadan kaldırmaları önalım hakkının kullanılmasını engellemez. Hatta daha önce yapılan ifanın eski hale getirilmiş olması (yani alıcının tapuda aldığı taşınmazı yeniden satıcının üzerine geçirmesi) dahi bu durumu değiştirmez[58].
Muvazaalı İşlem Yapılması
Önalım davası açıldıktan sonra dava konusu payın muvazaalı işlem sonucu dava dışı üçüncü kişilere intikâl ettirildiğinin ileri sürülmesi halinde bu iddianın ispatına imkân verilmesi gerekir[59].
- ÖLÜM, EHLİYETİN KAYBEDİLMESİ VE İFLAS
- Genel Olarak
TBK m. 513/1 (eBK m. 397/1) hükmü ile sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça, vekilin veya vekâlet verenin ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflası ile vekâlet sözleşmesinin kendiliğinden sona ereceği öngörülmüştür. eBK m. 397’de yer alan düzenlemenin, taraflardan birinin tüzel kişi olması ve tüzel kişiliğin sona ermesi haline ilişkin olarak da uygulanacağı esası benimsenmekteydi[60]. TBK m. 513/1-c. 2 hükmü ile doktrinde, hükmün tüzel kişiler tarafından da uygulanması gerektiği esasını benimseyen görüş, kanun hükmü haline getirilmiştir82. Kanun hükmünde tayin edilmiş bulunan söz konusu düzenleme emredici nitelikte değildir83. Nitekim taraflardan birinin ölüm, ehliyetin kaybedilmesi ya da iflas halinde vekâlet sözleşmesinin devam edeceğini kararlaştırmaları mümkün olduğu gibi bu şekilde bir anlaşma bulunmasa da somut olayın göstereceği özelliklerin vekâletin devam etmesini gerektirmesi halinde de sözleşme sona ermez.
b.Ehliyetin Kaybedilmesi
TBK m. 513/1 (eBK m. 397/1) hükmü uyarınca vekil veya vekâlet verenin ehliyeti kaybetmesi, vekâlet sözleşmesinin sona erme nedeni olarak tayin edilmiştir. Vekâlet sözleşmesi, gerek vekilin, gerekse vekâlet verenin ayırtım gücünü kaybetmesi ve tam ehliyetsiz olması[61] halinde sona erer[62]. Aynı şekilde ayırtım gücüne sahip bulunan kişinin kısıtlanması[63] veya yasal danışman atanması[64] da sözleşmenin sona ermesi sonucunu doğurur. Vekâlet verenin sınırlı ehliyetsiz duruma düşmesi durumunda, vekilin, kanuni temsilcinin muvafakati ile iş görmeye devam etmesi mümkündür[65]. Ehliyetin kaybedilmesi neticesinde, yasal temsilci tek taraflı sona erdirme hakkını kullanabilir[66]. Sınırlı ehliyetli duruma düşülmesi nedeniyle, vekil ya da vekâlet verene kanuni müşavir tayin edilmesi neticesinde, TMK m. 429 hükmüyle belirlenmiş bulunan işlemlere ilişkin vekâletin devam etmesi, yasal danışmanın muvafakat göstermesi ile mümkün olur[67]. Diğer yandan, vekâlet verenin ehliyetini kaybetmesi nedeniyle, haklarının tehlikeye düşmemesi için vekilin, kanuni temsilci atanıncaya kadar işe devam etmesi gerekir[68]. Tam ehliyetsiz hale gelen vekil bakımından, sözleşme gereklerinin yerine getirilmesi mümkün olamayacağından, vekâlet sözleşmesi sona erer. Vekilin kanuni temsilcisi bakımından vekâletin ifasına devam yükümlüğü ortaya çıkabilir[69]. Vekilin ehliyetsizliğe rağmen, sözleşmenin devam edeceğine dair bir anlaşma mümkün değildir. Bu şekilde anlaşmanın varlığı sözleşmenin sona ermesini engellemez[70]. Vekilin sınırlı ehliyetsiz veya sınırlı ehliyetli hale gelmesi durumunda da vekâlet verenin vekile karşı olan güveni sarsılacağından, kural olarak vekâlet sözleşmesi sona erer[71].
SONUÇ
Önalım hakkı, ilişkin olduğu malın satılması halinde kullanılabilen, hak sahibine satış sözleşmesine konu olan bu malın kendisine devrini isteme yetkisi veren, kanundan veya sözleşmeden doğan yenilik doğuran bir haktır. Kanundan doğan önalım hakkı TMK’da taşınmaz mülkiyetinin kısıtlamaları başlığı altında düzenlenmiş olup paylı mülkiyetin söz konusu olduğu taşınmazlarda, payın diğer paydaşlar dışında bir kimseye satılması halinde, diğer paydaşlara payın alıcısı olabilme yetkisi verir. Sözleşmeden doğan önalım hakkı ise sözleşme ile tanınan, sözleşmenin konusu olan malın üçüncü bir kişiye satılması veya satışa eşdeğer bir işleme tabi tutulması durumunda kullanılabilir. Sözleşmesel önalım hakkı genellikle taşınmazlar için tanınıyor olsa da taşınırların da önalım sözleşmesine konu olması mümkündür. Önalım hakkı, hakkın konusu olan mala ilişkin kurulan satış veya satışa eşdeğer işlemin önalım hakkı sahibine noter aracılığıyla bildirilmesinden itibaren üç ay içinde ve her halde söz konusu işlemin kurulmasından itibaren iki yıl içinde kullanılmalıdır. Üç aylık süre asgari, iki yıllık süre ise azami süre olarak adlandırılmakta olup bu süreler hak düşürücü sürelerdir. Önalım hakkı yukarıda belirtilen süreler içerisinde dava yoluyla kullanılmalıdır. Kural olarak yenilik doğuran hakların karşı tarafa varması gereken bir beyanla kullanılması mümkünken kanun koyucu önalım hakkının dava yoluyla kullanılması şartını getirmiştir. Söz konusu dava, malın dava tarihinde maliki gözüken kişiye karşı açılmalıdır. Burada belirtmemiz gereken önemli bir husus da sözleşmesel önalım hakkında, hakkın yeni malik olan üçüncü kişiye karşı kullanılabilmesi için önalım sözleşmesinin tapu siciline şerh edilmiş olması gerekliliğidir. Aksi takdirde önalım hakkı, hakkı tanıyan önalım borçlusu dışındaki bir kimseye karşı kullanılamaz. Önalım hakkının kullanılması için ön koşul olan satış ya da satışa eşdeğer işlemlere genel olarak önalım olayı denilmektedir. Önalım hakkının kullanılması için gerçekleşmesi gereken bu işlemleri neler olabileceği baştan sınırlı olarak sayılamaz.Her somut olay kendi şartları çerçevesinde incelenmeli