Muris Muvazaasının İleri Sürülmesi

Şahin hukuk blog

MURİS MUVAZAASININ İLERİ SÜRÜLMESİ

 

                                                                                               Av.Hüseyin Şahin

                                                                                                       05/08/2022

I.GENEL OLARAK

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı işlemin iptalini isteme hakkının mirasçılara tanınması, karşılıklılık ilkesinin bir gereğidir. Miras bırakanın nasıl ki saklı pay dışındaki mallarını kanuna uygun biçimde devretme hakkı varsa, mirasçının da miras bırakanın kanuna aykırı biçimde düzenlediği ve kendisini miras hakkından yoksun bırakan hukuki tasarruflarına karşı koyma, yapılan temlik ve tescilin iptalini isteme hakkı vardır[1].

Muris muvazaasına dayalı iptal ve tescil davasını, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar, başka bir anlatımla dava açmakta hukuki yararı bulunan tüm mirasçılar açabilir[2].

Dava açan mirasçının muvazaalı temlik tarihinde mirasçı olması gerekmez. Muvazaalı temlikin yapıldığı tarihte mirasçı olmayıp da miras bırakanın ölümü tarihinde mirasçılık sıfatını iktisap eden kişinin, başka bir mirasçının açtığı muvazaaya dayalı iptal ve tescil davasından yararlanıp muvazaanın ispatı ve taşınmazın terekeye döndürülmesi halinde terekeden pay alması doğaldır ve herkesçe kabul edilmektedir. Aynı şekilde, bir önceki miras bırakanın (kök miras bırakanın) yaptığı muvazaalı temlik hakkında mirasçılardan biri (ana miras bırakan) dava açmasa bile, ölümü ile onun mirasçılarının dava açma haklarının bulunduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü icazetle, belirli bir sürenin geçmesi ile veya belirli tarihte dava açılmaması ile muvazaalı sözleşme geçerli hale gelmez. Bu kuralın doğal sonucu olarak, ara miras bırakan sağlığında dava açmasa dahi dava açma hakkından vazgeçmiş sayılamayacağından, onun hakkı halefiyet kuralı ile mirasçılarına geçer. Mirasçısı da miras hakkına engel olan ve kök miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğini ve bu sözleşmeye dayanan tapu iptalini isteyebilir[3].

Ara mirasçının, kök miras bırakan ile ara miras bırakanın ölümlerinden sonra, kök miras bırakandan doğrudan, kök miras bırakandan ana miras bırakana ondan da kendilerine kalması gereken her iki pay hakkında birlikte muris muvazaası nedeniyle dava açabileceği ortak bir görüş olarak kabul edilmektedir. İşte böyle bir dava sonunda, sadece kök miras bırakandan doğrudan mirasçıya kalacak pay hakkında iptal ve tescile karar verilmiş, ana miras bırakandan kalan pay hakkında bir karar verilmemişse, bu kesin hükmün mirasçıyı bağlayacağından söz edilebilir[4].

Kural olarak, mülkiyet hakkının kullanılması süreye bağlı değildir. Bu kuralın doğan sonucu olarak, kanunlarda yer verilen istisna tutulan durumlar dışında, mülkiyet hakkına dayanılarak açılan davalar da herhangi bir süreye tabi tutulmamışlardır. Mülkiyet hakkının kullanımı ve hakka etki eden durumlara karşı süreye bağlı olmaksızın her zaman dava açılabilir veya davaya karşı savunma ve itirazlar ileri sürülebilir.

Hukukumuzda taşınmazlara ilişkin mülkiyet hakkına dayanılarak açılan davalar kural olarak zamanaşımı veya hak düşürücü süreye bağlı tutulmamıştır…Genellikle mülkiyet hakkına dayanan davaların taşınmazlar yönünden süreye tabi tutulması, mülkiyet hukukunun temel kurallarına aykırı bulunmakla…”[5]

Muvazaalı işlemin geçersizliğini tespit ve iptalini ileri sürme ve dava açılması bakımından gerek Yargıtay emsal içtihatlarında ve gerekse TBK’nda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Genel kabule göre muvazaalı işlemin tarafları ve üçüncü kişiler, sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğini herhangi bir süreye bağlı olmadan her zaman ileri sürebilirler ve dava açabilirler.

Muvazaalı işlemi yapanlardan her biri de, muvazaa nedeniyle diğer tarafa ve üçüncü kişilere karşı, işlemin geçersizliğini ve iptalini ileri sürebilirler. “.. kendisinin de bir muvazaası söz konusudur ve kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez.”[6] İlkesini de göz önünde tutmak gerekir. Muvazaalı işlemin yapıldığı andan itibaren hükümsüz olması durumuna karşılık muvazaalı işlemin hükümsüzlüğü alacak ve mülkiyet hakkını iyiniyetli olarak kazanan üçüncü kişilerin korunması hakkında kanuna ve uygulamaya yollama yapılarak belirleme yapılmıştır[7].

Yargıtay yerleşik uygulamasıyla ortaya konulduğu üzere, muvazaa iddiası gerek dava gerekse def’i yolu ile ileri sürülebilir.

