BONODA BORÇLUNUN TEMERRÜDÜ İLE OLUŞAN MUNZAM ZARAR
Av. Hüseyin Şahin
Osmaniye Barosu
25/07/2023
ÖZET
Borçlanılan konunun ifası mümkün iken geciktirilmesi veya yerine getirilmemesi borçlunun temerrüdünü oluşturur. Borçlu temerrüde düşmede kusurlu ise, temerrüt faizinin yanı sıra alacaklının oluşan zararının giderilmesi için gerekirse ek ödeme yapmak yükümlülüğündedir. Bunun amacı, alacaklının temerrüt tarihinden evvelki mal varlığı değerlerinin yeniden oluşturulmasıdır. Alacaklı bu zararı talep edebilmek için zararı olduğunu ve bu durumdan borçlunun sorumlu olduğunu kanıtlamak zorundadır. Ülkemizde munzam zararın hesaplanmasında, enflasyon verileri, devlet iç borçlanma senetleri faizleri, mevduat faizleri ve döviz kurları dikkate alınmaktadır.
TBK m 122 hükmünde munzam zarar düzenlenmiştir. Özellikle alacaklının alacağını zamanında alamaması ve aldığı temerrüt faizinin uğradığı zararı karşılayamaması halinde ortaya çıkmaktadır. Munzam zarar talep edilebilmesi için alacaklının temerrüt faizini aşan bir zararının bulunması gerekir.
Temerrüt faizi oranının bonoda belirtilmediği durumlarda, temerrüt faiz oranı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun Hükümleri uyarınca belirlenir ve uygulanır. Ancak, bononun ödenmemesi halinde uygulanabilecek temerrüt faizi oranı alacaklı ve borçlu arasında ve bono dışında imzalanan bir sözleşmede de belirlenmiş olabilir.
Alacaklı ile keşideci arasında faiz ödenmesi konusundaki sözleşmede belirtilen oran, ancak, söz konusu bononun nama yazılı olması ya da emre yazılı olsa bile hiç devredilmediği ve sözleşmede de ilgili bonoya vadesi ve keşide tarihi ile miktarı belirtilerek bu faiz oranının uygulanacağına ilişkin açık bir atfın bulunması halinde uygulanabilir. Dolayısıyla, söz konusu bononun devredildiği hallerde, nama yazılı olmadığı sürece illetten mücerretlik ilkesi uyarınca ya da ilgili sözleşmede bonoya açık bir atfın olmadığı durumlarda, sözleşmede belirtilen oran uygulanmaz
Anahtar Kelime : Munzam Zarar, temerrüt faizi, bono, sözleşme
ABSTRACT
The delay or not fulfilling the debt issue creates the default of the debtor. If the debtor has a fault on coming to a default situation, he is obliged to make an additional payment for the loss of the creditor as well as the default interest. The purpose of this is to form the property assets of the creditor before the default date. In order to claim this loss, the creditor has to prove that he has loss because of this issue and the debtor is responsible for this loss. In our country, inflation data, government security interests, deposit interests and foreign exchange rates are taken into account for calculating cumulative loss.
In Article 122 of the TCO, collateral damage has been regulated. It arises especially when the creditor cannot receive his receivable on time and cannot cover the loss incurred by the default interest he has received. In order to claim collateral damage, the creditor must have a loss exceeding the default interest.
In cases where the default interest rate is not specified in the bond, the default interest rate is determined and applied in accordance with the Law on Legal Interest and Default Interest. However, the default interest rate applicable in case of non-payment of the bond may also be determined in a contract signed between the creditor and the debtor and outside the bond.
The rate specified in the contract for the payment of interest between the creditor and the issuer can only be applied if the bond in question is registered or has never been transferred even if it is written to the order, and there is a clear reference in the contract that this interest rate will be applied by specifying the related bond’s maturity, issue date and amount. . Therefore, in cases where the aforementioned bond is transferred, the rate specified in the contract is not applied in accordance with the principle of exemption from the disease unless it is a registered name or in cases where there is no explicit reference to the bond in the relevant contract.
Keyword: Additional Loss, default interest, bond, agreement
I.GİRİŞ
TBK m 122 hükmünde munzam zarar düzenlenmiştir. Özellikle alacaklının alacağını zamanında alamaması ve aldığı temerrüt faizinin uğradığı zararı karşılayamaması halinde ortaya çıkmaktadır. Munzam zarar talep edilebilmesi için alacaklının temerrüt faizini aşan bir zararının bulunması gerekir[1].
Temerrüt faizi oranının bonoda belirtilmediği durumlarda, temerrüt faiz oranı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun Hükümleri uyarınca belirlenir ve uygulanır. Ancak, bononun ödenmemesi halinde uygulanabilecek temerrüt faizi oranı alacaklı ve borçlu arasında ve bono dışında imzalanan bir sözleşmede de belirlenmiş olabilir[2].
Bonoda Faiz kaydı; a-Görüldüğünde b- Görüldükten sonra ödenecek bonolarda geçerli olabilecektir. Bonoda faiz başlangıcı gösterilmemişse, faiz bononun düzenlendiği tarihten itibaren başlar ve vadeye kadar devam eder. Bono vadesinde ödenmezse, hepsi üzerinden gecikme faizi hesaplanır zira vade tarihine kadar işleyecek faiz asıl meblağ yani kapital faizidir. Ancak bu uygulamada neredeyse hiç görülmemektedir.
Alacaklı ile keşideci arasında faiz ödenmesi konusundaki sözleşmede belirtilen oran, ancak, söz konusu bononun nama yazılı olması ya da emre yazılı olsa bile hiç devredilmediği ve sözleşmede de ilgili bonoya vadesi ve keşide tarihi ile miktarı belirtilerek bu faiz oranının uygulanacağına ilişkin açık bir atfın bulunması halinde uygulanabilir. Dolayısıyla, söz konusu bononun devredildiği hallerde, nama yazılı olmadığı sürece illetten mücerretlik ilkesi uyarınca ya da ilgili sözleşmede bonoya açık bir atfın olmadığı durumlarda, sözleşmede belirtilen oran uygulanmaz[3].
II.VADE FARKINDAN FAZLA FAİZ ALACAĞI TALEBİ
6102 sayılı TTK madde 675; “(1) Görüldüğünde veya görüldüğünden belirli bir süre sonra ödenmesi şart kılınan bir poliçeye, düzenleyen tarafından faiz şartı konulabilir. Diğer poliçelerde böyle bir faiz şartı yazılmamış sayılır.
(2) Faiz oranının poliçede gösterilmesi gerekir; gösterilmemiş ise faiz şartı yazılmamış sayılır.
(3) Başka bir gün belirtilmemişse, faiz, poliçenin düzenlenme gününden itibaren işler.” Şeklinde düzenlenen kanun hükmü anapara faiz şartı için uygulanmaktadır[4].
Bazı poliçe veya bonolarda anapara faiz şartı yazılabilir. Bunlar görüldüğünde veya görüldüğünden belli bir süre sonra ödenecek vadeyi taşıyan poliçe ve bonolardır (TTK m 675). Sadece bu iki tür vadeli poliçe ve bonolarda faiz şartı yazılabilmesinin nedeni, bunların ibraz sürelerinin uzun olmasından kaynaklanır[5].Bu iki çeşit poliçe veya bonoda dışındakilerde faiz öngörüldüğü takdirde poliçe veya bononun geçerliliğine halel gelmez, fakat faiz kaydı yazılmamış sayılır. Faiz şartının kabulü senet meblağının muayyen olması esasına bir bakıma istisnadır, çünkü ödenecek meblağ faizin hesabından sonra ortaya çıkacaktır[6].
III.BONODA BAŞVURU HAKKININ KAPSAMI
Bono hamilinin başvuru halinde bono keşideci ve cirantalarından (borçlularından) talep edebileceği haklar şunlardır (TTK m 725):
(1) Hamil başvurma yoluyla;
- a) Poliçenin kabul edilmemiş veya ödenmemiş olan bedelini ve şart kılınmışsa işlemiş faizi[7],
- b) Vadenin gelmesinden itibaren işleyecek faizi,
- c) Protestonun ve hamil tarafından tebliğ olunan ihbarların giderleriyle diğer giderleri ve
- d) Poliçe bedelinin binde üçünü aşmamak üzere komisyon ücretini,
isteyebilir[8].
(2) Başvurma hakkı vadenin gelmesinden önce kullanılırsa, poliçe bedelinden bir iskonto yapılır. Bu iskonto başvurma tarihinde hamilin yerleşim yerinde geçerli olan resmî iskonto oranına göre hesap edilir.