ve önalım olayı oluşturup oluşturmadığına karar verilmelidir. Genel olarak önalım olayını oluşturan işlemin ivazlı, iradi, önalım hakkına konu malın devri sonucunu doğuran işlemler olduğu kabul edilmektedir. Bu doğrultuda satış sözleşmesi, ihtiyari artırma ile satış, ifa yerini tutan eda doğrultusunda yapılan devirler gibi işlemler önalım olayı sayılmaktadır. Önalım hakkının kullanılabilmesi için önalım olayını oluşturan bu işlemlerin geçerli olması gerekir. Geçersiz bir işlem önalım hakkının kullanılmasına imkân vermez. Yasal önalım hakkının kullanılabilmesi için payın paydaşlar dışında bir kişiye satılması gerekir. Yani paydaşlardan birine yapılan satış önalım olayını oluşturmaz. TBK m.240’da taşınmazın, mirasın paylaşımında mirasçılardan birine özgülenmesi, cebrî artırma yoluyla satışı ve kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi ve bunlara benzer amaçlarla edinilmesi hâllerinde önalım hakkının kullanılamayacağı belirtilmiştir. Yine TMK m.733’de cebrî artırmayla satışlarda önalım hakkının kullanılamayacağı açıkça belirtilmiştir. Kat Mülkiyeti Kanunu’na göre bağımsız bir bölümün satılması durumunda diğer kat maliklerinin önalım hakkı bulunmamaktadır. Ayrıca önalım hakkının kullanılabilmesi için haktan feragat edilmemiş olmalıdır. Bu hususlar dışında bazı işlemlerin önalım hakkının kullanılmasına imkân verip vermediği doktrinde tartışılmaktadır. Öncelikle ivazlı, iradi bir işlem olarak trampa sözleşmelerinin önalım olayı olarak kabul edilip edilmeyeceği konusu önem arz etmektedir. Çoğunluğa göre trampa sözleşmesinin önalım olayını oluşturmayacağı kabul edilmektedir. Bunun sebebi olarak trampa sözleşmesinde malın karşılığı olarak bir bedel değil bir başka malın veriliyor olması gösterilmektedir. Bunun dışında, uygulamada taşınmaz satış vaadinin yerine getirilmemesi durumunda vaad alacaklısının açtığı dava ile taşınmazın mülkiyetini kazanıyor olmasının, taşınmaz satış vaadinin satış sözleşmesinden farkını ortadan kaldırdığı gerekçesiyle taşınmaz satış vaadinin de önalım olayı olarak sayılması gerektiği görüşü bazı yazarlarca savunulmaktadır. Buna karşılık uygulamada taşınmaz satış vaadi, doğrudan taşınmazın mülkiyetinin devrine ilişkin bir işlem olmadığından önalım olayı olarak kabul edilmemektedir. Yine alım sözleşmeleri de, sözleşmenin konusu olan malın mülkiyetinin devrine ilişkin olmayıp sadece alım alacaklısına ileride tek taraflı bir irade beyanıyla malın alıcı olabilme yetkisi tanıdığından satış sözleşmesine eşdeğer olarak kabul edilmemektedir. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde ise arsa payının devri, müteahhide avans verme niteliğinde olup sözleşmenin sonucunda bir konut elde etme amacı taşıdığından Yargıtay kararlarında satışa eşdeğer kabul edilmemiş önalım hakkının kullanılmasına imkân sağlamayacağı kabul edilmiştir. Yukarıda sayılan sözleşme tiplerinin satışa eşdeğer olarak kabul edilmemesi yanında bazı satış sözleşmelerinin de önalım olayını oluşturamayacağı yönünde Yargıtay kararları mevcuttur. Öncelikle yasal önalım hakkının konusu olan paylı mülkiyetlerde, paydaşların kullanımına özgülenmiş paylarının olması durumunda, önalım hakkının kullanılmasının dürüstlüğe aykırı olduğu ve bu sebeple önalım hakkının kullanılamayacağı kabul edilmektedir. Bunun yanında, satışın eşe, evlada, akrabaya yapılması halinde bağışlama ya da miras hukukuna ilişkin bir amaç taşıdığı gerekçesiyle yine önalım olayının oluşmayacağı kabul edilmektedir. Ayrıca önalım hakkının kullanılmasının dürüstlük kuralına aykırı olduğu diğer durumlarda da önalım hakkı kullanılamayacaktır.30.12.2023
KAYNAKLAR
- Gümüş, Mustafa Alper: “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Akdi Önalım Hakkına İlişkin Hükümlerinin (TBK m. 237/3, 238, 239 ve 240 – 242) Değerlendirilmesi” Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi (Prof. Dr. Erhan Adal’a Armağan), C.8, S.2/ C.9, S.1, İstanbul 2012, s.435-454., s.440
2.Eren, Fikret: “Türk Medeni Kanununa Göre Yasal Önalım Hakkı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XII, Y. 2008, S. 1-2, s.103-126, s.207; Sirmen, Lale: Eşya Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları, 5.Baskı, 2017, s.410.
3.Kırkbeşoğlu, Nagehan: Önalım Hakkı, İstanbul, Aristo Yayınevi, 2019, s.38.
4.Kılıçoğlu, Mustafa: Akdi ve Kanuni Şuf’a Davaları, Ankara, Adil Yayınevi, 1997, s.97.
5.Oğuzman, M. Kemal / Seliçi, Özer / Oktay-Özdemir, Saibe: Eşya Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 20. Baskı, 2017.s.539; Sirmen, a.g.e., s.412;
6.AYAN, Mehmet: “Kanuni Şufa Hakkı”, Prof. Dr. Halil Cin’e Selçuk Üniversitesinde 10. Yıl Armağanı, Konya, 1995, s.342;
7.Aydoğdu, Murat: Yasadan ve Sözleşmeden Doğan Önalım Hakkı, Ankara, Adalet Yayınevi, 2013. s.28.
8.S. Sulhi Tekinay, Sermet Akman, Haluk Burcuoğlu, Attila Altop, Eşya Hukuku, C. I. (Zilyetlik – Tapu Sicili –Mülkiyet), İstanbul, Filiz Kitabevi, 5. Bası, 1989, s. 376;
- Oğuzman, M. Kemal / Öz, M. Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.I, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013.Oğuzman, Öz, a.g.e., s.181;
10.Oğuzman, M. Kemal / BARLAS, Nami: Medeni Hukuk, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 24.Bası, 2018, s.225.
11.Pierre Tercier, Pascal Pichonnaz, H. Murat Develioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler,
İstanbul, On İki Levha Yayınları, 2016, s.239.