“Tenkis davaları ile muvazaaya dayalı, iptal davaları ileri sürülüş biçimleri, hukuksal esaslar, kapsamları ve nihayet başta tenkis davası açan kişinin tasarrufun geçerli bulunduğunu zımnen benimsendiği düşüncesi akla gelebilirse de, kendi yararına bir hukuki sonuç elde etmek isteyen ve kapsamları farklı hukuki sonuçlar doğurabilecek birden fazla dava açma durumunda bulunan bir kimse bu davalardan birini diğerine tercihan açmaya zorlanamayacağı gibi, yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultusunda hareket etme gereği karşısında bu davalardan birini açmakla, açık bir irade beyanı olmadan diğerinden feragat edildiğinin kabulü de uygun bulunmamıştır. Miras bırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçılar, tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açtıktan sonra ayrı bir dilekçe ile borçlar kanununun 18. Maddesine dayalı muvazaa nedeniyle iptal tescil davası da açabilirler.”[8]

Muvazaalı sözleşme, muvazaa nedeniyle hükümsüzdür. Hukuken geçerli sonuç doğurmaz. Bu sonuçlar Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1953/8 K. 1953/7 T. 7.10.1953[9] ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1974/1 K. 1974/2 T. 1.4.1974[10] kararlarda değerlendirilmiştir.

Hükümsüzlüğün doğal sonucu, muvazaanın geçersizliğini ileri sürme herhangi bir süreyle sınırlı değildir. Muvazaalı işlem, muvazaa nedeninin ortadan kalkması ya da bir zamanın geçmesi ile görünürdeki batıl işlem geçerli hale gelmez. Aslında muris muvazaasının terekeye karşı yapılan haksız fiil niteliğini taşıması, muvazaa iddiasına dayalı dava herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi olmaksızın her zaman dava açılabileceği kabul edilmektedir[11].

Saklı payı muvazaalı olarak çiğnene mirasçı 01/04/1974 tarih ½ sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararında da vurgulandığı üzere miras bırakanın külli halefi / ardılı olarak değil, miras hakkının çiğnenmesinden dolayı zarara uğrayan kişi olarak ve kendi miras hakkına dayanarak dava açmaktadır.

Muvazaanın ileri sürülmesi, hükümsüzlüğünün tespiti ve iptali için açılacak davanın tabi olacağı süre bakımından hukuk sistemimizde normatif bir hüküm bulunmamaktadır. 01/04/1974 tarih ½ sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararına yollama yapılarak muvazaa iddiasının süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği kabul edilmekte ise de, kararın gerekçe ve sonuç bölümünde süreye ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır.

Esasen bu karar muvazaalı işlem ile hakkı çiğnenen kişinin muvazaalı işleme karşı dava açma hakkının bulunup bulunmadığı sorunu ile ilgilidir. Ancak muvazaalı işlem bu nedenle hükümsüz olduğundan, geçersiz işlemin hükümsüzlüğünün tespiti veya tapu iptal ve tescil davalarının herhangi bir süreye tabi olmadığı kabul edilmektedir[12].

  1. Üçüncü Kişilerin Dava Hakları

Muvazaalı işlemin tarafları yanında, üçüncü kişiler de muvazaalı işlemin geçersizliğini ve iptalini isteyebilirler. Üçüncü kişiler, muris muvazaasında mirasçılar, muvazaa nedeniyle işlemin geçersizliğini ve iptalini ileri sürebilirler. Hükümsüzlük herkese karşı ileri sürülebilir.

 

Muris muvazaasında, mirasçıların dava hakkının doğumu bakımından miras bırakanın doğumu bakımından miras bırakanın ölüm tarihi önem arzeder. Murisin açması gereken muris muvazaası davasını mirasçılarının açma hakkı mirasçın geçiş anında başlar. Davanın geç açılması, uzun süre sonra dava açma hakkı olanın mirasçılarının dava açması kötü niyet unsuru olarak değerlendirilemez.

 

Uygulamada, mirasçılar arasında görülen davaların süreye bağlı olup olmadıkları konusunda duraksama yaşanmaktadır. Hak düşürücü süreyi öngören, 3402 sayılı Kadastro kanunu 12/3 maddesinde, tespitten önceki sebebe yer verilmiş, ayrıca dayanılan sebebin türü veya ileri sürenler bakımından herhangi bir ayrım yapılmamıştır. Süreye ilişkin bu hüküm karşısında, tespitten önceki sebebe dayanılması koşuluyla, mirasçılar arasında geçen kesinleşmiş kadastroya ilişkin davalar hak düşürücü süreye tabidir.

 

  1. Muris muvazaası davasında sonradan hak sahibi mirasçıların durumu:

Yargıtay İBGK tarafından verilen 1.4.1974 tarihli karar, konusu ve sonuç bölümü itibariyle, murisin kendi üzerindeki tapulu taşınmazlar yönünden yaptığı temliki işlemler için bağlayıcıdır. Bazı durumlarda, muris tarafından, bedeli ödenerek “gizli bağış” şeklinde gerçekleştirilen işlemler hakkında anılan Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararının doğrudan bağlayıcı olma niteliği yoktur. Bunun yanı sıra, karara yorum yoluyla da gizli bağış iddialarına yönelik olarak uygulama olanağı sağlanamayacağı Hukuk Genel Kurulu`nun 30.12.1992 tarih 586-782 ve 21.9.1994 tarih 1994/1-248 sayılı kararında[13] belirtilmiştir.

“Miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin muvazaalı olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun olduğunu ileri sürerek dava açabilirler. Oysa somut olayda, mirasbırakanın parasını ödeyerek üçüncü şahıstan 1971`de aldığı taşınmazın sicilini davalı oğlu adına oluşturduğu ileri sürülmüştür. Bu ileri sürüşe göre; tapudaki temlikte üçüncü şahıs durumundaki murisi yorum yoluyla taraf durumuna getirmek suretiyle 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararının uygulama yerinin bulunmadığının kabulü icap eder”[14].

“Mirastan mal kaçırma” hukuki bir terim değildir. Bu ifadeyle anlatılmak istenen olgu, “muris muvazaası” (yani murisin ölmeden önce belirli bir taşınmazını tapuda satış göstermek suretiyle ve fakat bedelsiz olarak müstakbel mirasçılarından bir tanesine veya mirasçı dahi olmayan üçüncü bir kişiye devretmesi) durumudur. Peki, muris muvazaası mağduru olan, diğer bir deyişle normal şartlarda kendisine intikal edecek olan miras payı adeta gasp edilen bir mirasçı hangi hukuki yollara başvurabilir? Bu sorunun cevabı Yargıtay’ın 01.04.1974 tarihli içtihadı birleştirme kararında verilmiştir.

Zincirleme hak geçişine bir başka açıdan baktığımızda ortaya çıkan durumun genel muris muvazaasından farkı yoktur.

Çözümlenmesi gereken husus; önceki davada davalı üzerindeki kaydın iptal edilerek terekeye döndürülmesi imkanı varken böyle bir istekte bulunulmayıp pay oranında dava açılması ve iptal-tescil kararı alınması, ayrıca eş sağken böylesi bir davayı açmaması karşısında onun ölümüyle kendisine isabet edecek muvazaalı pay yönünden mirasçılarının böyle bir istekte bulunup bulunamayacaklarının tayin ve tespitinden ibarettir.

Bilindiği üzere muvazaalı işlem geçersiz olup, hiçbir hüküm ve sonuç doğurmaz. Ayrıca belirli bir sürenin geçmesiyle veya tarafların olurları ile geçerli hale gelemez. Bu itibarla, muvazaa nedenine dayanılarak, her zaman dava açılabilir. Açılan dava sonunda verilen karar yenilik doğurucu değil, açıklayıcı bir karar olduğundan geçmişe etkili hüküm ve sonuç doğurur.

Değinilen bu ilkelere göre miras bırakanın muvazaalı temliki sonucu davalıya intikal eden çekişmeli taşınmazdaki annenin payı şeklen davalı adına kayıtlı olmasına karşın aslında annenin mal varlığı içerisindedir. Annenin sağlığında dava açmamış olması, hakkından feragat anlamına gelmeyeceği gibi, muvazaalı işlemede geçerlilik sağlamaz. Yargıtay’ın Yerleşmiş İçtihatlarına göre hakkı çiğnenen tüm mirasçılar, TBK 19. maddesine dayanarak pay oranında iptal ve tescil davası açabilecekleri gibi taşınmazın terekeye döndürülmesini de isteyebilirler. Bunlardan birinin tercihi ötekine göre kişinin haklarında bir azalma veya çoğalma yaratmaz. Aksinin kabulü yukarıda açıklanan ilkelere ters düşer[15].

“Bir önceki miras bırakanın (kök miras bırakanın) yaptığı muvazaalı temlik hakkında mirasçılardan biri (ara miras bırakan) dava açmasa bile, ölümü ile onun mirasçılarının dava açmak hakları mevcuttur. Zira icazetle veya belirli bir süre geçtiği halde dava açılmaması ile muvazaalı sözleşme geçerli hale gelmez. Kaldı ki Türk Medeni Kanunu’nun 528. maddesi uyarınca düzenlenmiş mirastan feragate dair bir belgenin varlığı gereklidir.  Dede, sağlığında dava açmasa dahi dava hakkından vazgeçmiş sayılamayacağından, onun hakkı halefiyle kuralı ile mirasçısına geçer, mirasçıda miras hakkına engel olan kök miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğini ve bu sözleşmeye dayanan tapunun iptalini isteyebilir. “[16]

  1. Murisin Gerçek İradesinin tespiti:

Yargıtay kararlarıyla oluşan görüşe göre, miras bırakanın işleminin muris muvazaası olarak nitelendirilebilmesi için asıl ve gerçek niyetin araştırılması gerektiğini belirtmektedir. Muris muvazaasından bahsedilebilmesi için mutlaka mirasçılardan mal kaçırma amacının tespit edilmesini gerekli görmektedir.

“Muris muvazaası hukuksal nedeninin yasal dayanağını oluşturan 6098 sayılı TBK’nun 19. maddesi ve 01.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının ancak murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmayı amaçladığında uygulanabileceği açıktır.[17]

Mahkemelerin bu konuda araştırma yaparken neleri göz önünde bulundurması gerektiği yine Yargıtay tarafından şöyle sıralanmıştır;[18]

  • devralan tarafın alım gücü olup olmadığı,
  • malın tapuda gösterilen satış bedeli ile gerçek değeri arasındaki fark,
  • mirasbırakanın devir için haklı bir nedeni olup olmadığı,
  • kazandırmanın denkleştirme amacı taşıyıp taşımadığı
  • taraflarla mirasbırakan arasındaki ilişkiler,
  • ülkenin gelenek ve görenekleri,
  • toplumsal eğilimler,
  • yörenin gelenek ve görenekleri,
  • olayların olağan akışı.
  1. Muris Muvazaasının İspatı

TMK m 6 hükmünde; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” Şeklindeki düzenleme ispat şekline ilişkin kuralın HMK m 190 maddesinde buna uygun düzenlemeyi içermektedir.