Hukuki niteliği itibariyle bono diğer kambiyo senetlerine (poliçe, çek ) benzememektedir. Zira diğer kambiyo senetlerinin temelinde bir havale ilişkisi bulunurken, bono sadece bir ödeme vaadidir[9]. Nitekim TTK’nin 776/1-b maddesinde bononun; “kayıtsız ve şartsız belirli bir bedeli ödemek vaadini” içermesi gerektiği açıkça belirtilmiştir. Bu yönüyle bono, aynı zamanda TBK’nın 18 maddesi gereğince düzenleyenin soyut bir borç tanımasını (ikrarını) da içermektedir. Ancak bono özel şekil şartlarına ve kurallara tabi kılındığı için nitelikli bir borç ikrarıdır. Başka bir deyişle bonoyu düzenleyen kişi lehine bono düzenlenen lehtara ya da bonoyu ondan devralan hamile, bonoda belirtilen meblağı herhangi bir kayda ve şarta bağlı olmaksızın ödemeyi vaat etmektedir[10].
Kambiyo senetlerinden olan bono, TTK’nin 776 ila 779 maddeleri arasında düzenlenmiştir. TTK’nin 776 ve 777 maddelerinde bononun unsurları düzenlenirken. TTK’nin 778 maddesinde bononun niteliğine aykırı düşmedikçe bono hakkında da uygulanacak poliçe hükümlerine geniş bir liste hâlinde yollama yapılmıştır[11].
TTK’nin 776/1-c maddesinde vade, bonoda bulunması gereken unsurlar arasında sayılmış, TTK’nin 778/1-b maddesinin yollamasıyla vadeye ilişkin olarak poliçelere ait TTK’nin 703 ile 707 maddelerinin bonolara da uygulanacağı belirtilmiştir. Buna göre poliçeye konulabilecek dört tür vadenin her birinin bonoda da öngörülebileceği açıktır. O hâlde bir bono, belirli bir günde; düzenleme gününden belirli bir süre sonra; görüldüğünde; ve nihayet görüldükten belirli bir süre sonra ödenmek üzere düzenlenebilir[12].
Vade, poliçede olduğu gibi bonoda da zorunlu unsur değildir; zira TTK’nin 777/2 maddesi gereğince vadesi açıkça gösterilmemiş bono görüldüğünde ödenmesi şart olan bir bono sayılır[13]. Dolayısıyla bonoda vadeye yönelik herhangi bir kayda yer verilmemiş olması, bononun geçersizliği sonucunu doğurmayacak: bono kanunen görüldüğünde vadeli bir bono olarak kabul edilecektir, Bu düzenleme karşısında TTK’nin 776/1-c maddesinde belirtilen vadenin, geçerlilik açısından mutlaka senedin içermesi gereken zorunlu bir unsuru olmadığı, aksine ihtiyari bir unsur niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Temerrüt için ihtara gerek olmayan ilk durumda, tarafların anlaşmasıyla borcun ifa edileceği gün belirlenmiş ise o gün ödeme yapılmaması hâlinde borçlu mütemerrit olmuş sayılacaktır. Borcun ifa edileceği süre taraflarca belirlenmişse bu sürenin dolmasıyla ifada geciken borçlu mütemerrit duruma düşer. Ancak, ifa zamanı veya süresinin kanun ile düzenlendiği hâllerde, borçlunun temerrüde düştüğünün kabulü için alacaklının ihtarda bulunması gerekir. İfa günü açık ve belirli bir gün olarak kararlaştırılmalıdır, aksi hâlde temerrüt için ihtar zorunlu sayılacaktır[14].
Temerrüt için ihtara gerek olmayan diğer bir durum da, sözleşmede taraftardan birine ifa gününü belirleme yetkisi tanınmış ise, bildirilen ifa tarihinde edimin yerine getirilmemesi hâlinde borçlu mütemerrit sayılacaktır. Borcun ifa edileceği günün bildirilmesi geçerliliği şekle bağlanmamış bir hukuki işlemdir. Zira yapılan bu irade açıklaması borçlunun temerrüde düşmesi sonucunu doğuracaktır.
Kambiyo senedi niteliğindeki bononun ödenmemesi hâlinde başvurma hakkının kapsamına dair TTK’nin 778/1-d maddesinin atfıyla TTK’nin 725, maddesi uygulanacaktır. Başvuru hakkının kapsamı, müracaat alacaklısının başvuru borçlusundan talep edebileceği miktara ilişkin olup müracaat alacaklısının neler talep edebileceği TTK’nın 725/1 maddesinde sınırlayıcı bir biçimde gösterilmiştir. Bunlar arasında vadenin gelmesinden itibaren işleyecek faiz de yer almaktadır (TTK, m. 725/1 -b). Buna göre bir bonoda hamilin vadeden itibaren temerrüt faizi talep edebilmesi için bononun kambiyo senedi vasfını kaybetmemiş olması şarttır. Zamanaşımına uğramış bir bono kambiyo senedi vasfını kaybettiği için vade tarihi sadece temel ilişkinin muacceliyet tarihi olarak dikkate alınabilecek, borçlu temerrüde düşürülmeden faiz talep edilebilmesi de mümkün olmayacaktır.
Borçlunun temerrüde düşürülebilmesi için sadece borcun muaccel olması yetmemekle kural olarak alacaklının, borcu muaccel olan borçlusuna borcunu ifa etmesi hususunda ihtar göndermesi gerekir. Bu itibarla zamanaşımına uğrayan ve kambiyo senedi vasfım kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihi temel ilişkiden doğan borcun muacceliyet tarihi olacağı için, TBK’nin 117/1 maddesinde belirtildiği üzere borçlunun temerrüde düşürülmesi için ayrıca alacaklı tarafından borçluya ihtar gönderilmesi gerekmekledir. Bununla birlikte borcun itası için borçluya ayrıca ihtar gönderilmese dahi alacaklı tarafından dava açılması ya da icra takibine başvurulması ihtar niteliği taşımaktadır. Çünkü dava açmakla ya da icra takibine başvurmakla birlikte alacaklının borcun ifasını isteyen beyanı ortaya çıkmaktadır[15].
Kural olarak borçlunun temerrüde düşürülebilmesi için ihtar gerekmekle birlikte TBK’nin 117/2 maddesinde ihtar koşulunun istisnaları düzenlenmiştir. Buna göre TBK’nin 117/2 maddesi gereğince borcun ifa edileceği gün; birlikte tespit edilmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlenmişse ayrıca ihtara gerek olmadan borçlu temerrüde düşmüş olur. Başka bir deyişle borçlu ifayı belirli bir vadede yapmakla yükümlüyse temerrüt için ihtarda bulunmaya gerek bulunmamaktadır. Zira bir borç ilişkisinde belirli vadeyi taraflar ya birlikte tespit ederler ya da taraflardan biri kendisine tanınmış olan ihbarda bulunmak suretiyle belirler[16]. Bununla birlikte borçlu, borç muaccel olmadan önce alacaklıya borcu ifa etmeyeceğini açık olarak bildirmişse, bu durumda da ihtara gerek yoktur. Borçlu bu beyanla mütemerrit olur[17].
IV.KAMBİYO SENEDİNDE UYGULANACAK FAİZ ORANI
Kanunda vadenin gelmesinden itibaren işleyecek faiz de başvuru hakkının kapsamı içinde yer almaktadır. Kanunda sadece faizden bahsedilmiş, faizin niteliğinden bahsedilmemiştir. Doktrinde bu faizin temerrüt faizi olduğu hakim fikirdir[18].
Temerrüt faizinin uygulanacağı meblağ, senet bedeli ile buna eklenen faizlerin toplamından ibarettir. Başvuru hakkının kullanılabilmesi için yapılan masraflar ve komisyon için temerrüt faizi talep edilemez[19].
Temerrüt faizinin oranı genel hükümlere göre belirlenir. Faiz oranları,3095 Sayılı Kanun ile düzenlenmiştir.
Kambiyo senetlerinde (bono) faiz oranı ile ilgili hükümler ise Türk Ticaret Kanunu’nun 810. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükme göre; “Hamil, başvurma yolu ile; a) Çekin ödenmemiş olan bedelini, b) İbraz gününden itibaren bu tutarın faizini, c) Protestonun veya buna denk olan belirlemenin ve gönderilen ihbarnamelerin giderleri ile diğer giderleri ve d) Çek bedelinin binde üçünü aşmamak üzere komisyon ücretini, isteyebilir.”
Ayrıca 3095 sayılı kanunun 1. maddesine göre; “Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılır.”
Ancak, yukarıda anılan TTK maddesi özel hüküm olmakla birlikte, 3095 Sayılı Kanun ise işlenecek faiz konusunda genel hüküm niteliğindedir. Uygulamada ise anılan TTK hükmü özel hüküm niteliğinde ve hala yürürlükte iken, genel hüküm niteliğindeki 3095 sayılı Kanun maddelerinden hangisinin uygulanacağı konusunda şüpheler bulunmaktadır.