12.Tandoğan, Haluk: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C.I/1, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 6. Basım, 2008. s.233 vd.;
13.Gürsoy, Kemal Tahir / Eren, Fikret / Cansel, Erol: Türk Eşya Hukuku, Ankara, 2.Bası, 1984,s. 480;
14.Hatemi, Hüseyin / Serozan, Rona / Arpacı Abdülkadir: Borçlar Hukuku Özel Bölüm, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1992, (Borçlar Özel).., s. 540.
15.Akalp Demirtabak, Didem: Yasal Önalım Hakkı, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2010, s.55.
16.Tekinay, S. Sulhi / Akman, Sermet / Burcuoğlu, Haluk / Altop, Attila: Eşya Hukuku, C. I. (Zilyetlik –Tapu Sicili –Mülkiyet), İstanbul, 1989.., s. 408.
17.Feyzioğlu, F. Necmeddin: Şuf’a Hakkı, İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1959., s. 419- 420;
18.Özenli, Soysal:Uygulamada Önalım (Şufa) Davaları, İstanbul, Kazancı Hukuk Yayınları, 1990 s. 134;
19.Şıpka, Şükran Taman: Türk Hukukunda Kanuni Önalım (Şuf’a) Hakkı, İstanbul, Alfa Basın Yayın Dağıtım, 1994. s. 71.
20..Sebük, Tahir: Şufa Vefa ve İştira Hakları, İstanbul, Kader Basımevi, 1951.s. 87
21.Avcı Braun, Cihan: “TBK m.238-242”, İstanbul Şerhi-Türk Borçlar Kanunu-Yürürlük Kanunu, C.II, Editörler: Rona Serozan, Turgut Öz, Faruk Acar, K. Emre Gökyayla, Hüseyin Murat Develioğlu, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2.Baskı, 2018, s.1437-1461.., s.1461.
22.Tandoğan, Haluk: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C.I/1, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 6. Basım, 2008.s.288;
23.Gürsoy, Kemal Tahir / Eren, Fikret / Cansel, Erol: Türk Eşya Hukuku, Ankara, 2.Bası, 1984, s.637
24.Yıldız, Ekrem: Önalım Davaları, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2008. s.85
- Zevkliler, Aydın / Gökyayla, Emre: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, Ankara, Turhan Kitabevi, 18.Bası, 2018.
26.N.Ayiter, Eşya Hukuku, B.3, Ankara 1987, s.145. s.137-138
27.Tunçomağ, K., Borçlar Hukuku, C.II, 2.Bası, İstanbul 1978s.308
28.Tunaboylu, M., Önalım Davaları,3. Baskı, Ankara 2004, s.758-759.
29.Yargıtay HGK E. 1996/6-968 K. 1997/214 T. 19.3.1997 (Kazancı İçtihat Programı Erişim Tarihi: 5.6.2019).
30.Yargıtay İBK 5.2.1947 T., 1945/20 E., 1947/6 K. (Lexpera, Erişim Tarihi: 5.6.2019)
31.Yargıtay İBK, 4.5.1942 T., 1942/57 E., 1942/17 K.(RG 11.5.1942, S. 4506).
32.RG 21.8.1957, S.9687.
33.Yargıtay 14.HD E. 2019/788 K. 2019/3025 T. 2.4.2019 (Kazancı İçtihat Programı- Erişim Tarihi: 05.06.2019)
34.Yargıtay 6. HD E. 2001/4511 K. 2001/5870 T. 10.7.2001;
- Yargıtay HGK, E. 1977/6-17 K. 1978/408 T. 31.5.1978;
36.Yargıtay 6.HD E. 2004/68 K. 2004/1055 T. 24.2.2004 (Kazancı İçtihat Programı- Erişim Tarihi: 05.06.2019)
37.Yargıtay 6.HD. E. 2005/7136 K. 2005/8331 T. 20.9.2005
38.Yargıtay HGK, 6.4.2016, 2014/356 E., 2016/491 K. (Kazancı İçtihat Programı- Erişim Tarihi: 05.06.2019)
39.Yargıtay HGK E. 1994/6-343, K. 1994/625, T. 19.10.1994;
40.Yargıtay HGK, E. 1993/6-761, K. 1993/192, T. 5.5.1993.
- Karahasan, M.R, Yeni Türk Medenî Kanunu, Eşya Hukuku, C.I, 2.Bası, İstanbul 2007 s.1154-1155.
- Erdoğan, C. Ortaklığın Giderilmesi ve Şuf’a Davaları, 2.Bası, Ankara 1991, s.820-821.
- Kırkbeşoğlu Nagehan, Kanundan ve Sözleşmeden Doğan Önalım Hakkı, Onikilevha, İstanbul 2023, s.126
- Eren Fikret; Türk Medeni Kanununa Göre Yasal Önalım Hakkı, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XII, Y. 2008, Sa. 1-2, s. 105-106.
- Sayımlar Zeynep; Yasal Önalım Hakkının Kullanılmasını Etkileyen Bir Durum Olarak Fiili Taksim, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel Sayı C.1, 2015, s. 629-630.
- M. Kemal Oğuzman/ Özer Seliçi/ Saibe Oktay-Özdemir; Eşya Hukuku, 21. Bası, İstanbul 2018, s.561;
- Öztaş İlker; Paylı Mülkiyette Paydaşın Kullanma ve Yararlanma Hakkı, 1. Baskı, İstanbul 2011, s. 180
- Sirmen Lale, Eşya Hukuku, Ankara 2013, s. 457.