Yargıtay 1. Hukuk dairesi E. 2021/8241 K. 2022/860 T. 8.2.2022 ilamında bu duruma uygun içtihat oluşturulmuştur.

“…davacının muvazaa iddiasını TMK’nın 6. ve HMK’nın 190. maddesi gereğince ispat edemediği anlaşılmaktadır…”

Bu hüküm ve içtihatlarda ifadesini bulan genel kural uyarınca, davada her bir taraf iddiasını veya savunmasını dayandırdığı olguları kanıtlamak durumundadır. Ancak kanundaki özel düzenlemeler saklıdır.

İspat yükünün hangi tarafa düştüğü konusunda, kanunda açık bir hüküm varsa, önce ona bakılır. Açık bir hüküm yoksa, sözü edilen TMK m 6 ve HMK m 190/1 hükümleri gereği ispat yükümü yerine getirilir.

Davada ispat yükünün hangi tarafa düştüğü konusunda uyuşmazlık çıktığında, hakim ileri sürülen olguları göz önünde tutarak ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü belirler ve taraflara tebliğ eder[19].

Muvazaaya ilişkin uyuşmazlıklarda taraflardan her biri veya üçüncü kişi, muvazaalı işlemin hükümsüzlüğünü bağımsız bir dava ile veya açılmış bir davada itiraz şeklinde ileri sürmeleri halinde davacı veya itirazda bulunan kişi iddiasını ispatlamak zorundadır.

Muvazaa iddiasının ispatı ve ispat şekli 01.04.1974 tarih ½ sayılı İBGK kararı ile düzenlenen içtihatın kapsamı dışındadır. Bu içtihadı birleştirme kararının gerekçesinde açıklandığı üzere, uyuşmazlık dava hakkının varlığı noktasında toplanmıştır.

“Bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun kılmak amacıyla, iradesini bağış yerine satış olarak açıklaması durumunda, saklı pay sahibi olsun olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların satış sözleşmesinin danışıklı olduğunu ileri sürerek dava açma hakları vardır.”

Özellikle vurgulayalım ki, bu içtihadı birleştirme kararı tapulu taşınmazların muvazaalı devri ile ilgilidir[20].

Teoride ve uygulamada oy birliği ile kabul edildiği üzere, taraf muvazaasında, muvazaalı işlemin geçersizliği ve iptali, 07.10.1953 tarih ve 8/7 sayılı ve 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı deliller ispatlanabilir[21].

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1945/20 K. 1947/6 T. 5.2.1947 tarih ve sayılı ilamının gerekçesinde;

“Gerek menkule gerekse gayrimenkule taalluk etsin namı müstear hadiselerinde mesele bir istihkak ve mülkiyet davası mahiyetini geçemeyeceğinden ne resmi senet ne de şekil meselesi bahis mevzuu olamaz. Nitekim; ötedenberi mahkemeler vaki olan bu kabil ikrarlara müsteniden hüküm vermekte ve meselede bir şekil meselesi görmemektedirler. Bundan başka meseleyi zatı akitte ve isimlerde muvazaayı dahi şumulüne alan ve netice itibariyle namı müsteara müncer olan on sekizinci madde hükmü çerçevesi içinde mütalaa kanunun ruh ve maksadına muvafık olur. Takma ad davaları dinlenebilir ve yazılı kanıt ile kanıtlanması uygun olur.”

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1953/8 K. 1953/7 T. 7.10.1953 tarih ve sayılı ilamının gerekçesinde;

“Davacının, bir bağıt ilişkinin varlığı savı ile tapu kaydının kendi adına düzeltilmesini isteyebilmesi için aralarında MK.nun 634. maddesine uygun biçimde bir bağıtın [akdin] var olması gerekir.

Bu biçimde bir bağıtın var olmadığı, davacının beyanından anlaşılırsa kanunun var olmadığını kabul ettiği bir durumun ispatı da yargılıkça düşünülemez.”

Her iki içtihat özünde ispatı yazılı delile dayandırmaktadır.

Muris muvazaasında, davacı miras hakkına dayanarak dava açan mirasçı üçüncü kişi durumunda bulunduğuna göre, davasını her türlü delille ispatlayabilir. Ancak, mirasçı, miras bırakanın ardılı, onun haklarına halef olarak ve ondan kendisine intikal eden miras hisseleri gözetilerek dava açmışsa, iddiasını yazılı delille ispatlamak durumundadır. Mirasçılar, bu bağlamda, külli halefiyet ilkeleri uyarınca miras bırakanına halef olarak husumette taraf olan kişilerdir.