TTK madde 3’e göre “Bu Kanunda düzenlenen hususlarla bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve eylemler ticari işlerdendir.”
Kambiyo senedi düzenlemek ise Türk Ticaret Kanunu’nda yer alan işlerdendir. Bu nedenle, TTK’da düzenlenen işler, tarafların tacir olup olmadığı gözetilmeksizin, sıfatları önem arz etmeden ticari iş sayılmaktadır.
Yargıtay Görüşleri
Bu çelişki ile ilgili olarak; Yargıtay 11. Hukuk Dairesi; TTK’nın ilgili maddelerinin faiz konusu ile ilgili özel hüküm niteliğinde olduğunu, bu sebeple 3095 sayılı Kanunun 1. maddesi uyarınca faiz uygulaması gerektiğini kabul etmiştir.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi; kambiyo senedi düzenleme işinin TTK’da yer alması sebebi ile ticari iş niteliğinde olduğunu, bu nedenle temerrüt durumunda reeskont faizi uygulanacağını belirtmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise kambiyo senedi düzenleme işinin ticari iş niteliğinde olduğunu ve bu sebeple talep edilmesi durumunda 3095 sayılı kanun madde 2’de öngörülen oranda faiz istenebileceğini kabul etmiştir.
V.BORÇ İLİŞKİSİNDE MUNZAM ZARAR
Borçlunun temerrüdünün şartları (TBK. m. 117) varsa borçlunun temerrüdünün sonuçları ortaya çıkar. Borçlunun temerrüdünün sonuçları genel sonuçlar ve özel sonuçlar olmak üzere ikiye ayrılır. Genel sonuçlar her türlü borç ilişkisinde ortaya çıkarken; özel sonuçlar sadece para borçlarında (TBK. m. 120 vd.) veya karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde (TBK. m. 123 vd.) söz konusu olur. Borçlunun temerrüdünün genel sonuçları, aynen ifa yükümlülüğü, gecikme tazminatı (TBK. m. 118) ve beklenmedik halden (kazadan) sorumluluktur (TBK. m. 119)[20].
Para borçlarında borçlunun temerrüdünün bir sonucu niteliğindeki munzam (aşkın) zarar TBK. m. 122 hükmünde düzenlenmektedir. Söz konusu hükmün ilk fıkrasına göre, “alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür”. TBK. m. 122/I hükmü, mehaz OR Art. 106/I hükmü ile uyumludur. Aşkın zarar Alman Medenî Kanunu’nda da yer almaktadır. Nitekim, temerrüt faizine ilişkin BGB § 288/IV gereğince, alacaklı daha fazla zarar iddiasında bulunmaktan alıkonulamaz. Böylece, Alman Hukuku’nda da alacaklının daha fazla zarar iddiasında bulunulabileceği açıkça öngörülmektedir[21].
Aşkın zarar, müsbet zararın bir türüdür[22]. Müsbet zarar, alacaklının, borcun gereği gibi ifa edilememesinden dolayı borcun ifasındaki çıkarının gerçekleşmemesi yüzünden uğradığı zarardır[23]. Aşkın zarar sadece fiili zarardan ibaret değildir[24], yoksun kalınan kâr da aşkın zararın konusunu oluşturabilir[25]. Aşkın zarar, temerrüt faizi ile karşılanamayan zarara ilişkin olduğundan asıl alacaktan bağımsız[26] ve ek zarar niteliğindedir[27]. Sözleşmesel faizi aşan veya sözleşmesel faizle karşılanmayan zararlar aşkın zarar kapsamına girmez[28]. Bu zararın hukuki nedeni asıl alacağın temerrüde uğramasıdır[29]. Aşkın zarara dayalı talep hakkı, esas itibariyle bir alacak hakkıdır[30]. Aşkın zarar, kaynağı ne olursa olsun bütün para borçları için söz konusu olabilir[31].
VI.AŞKIN ZARARI BELİRLEME YÖNTEMLERİ
Aşkın zararın varlığını ispat külfeti, aşkın zararın varlığını iddia edene düşer[32]. Aşkın zararı hangi yönteme göre ispat edeceğini, zarar gören seçecektir. Kanun koyucu hangi yöntemin uygulanacağına ilişkin bir düzenlenmeye yer vermemiştir. Bu nedenle de aşkın zararın ispatında hangi yöntemin uygulanabileceği yargı kararlarıyla şekillenmektedir. Zarar miktarı hesaplandıktan sonra varsa indirim sebepleri dikkate alındıktan sonra tazminata hükmedilir. Zarar miktarının hesaplanabilmesi için iki yöntem vardır. Birincisi somut yöntem, ikincisi ise soyut yöntemdir[33].
- Somut Yöntem: Somut yöntemin uygulanması durumunda, zararın varlığını iddia eden, somut vakıalar ile zararının varlığını ispat etmelidir. Ayrıca temerrüt ile zarar arasındaki nedensellik bağını da ispat etmek zorundadır. Bu yöntemde fiili karinelerden yola çıkarak zararı ispat etmek mümkün değildir[34]. Öğretide bazı yazarlar, aşkın zararın somut olarak ispat edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar[35]. Diğer yazarlara göre[36], enflasyon gibi ekonomik olumsuzluklar sebebiyle para değerindeki düşüş oranının temerrüt faiz oranından yüksek olması başlı başına aşkın zarar sebebidir. Ayrancı’ ya göre[37], somut yöntem daha çok fiili zararlar için söz konusu olabilir.
Somut zarar çeşitli şekillerde karşımıza çıkar. Taraflar arasında temerrüt faizi kararlaştırılmadığı için ve 3095 sayılı Kanun gereğince ticari avans faizi uygulanacaktır. Hayatın olağan akışı gereğince, alacağını zamanında alamayan alacaklının para alacağını geç almasından kaynaklanan zarar ile borçlunun temerrüdü arasında nedensellik bağını ispat etmesi güçtür. Çünkü nedensellik bağı değerlendirilirken birçok faktörün değerlendirilmesi gerekmektedir.
- Soyut Yöntem: Soyut yöntem ile alacaklıya ispat kolaylığı sağlanmaktadır, çünkü zarar soyut olarak hesaplanmaktadır[38]. AYRANCI’ ya göre[39] soyut zararın hesaplanması genellikle yoksun kalınan kârın hesaplanmasında kullanabilecek bir yöntemdir. Bu yöntemde belli ekonomik göstergeler dikkate alınarak değerlendirme yapılır. Alacaklı bu yöntemde uğradığı zararı somut vakıalarla ispat etmek zorunda değildir. Temerrüt faizi ile karşılanmayan zararın varlığını başta enflasyon, devalüasyon, altın fiyatlarındaki artış, tüketici fiyat endeksi, üretici fiyat endeksi ve asgari ücret artış oranlarındaki artıştan yola çıkarak ispat edebilir. YHGK’ nın 31.10.2007 tarihli ve 2007/11-688 E.48 sayılı kararında, soyut ispat yönteminin neden uygulanamayacağı aşağıdaki gerekçelerle açıklanmıştır.
-Kanun koyucu, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durumu dikkate alarak faizi düzenlemiştir.
-Ülkenin içinde bulunduğu enflasyon, yüksek faiz gibi ekonomik olumsuzluklar, aşkın zararın ispat vasıtaları olarak kabul edilemez. Ekonomik olumsuzluklar, gerçek zarar olarak gösterilemez.
-Ekonomik verileri değerlendirip sonuçlarına ilişkin faize dair yasal düzenleme yapma yetkisi Anayasa gereğince, yasama organına aittir.
-Aşkın zararın ispatı, maruf ve meşhur olgulara göre değil, somut vakıalara göre yapılır. ALTAŞ’ a göre[40], alacaklının somut zararına bakılmaksızın enflasyon oranında bir zarara uğradığını kabul etmek, kanun koyucunun yerine geçerek yasal temerrüt faiz oranını enflasyon oranına çıkarmak anlamına gelir. YHGK, 13.06.2012 tarih ve 2011/18-730 E[41]. sayılı kararında kamulaştırma bedelinin geç ödenmesinden doğan aşkın zarar iddiasının soyut yöntemlere dayanılarak ispat edileceğine hükmetmiştir. Karara göre, alacaklı zararını ispatlarken yüksek enflasyon gibi bilinen vakıalara dayanabilir ve bu şekilde üzerine düşen ispat külfetini yerine getirilebilir. Somut olay itibariyle, davacılar taşınmazlarının kamulaştırma bedelini uzun süre alamamışlardır. Bu nedenle de tahsil edilmeyen bu bedelin dava tarihindeki satın alma gücü dikkate alındığında, davacıların zararlarını kanıtlamış olduklarının kabulü gerekir. Aşkın zararın ispatında soyut yöntem, somut yönteme göre daha elverişlidir. İspat sorununun bu yönteme göre çözülmesi varılan sonucun mutlaka adalete uygun olduğunu göstermez. BUZ’ a göre bu yöntem, “hukuki çaresizlik içerisinde tutunacak son bir dal, çalınacak son kapı olarak değerlendirilmelidir”. ANTALYA ise[42], bu yöntemin farazi karaktere sahip olduğu için sınırlandırılması gerektiğini savunmaktadır.