- Arpacı Abdülkadir; Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Doktora Programı 2018-2019 Bahar Dönemi Topluluk Mülkiyeti Dersi Yayınlanmamış Ders Notları, İstanbul, 2018
- Selahaddin Sulhi Tekinay; Eşya Hukuku, İstanbul 1970-1971, s. 436,
51.Şükran Taman Şıpka; Türk Hukukunda Kanunî Önalım (Şuf’a) Hakkı, İstanbul 1994, s. 2 vd.;
52.Jale Akipek/ Turgut Akıntürk; Eşya Hukuku, İstanbul 2009, s. 553,
53.Mustafa Reşit Karahasan; Eşya Hukuku, Ankara 1977, C. I, s. 810 vd.,
54.Çiğdem Kırca; Önalım Hakkı Konusunda Medeni Kanundaki Değişiklikler, Ömer Teoman’a Armağan, İstanbul 2002, s. 1179 vd.;
55.Mehmet Ayan; Kanuni Şuf’a Hakkı, Halil Cin’e Armağan, Konya 1995, s. 335 vd.;
56.Müslim Tunaboylu; Açıklamalı-İçtihatlı Şuf’a, Vefa-İştira Davaları, Ankara 1996, s. 29 vd
57.Tandoğan, Haluk, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Cilt II, 1989 Yılı Dördüncü Tıpkı Basım’dan Beşinci Tıpkı Basım, İstanbul, Vedat, 2010.., s. 664-665;
58.Yavuz, Cevdet/Özen, Burak/Acar, Faruk, Borçlar Hukuku Dersleri, 9. Baskı, İstanbul, Beta, Ekim 2011, s. 565;
59.Bilge, Necip, Borçlar Hukuku, Özel Borç Münasebetleri, Ankara, BTHAE, 1971, s. 303;
60.Gürsoy, Kemal T., “Vekâlet Akdinin Ölüm Nedeniyle Sona Ermesi ve Sonuçları”, Temsil ve Vekâlet’e İlişkin Sorunlar Sempozyumu, İstanbul, 1977, ss. 1-34, s. 11
61.Gümüş, Mustafa Alper, Borçlar Hukuku, Özel Hükümler, Cilt 2, İstanbul, Vedat, 2010, s. 389
62.Sarı, Suat, Vekâlet Sözleşmesinin Tek Taraflı Olarak Sona Erdirilmesi, İstanbul, Beşir, 2004, s. 60
63.Akıncı, Şahin, Vekâlet Sözleşmesinin Sona Ermesi, Konya, Sayram, 2004, s. 78;
64.Özkaya, Eraslan, Vekâlet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması, Ankara, 1997, s. 717;
65.Canyürek, Murat, “Özellikle ‘Maddi Fiillere İlişkin Vekâlet’ Yönünden Vekâlet Sözleşmelerinin Bazı Özellikleri”, Argumentum, Temmuz 1991, Cilt: 1, Sayı: 12, ss. 182-187, s. 184, 186.
- Berki, Şakir, Borçlar Hukuku, Özel Hükümler, Ankara, AÜHF Yayınları, 1973, s. 168
- Esener, Turhan, Salahiyete Müstenit Temsil, Ankara, AÜHF Yayınları, 1961, s. 196;
[1] Gümüş, Mustafa Alper: “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Akdi Önalım Hakkına İlişkin
Hükümlerinin (TBK m. 237/3, 238, 239 ve 240 – 242) Değerlendirilmesi” Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi (Prof. Dr. Erhan Adal’a Armağan), C.8, S.2/ C.9, S.1, İstanbul 2012, s.435-454., s.440
[2] Eren, Fikret: “Türk Medeni Kanununa Göre Yasal Önalım Hakkı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C. XII, Y. 2008, S. 1-2, s.103-126, s.207; Sirmen, Lale: Eşya Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları,
5.Baskı, 2017, s.410.
[3] Kırkbeşoğlu, Nagehan: Önalım Hakkı, İstanbul, Aristo Yayınevi, 2019, s.38.
[4] Akipek/Akıntürk/Ateş, eşya hukuku, İstanbul 2018, s.553
[5] Kırkbeşoğlu Nagehan, Kanundan ve Sözleşmeden Doğan Önalım Hakkı, Onikilevha, İstanbul 2023, s.126
[6] Kırkbeşoğlu Nagehan, Kanundan ve Sözleşmeden Doğan Önalım Hakkı, s.128
[7] Kılıçoğlu, Mustafa: Akdi ve Kanuni Şuf’a Davaları, Ankara, Adil Yayınevi, 1997, s.97.
[8] Oğuzman, M. Kemal / Seliçi, Özer / Oktay-Özdemir, Saibe: Eşya Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 20.
Baskı, 2017.s.539; Sirmen, a.g.e., s.412; Ayan, Mehmet: “Kanuni Şufa Hakkı”, Prof. Dr. Halil Cin’e Selçuk Üniversitesinde 10. Yıl Armağanı, Konya, 1995, s.342; Aydoğdu, Murat: Yasadan ve Sözleşmeden Doğan Önalım Hakkı, Ankara, Adalet Yayınevi, 2013. s.28.
[9] Kırkbeşoğlu, a.g.e., s.46.
[10] Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2021/1755 K. 2022/735 T. 27.1.2022; “…taşınmazın davalıya muvazaalı
olarak satıldığı iddiasına dayalı tapu iptali..”
[11] Oğuzman, Seliçi, Oktay-Özdemir, a.g.e., s. 287 vd.
[12] Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E. 2021/4628 K. 2022/2269 T. 20.4.2022; “Dosya kapsamında bulunan
Sözleşme metni, tanık beyanları, taşınmazın sık şekilde el değiştirmesi, dikkate alındığında devirlerin iyiniyet ile yapılmadığı bu itibarla da gerek son alıcının gerekse son alıcıdan önce taşınmaza malik olan üçüncü kişilerin iyi niyetli olduklarından bahsedilemeyeceği açıktır.”
[13] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2021/2 K. 2023/91 T. 15.2.2023; “…TMK’nın 1024. Maddesine göre
Yolsuz tescili bilen ya da bilmesi gereken kişi konumunda olduğu, bir başka ifadeyle iyiniyetli sayılamayacağı, öte yandan son kayıt maliki davalının da olayların bizzat içerisinde yer aldığı, bu nedenle dava dışı … ve davalının TMK’nın 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanamayacakları anlaşılmıştır.”
[14] Kılıçoğlu, a.g.e., s.98.
[15] Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2020/3464 K. 2021/4519 T. 22.9.2021; “…Vekalet görevinin kötüye
kullanılması hukuksal nedenine ilişkin olarak ise; somut olaya gelince; alıcı tarafından bir kısım bedel ödenmiş olması vekilin işlemini vekil edenin iradesine uygun hale getirmez.”
[16] S. Sulhi Tekinay, Sermet Akman, Haluk Burcuoğlu, Attila Altop, Eşya Hukuku, C. I. (Zilyetlik – Tapu
Sicili –Mülkiyet), İstanbul, Filiz Kitabevi, 5. Bası, 1989, s. 376; Oğuzman, M. Kemal / Öz, M. Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.I, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013.Oğuzman, Öz, a.g.e., s.181;
Oğuzman, M. Kemal / Barlas, Nami: Medeni Hukuk, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 24.Bası, 2018, s.225.
[17] Oğuzman, Öz, a.g.e., s.184; irade bozukluklarının düzelebilir hükümsüzlük sonucunu doğurduğu
Yönünde: Pierre Tercier, Pascal Pichonnaz, H. Murat Develioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler,
İstanbul, On İki Levha Yayınları, 2016, s.239.