Muris muvazaası davasından sonuç alınabilmesi için tapuda ölen kişi adına kayıtlı bir taşınmaz üzerinde muvazaalı işlem yapılmış olmalıdır. Çünkü bağış sözleşmesi taşınmazlar için yapıldığında yazılı şekil şartına tabidir ve gizli işlem olarak geçerliliği bu şekilde yapılmasına bağlıdır. Eğer ortada şekil kuralına uygun bir taşınmaz bağışlama sözleşmesi yoksa, diğer mirasçılar taşınmaz devrinin geçersizliğini öne sürerek dava açabileceklerdir. Bağışlanan şey bir taşınır malsa, muvazaalı da olsa taşınırların bağışlanması bir şekil şartına tabi olmadığından işlem geçerli kabul edilecek ve diğer mirasçıların herhangi bir iddiada bulunması mümkün olmayacaktır. Aynı şekilde tapusuz taşınmazla için de muris muvazaası nedeniyle dava açılması mümkün değildir.

Açılan davada devralan tarafın alım gücü olmadığını ispat etmek ya da taşınmazın gerçek değerinden çok daha düşük bir bedelle taşınmazı satması muvazaanın ispatında oldukça önemlidir. Miras bırakanın maddi olarak ihtiyacı olmamasına rağmen satış yaptığının ispat edilmesi de davanın sonucu bakımından faydalı olabilir.

Ayrıca miras bırakanın bu kazandırmayı yapmakta haklı bir nedeni olup olmadığı da mahkeme tarafından araştırılacaktır. Örneğin; mirasbırakan halis niyetle kendisinin bakımını üstlenen kişiye karşı duyduğu minnet duygusu sebebiyle bu türden bir devir yapmışsa ortada muris muvazaasından bahsedilecek bir durum yoktur.  Yine miras bırakanın çocuğu olmayan ikinci eşi koruma amacıyla yaptığı devirler de muris muvazaası olarak nitelendirilemez.

“Miras bırakan sağlığında mallarını mirasçıları arasında, makul ölçüler içerisinde, dengeli bir biçimde paylaştırmışsa, artık mirasçıdan mal kaçırmak, onları aldatmak kastı ve iradesi bulunmadığından, muris muvazaasından söz etmek mümkün olmaz.

Bu gibi temliklerde miras bırakanın amacı mirasçıdan mal kaçırmak değil, mallarını sağlığında mirasçılar arasında pay etmektir. Uygulamada “denkleştirme” olarak da tanımlanan bu paylaştırmanın kabulü için, miras bırakanın tüm mirasçılar arasında paylaştırma yapması, paylaştırmada tam bir eşitlik olmasa dahi makul ve hoşgörü ile karşılanabilecek bir denge kurması gerekir.

Miras bırakan sadece mirasçılardan birine veya birkaçına pay vermişse veya paylaştırmada makul ve hoşgörü sınırlarını aşan bir dengesizlik bulunuyorsa, paylaştırma değil mirasçıdan mal kaçırma amacı üstün tutulmuş sayılacağından, aldatmak unsuru teşekkül edecektir. Bu takdirde de pay almayan veya az pay verilen mirasçı veya mirasçıların dava açmak hakları doğacaktır

Denkleştirmenin var olup olmadığının, başka bir ifadeyle miras bırakanının mirasçıları arasında paylaştırma kastının bulunup bulunmadığının anlaşılabilmesi için, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, taraf tanıklarının dinlenmesi, tarafların tüm delillerinin toplanması, her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak her bir mirasçıya verilen mal ve değerlerin birbirleri ile kıyaslanması gerekir..[22]

Muvazaanın ispatı, muvazaanın tarafı olmayan kişiler için oldukça güç olduğundan hukukumuzda her türlü delille ispat edilebilir. Mutlaka yazılı bir delil sunulmasına ihtiyaç yoktur.

Kural olarak muvazaalı işlem hükümsüzdür. Muvazaalı işlemin hükümsüzlüğü, TBK m 27 hükmünde düzenlenen sözleşmelerin kesin olarak hükümsüzlüğü içinde yer almamış ise de, aynı sonuçları doğurur. Bu sakatlığın doğal sonucu olarak yapılan sözleşmenin hükümsüzlüğünü taraflardan her biri, dava ve savunma yolu ile karşı tarafa ve üçüncü kişilere karşı ileri sürebilirler. Aynı şekilde üçüncü kişiler de sözleşmenin hükümsüzlüğünü, o sözleşmenin taraflarına ve külli haleflerine karşı dava ve savunma yolu ile ileri sürebilirler. Belirtilen kişiler tarafından ileri sürülen hükümsüzlüğünü, o sözleşmenin taraflarına ve külli haleflerine karşı dava ve savunma yolu ile ileri sürebilirler. Belirtilen kişiler tarafından ileri sürülen hükümsüzlüğün kanıtlanması gerekir.

Muvazaalı işlemin geçersizliği veya iptali, 05.02.ç1947 tarih ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararı uyarınca ancak, yazılı delille ispatlanabilir. Bu düşünce, 7.10.1953 tarih ve 8/7 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında yer alan gerekçedir.

Muvazaa, usul hukuku bakımından def’i olmayıp, bir itirazdır. Bu nedenle taraflar, yargılama bitinceye kadar muvazaayı ileri sürebilecekleri gibi, görevden dolayı hakim de doğrudan doğruya göz önünde tutar[23].