VII. ANAYASA MAHKEMESİ KARARINA GÖRE AŞKIN ZARARIN İSPATI
Anayasa Mahkemesi’nin kararında vurgulanan hususları şu şekilde sıralayabiliriz:
– Para, ekonomik bir değişim vasıtasıdır ve sahibine çeşitli yararlar sağlar. Paradan mahrum kalınması hâlinde mahrum kalınan dönemde, para enflasyon ve devalüasyondan dolayı değer kaybeder.
– Para alacağını geç almak alacaklının zararına borçlunun yararına sonuçlar doğurmaktadır. Paranın tahsili için yargı yoluna başvurulduğunda, yargıdaki iş yükü nedeniyle davalar uzamakta bundan dolayı yargıya duyulan güven azalmaktadır. Bu durum kendiliğinden hak alma düşüncesini yaygınlaştırarak kamu düzenini bozmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır.
– Yargılamada geçen süre nedeniyle paranın enflasyon sonucu değer kaybetmesi mülkiyet hakkının ihlâlidir. Bu değerlendirmeye ilişkin bir başka ilke kararına atıf yapılmıştır[43].
– Alacaklar da mülkiyet hakkı kapsamındadır. Devlet tarafından alacakların geç ödenmesi hâlinde enflasyon oranları altında olmayan bir faiz ödenmesi, gerek bireyin hakları gerekse de kamu düzeni bakımından önem taşır. Bu nedenle de kişilerin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen alacaklarının, kamu kurumlarınca makul olmayan bir sebeple geç ödenmesi yüzünden değer kaybına uğratılması mülkiyet hakkının ihlaline yol açar.
– Başvurucunun alacağı, enflasyon karşısında önemli bir değer kaybetmiştir. Bu tespite rağmen başvurucunun, ayrıca zarara uğradığını ispat etmesi şeklindeki katı yorum nedeniyle, kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil denge, başvurucu aleyhine bozulmuştur.
– Karar oy çokluğu ile verilmiştir.
Karşı oyda gerekçe olarak, söz konusu davanın bir alacak davası değil tazminat davası olduğu, başvurucunun tazminat talep etmeyeceği yönünde sözleşmede hüküm olduğu dikkate alındığında mülkiyet hakkının ihlâl edildiği yönündeki iddianın yersiz olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispat etmesi gerektiği belirtilmiştir.
VIII. YARGITAY HUKUK DAİRELERİNİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARI SONRASI AŞKIN ZARARIN İSPATINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELERİ
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi[44], Yargıtay 5. Hukuk Dairesi[45], Yargıtay 19. Hukuk Dairesi[46] kararları incelendiğinde, aşkın zararın ispatında somut yönteminin uygulanması gerektiğinin belirtildiği görülmektedir. Kararlarda, enflasyon ve devalüasyon gibi ekonomik verilerin soyut veriler niteliğinde olduğu ve aşkın zararın varlığının somut olarak ispat edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi[47], Yargıtay 11. Hukuk Dairesi[48], Yargıtay 17. Hukuk Dairesi[49] kararları incelendiğinde aşkın zararın ispatında soyut yöntemin uygulanması gerektiği yönünde hüküm tesis edildiği görülmektedir. Kararlarda, enflasyon, devalüasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamalarının alınması için konuya ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği belirtilmektedir.
- AŞKIN ZARARIN İSPATINDA DİKKATE ALINMASI GEREKEN İLKELER
Aşkın zararın ispatında hangi yöntem uygulanırsa uygulansın hukukî tartışmaları sona erdirecek bir çözüm olmayacaktır[50]. Bu nedenle yöntemlere ilişkin genel ilkeler ve ilkelerin istisnalarının neler olduğunun belirlenmesi gerekir. Uzun süren davalar nedeniyle para alacaklarının geç tahsil edilmesi sıkça karşımıza çıkan bir sorundur. Yıllardır meydana gelen kur artışları, enflasyon oranları, altın gibi emtiaların artış oranlarına bakıldığında paranın değer kaybettiği görülmektedir. Bu nedenle de zararın uygulanmasında hangi yöntemin uygulanacağının tespiti büyük önem taşımaktadır. Zarar gören, zararını ispatlarken hangi yönteme dayandığını kendisi seçecektir. Zarar görenin yapacağı bu seçim ilke kararları ile şekillendirilmelidir.
- Somut Yöntemin Uygulanması: Somut yöntem, her borç ilişkisinde uygulanabilmesi mümkün olan bir yöntemdir. Alacaklının ispat zorluğu yaşayacağı bir yöntemdir. Bu yöntem niteliği gereğince, sözleşmeden kaynaklı para borçlarından kaynaklanan aşkın zarar iddiasına ilişkin davalarda uygulanması gereken yöntemdir. Sözleşmeden doğan para borçlarından kaynaklı olarak aşkın zarar talep edildiğinde tazminat belirlenirken somut olayın özellikleri dikkate alınmalıdır. Şöyle ki, sözleşmeden doğan para borcu için vade kararlaştırılmışsa, her vadeli borç, alacaklı için zamanında ödenmeme riskini de içerir. Alacaklının, sözleşmenin kuruluşu aşamasında borçlunun ödeme kabiliyetini araştırmaması da tazminatın değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır. Tazminat belirlenirken, TBK md 114/f.2’nin yaptığı yollama gereğince, TBK md 51’ de ifade edilen “mevcut durumun” özelliklerinin dikkate alınması gerekir. “Vadenin belirlenmesi”, “borçlunun ödeme güçsüzlüğünün dikkate alınmaması” ve bunun gibi hususlar hükmedilecek tazminattan ayrı ayrı indirim sebebi yapılmalıdır. Alacaklının, temerrüde düşen borçluya uzun bir süre icra takibi yapmaması ya da dava açmaması da alacaklının kusuru olarak değerlendirilebileceğinden bu durum da TBK md 52 gereğince, “kusura” dayalı indirim yapılmasını gerektirir. Somut yöntemin uygulanması konusunun iki farkını, aşağıdaki örnek üzerinden açıklayalım. Birinci ihtimalde, A, evini, B’ ye satmıştır. Yapılan anlaşma gereğince, A, B’ye tapuyu devredecektir ve B de tapu devrinden üç ay sonra A’ ya 150.000 TL ödeyecektir. Temerrüt hâlinde de uygulanacak temerrüt faiz oranı, yürürlükte bulunan temerrüt faizi oranının iki katı olacaktır. A, B’ye tapuyu devretmiş olmasına rağmen, B ödemesi gereken parayı A’ ya ödememiştir. Bunun için A, B’ye alacak davası açmış, dava altı yıl sürmüş ve sonunda A, B’den anaparayı ve işlemiş faizi tahsil etmiştir. A, temerrüt faizi ile karşılanamayan zararı olduğu iddiası ile B’ ye dava açmıştır. Kanaatimizce, bu davada aşkın zararın varlığından söz edilebilmesi için taraflarca kararlaştırılan “özel temerrüt faiz” oranını aşan zararın varlığı gerekir. İkinci ihtimalde A, evini B’ ye vadeli olarak satmıştır. A, evini vadeli olarak sattığı için piyasa koşullarına göre iyi sayılabilecek bir fiyata B’ye satmış olduğunun kabulü gerekir. Aksi halde A’nın, evini vadeli olarak satma ihtimalî çok düşüktür. Yapılan sözleşme gereğince B, A’ya satış tarihinden bir yıl sonra 150.000 TL ödeyecektir. Ayrıca B, küçük esnaf olup ödeme kabiliyeti çok yüksek biri değildir. A, B’ den olan alacağını zamanında alamamıştır ve bu nedenle de alacak davası açmıştır. Alacak davası, altı yıl sürmüş ve dava sonunda A, alacağını faizi ile birlikte tahsil etmiştir. Temerrüt faizi ile karşılanmayan zararı olduğu gerekçesiyle aşkın zarar davası açmıştır. A, aşkın zarar miktarını somut yönteme göre ispat etse bile, durumun özelliği dikkate alınarak tazminattan indirim yapılmalıdır. Satışın vadeli olması ve alacaklının, borçlunun sözleşme kurulurken ödeme kabiliyetini araştırmaması gibi hususlar mevcut durumun özelliği olarak değerlendirilip, tazminattan indirim sebepleri yapılabilir. Ayrıca alacaklıya kusur atfediliyorsa kusura dayalı olarak ayrıca bir indirim yapılabilmesi de mümkündür.