[18] Şekle aykırılığın kendine özgü geçersizlik olduğu yönünde bkz: Tandoğan, Haluk: Borçlar Hukuku Özel
Borç İlişkileri, C.I/1, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 6. Basım, 2008. s.233 vd.; Gürsoy, Kemal Tahir / Eren, Fikret / Cansel, Erol: Türk Eşya Hukuku, Ankara, 2.Bası, 1984, s. 480; Hatemi, Hüseyin / Serozan, Rona / Arpacı Abdülkadir: Borçlar Hukuku Özel Bölüm, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1992, (Borçlar Özel).., s. 540.
[19] TBK m.77/2 gereği.
[20] Akalp Demirtabak, Didem: Yasal Önalım Hakkı, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2010, s.55.
[21] Oğuzman, Öz, a.g.e., s.89.
[22] Akalp Demirtabak, a.g.e., s.56.
[23] Yargıtay 12. Hukuk Dairesi E. 2023/1519 K. 2023/3038 T. 4.5.2023; “Borçlunun Akıl Hastalığı Sebebiyle
Vesayet Altına Alındığı Ancak Borçlunun Takibe Konu Senedin Düzenlenme Tarihi ve Takip Tarihi İtibariyle Hukuki İşlem Ehliyetinin Bulunup Bulunmadığı Anlaşılamadığı/Vesayet Kararına Dayanak Olan Sağlık Kurulu Raporunun Getirtilerek Dosyanın Kül Halinde Tam Teşekküllü Bir Hastaneye veya Adli Tıp Kurumu’na Gönderilerek Borçlunun Takibe Konu Bononun Düzenlenme Tarihi ve Takip Tarihi İtibariyle Hukuki İşlem Ehliyetinin Bulunup Bulunmadığı Yönünde Rapor Alınması Gereği..”
[24] Oguzman/Öz, a.g.e., s. 108 vd.; Tekinay, S. Sulhi / Akman, Sermet / Burcuoğlu, Haluk / Altop, Attila:
Eşya Hukuku, C. I. (Zilyetlik –Tapu Sicili –Mülkiyet), İstanbul, 1989.., s. 408.
[25] Feyzioğlu, F. Necmeddin: Şuf’a Hakkı, İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1959., s. 419- 420; Özenli, Soysal:
Uygulamada Önalım (Şufa) Davaları, İstanbul, Kazancı Hukuk Yayınları, 1990 s. 134; Şıpka, Şükran Taman: Türk Hukukunda Kanuni Önalım (Şuf’a) Hakkı, İstanbul, Alfa Basın Yayın Dağıtım, 1994. s. 71.
[26] Sebük, Tahir: Şufa Vefa ve İştira Hakları, İstanbul, Kader Basımevi, 1951.s. 87; Feyzioglu, a.g.e., s. 420;
Özenli, a.g.e., s. 135; Şıpka, a.g.e., s. 71.
[27] Oğuzman, Öz, a.g.e., s.132; Avcı Braun, Cihan: “TBK m.238-242”, İstanbul Şerhi-Türk Borçlar Kanunu-
Yürürlük Kanunu, C.II, Editörler: Rona Serozan, Turgut Öz, Faruk Acar, K. Emre Gökyayla, Hüseyin
Murat Develioğlu, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2.Baskı, 2018, s.1437-1461.., s.1461.
[28] Tandoğan, Haluk: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C.I/1, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 6. Basım,
2008.s.288; Gürsoy, Kemal Tahir / Eren, Fikret / Cansel, Erol: Türk Eşya Hukuku, Ankara, 2.Bası, 1984, s.637
[29] Yıldız, Ekrem: Önalım Davaları, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2008. s.85; Şıpka, a.g.e., s.75; “Şuf’a
davasında, davacılar, tapuda hibe olarak görülen muamelenin hakikatte satış olduğunu ileri sürdüklerine göre, bu iddialarını tanık dahil her türlü delil ile isbat edebilirler.” YHGK E. 1996/6-968 K. 1997/214 T. 19.3.1997 (Kazancı İçtihat Programı Erişim Tarihi: 5.6.2019).
[30] Feyzioğlu, a.g.e., s.418
[31] YİBK 5.2.1947 T., 1945/20 E., 1947/6 K. (Lexpera, Erişim Tarihi: 5.6.2019)
[32] Hatemi, Serozan, Arpacı, a.g.e., s. 612; Özenli, s. 134; Sebük, s.88; Şıpka, a.g.e., s. 75; Tekinay, a.g.e., s.
27; Yıldız, a.g.e., s. 85; YİBK, 4.5.1942 T., 1942/57 E., 1942/17 K.(RG 11.5.1942, S. 4506).
[33] Hatemi, Serozan, Arpacı, a.g.e., s.612; Kılıçoğlu, a.g.e., s. 65; Özenli, a.g.e., s.138; Sebük, a.g.e., s.88;
Şıpka, a.g.e., s.73; Tunaboylu, a.g.e., s.288; Yıldız, a.g.e., s. 87; davalının asıl sözleşmenin bağışlama olduğunu iddia edebileceği yönünde: Ayan, a.g.e., s.393.
[34] RG 21.8.1957, S.9687.
[35] Feyzioğlu, a.g.e., s.421; Şıpka, a.g.e., s.76.