  1. Muvazaa Davasında Deliller:

Özel hukuka ilişkin uyuşmazlıklarda, delillerin taraflarca hazırlanıp, gösterilmesi esastır. HMK nunda da delillerin taraflarca gösterilmesi ilkesi benimsenmiştir. Kamu düzenine ilişkin konular dışında doğrudan doğruya araştırma ilkesi özel hukuk ilişkilerinde uygulanmaz. Muvazaa davasına ilişkin taraflarca getirilmeyen veya taraflarca getirilmesi istenmeyen deliller konusunda, hakim kendiliğinden delil toplayamaz. Bu ilke HMK m 25 hükmünde düzenlenmiştir[24].

 

Muvazaa olgusunu ileri süren ve bu nedenle ispat yükü altında bulunan tarafın, iddiasını doğrulayacak delilleri göstermesi gerekir. Ancak burada öncelikle yapılması gereken; dava açma hakkının dayandığı husumete dair dayanakların ortaya konulması zorunludur.

 

Muvazaalı işlem yazılı olarak yapılmışsa, tarafları HMK m 200-201 hükümleri uyarınca iddialarını yazılı delille ispatlamak zorundadırlar. Yazılı delil yoksa yazılı delil başlangıcı, ikrar(HMK m 188), yemin (HMK m 225 vd.) gibi kesin delillerle de ispatlanabilir. Burada delilden maksat, HMK tarafından hüküm altına alınan delillerdir.

 

Muris muvazaasında dava açan mirasçı, üçüncü kişi konumundadır. Bu nedenle, muris muvazaasına dayalı iptal ve tescil davalarında davacı saklı payına dayanarak istekte bulunduğuna göre, davasını her türlü delille ispat edebilir.

 

Mirasçının miras bırakandan kendisine geçen hakları gözetilerek yani murise halef olarak dava açmışsa, davanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Mirasçılar, bu tür durumlarda külli halefiyet kuralı uyarınca miras bırakana teb’an taraf kişilerdir.

 

Üçüncü kişiler, muvazaalı işleme katılamayan, taraf olmayan kişilerdir. Saklı pay sahipleri, önalım hakkı sahibi ve alacaklılar üçüncü kişilerdir. Üçüncü kişiler, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak hukuki yararları bulunmak şartıyla muvazaalı işlemin geçersizliğini ileri sürebilirler ve dava açabilirler.

 

Saklı pay sahipleri muvazaanın türüne göre, muvazaalı işlemin tarafı sayılabilecekleri gibi, üçüncü kişi konumunda da olabilirler. Taraf muvazaasında mirasçı, miras bırakana teb’an, külli halef olarak taraf sayıldığı halde, muris muvazaasında hakkı zedelenen saklı pay sahibi, bu hakkına dayanarak muvazaa iddiasını ileri sürmesi ve istekte bulunması halinde üçüncü kişi durumundadır. Bu nedenle muvazaanın geçersizliğini ileri süren saklı pay sahibinin hangi sıfatla hareket ettiğinin belirlenmesi gerekir. Muris muvazaasında üçüncü kişi sayılan saklı pay sahiplerinin açtıkları davada bu sıfatla hareket edip etmediklerinin belirlenmesi gerekir[25].

  1. İspatlama ve Delillerin Gösterilmesi:

Muvazaalı işlem, üçüncü kişiler dışında gerçekleşmiştir. Bu nedenle üçüncü kişilerin gizli muvazaa sözleşmesini ele geçirip mahkemeye sunmaları imkansız olduğundan iddialarını yazılı delille ispatlamaları kendilerinden istenemez. Bundan dolayı üçüncü kişiler muvazaa iddialarını tanık dahil her türlü delille ispatlayabilirler. Bu kişilere ispat bakımından bir sınırlama yoktur.

Saklı pay hakları ihlal edilen üçüncü kişiler kendi adına dava açtığından, diğer mirasçıların davaya katılmalarına veya açılmış davaya olumlu destek vermelerini yada miras ortaklığına temsilci atanmasına ve davanın onun tarafından yürütülmesine gerek yoktur.

 

Muvazaa hukuksal nedenine dayanılarak dava açılabileceği gibi, aynı dava dilekçesi ile başka sebepler de gösterilmek suretiyle birden fazla sebebe dayanılarak da dava açılması mümkündür. Kademeli dava açılması HMK m 111 de düzenlenmiştir. Davacının, aynı davalıya karşı birden fazla talebini, aralarında aslilik ve ferilik ilişkisi kurarak aynı dava dilekçesinde ileri sürmesine terditli/kademeli/basamaklı dava adı verilmektedir. Kademeli açılan davalar, birbirinden farklı davalar olup, birbirleriyle çatışmadığı sürece kademeli veya ayrı ayrı dava edilebilmektedirler[26].

 

Bir önceki miras bırakanın (kök miras bırakanın) yaptığı muvazaalı temlik hakkında mirasçılardan biri (ara miras bırakan) dava açmasa bile, ölümü ile onun mirasçılarının dava açmak hakları mevcuttur. Zira icazetle veya belirli bir süre geçtiği halde dava açılmaması ile muvazaalı sözleşme geçerli hale gelmez. Kaldı ki TMK’nun 528. maddesi uyarınca düzenlenmiş mirastan feragate dair bir belgenin varlığı gereklidir. Dede, sağlığında dava açmasa dahi dava hakkından vazgeçmiş sayılamayacağından, onun hakkı halefiyle kuralı ile mirasçısına geçer, mirasçıda miras hakkına engel olan kök miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğini ve bu sözleşmeye dayanan tapunun iptalini isteyebilir[27].