- Soyut Yöntemin Uygulanması: Soyut yöntemin uygulanması hâlinde, aşkın zarar iddiası bilinen vakıalar aracılığıyla ispat edilebilir. Soyut yöntemin her para alacağının geç ödenmesi hâlinde uygulanacağı kabul edilirse; hemen hemen her uzun süren dava sonucunda yeni bir dava da açılacak ve aşkın zarar talebi gündeme getirilecektir. Bu durum ticari hayatı olumsuz etkileyecek olup yargıda aşırı iş yüküne neden olacaktır. Ayrıca unutulmamalıdır ki; aşkın zararın hiçbir zaman temerrüt faizini, ille de enflasyon ya da devalüasyon oranına çıkarma amacı yoktur. Bu nedenle de soyut yöntemin uygulanmasında “borcun kaynağı” önemlidir. Özellikle sözleşmeden doğan para borçlarından kaynaklanan aşkın zararlarda bu yöntemin uygulanmaması gerekir. Sözleşme, iradeye bağlı bir borç ilişkisidir. Konusu para olan bir sözleşmede alacaklı, borçlunun temerrüde düşme ihtimâlini, paranın ekonomik olumsuzluklar nedeniyle değer kaybedebileceğini öngörebilir ve kanun koyucunun belirlemiş olduğu faiz sistemini bilebilecek durumdadır. Bu unsurların varlığına rağmen “para borcuna ilişkin vadeli bir borç ilişkisi yaratılmışsa” ve aşkın zarar iddiası ileri sürülüyorsa, aşkın zararın ispatında uygulanması gereken yöntem, soyut yöntem olmamalıdır. Aksi durumun varlığında para alacağının geç tahsilinden kaynaklanan her davadan sonra aşkın zarara ilişkin ayrı bir dava açılması söz konusu olur. Oysaki, aşkın zararın faiz sisteminin getirmiş olduğu olumsuz sonuçları giderme fonksiyonu yoktur. Sözleşmeden doğan para borcunun temerrüdünden dolayı eğer aşkın zarar iddiası ileri sürülmüşse zararın varlığı somut yönteme göre belirlenmelidir. Sözleşmenin diğer tarafının kamu kurumları ya da bankalar gibi özel izin ve imtiyaza dayalı kurumlar olması halinde alacaklının temerrüt faizini aşan zararının varlığını soyut yönteme dayalı olarak ispat edebilmesi mümkün olmalıdır. Örneğin bankalar birer güven kuruluşudur. Bankanın borcunu zamanında ödememesi ve alacaklının bankadan alacağını tahsil etmesi için zaman harcaması durumunda eğer temerrüt faizini aşan zarar varsa bu zararın ispatında soyut yöntem uygulanmalıdır. Bu yöntemin uygulanmasının nedeni, alacaklının hayatın olağan akışı gereğince borçlunun şahsına duyduğu güvendir. Yargıtay, uzun yıllardır genellikle soyut ispat yöntemini uygulamamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin 21.12.2017 tarihli ve 2014/2267 E. kararında kamu kurumundan para alacağını zamanında alamayan kişinin, uğradığı zararının ispatında soyut ispat yönteminin uygulanması gerektiği belirtildikten sonra Yargıtay Hukuk Daireleri arasında görüş ayrılıkları çıkmıştır. Görüş ayrılığının temel nedeni, ekonomik olumsuzlukların doğrudan aşkın zarara sebep olup olmadığından kaynaklanmaktadır. Kanaatimizce, sorunun çözümü için, somut ve soyut yöntemin hangi kriterlere uygulanacağını belirlemek gerekir. Soyut yöntem, “alacaklının iradesi olmaksızın ortaya çıkan borç ilişkilerinde” uygulanmalıdır. Alacaklının iradesine bağlı olmaksızın doğan borçlarda, alacaklının borçluyu seçme imkânı olmadığı gibi borç ilişkisinin içeriğini belirlemesi de mümkün değildir. Bu nedenle haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden ve gerçek olmayan vekâletsiz iş görmeden doğan borçlardan kaynaklı aşkın zarar tazminatlarında uygulanmalıdır. Soyut yöntemin uygulanmasını bir örnek üzerinden açıklayalım.
Bir ilçe belediyesi tarafından A’ya ait arsaya ilişkin kamulaştırma yapılmadan, arsa ilçenin yoluna katılmıştır. Bir diğer ifade ile A’nın taşınmazına kamulaştırmasız el atılmıştır. Kamulaştırmasız el atma tarihinin, 02.01.2006 olduğunu kabul edelim. A’nın, 03.01.2006 tarihinde dava açtığını, davanın 03.01.2016 tarihinde karara çıktığını, tazminatın 100.000 TL olarak belirlendiğini, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile davalıdan tahsiline karar verildiğini ve karar sonrasında hemen davalı ilçe belediyesinin ödemeyi yaptığını varsayalım. 3095 sayılı Kanun gereğince, dava tarihi ile paranın ödendiği dönem arasında yasal faiz oranı hiç değişmemiştir. Yasal faiz oranı, %9’ dur. On yılda işlemiş faiz oranı, toplam %90’dır. A, temerrüt faizi ile karşılanmayan aşkın zararı olduğu gerekçesiyle dava açmıştır. Bay A’nın açtığı davada, “kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat bana dava tarihi itibariyle ödenseydi ben altın yatırımı yapacaktım”; demesine gerek var mıdır? Kanaatimizce, A’nın böyle bir iddiaya dayalı talepte bulunmasına gerek yoktur. “Ödenmesi gereken tazminat zamanında ödenmedi ve bu nedenle de temerrüt faizi ile karşılanmayan zararım var” demesi yeterli görülmelidir. A’nın bu talebi değerlendirilirken ekonomik veriler ayrı ayrı değerlendirilmeli ve ortalama bir artış oranı belirlenmelidir. Bu ortalama değer, temerrüt faizinden yüksekse aşkın zararın varlığı kabul edilmelidir. Hangi ekonomik verilerin değerlendirileceği hususu ekonomik bir sorun olduğundan mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmalıdır. Bilirkişi raporunda dikkate alınması gereken ekonomik veriler, enflasyon, devalüasyon, TEFE- TÜFE oranları, asgari ücret artış oranı, altın vb emtia artış oranları, dikkate alınarak ortalama bir artış oranı belirlenmelidir.
- SONUÇ
Para alacaklarının zamanında ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanamayan zararlar ortaya çıkabilmektedir. Para borçlarında, temerrüt faizi ile karşılanamayan zararlar, aşkın zarar olarak ifade edilmektedir. Temerrüde düşen borçlu, temerrüde düşmede kusursuz olduğunu ispat ederse, bu zararı gidermekle yükümlü değildir. Aşkın zararı, talep edenin ispat etmesi gerekir. Aşkın zararın ispatına yönelik olarak, somut ve soyut yöntem olmak üzere iki farklı yöntem vardır. Türk Yargısı’nda uzun yıllardır aşkın zararın genellikle somut yönteme dayalı olarak ispat edilmesi gerektiği belirtilmekteydi. Anayasa Mahkemesi’nin 21.12.2017 tarihli ve 2014/2267 E. sayılı kararında, para alacağının mülkiyet hakkı kapsamında olduğu belirtilerek soyut yönteme dayalı olarak aşkın zararın ispat edileceği yönündeki ilke kararından sonra ispat yöntemleri konusunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasında görüş ayrılıkları çıkmıştır.
Aşkın zararı talep eden hangi yönteme dayalı olarak zararını ispat edeceğini kendisi belirler. Somut yönteme dayalı olarak zararın varlığını ispat etmek genellikle çok zordur. Soyut ispat yönteminde fiili karinelerden yararlanıldığı için ispat kolaylığı söz konusudur. Soyut zarar yönteminin uygulanmasında dikkat edilmesi gereken temel husus, borcun kaynağıdır. “Alacaklının iradesi aranmaksızın ortaya çıkan borç ilişkilerinde” soyut yöntemin uygulanması gerekmektedir. Örneğin, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan davalarda taşınmaz sahibinin iradesi aranmaksızın borç ilişkisi doğmaktadır. Kamulaştırmasız el atmadan kaynaklı tazminatın geç ödenmesi durumunda bedelin ödeninceye kadarki süreçte gerçekleşen enflasyonist etkilere taşınmaz sahibinin katlanmaması gerekir. Bu nedenle de taşınmaz malikinin aşkın zarara ilişkin iddiasını enflasyon artışı gibi fiili karinelerden yola çıkarak ispat edebilmesi mümkün olmalıdır.