[36] Tekinay, a.g.e., s.27; Sebük, a.g.e., s.89
[37] “Dava konusu payın satışına ilişkin hukuki işlemin tarafı olan davalı üçüncü kişi durumundaki davacıya
karşı bedelde muvazaa iddiasında bulunamaz ise de davacı önalım hakkına engel olmak amacıyla satış bedelinin resmi satış senedinde yüksek gösterildiğini iddia edebilir ve bu iddiasını tanık dahil her türlü delille kanıtlayabilir.” Y.14.HD E. 2019/788 K. 2019/3025 T. 2.4.2019 (Kazancı İçtihat Programı- Erişim Tarihi: 05.06.2019)
[38] Y 6. HD E. 2001/4511 K. 2001/5870 T. 10.7.2001; YHGK, E. 1977/6-17 K. 1978/408 T. 31.5.1978;
Y6.HD E. 2004/68 K. 2004/1055 T. 24.2.2004 (Kazancı İçtihat Programı- Erişim Tarihi: 05.06.2019)
[39] Tekinay, a.g.e., s.52; Özenli, a.g.e., s.144; Feyzioğlu, a.g.e., s.431; Zevkliler, Aydın / Gökyayla, Emre:
Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, Ankara, Turhan Kitabevi, 18.Bası, 2018.s.71;
“Paydaş davacı bu payı satın almak isterse satıcı ile davalı arasında yapılan satım akdinde kararlaştırılan bedeli ve bu satım sebebiyle tapuda ödenen harç ve masrafları ödemek zorundadır. Olayımızda, dava konusu payın 14.11.2001 tarihinde altıyüz milyon TL. bedelle davalıya satıldığı tapu kaydı ve akit tablosu ile sabittir. Hernekadar davalı bedelin düşük gösterildiğini, gerçekte yedi milyara aldığını ileri sürmüş ise de, davalı satım akdinin tarafı olduğundan, bedelde muvazaa yapıldığı iddiasında bulunamaz.” Y.6.HD., E. 2004/4911 K. 2004/5044 T. 21.6.2004; “Satış sözleşmesinin tarafı olan davalının satış bedelinin tapuda gösterilen miktardan fazla olduğu savunması dinlenemez. Davalı yapmış olduğu sözleşme ile bağlı olup bunun aksini savunma ve kanıtlama olanağından yoksundur.” Y.6.HD. E. 2005/7136 K. 2005/8331 T. 20.9.2005; aynı yönde: YHGK, 6.4.2016, 2014/356 E., 2016/491 K. (Kazancı İçtihat Programı- Erişim Tarihi: 05.06.2019)
[40] Tandoğan, a.g.e., s.238; Avcı Braun, a.g.e., s.1462; Ayan, a.g.e., s.410; önalım hakkı sahibine bedelin
gerçekte gösterilenden daha az olduğunu ispat imkanı verildiği gibi önalım yükümlüsüne de gerçekte bedelin daha fazla olduğunu ispat imkanının verilmesi gerektiği yönünde bkz. Aybay, Hatemi, a.g.e., s.198
[41] “Gerçekten hakikatı yansıtmayan sicildeki düşük satış bedelinin kabul edilmesi, Şufa hakkının
kullanıldığı tarih ile satış günü arasında geçen sürede taşınmazın değerinde, enflasyon ve diğer objektif nedenlerle meydana gelen artışların gözetilmemesi, hukukun amacı olan adaletin somutlaşmasını önlediği ve çıkarlar dengesini bozduğu tartışılmayacak kadar açık bir olgudur. Zira önalım hakkı sahibi, sebepsiz zenginleşirken alıcı olan davalı fakirleşmektedir. Şufa ( önalım ) hakkının kullanılması nedeniyle Şufa hakkı sahibi davacının, bedele ilişkin yükümlülüğü, hakka konu olan payın kullanıldığı tarihteki ( önceden kullanılmamış ise dava tarihi ) değeri olmalıdır.” YHGK E. 1994/6-343, K. 1994/625, T. 19.10.1994; aynı yönde: YHGK, E. 1993/6-761, K. 1993/192, T. 5.5.1993.
[42] Oğuzman, Öz, a.g.e., s.184.
[43] Kılıçoğlu, a.g.e., s.101.
[44] Oğuzman, Öz, a.g.e., s.183
[45] Avcı Braun, a.g.e., s.1471; Aydoğdu, a.g.e., s.29.
[46] Kırkbeşoğlu, a.g.e., s.55.
[47] Yargıtay 14. Hukuk Dairesi E. 2016/18975 K. 2017/1792 T. 9.3.2017; “…yapılan devirin satış amaçlı
değil, inşaat sözleşmesi gereğince yapılan bir devir olduğu, bu sebeple Türk Medeni Kanununun 732 ve dürüst davranma başlığını taşıyan 2.maddesine göre önalım hakkının kullanılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine..”
[48] Eren Fikret; Türk Medeni Kanununa Göre Yasal Önalım Hakkı, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi C. XII, Y. 2008, Sa. 1-2, s. 105-106.
[49] Sayımlar Zeynep; Yasal Önalım Hakkının Kullanılmasını Etkileyen Bir Durum Olarak Fiili Taksim, İnönü
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel Sayı C.1, 2015, s. 629-630. Ayrıca benzer yönde görüşler için bkz.: M. Kemal Oğuzman/ Özer Seliçi/ Saibe Oktay-Özdemir; Eşya Hukuku, 21. Bası, İstanbul 2018, s.561; Öztaş İlker; Paylı Mülkiyette Paydaşın Kullanma ve Yararlanma Hakkı, 1. Baskı, İstanbul 2011, s.
180
[50] Sirmen Lale, Eşya Hukuku, Ankara 2013, s. 457.
[51] Arpacı Abdülkadir; Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Doktora Programı
2018-2019 Bahar Dönemi Topluluk Mülkiyeti Dersi Yayınlanmamış Ders Notları, İstanbul, 2018
[52] www.tdk.gov.tr
[53] Akalp Demirtabak, s. 4.
[54] Eren, s. 106-107. Benzer yönde bkz.: Feyzioğlu, s. 5; Selahaddin Sulhi Tekinay; Eşya Hukuku, İstanbul
1970-1971, s. 436, Şükran Taman Şıpka; Türk Hukukunda Kanunî Önalım (Şuf’a) Hakkı, İstanbul 1994, s. 2 vd.; Jale Akipek/ Turgut Akıntürk; Eşya Hukuku, İstanbul 2009, s. 553, Mustafa Reşit Karahasan; Eşya Hukuku, Ankara 1977, C. I, s. 810 vd., Çiğdem Kırca; Önalım Hakkı Konusunda Medeni Kanundaki Değişiklikler, Ömer Teoman’a Armağan, İstanbul 2002, s. 1179 vd.; Mehmet Ayan; Kanuni Şuf’a Hakkı, Halil Cin’e Armağan, Konya 1995, s. 335 vd.; Müslim Tunaboylu; Açıklamalı-İçtihatlı Şuf’a, Vefa-İştira Davaları, Ankara 1996, s. 29 vd
[55] Yargıtay 14. Hukuk Dairesi E. 2016/10930 K. 2019/498 T. 17.1.2019; “…Payları Devredenin Davalı İle
Yakın Akrabalık Bağı Olduğu; 27.03.1957 tarihli ve 1956/12 Esas, 1957/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihatı Birleştirme Kararı ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kararları dikkate alındığında tarafların yakın akraba oldukları, yapılan satışın gerçekte satış olmadığı anlaşılmaktadır.”