 

Bu durumda öncelikle davacının mirasçılık anlamında konumunu belirleyen belgeleri dava sırasında ortaya koyması gerekir[28].

 

Dava, muris muvazası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2015/15019 K. 2018/14670 T. 20.11.2018 ilamında belirtildiği üzere halefiyet durumu belirlenirken aynı zamanda TMK m 528 hükmünün de gözeltilmesi gerektiğine dikkate çekmiştir.;

 

“Her ne kadar davacı mirastan feragat sözleşmesi ile miras hakkından feragat etmiş ise de feragat tarihi itibarı ile mirasçı sıfatının olmadığı sabittir. O halde, noterde düzenenen feragat sözleşmesi TMK m. 528 anlamında bir feragat sözleşmesi olmadığı gibi doğmamış haktan feragat edilemeyeceği, bu beyana hukuki sonuç bağlanamayacağı açıktır. Ne var ki, muris muvazaası iddiası yönünden hükme yeterli bir araştırma yapılmamıştır. Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Hal böyle olunca, taraf delilleri toplanarak, hükme yeterli bir araştırma yapılıp, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile karar verilmiş olması doğru değildir.”

 

Miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin muvazaalı olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun olduğunu ileri sürerek dava açabilirler. Oysa somut olayda, miras bırakanın parasını ödeyerek üçüncü şahıstan satın aldığı taşınmazın sicilini davalı oğlu adına oluşturduğu ileri sürülmüştür. Bu ileri sürüşe göre; tapudaki temlikte üçüncü şahıs durumundaki murisi yorum yoluyla taraf durumuna getirmek suretiyle 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararının uygulama yerinin bulunmadığının kabulü icap eder[29].

 

SONUÇ OLARAK:

Muvazaa olgusu, usul hukuku bakımından bir def’i olmayıp, itirazdır. Bu nedenle taraflarca yargılamanın sonuna kadar ileri sürülebileceği gibi, görevden dolayı haim de yargılamanın her aşamasında kendiliğinden muvazaa itirazını dikkate alacaktır. Teorideki baskın görüş ve Yargıtayın yerleşmiş uygulamaları bu yöndedir[30].

Teorideki yeni bir görüş ise muvazaanın hakim tarafından kendiliğinden göz önüne alınmasını aşırı bulmaktadırlar. Bu görüşe göre, taraflar muvazaalı işlemi daha sonra geçerli kılabilecekleri gibi, davada muvazaaya dayanmak istemeyebilirler. Hatta daha sonra yapacakları bir sözleşme ile muvazaalı işlemi geçmişe ve geleceğe etkili olarak geçerli sayarlar ve ya da taraflardan birinin açmış olduğu ifa davasına karşı, diğer tarafın muvazaa itirazını ileri sürmemek suretiyle işlemin bağlayıcılığını kabul ederler[31].

Muris muvazaası nisbi muvazaa olarak kabul edilmektedir. Bu davalarda haklarına zarar gelen saklı pay sahibi olsun olmasın hukuki yararı bulunan tüm mirasçılar bu talebi yapabilmektedir.

 

Davaya konu tasarruf işleminde muvazaanın ispatı mümkün olup kök muristen gelen miras paylarına yönelik muvazaa davalarında ara mirasçıların dava açmamış olması, dava açıp sadece kendi payının talep eden davasının olumsuz sonuçlanması veya TMK m 528 hükmü gereği açıkça ve yazılı feragat beyanları olmadığı sürece muris muvazaasına dayalı hak talep etmeye engel durum yoktur.

Bunun yanında tasarruf tarihinde mirasçısı olmayan yada beklenen mirasçı olmaması durumunda tasarrufun mal kaçırma amaçlı olmadığı görüşü hakimdir.

Tasarruf döneminde ara mirasçıya evlilik veya doğum sebebiyle mirasçı olmayan kişilerin daha sonra ve ara murisin ölümü ve mirasın intikali durumunda mirasçı olarak mevcut olmaları durumunda dava açma haklarının bulunmadığı doktrinde kabul edilmektedir. Bu konuda yargıtay içtihatları ile de durum yeterince aydınlığa kavuşturulmuştur.

Muvazaa olgusunun geç ileri sürülmesi kötüye kullanma olarak nitelendirilemez. Bu davalarda süre söz konusu değildir. Davanın uzun süre geçtikten sonra açılması kötü niyet unsuru olarak nitelendirilemez. Usul Hukuku bakımından kötü niyet itiraz niteliğinde olup, davanın uzun süre açılmadığı yolundaki tarafların itirazı dinlenemeyeceği gibi, mahkemece kendiliğinden nazara alınmaz. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 13.06.1988 tarih ve 4462/6293 sayılı kararında, muvazaa olgusuna dayanılarak uzun süre geçtikten sonra açılan davaya karşı kötüniyet itirazının ileri sürülemeyeceği kabul edilmiştir.