“Sözleşmeden doğan borçlarda” soyut ispat yöntemi uygulanmamalıdır. Sözleşme, tarafların birbirine uygun irade beyanlarıyla kurulur. Sözleşme kurulurken taraflar, sözleşmeye konu edimi, vadeyi, sözleşmeye bağlı teminatları ve diğer birçok hususu belirleyebilirler. Her sözleşme beraberinde geç ifa riskini de taşır. Aksi durumun varlığında alacağın geç tahsiline sebep olan her borçluya karşı ayrıca aşkın zarar davası açılması durumu söz konusu olur. Bu durum ekonomik ilişkilerde belirsizliklere yol açabileceği gibi aşırı yargı yüküne de sebep olur. Oysaki, “kanun koyucunun aşkın zararı düzenlemesinin nedeni, yürürlükte bulunan temerrüt faizi oranını enflasyon oranı seviyesine çıkarmak değildir”. Sözleşmenin diğer tarafının kamu kurumu ya da bankalar gibi özel izinle kurulmuş güven kuruluşları olması halinde; sözleşmenin diğer tarafının aşkın zarar iddiasını, soyut yönteme dayalı ispat edebilmesi mümkün olmalıdır. Bu tarz sözleşmesel ilişkilerde kamu kurumu veya banka gibi bir kuruluş ile borç ilişkisi kuranın, ifanın zamanında yerine getirilmesi yönündeki haklı beklentisi korunmalıdır. “Sözleşmeden doğan para borçlarından kaynaklı olarak aşkın zararın varlığı iddia edildiğinde” somut yöntem uygulanabilir. Bu yöntem uygulanırken “durumun gereği” dikkate alınmalıdır. Bu nedenle de öncelikle sözleşmeden doğan bir “borcun vadeye bağlanması hâlinde” alacaklının üstlenmiş olduğu risk dikkate alınmalıdır. Diğer borç ilişkilerinden farklı olarak “sözleşmesel ilişkilerde” alacaklının çoğu zaman borçluyu seçme imkânı da vardır. Alacaklının borçluyu seçerken göstermiş olduğu dikkat ve özen de dikkate alınmalıdır. Ödeme güçlüğü çeken bir borçlu ile sözleşme yapan alacaklının, hayatın olağan akışı gereğince alacağını zamanında alamaması doğaldır ve dolayısıyla bu durum talep edilebilecek aşkın zarardan bir indirim sebebi olarak değerlendirilmelidir. Kanun koyucu, eBK’dan farklı olarak TBK’da temerrüt faizinin üst sınırının mevzuatta öngörülen temerrüt faizinin iki katı olabileceğini emredici olarak belirlemiştir. Yasal sınır çerçevesinde tarafların “özel temerrüt faizi belirlediği durumda”, aşkın zararın varlığından bahsedilmesi için belirlenen özel temerrüt faizini aşan zararın varlığı gerekir. Haksız fiillerden, sebepsiz zenginleşmeden ve gerçek olmayan vekâletsiz iş görmeden doğan borç ilişkilerinde, kural olarak “alacaklının iradesi aranmadığı” için soyut yönteme dayalı olarak aşkın zarar belirlenebilir. Durumun gereğince de hesaplanan aşkın zarardan ancak somut verilere dayalı olarak indirim yapılabilir.
Temerrüt faizi oranının bonoda belirtilmediği durumlarda, temerrüt faiz oranı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun Hükümleri uyarınca belirlenir ve uygulanır. Ancak, bononun ödenmemesi halinde uygulanabilecek temerrüt faizi oranı alacaklı ve borçlu arasında ve bono dışında imzalanan bir sözleşmede de belirlenmiş olabilir.
Alacaklı ile keşideci arasında faiz ödenmesi konusundaki sözleşmede belirtilen oran, ancak, söz konusu bononun nama yazılı olması ya da emre yazılı olsa bile hiç devredilmediği ve sözleşmede de ilgili bonoya vadesi ve keşide tarihi ile miktarı belirtilerek bu faiz oranının uygulanacağına ilişkin açık bir atfın bulunması halinde uygulanabilir. Dolayısıyla, söz konusu bononun devredildiği hallerde, nama yazılı olmadığı sürece illetten mücerretlik ilkesi uyarınca ya da ilgili sözleşmede bonoya açık bir atfın olmadığı durumlarda, sözleşmede belirtilen oran uygulanmaz.
Bu durumda bonoda, ayrı bir sözleşme ile atıf yapılmak suretiyle faiz anlaşması yapılmamışsa munzam zarar talebi yapılamayacaktır.
Türk Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu’na göre faiz ödenmesi gereken hallerde faiz oranı sözleşme ile tespit edilmemişse 3095 sayılı Kanun hükümleri uygulanır. Faiz oranı belirlenirken borçlunun zayıf durumda olma ihtimâli de dikkate alınarak menfaatlerinin korunması gerekir. Bu nedenle Türk Borçlar Kanunu’nda sözleşmesel faiz oranı için de temerrüt faizi için de sınırlama getirilmiştir. Sözleşmesel faiz oranı, yürürlükte olan mevzuat hükümlerinde düzenlenen faiz oranının yüzde ellisinden fazla olamaz (TBK md 88/f.2). Taraflar sözleşmede sözleşmesel faiz oranını belirlemiş fakat temerrüt faiz oranını belirlememiş olabilirler. Bu durumda, kararlaştırılan faiz oranı yürürlükteki temerrüt faizinden yüksekse temerrüt halinde sözleşmesel faiz uygulanır. Aksi halde 3095 sayılı Kanun’da düzenlenen temerrüt faiz oranı uygulanır (TBK md 120/f.son)[51].
KAYNAKÇA
- Mahmut Akdoğan, Vade Farkı ve Uygulaması, Adalet yayınevi, Ankara 2008, s.3
- Ali Bozer/ Celal Göle, Kıymetli evrak Hukuku, 10. Baskı, Sözkesen Matbaacılık Tic Ltd Şti, Ankara 2021, s.200-201
- Tamer Bozkurt, Kıymetli evrak Hukuku, 3. Baskı, Yetkin yayınevi, Ankara 2022, s.190
- Sıtkı Akyazan, Son İçtihatlarla Gerekçeli Notlu Türk Ticaret Kanunu ve İlgili Mevzuat, Ankara 1971, s.368
- Reha Poroy/Ünal Tekinalp, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 24. Baskı, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2021, s.149
- Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınevi, 24. Baskı, Ankara, 2019, s. N. 3434 vd.
- Selahattin Sulhi Tekinay, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Filiz Kitabevi, 7. Baskı, İstanbul, 1993, s. 920 vd.
- Kemal Oğuzman – M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. 1, Vedat Kitapçılık, 18. Baskı, İstanbul, 2020, N. 1575 vd.
- Halûk Nami Nomer, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayıncılık, 16. Baskı, İstanbul, 2018, s. 377 vd.; O. Gökhan Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. V/1,3, Seçkin Yayınevi, 2. Baskı, Ankara, 2019, N. 2550 vd.
- Şahin Akıncı, Borçlar Hukuku Bilgisi Genel Hükümler, Sayram Yayıncılık, 12. Baskı, Konya, 2021, s. 315 vd.
- Safa Reisoğlu, Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayıncılık, 23. Baskı, İstanbul, 2012, s. 371-372.
- Mustafa Alper Gümüş, Borçlar Hukukunun Genel Hükümleri, Yetkin Yayınevi, Ankara, 2021, s. 922 vd.
- Tolunay Ozanemre Yayla, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Baskı, Ankara, 2021, s. 372 vd.
- Vedat Buz, “Karşılaştırmalı Hukukta Munzam Zararın İspatı”, Yargıtay Dergisi, 1998, C. 24, S. 3, s. 374
- Hasan Ayrancı, Türk Borçlar Hukukunda Munzam Zarar, Yetkin Yayınları, Ankara 2006, s.116,
- Selâhattin Sulhi Tekinay /Servet Akman/Hâluk Burcuoğlu /Atilla Altop; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul 1993, s.941.
- Kemal Oğuzman/Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.I, 14. Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2016, s.386
- Hüseyin Altaş, “Munzam Zararda İspat Sorunu”, AÜHFD, 50(1), 2001, s.121;
- Akar Öçal, “Munzam Zarar”, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Dergisi, Ocak 1967, 3(1), s.148
- Özgür Duman, “Enflasyon Karşısında Para Alacaklarının Korunması ve Mülkiyet, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi”, 2018, (12), s.408-409
- Aslan Kaya, “Adi ve Ticari İşlerde Faiz”, İÜHFM, 54(1-4), 1994, s.347-366, s.349;
- Erol Zeytinoğlu: “Para Borçlarında Temerrüt Hallerinde Munzam Zarar”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (8), Güz 2005/2 s.253-263, s.262.