[56] Özenli s.14; Feyzioğlu, Şuf’a Hakkı s.343; Gürsoy/Eren/Cansel s.615-616; N.Ayiter, Eşya Hukuku, B.3,
Ankara 1987, s.145. s.137-138; Oğuzman/Seliçi/Özdemir, s.439; Tunçomağ, K., Borçlar Hukuku, C.II, 2.Bası, İstanbul 1978, s.308; Tandoğan s.286. 21.05.1958 T. ve 7/3 sayılı İBK’nda bu görüş açıkça ifade edilmiştir. Bkz. Tunaboylu, Önalım Davaları,3. Baskı, Ankara 2004, s.758-759. Bununla beraber 4.HD’nin 23.12.1975 T. ve 4215/12688 nolu kararında satış sözleşmesine benzerlikten söz edilmiştir. Bkz. Tekinay, Takyitler s.32 dn.42. Yeni bir satım sözleşmesi yerine satım benzeri hukukî bir ilişki doğacağı fikrî için ayrıca bkz. Tekinay, Takyitler s.30 ve s.56. Önalım hakkının kullanılmasıyla bir satım ilişkisinin meydana geldiği ve buna satım sözleşmesinin kurallarının uygulanacağı hakkındaki Yargıtay kararları için bkz. 21.05.1958 T. 7/3 sayılı İBK (RG, 10016) – 11.02.1959 T.10/12 sayılı İBK (RG, 10194). Hâlbuki Yargıtay daha önce önalım hakkının kullanılması ile önalım hakkı sahibinin alıcıya halef olacağını ve mülkiyeti önalım hakkını kullanmakla kazanacağını kabul etmişti. Yanlış olan bu görüş bugün terk edilmiş bulunmaktadır. Bkz. 20.06.1951 T. 13/5 sayılı İBK (RG, 7950).
[57] Yıldız s.20-21. Yargıtay’ın aksi yöndeki görüşü için bkz. Karahasan, M.R, Yeni Türk Medenî Kanunu,
Eşya Hukuku, C.I, 2.Bası, İstanbul 2007 s.1154-1155.
[58] Yıldız s.21.; Karahasan, Eşya Hukuku I s.1155. Ayrıca bkz. 6.HD 25.04.1983 T. E: 354 K: 4471 – 6.HD
26.04.1983 T. E: 3037 K: 4514 Erdoğan, C. Ortaklığın Giderilmesi ve Şuf’a Davaları, 2.Bası, Ankara
1991, s.820-821 – 14.HD 04.02.1975 T. E: 156 K: 751 (Karahasan, Eşya Hukuku I s.1155). Bu konu hakkında geniş açıklama için bkz. age.s.224-226.
[59] “Şuf’alı payın 12.08.1991 tarihinde ilk davalı İnci Baloğlu’na satılığı üzerine 07.10.1991 tarihinde davacı
şuf’a hakkının tanınması isteği ile bu davayı açmıştır. Dava devam etmekte iken adı geçen davalının borcu
sebebiyle şuf’alı payın icra takibi sırasında haczedilmesi ve icra mârifetiyle cebren satılması üzerine dava
HUMK’nun 186 ncı maddesi hükmü uyarınca davalılardan Türkan Söz ve Mansur Sakarya’ya yöneltilmiştir. Davacı davayı adı geçenlere yöneltirken payı ilk satın alan ve aleyhine şuf’a talebinde bulunduğu davalı İnci ile ondan alacaklı olduğunu iddia edip icraya başvuran 3 üncü kişinin ve ihaleye katılıp payı iktisap eden kişilerin karşılıklı olarak hareket ettiklerini, amacın şuf’a hakkını bertaraf etmek olduğunu iddia ile bu iddiasını ispat edeceğini bildirmiştir. Gerçekten şuf’alı payın icra memurluğunca yapılan cebrî ihale ile davaya katılanlara intikâl ettiği uyuşmazlık konusu değildir. Ne var ki bu intikâl öncesinde davalıların muvazaalı işlem yaptıkları ve kötüniyetli bulundukları iddia olunduğuna göre bu iddianın isbatına imkân verilmesi icap eder. Öncelikle davacıdan bu konuya ilişkin delillerin sorulup istenmesi, usulü dairesinde toplanması ve sonucuna göre davalılara yapılan intikâlin normal bir cebrî satış mı, muvazaalı bir intikâl mi olduğunun saptanması gerekirken hiçbir delil toplanmadan gerekçeye rağmen cebrî ihalenin varlığı esas alınarak davanın reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.” 6.HD 13.09.1994 T. E: 7204 K: 8259 (Karahasan, Eşya Hukuku I s.1160).
[60] Tandoğan, Haluk, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Cilt II, 1989 Yılı Dördüncü Tıpkı Basım’dan
Beşinci Tıpkı Basım, İstanbul, Vedat, 2010.., s. 664-665; Yavuz, Cevdet/Özen, Burak/Acar, Faruk, Borçlar Hukuku Dersleri (Özel Hükümler), 9. Baskı, İstanbul, Beta, Ekim 2011, s. 565; Bilge, Necip, Borçlar Hukuku, Özel Borç Münasebetleri, Ankara, BTHAE, 1971, s. 303; Gürsoy, Kemal T., “Vekâlet Akdinin Ölüm Nedeniyle Sona Ermesi ve Sonuçları”, Temsil ve Vekâlet’e İlişkin Sorunlar Sempozyumu, İstanbul, 1977, ss. 1-34, s. 11Gümüş, Mustafa Alper, Borçlar Hukuku, Özel Hükümler, Cilt 2, İstanbul, Vedat, 2010, s. 389Sarı, Suat, Vekâlet Sözleşmesinin Tek Taraflı Olarak Sona Erdirilmesi, İstanbul, Beşir, 2004, s. 60Akıncı, Şahin, Vekâlet Sözleşmesinin Sona Ermesi, Konya, Sayram, 2004, s. 78; Özkaya, Eraslan, Vekâlet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması, Ankara, 1997, s. 717; Canyürek, Murat, “Özellikle ‘Maddi Fiillere İlişkin Vekâlet’ Yönünden Vekâlet Sözleşmelerinin Bazı Özellikleri”, Argumentum, Temmuz 1991, Cilt: 1, Sayı: 12, ss. 182-187, s. 184, 186.