 

KAYNAKÇA

  1. Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil davaları, 3. Baskı, Adalet yayınları, Ankara

            2018

  1. Canan Ruhi/ Ahmet Cemal Ruhi, Muris Muvazaası, Seçkin Yayınevi, Ankara 2016
  2. Eraslan Özkaya, Açıklamalı İçtihatlı İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 6. Baskı,

            Seçkin yayınevi, Ankara 2015,

  1. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.11.1996 T 1997/8-296 E 532 K
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.01.2010 T. 2010/1-1 E. 2010/32 K.
  3. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1986/4 K. 1987/5 T. 22.5.1987
  4. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1953/8 K. 1953/7 T. 7.10.1953
  5. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1974/1 K. 1974/2 T. 1.4.1974
  6. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 30.12.1992 tarih 586-782 ve 21.9.1994 tarih

            1994/1-248 kararları

  1. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1995/1-608 K. 1995/783 T. 11.10.1995
  2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2004/6056 K. 2004/6649 T. 2.6.2004
  3. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/1445 E. 2010/3898 K. T.06.4.2010
  4. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2020/625 E., 2021/158 K. 02.2021 T
  5. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1986/4 K. 1987/5 T. 22.5.1987
  6. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 2010/1445 E., 2010/3898 K. 06.4.2010 T.
  7. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1995/1-608 K. 1995/783 T. 11.10.1995
  8. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1995/1-608 1995/783 T. 11.10.1995

[1]              Canan Ruhi/ Ahmet Cemal Ruhi, Muris Muvazaası, Seçkin yayınevi, Ankara 2016, s.198

[2]              Eraslan Özkaya, Açıklamalı İçtihatlı İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 6. Baskı, Seçkin yayınevi,

Ankara 2015, s.420

[3]              Eraslan Özkaya, Açıklamalı İçtihatlı İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, s.423

[4]              Eraslan Özkaya, Açıklamalı İçtihatlı İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, s.425

[5]              Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil Davaları, 3. Baskı, Adalet yayınları, Ankara 2018,

s.772 (Yargıtay HGK. 27.11.1996 T 1997/8-296 E 532 K)

[6]              Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.01.2010 T. 2010/1-1 E.  2010/32 K.

[7]             Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil Davaları,s.772

[8]              Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1986/4 K. 1987/5 T. 22.5.1987

[9]              Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1953/8 K. 1953/7 T. 7.10.1953; Davacının, bir bağıt

ilişkinin varlığı savı ile tapu kaydının kendi adına düzeltilmesini isteyebilmesi için aralarında MK.nun 634. maddesine uygun biçimde bir bağıtın [akdin] var olması gerekir. Bu biçimde bir bağıtın var olmadığı, davacının beyanından anlaşılırsa kanunun var olmadığını kabul ettiği bir durumun ispatı da yargılıkça düşünülemez.”

[10]            Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1974/1 K. 1974/2 T. 1.4.1974; “Bir kimsenin mirasçısını

miras hakkından yoksun kılmak amacıyla, iradesini bağış yerine satış olarak açıklaması durumunda, saklı pay sahibi olsun olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların satış sözleşmesinin danışıklı olduğunu ileri sürerek dava açma hakları vardır.”

[11]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil Davaları, s.773

[12]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil Davaları, s.773

 

[13]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 30.12.1992 tarih 586-782 ve 21.9.1994 tarih 1994/1-248 kararları

[14]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1995/1-608 K. 1995/783 T. 11.10.1995

[15]            Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2004/6056 K. 2004/6649 T. 2.6.2004

[16]            Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/1445 E. 2010/3898 K. T.06.4.2010

 

[17]            Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 2020/1465 E., 2021/1286 K., 08.03.2021

[18]            Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 2019/4755 E., 2020/80 K

[19]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil Davaları, s.778

[20]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil Davaları, s.778

[21]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil Davaları, s.778

 

[22]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu,  2020/625 E.,  2021/158 K.

 

[23]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu İptali ve Tescil Davaları, s.779

[24]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu İptali ve Tescil Davaları, s.779

 

[25]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu İptali ve Tescil Davaları, s.791

 

[26]            Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1986/4 K. 1987/5 T. 22.5.1987; “Miras bırakanın yaptığı

temliki tasarruflardan zarar gören mirasçılar, tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açtıktan sonra ayrı bir dilekçe ile borçlar kanununun 18. Maddesine dayalı muvazaa nedeniyle iptal tescil davası da açabilirler.”

[27]            Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 2010/1445 E., 2010/3898 K. 06.4.2010 T.

[28]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1995/1-608 K. 1995/783 T. 11.10.1995; “Hemen belirtmek gerekir ki;

kural olarak Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. Yine ifade edilmelidir ki, en sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasden yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. 1974 tarihli Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararında “bir kimsenin, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklı ( muvazaalı ) olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri ve bu dava hakkının, geçerli sözleşmeler için söz konusu olan M.K.`un 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağı” hükme bağlanmıştır.”

 

[29]            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1995/1-608  K. 1995/783 T. 11.10.1995

[30]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil Davaları, s.735

[31]            Süleyman Sapanoğlu, Tapu iptali ve Tescil Davaları, s.736

 

 

Şahin hukuk bürosu osmaniye

1998 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra Osmaniye Barosunda stajımı tamamlayarak aynı ilde ofisimi açtım..

Poyraz İşhanı A Blok K:4 No:14 Merkez/ Osmaniye
0(505) 624 96 03