- Gökhan Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, V(1,3), Seçkin Yayınevi, 2.Baskı, Ankara 2019, s.530
- Nami Barlas, Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Bu Temerrüt Açısından Düzenlenen Sonuçlar, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş, İstanbul 1992, s.210,
- Mehmet Helvacı, Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz Kavramı, Beta Yayınevi, İstanbul 2000, s.88; Ahmet M. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2019, s.911,
- Yeşim M.Atamaner/Kerem Cem Sanlı, “Borçlar Kanunu’ndaki Faiz Serbestisini Sınırlayan Hükümlerin Uygulama Alanı: Hukuk, Ekonomi ve Davranışsal Ekonomi Perspektifinden Bir İnceleme”, YD, 42(3), Temmuz 2016, s.397-460.
- Murat Aydoğdu, “6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda Faiz ile İlgili Düzenlemeler”, DEÜHF, 12(1), 2020, s.85-136.
- İhsan Erdoğan, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gazi Kitabevi, 4.Baskı, Ankara 2019.
- Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 19.Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara 2015.
- Mehmet Helvacı, Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz Kavramı, Beta Yayınevi, İstanbul 2000.
- Aslan Kaya, “Adi ve Ticari İşlerde Faiz”, İÜHFM, 54(1-4), 1994, s.347-366.
- Ahmet M Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2019.
- Haluk Nomer, “Para Borcu Kavramı ve Para Borçlarının BK md 115/I Anlamında Aynı Cinsten Kabul Edilip Birbirleriyle Takas Edilebilirliği Problemi”, İÜHFM, LVII(1-2), 1999, s.241- 264.
- Rona Serozan, “Para Alım Gücünün Düşmesine Bağlı Kayıpların Karşılanmasında Eşitsizlikler”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.20, 1996, s.41-48.
- Erol Zeytinoğlu, “Para Borçlarında Temerrüt Hallerinde Munzam Zarar”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (8), Güz 2005/2 s.253-263.
- Kürşad Yağcı, “Anapara Faizi ve Temerrüt Faizine Üst Sınır Getiren TBK M.88 ve TBK M.120 Hükümlerinin Ticari Faizler (TTK M.8 ve TTK.M.9 Bakımından Uygulanabilirliği”, İÜHFM, 71(2), 2013, s.421-437.
- Nihat Yavuz, Borçlar Hukuku, Adalet Yayınevi, Ankara 2018.
- Sami Karahan/Zekeriyya Arı/Hayri Bozgeyik/Tahir Saraç/Mücahit Ünal, Kıymetli Evrak Hukuku, Mimoza yayınları, Konya 2013, s.294
- Abuzer Kendigelen/İsmail Kırca, Kıymetli evrak Hukuku, Onikilevha yayınları, İstanbul 2019, s. 161
- Fırat Öztan, Kıymetli evrak Hukuku, 2.baskı, Ankara 1997,s.750;
- Hikmet Sami Türk, Kambiyo Senetlerinde Temerrüt Faizi, Batıder Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu XI, Ankara 1994,s.217;
- Hayri Bozgeyik, Poliçede Müracaat Hakkı, Ankara 2003, s.54
- Yıldırım Keser, Aşkın Zararın İspatı (Proof Of Excessıve Damage), Inonu University Law Review – InULR 11(2): 484-495 (2020),s.486
[1] Mahmut Akdoğan, Vade Farkı ve Uygulaması, Adalet yayınevi, Ankara 2008, s.3
[2] Ali Bozer/ Celal Göle, Kıymetli evrak Hukuku, 10. Baskı, Sözkesen Matbaacılık Tic Ltd Şti, Ankara
2021, s. 200-201
[3] Yargıtay 12.Hukuk Dairesi Esas: 2013/7907 Karar: 2013/17820 Karar Tarihi: 09.05.2013; Alacaklı
tarafından üç adet bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibine başlandığı, örnek 10 numaralı ödeme emri tebliği üzerine borçlunun diğer itirazlarının yanında takipte istenen işlemiş faize ve işleyecek aylık yüzde on akdi faiz oranına da itiraz ettiği anlaşılmıştır. Mahkemece borçlunun faize yönelik itirazı hakkında kanun maddesinde öngörülen avans faiz oranları esas alınarak, gerektiğinde bilirkişi incelemesi de yaptırılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, akdi faiz oranına itibar edilerek hüküm tesisi isabetsizdir.
[4] Tamer Bozkurt, Kıymetli evrak Hukuku, 3. Baskı, Yetkin yayınevi, Ankara 2022, s.190
[5] Reha Poroy/Ünal Tekinalp, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 24. Baskı, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2021,
s.149
[6] Sıtkı Akyazan, Son İçtihatlarla Gerekçeli Notlu Türk Ticaret Kanunu ve İlgili Mevzuat, Ankara 1971,
s.368
[7] Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 2019/1 K. 2019/8 T. 25.12.2019; Zamanaşımına uğrayan
ve bu nedenle kambiyo senedi vasfını kaybederek ( yazılı ) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihi; temel ilişkiye dayanılarak yapılan bir takip veya açılan bir davada temerrüde esas alınamayacaktır.
[8] Sami Karahan/Zekeriyya Arı/Hayri Bozgeyik/Tahir Saraç/Mücahit Ünal, Kıymetli Evrak Hukuku,
Mimoza yayınları, Konya 2013, s.294
[9] Ali Bozer/Celal Göle: Kıymetli Evrak Hukuku. Ankara. 2017. s. 170
[10] Abuzer Kendigelen/İsmail Kırca, Kıymetli evrak Hukuku, Onikilevha yayınları, İstnabul 2019, s. 161
[11] Kendigelen/ Kırca, s. 158
[12] Kendigelen/Kırca, s. 168
[13] Bozer/Göle, s. 199
[14] M. Kemal Oğuzman / Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C, I. İstanbul. 2017. s. 462.
[15] Oğuzman/Öz. s. 461
[16] Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınevi, 24. Baskı, Ankara, 2019, s.1124.
[17] Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınevi, 24. Baskı, Ankara, 2019, s.1125.
[18] Reha Poroy/Ünal Tekinalp, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, s.195;Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku,
2.baskı,Ankara 1997,s.750; Hikmet Sami Türk, Kambiyo Senetlerinde Temerrüt Faizi, Batıder Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu XI, Ankara 1994,s.217; Hayri Bozgeyik, Poliçede Müracaat Hakkı, Ankara 2003,s.54
[19] Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, ,s.194; Hayri Bozgeyik, Poliçede Müracaat Hakkı,s.55
[20] Borçlunun temerrüdünün sonuçları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel
Hükümler, Yetkin Yayınevi, 24. Baskı, Ankara, 2019, s. N. 3434 vd.; Selahattin Sulhi Tekinay vd., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Filiz Kitabevi, 7. Baskı, İstanbul, 1993, s. 920 vd.; M. Kemal Oğuzman – M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. 1, Vedat Kitapçılık, 18. Baskı, İstanbul, 2020, N. 1575 vd; Halûk Nami Nomer, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayıncılık, 16. Baskı, İstanbul, 2018, s. 377 vd.; O. Gökhan Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. V/1,3, Seçkin Yayınevi, 2. Baskı, Ankara, 2019, N. 2550 vd.; Şahin
Akıncı, Borçlar Hukuku Bilgisi Genel Hükümler, Sayram Yayıncılık, 12. Baskı, Konya, 2021, s. 315 vd.; Safa Reisoğlu, Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayıncılık, 23. Baskı, İstanbul, 2012, s. 371-372; Mustafa Alper Gümüş, Borçlar Hukukunun Genel Hükümleri, Yetkin Yayınevi, Ankara, 2021, s. 922 vd.; Tolunay Ozanemre Yayla, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Baskı, Ankara, 2021, s. 372 vd.
[21] Tekinay vd., 1993, s. 943; Vedat Buz, “Karşılaştırmalı Hukukta Munzam Zararın İspatı”, Yargıtay
Dergisi, 1998, C. 24, S. 3, s. 374.
[22] Hasan Ayrancı, Türk Borçlar Hukukunda Munzam Zarar, Yetkin Yayınları, Ankara 2006, s.116, Selâhattin
Sulhi Tekinay /Servet Akman/Hâluk Burcuoğlu /Atilla Altop; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul 1993, s.941.
[23] M.Kemal Oğuzman/Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.I, 14. Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul
2016, s.386
[24] Yargıtay HGK, E. 2007/11-668, K. 2007/798, T.31.10.2007. (www.yargitay.gov.tr, ET:02.01.2020). “Bu
konuda kanıtlanması gereken, muayyen paranın gününde ödenmemesinden doğan zarardır. Diğer bir deyimle alacaklı davacı, fiilen uğradığı zararın ne olduğunu ve miktarını kanıtlamak durumundadır. Doğaldır ki bu zarar, paranın zamanında ödenmemesinden dolayı mahrum kalınan “muhtemel kâr” ya da “farz edilen gelir” değildir. Bu zarar, davacının öz varlığından, ekonomik ve sosyal faaliyetlerinden, toplum içerisindeki statüsünden, başına gelen olaylardan kaynaklanan, somut olgular nedeniyle uğramış olduğu fiili zarardır”
[25] Kılıçoğlu, s.894. Yazara göre, aşkın zararın hukukî niteliği her somut olayın özelliğine göre
belirlenmelidir. Müsbet zarar da olabilir menfi zararda olabilir
[26] Yargıtay 11. HD, E. 2018/1512, K. 2019/3201, T. 29.04.2019 (www.yargitay.gov.tr, ET. 15.03.2020).
“Munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (TBK md. 122), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur”
[27] Hüseyin Altaş, “Munzam Zararda İspat Sorunu”, AÜHFD, 50(1), 2001, s.121; Akar Öçal : “Munzam
Zarar”, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Dergisi, Ocak 1967, 3(1), s.148, Yargıtay 15. HD., E. 2014/6172, K. 2015/3745, T. 29.06.2015 (www.yargitay.gov.tr, ET: 01.02.2020)
[28] Kılıçoğlu, s.897.
[29] Yargıtay 11. HD., E. 2012/5385, K. 2013/5377, T. 19.03.2013, (www.yargitay.gov.tr, ET. 15.03.2020).
[30] Yargıtay 11. HD., E. 2012/5385, K. 2013/5377, T. 19.03.2013, (www.yargitay.gov.tr, ET. 15.03.2020).
[31] Altaş, s.121, Ayrancı, s.121; Özgür Duman, “Enflasyon Karşısında Para Alacaklarının Korunması ve
Mülkiyet, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi”, 2018, (12), s.408-409, Erdoğan, s.240, Kılıçoğlu, s.893.
[32] Eren, s.1108, Oğuzman/Öz, s.500, Yavuz, s.461.
[33] Serozan, s.45. Yazar, iki yöntemin ayrımını şu şekilde yapmaktadır: “Küçükler, paralarını genelde elde
tuttukları veya harcadıkları için somut zararlarını inandırıcı kılabilme yolunda terlerken, büyükler tipikleştirilmiş soyut ve nesnel zarar hesabının kolaylıklarında serinler”.
[34] Altaş, s.124.
[35] Altaş, s.123, Aslan Kaya, “Adi ve Ticari İşlerde Faiz”, İÜHFM, 54(1-4), 1994, s.347-366, s.349; Erol
Zeytinoğlu: “Para Borçlarında Temerrüt Hallerinde Munzam Zarar”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, (8), Güz 2005/2 s.253-263, s.262.
[36] Gökhan Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, V(1,3), Seçkin Yayınevi, 2.Baskı, Ankara 2019,
s.530, Nami Barlas, Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Bu Temerrüt Açısından Düzenlenen Sonuçlar, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş, İstanbul 1992, s.210, Mehmet Helvacı, Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz Kavramı, Beta Yayınevi, İstanbul 2000, s.88; Ahmet M. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2019., s.911; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, s.943-944, Yavuz, s.461.
[37] Ayrancı, s.144.
[38] Buz, s.404.
[39] Ayrancı, S.144
[40] Altaş, s.128.
[41] Yargıtay HGK, E. 2011/18-730 E, K. 2012/373, T. 13.06.2012. (www.yargitay.gov.tr, ET:18.01.2020).
[42] Antalya, s.530.
[43] AYM Abdulhalim Bozboğa, B. No:2013/6880, 23/03/2016
[44] Yargıtay 13. HD., E. 2016/10665, K. 2019/6982, T. 30.05.2019. (www.yargitay.gov.tr, E.T 01.04.2020).
“Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular BK’nın 105. (TBK. 122.) maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez”.
[45] Yargıtay 5. HD., E. 2017/17121, K. 2019/604 ,T. 21/01/2019. (www.yargitay.gov.tr, E.T 01.04.2020).”
Kanun koyucu para borcunun geç ödenmesi ya da ödenmemesi halinde bir zararın mevcut olduğunu kural
Olarak benimsemiştir. Diğer bir deyişle temerrüt faizi miktarınca alacaklının zarara uğradığı yasal bir
karine olarak kabul edilmiştir. Bunun dışında davacının herhangi karineden istifade etme olanağı yasal olarak mevcut değildir.
Davacı; para alacağını zamanında tahsil etmesi halinde ne şekilde kullanacağını, paranın zamanında verilmemesi nedeniyle faiz dışında ne gibi maddi zararlarının oluştuğunu; somut delilerle ispat edemediğinden munzam zarar istemine ilişkin davanın reddi yerine yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi..”
[46] Yargıtay 19. HD., E. 2018/1690, K. 2019/2185, T. 02.04.2019, (www.yargitay.gov.tr, E.T. 01.04.2020).
“Mücerret enflasyon, döviz kurlarındaki yükselme veya bankaların uyguladığı faiz oranlarındaki artışlar
tek başına munzam zararın gerçekleştiği veya kanıtlandığı anlamına gelmez. Alacaklının kanıtlaması gereken husus yukarıda açıklanan genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Mahkemece, açıklanan hususlar gözetilmeden eksik inceleme ile düzenlenen bilirkişi raporuna göre karar verilmesi doğru olmamıştır”.
[47] Yargıtay 4. HD., E. 2017/154, K. 2019/5415, T. 20/11/2019. (www.yargitay.gov.tr, E.T 01.04.2020). “Bu
nedenle denkleştirici adalet ilkesi gereğince güncelleme yapılırken, satış bedeli olarak verilen paranın dava tarihi itibariyle enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamaları alınmak sureti ile uygulama sonucu ulaşacağı alım gücü, belirtilen ilke ve esaslar dikkate alınarak bu konu da uzman bilirkişi veya kurulundan Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak belirlenmeli ve bu yolla belirlenecek miktara hükmedilmelidir.” şeklinde belirlemelere yer verilmiştir”
[48] Y. 11. HD., E. 2018/193, K. 2019/4929, T. 27.06.2019. (www.yargitay.gov.tr, ET: 01.04.2020). “ Munzam
zararın tespit edilebilmesi için dava konusu senedin vade tarihinden, icra takibine konu alacağın temlik edildiği 07.06.2012 tarihine kadar geçen süre içerisinde her yıl itibarı ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik listeleri davacıdan istenmek, gerektiğinde bunları ilgili resmi kurum veya kuruluşlardan araştırmak, bu sahada uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılmak suretiyle bu süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücü azalması nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarının yukarıda değinilen unsurların toplanıp, ortalamaları bulunarak belirlenmek ve istenilen alacağın temel hukuki yapısı nedeniyle bir tazminat alacağı niteliğinde olduğundan ve bu zararın oluşmasında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal ortamın da etkili bulunduğu ve bundan ülkede yaşamını sürdüren gerçek veya tüzel kişilerin etkilenmemesinin kaçınılamaz olduğu ve nihayet her somut olayın özelliği de dikkate alınarak, bulunacak miktarın TBK’nun 51 ve 52. (mülga BK’nun 42 ve 43.) maddeleri çerçevesinde değerlendirmeye de tabi tutularak belirlenmesi ve bundan sonra bulunan bu zarar miktarından asıl alacak tahsil edilirken alınan temerrüt faizi miktarı düşülerek hasıl olacak sonuç çerçevesinde davacı …’nin munzam zararının olup olmadığı ve miktarı tayin ve tespit edilmesi gerektiğinden…”
[49] Yargıtay 15. HD., E. 2018/1494, K . 2019/932, T. 04.03.2019, (www.yargitay.gov.tr, ET:01.04.2020).
“Öncelikle munzam zarar talep edilen alacakla ilgili temerrüt tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süredeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, banka vadeli mevzuat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgilerinin resmi kurumlardan sorulup tespit edildikten sonra, yeniden oluşturulacak munzam zarar hesabı konusunda uzman bilirkişi kurulundan, tahsiline karar verilen davacılar alacağının temerrüt tarihinde bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması ve değerlendirilmesi halinde tahsil tarihlerinde asıl alacakla birlikte getirisinin ulaşabileceği miktar ile tahsiline hükmedilen asıl alacak ve bu alacak için temerrüt tarihinden tahsil tarihlerine kadar davacıların tahsil edebilecekleri ve tahsil ettikleri faiz miktarı ve toplam miktar ve bu şekilde bulunacak toplam miktarlar arasındaki fark konusunda gerekçeli, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp değerlendirilerek faizle karşılanamayan zarar konusunda sonucuna uygun bir karar verilmesi yerine eksik inceleme ile davanın reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur”.
[50] Buz, s.406.
[51] Yıldırım Keser, Aşkın Zararın İspatı (Proof Of Excessıve Damage), Inonu University Law Review –
InULR 11(2): 484-495 (2020),s.486