[61] “… davalıların murisi Yalçın E’in 1.3.1998 tarihinde hastaneye yatırılarak 31.3.1998 tarihinde hastanede
öldüğü anlaşılmaktadır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanlığı’nın 5.4.2000 günlü raporuna göre satış vaadi sözleşmenin ve ibranamenin düzenlendiği 4.3.1998 tarihi ile muvafakatname tarihi olan 5.3.1998 tarihlerinde muris Yalçın E’in ağır hastalık sonucu bilinçsel işlevlerinin ileri derecede etkilenmiş olduğu, bu nedenle medeni hakları kullanma ehliyetine haiz olmayacağı görülmektedir. Satış vaadi sözleşmesini murise vekaleten imzalayan vekili Kahraman E’e vekaletnamenin verildiği 18.3.1997 tarihinde Yalçın E’in medeni hakları kullanma ehliyetine haiz olduğu kabul edilse dahi B.K. 397/1. maddesi hükmünce muris Yalçın E’in ehliyetinin kaybolması ile vekalet sona erdiğinden satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği 4.3.1998 tarihinde vekilin vekillik sıfatı sona ermiş bulunmaktadır. Bu nedenle satış vaadi sözleşmesi geçersizdir. Muris Yalçın E’in medeni hakları kullanma ehliyeti olmadığından 5.3.1998 günlü ibranameye de değer verilemez. Hastanede ağır hasta yatarken medeni hakları kullanma ehliyeti bulunmayan Yalçın E’in 195.000 DM aldığının kabulü, hayatın olağan akışına da uygun bulunmamaktadır. Esasen terekesinden de bu miktar bir paranın çıktığı ispat edilememiştir. Kaldı ki, davacı tarafın dava sırasındaki açıklamalarından da bu miktar paranın davalıların murisine verilmediği anlaşılmaktadır. Davacının eşi, dava dışı M. Zeki K. ile davalıların murisi Yalçın E’in yaptığı 18.3.1997 tarihli adi sözleşmede 4000 DM satış bedeline mahsuben kapora olarak murise ödediği dava dışı M. Zeki K, Yalçın E’den gelen tüm haklarını davacı Dilek K’na devretmiş olduğu anlaşılmaktadır. Muris Yalçın E. ile M. Zeki K’nun yapmış olduğu 18.3.1997 tarihli sözleşme M.K. 706, B.K. 213, ve T.K. 26. maddesi gereği resmi şekilde yapılmadığı için geçersizdir. Geçersiz sözleşmeye göre taraflar verdiklerini aynı anda birbirlerine iade ile yükümlüdürler. Davacının eşi M. Zeki K, geçersiz sözleşmeden doğan haklarını davacıya temlik ettiğine göre davacı ancak davalılardan murise verilen 4000 DM kaporayı isteyebilir. Mahkemece bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” Yargıtay 13. HD, E. 2002/12317, K. 2002/2937, T. 21.3.2002, Kazancı İçtihat Bankası
[62] Berki, a.g.e., s. 168; Tandoğan, a.g.e., s. 666; Yavuz/Özen/Acar, a.g.e., s. 565; Gümüş, Özel Hükümler, s.
389; Sarı, a.g.e., s. 61-62; Akıncı, a.g.e., s. 78; Özkaya, a.g.e., s. 720; Canyürek, Sayı: 12, s. 186.
[63] “… Borçlar Kanunun 397/1. maddesi gereği Medeni hakların kullanılması ehliyetinin yitirilmesiyle
vekalet sona erer. Kısıtlıya vasi atanmış olmakla aynı maddenin ikinci fıkrasının olaya uygulanması olanağı da kalmamıştır. Vasi atanmasıyla temsil yetkisi vasiye geçmiştir. Kısıtlının atadığı vekilin vekaletinin devam edebilmesi vasiden vekalet almasıyla olasıdır. Vasiden vekalet vermeyen yetkisiz vekil temyize yetkili olamaz. Bu nedenle ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 67. maddesi uyarınca temyiz dilekçesinin reddi gerekmiştir…” Yargıtay 2. HD, E. 1999/120, K. 1999/1933, T. 5.3.1999, Kazancı İçtihat Bankası.
[64] “… Medeni Kanunun 379. maddesi hükmünce “hacrine kafi sebep bulunmamakla beraber Medeni
haklarını kullanmak selahiyetinden kısmen mahrum edilmesi menfaati iktizasından bulunan reşide maddede belirtilen işlerinde oyu alınmak üzere bir müşavir atanır. Kanuni müşavir vasi gibi genel yetkileri haiz bir kanuni temsilci olmadığı gibi, kayyım gibi özel bir vekil de değildir. Hakkında kayyım atanan kişi medeni hakları kullanmak ehliyetini koruduğu halde, kanuni müşavir atanan kişi medeni haklarını kullanma ehliyetini kısmen kaybeder. Bu kişiler kanuni müşavir atanan konuda kanuni müşavirin oyunu almadan medeni haklarını kullanamazlar. Aksi halde yani kanuni müşavirin oyu alınmaz veya kanuni müşavir icazet vermezse yaptıkları muamele kendilerini bağlamaz. Olayda miras bırakan üçüncü bir
kişiye vekalet vererek taşınmazını vekil marifetiyle sattırmış ancak, satış sırasında adı geçene kanuni müşavir tayin edilmesi gerektiği Adli Tıp raporuyla tesbit edilmiştir. Yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca miras bırakana bir kanuni müşavir tayiniyle oyunun alınmadığı gerçekleşmiştir. Hal böyle olunca taşınmaz satışına ilişkin sözleşmenin bağlayıcı nitelikte bulunmadığının kabulü gerekir. Gene olayda satışın vekil marifetiyle yapılmış bulunması da sözleşmenin bağlayıcılığı sonucunu da doğurmaz. Zira; vekil müvekkilinin emir ve talimatı altında hareket etme zorunda olup, emir ve talimatın hukuki sonuç doğurması dahi kanuni müşavir oyunun alınmasını zorunlu kılar. Diğer taraftan olayda aynı durumda bulunan ve miras bırakan tarafından yapılmış diğer bir satış sözleşmesinin de geçerli bulunamıyacağına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir. Bu nedenle direnme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan onanmalıdır…” Yargıtay HGK, E. 1982/1-828, K. 1984/975, T. 23.11.1984, Kazancı İçtihat Bankası
[65] Tandoğan, a.g.e., s. 667; Yavuz/Özen/Acar, a.g.e., s. 565; Gümüş, Özel Hükümler, s. 390-391; Yargıtay
- HD, E. 1999/120, K. 1999/1933, T. 5.3.1999, Kazancı İçtihat Bankası.
[66] Tandoğan, a.g.e., s. 666-667; Yavuz/Özen/Acar, a.g.e., s. 566; Akıncı, a.g.e., s. 78-79; Sarı, a.g.e., s.61
[67] Berki, Şakir, Borçlar Hukuku, Özel Hükümler, Ankara, AÜHF Yayınları, 1973, s. 168; Tandoğan, a.g.e.,
- 667; Özkaya, a.g.e., s. 720; Canyürek, Sayı: 12, s. 186
[68] Tandoğan, a.g.e., s. 667; Akıncı, a.g.e., s. 79
[69] Berki, a.g.e., s. 168; Tandoğan, a.g.e., s. 667; Akipek, a.g.e., s. 80; Özkaya, a.g.e., s. 718
[70] Berki, a.g.e., s. 168; Akipek, a.g.e., s. 80; Özkaya, a.g.e., s. 718.
[71] Esener, Turhan, Salahiyete Müstenit Temsil, Ankara, AÜHF Yayınları, 1961, s. 196; Tandoğan, a.g.e., s.
668; Aksi yönde görüş için bkz. Akıncı, a.g.e., s. 79.




